Metin SAVAŞ

Metin SAVAŞ

[email protected]

Türkiye ve Türkler Hakkında Lâyihadır

11 Kasım 2019 - 12:54

Türkiye ve Türkler Hakkında Lâyihadır

Yüce Ari Irkının Koruyucusu Avrupa Birleşik Devletleri Parlâmentosuna,

TÜRKLERİN sultanı Dördüncü Murat vaktiyle şöyle demiş: "Filan krala da yardım gönderile! Para almaya alışan, buyruk almaya da alışır". Şu hâlde, Türkiye sık sık ekonomik krizlere sürüklenmeli ki, daima malî yardımlarımıza ihtiyaç duysun ve bizden buyruk almaya alışsın ve hattâ buyruksuz iş göremez hâle gelsin.

TÜRKLERİN yirminci yüzyıldaki Bozkurt'u (onlar, önderlerine böyle derler) Mustafa Kemal ATATÜRK, vasiyet niteliğindeki nutkunda, "Milletime tavsiyemdir, başlarına geçecek insanların kanlarına baksınlar". demektedir. Bu türden görüşlerin Türk halkı arasında yaygınlaşması ideallerimiz açısından son derece tehlikelidir. Türkiye'nin dizginlenebilmesi için ülke içindeki kozmopolit kadroların güçlendirilmesi, resmî ve sivil bütün kurumlarda konuşlandırılması ve halk indindeki popülaritelerinin artırılması elzemdir. Türkiye sürekli olarak bunalımlara sürüklenmeli, her bunalımda dışarıdan kurtarıcılar bekler hâle getirilmelidir. Türk toplumu budalalık derecesinde temiz kalpli ve saf bir millet olduğu için her konuda aldatılmaya elverişlidir. Onlar Truva Atı öyküsünü masal zannederler ve asla ciddîye almazlar.

TÜRKLER'de "ordu millet" olduklarına yönelik garip ama tehlikeli bir inanç vardır. Bu inanç, onlara göçebe imparatorluklardan miras kalmıştır, dolayısıyla kültür kodlarına derinlemesine işlemiştir. Sözkonusu inancı yıkmayı başaramasak dahi, etkinliğini yitirmesini sağlamak amacıyla sulandırmanın yollarını bulmalıyız. Türk toplumuyla Türk ordusunun arasını açacak düzenler geliştirmemiz gerekmektedir. Bu gayeyle, Türk ordusundaki subayların dinsiz ve gelenekten kopuk şahsiyetler olduğu propagandası birtakım çevreler kullanılmak suretiyle yapılmalıdır. Çünkü, Türk milleti dinine ve geleneksel değerlerine fazlasıyla düşkündür.

TÜRKLERİN bir diğer inancı da, "üstün ırk" oldukları yönündedir. Fakat bu inanç biz Ârilerdeki dünyevî üstün ırk telâkkisinden oldukça farklıdır. Onlar Tanrı'ya en yakın millet oldukları vehmine mâliktirler. Kültürleri ve karakterleri "tasavvuf" adını verdikleri fizikötesi bir espriyle yoğrulmuştur. Cihana hükmeden imparatorluklar kurdukları çağlarda bile insanlığı sömürmeye yanaşmamışlar, kendi çıkarlarını göz ardı ederek, bizim idrak edemediğimiz ilkeler peşinde sürüklenmişler ve güçlerini bu uğurda tüketmişlerdir. "Kızılelma" dedikleri garip bir ülküleri vardır. Sözüm ona, bütün insanlığın mutluluğu için çalışmak gerektiğine iman ederler ve "âhiret" adını verdikleri farklı bir yaşam boyutunda Tanrı'ya hesap vermekle yükümlü olduklarını söylerler. Edindikleri servetleri fakir fukarayla paylaşmak tarzında aptalca alışkanlıkları vardır.

BARBAR, savaşçı ve mağrur insanlardır. Daima fütuhat peşinde koşarlar. Ellerinden gelse tüm dünyaya hükümran olacak yaradılıştadırlar. Adalet, sınıfsız toplum, kardeşlik ve eşitlik gibi saplantıları vardır. Emperyalist politikalardan nefret ederler. İnsanlık adına milliyetinizden tâviz verir misiniz? diye sorulduğunda, hiç düşünmeden "Eyvallah!" cevabını verirler. İslâm dininin geliştirdiği "ümmet" ülküsünü uygulayan tek İslâm devleti, onların imparatorluğu olmuştur. Bu derece saftırlar.

GÜNÜMÜZDEN bin yıl kadar önce ele geçirdikleri Anadolu'yu vatan edinmişlerdir. Onları, bizim için kutsal olan bu topraklardan çıkarmanın ve geldikleri bozkırlara sürmenin bir yolunu bulmamız kaçınılmazdır. Zira Anadolu son derece stratejik bir konuma sahiptir. Âdetâ dünyanın merkezidir. Yer üstü ve yer altı kaynakları muazzamdır. Ne mutlu ki, onlar bunun farkında değildirler. Bu saf insanlarda altın, bor, uranyum, demir, belki petrol, verimli toprak ve deniz... ne ararsanız var! Yine de, bütün bu imkânlara rağmen yoksulluk içinde yaşarlar. Tesadüfen bütün bu servetlerin farkına varacak olsalar gezegenimizin başına belâ kesilmeleri işten bile değildir. Uyanmalarını önlemek için her türlü tedbir alınmalıdır. Özellikle çevreci örgütler bu uğurda maharetle kullanılabilir ve özelleştirme adı altında bütün servetleri ipotek altına alınabilir.

TÜRKLERİN en sağlam kurumu ailedir. Geniş ve bahçeli evlerde bir arada yaşamaktan hoşlanırlar. Doğaya tutkundurlar. Mitolojiyle içli dışlıdırlar. Hâlâ göçebeliğin genlerini taşırlar. Akrabalık ilişkilerini ifade eden terimleri bir hayli fazladır. Dayanışmacıdırlar. Çıkarcılıktan pek hazzetmezler. Bin yıldır Anadolu'da tutunabilmelerinin nedeni de budur. Onları topraklarından çıkarabilmek ya da Âri ırk lehine asimile edebilmek için aile kurumlarını çökertmeyi birincil hedef olarak benimsememiz şarttır. Ahlâk düşkünlüğüne karşı şiddetle direnç gösterdikleri saptanmıştır. Onların bu direncini kırmanın yolu, şahsiyetlerini köreltmekten geçer. Ülkeleri sistematik politikamızla daha da yoksulluğa sürüklenirse şayet, bünyelerinde ahlâkî zafiyetin tohumları ekilmiş olacaktır. Bu konuda bir hayli gelişme de sağlanmıştır. Fakirlik, bir toplumun onurunu zedeler! Geçim sıkıntısı, fuhuşun kapısını aralar. Türkler arasında bekâret kadim zamanlardan beri bir tabudur. Evlilik dışı ilişkiler onlarda yasaktır. Dinleri de gelenekleri de bunu men eder. Fakat yavaş yavaş bu konuda da çözülme başlamıştır. Özellikle uluslararası finans-kapitalin güdümündeki görüntülü ve yazılı basınları bize bu konuda yardımcı olmaktadırlar. Cinselliği ön plâna çıkaran filmler, diziler, eğlence programları, güzellik yarışmaları, serbest yaşamın imkânlarını sergileyen ve aile dışı ilişkileri teşvik eden süreli yayınlar muhafazakâr duyarlığa sahip Türk köylerine kadar sızmayı başarmıştır. Fakat yeterli değildir. Türklerdeki gayri ahlâkî yaptırımlara yönelik bağışıklığın diğer toplumlardan daha güçlü olduğu göz önünde tutulmalı ve cinsel dayatmaların dozajı peyderpey artırılmalıdır. Onlar feminizm hareketini dahi bizden farklı yorumlarlar ve kadının gerçekten de erkekle eşit olduğuna -dinleri ve göçebelik asabiyeti gereği- inanırlar. Bu yönleriyle diğer İslâm toplumlarından ayrılırlar. Kadını kutsallaştıran dinsel görüşleri vardır. Mevlâna adındaki bir düşünürleri Türklerin kadına bakış açısını şöyle itiraf eder: "Kadın yaratılan değil, sanki yaratandır!" Böylesi bir düşünüş, uygarlığımızın çıkarlarına aykırıdır ve tehlikelidir. Yoldan çıkmış bir kadının topluma tekrar kazandırılması zor olduğuna göre, Türkler arasında zinânın yaygınlaştırılması yararlı olacaktır. Bu onlar için tam bir yıkım demektir. Keza Türkler İslâv milletleri derecesinde arsız değildirler ve dolayısıyla onurlarını kırmak daha kolaydır.

TÜRKLERİN bir diğer zaafı da, aşırı derecede hoşgörülü olmalarıdır. Kadim Çin'le komşuluk ettikleri zamanlardan bu yana yeniliğe ve değişime açıktırlar. Yabancı kültürlerden çok kolay etkilenirler. Tarihsel süreç içerisinde yüz milyonla Türk Çinlileşmiş ve Ruslaşmıştır. Her ulusa kan vermişlerdir. Şu hâlde onları Ârileştirmek niçin imkânsız olsun? Yakın zamana kadar Balkanlar, Kuzey Karadeniz ve Kafkaslar sahası bir Türk yurduydu. Biz buraları zor da olsa onlardan arındırmayı başardık. Sıra artık Anadolu'ya gelmiştir. Üstelik Türkler diğer milletler gibi yaygaracı da değildirler. Yahudiler ve Ermeniler tek bir ırkdaşlarını yitirseler, ardı ardına filmler çekerler, romanlar yazarlar, sempozyumlar düzenlerler, sokaklara dökülerek mitingler tertip ederler. Fakat Türklerin böylesi çığırtkanlıklara tevessül ettikleri görülmemiştir. Sâkin ve serinkanlı insanlardır. İlâhî adalete inanırlar ve haksızlıkların hesabının sorulacağından kuşkuya düşmezler. Onlar Kırım'da, Balkanlarda ve Türkistan adını verdikleri atayurtlarında milyonlarca soydaşlarını yitirmişler, yine de sessiz kalmışlardır. Haklarını aramasını bilmezler. Alacaklı oldukları yerde bile veren durumuna düşerler. Böylesine anlaşılmaz, garip mahlûklardır.

TÜRKLERİ kimliklerinden soyutlamanın en pratik yolu, dillerine müdahale etmekten geçer. Bu, tarihin kanıtladığı bir olgudur. Ana dilini unutan bir Türk'ün soyuyla hiçbir bağı kalmaz; hattâ kendi ırkına düşman kesilir; Bulgarlarda ve nüfusunun yarıya yakını Türklerden inen Ruslarda olduğu gibi! Anadolu'yu barbarların elinden almak istiyorsak, Türklere ana dillerini unutturmalıyız. Başta üniversiteleri olmak üzere, Türkiye'deki bütün öğretim kurumlarında eğitim dili evrensel bilime ulaşma bahanesiyle İngilizce hâline getirilmelidir. Önderleri ATATÜRK'ün iktidarı altında Türkler ana dilleriyle sıkı bir eğitimden geçmişler ve kısa zamanda dünya çapında bilimadamları yetiştirmişlerdir. Yüksek kültürlü aydınlara sahip bir Türkiye'nin dize getirilmesi mümkün değildir. Türkçenin bilim dili olarak rüştünü kanıtlamasına izin verilmemelidir. Oktay Sinanoğlu gibi uyanık bilimadamlarının halkına inmesi engellenmelidir. Yabancı diller anaokullarına kadar sokulmalı, küçük beyinler doğdukları andan itibaren kozmopolitleştirilmelidir. Türk Ocakları nevinden köklü kurumlar ustaca manevralarla kapatılmalı. doğacak boşluğu, küreselleşme felsefesini dayatan Köy Enstititüleri ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü benzeri örgütlenmeler doldurmalıdır. Türklerdeki millî şuur ancak bu şekilde bertaraf edilebilir. Ana dillerini unutmalarına yönelik programlarımızda başarıya ulaşamamak ihtimaline karşı da, Türkçenin imkânlarının daraltılması için bunaltıcı etkinlikler kampanyasına devam edilmelidir. Türkçenin söz dağarcığı her geçen gün biraz daha yoksullaştırılmalı, zengin ifade imkânlarına malik deyimler hazinesine neşter vurulmalı, dillerinin âhengi ve matematiksel yapısı bozulmalıdır. Türkçe, dünya çapında rakipsiz bilim ve yazılım dili olmaya aday ve uygun bir dildir. Türkler bunun farkına varacak olurlarsa Âri dillerinin saltanatına gölge düşer. Kaldı ki Türkçe, İslâm dünyasında yüzyıllardan beri saygın bir yere sahiptir. Arapça ve Farsça dahi Türk dilini yok etmeyi başaramamıştır; İngilizce ve Fransızca -bütün gücüne rağmen-Türkçe karşısında acze düşmüştür. Türkler, bin yıllık Küçük Asya politikalarımıza karşın sömürge toplumu derekesine indirgenememiş; ancak yarı sömürge toplumu hâline getirilebilmiştir. Bu yeterli değildir. Kutsal hedefimiz, önce Türkçeyi, ardından da Türk milletini tarih sahnesinden silmek olmalıdır.

ANADOLU'nun Ârileştirilmesi için Türkiye'nin etnik yapısına müdahale edilmeli, Fransız Devrimiyle başlayan milletleşme süreçleri sekteye uğratılmalıdır. Türkiye'nin doğusunda Büyük Ermenistan, Karadeniz sahillerinde Pontus, Antakya havalisinde Süryanî, Akdeniz ve Kıbrıs civarında Lâtin kültürüne dayalı Hristiyan ve Batı Anadolu'da Büyük Yunanistan devletleri peyderpey tesis edilmelidir. Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Batı İran yöresinde Türk düşmanı bir Kürdistan yaratılmalıdır. Türk tarihçileri -bizim güdümümüzde hareket edenlerin dışında- Kürtleri Asyatik bir kavim olarak görmektedirler. Bu görüş, çıkarlarımız açısından kabul edilemez. Kürtler arasında faaliyette bulunan ajanlarımız -tarihî gerçekler ne olursa olsun- onların Âri ırkın Küçük Asya'daki temsilcileri oldukları tezini işlemeye devam etmelidirler. Aksi takdirde Kürt ırkdaşlarımızın asimilâsyona uğramaları ve zaman içerisinde standart Türk kültürüne uyum sağlamaları engellenemez.

ANADOLU'nun Ârileştirilmesi projesine katkıda bulunmak amacıyla, Türkiye'nin coğrafî ıstılahlarına da el atılmalıdır. Türkçe kökenli coğrafya terimleri gözden düşürülerek, Antik Yunan kültürünü çağrıştıran ıstılahlar yaygınlaştırılmalıdır. Şahıs adlarında da aynı yola başvurulmalı; çağdaşlaşmayı Batı uygarlığını biçimsel olarak taklit etmek zanneden modernlik züppesi kentli ailelerin çocuklarına Kibele, Halikarnas, Athena nevinden isimler vermeleri -magazin kültürü türünden popülist telkinlerle- teşvik edilmelidir. Keza Türkler ön yargısız ve hoşgörülü bir toplum yapısına sahip oldukları için Âriler derecesinde fanatik değildirler. Fakat geri kalmışlıkları nedeniyle kompleks sahibidirler ve bizlerden daha fazla fanatikmiş gibi göründüklerine aydınları tarafından inandırılmışlardır. Bütün gururlarına rağmen Batıya hayrandırlar. Âri uygarlığını, insanlığın zirvesi zannederler. Bu nedenle de, Batı uygarlığına yönelik heveslerini tabela kültürü zihniyetiyle tatmin etmeye çalışırlar. Küçük ve büyük bütün şehirlerinin mağazalarında yabancı dillerden kotarılma adlara rastlamak mümkündür. Millî duyguları zayıflamış olan kesimleri özellikle Paris'e ve Amerika Birleşik Devletleri'ne özel bir muhabbet beslerler; Lâle Devrinden beri bu böyledir. Milliyetçi kesimleri ise üstün ırk duyarlılığı nedeniyle Alman ve Japon ekolüne daha yakındır; bu eğilim de Birinci Dünya Savaşı'ndan ve Japonların Rusları harp meydanında yendiği tarihten kalmadır. Muhafazakâr kitleleri de daha ziyade Arap kültürüne öykünmeyi tercih eder; bu eğilim çok eski bir geçmişe uzanır; Selçuklu Türkiyesinden de önceye, Hilâfet orduları çağına dek iner. Aynı muhafazakâr kitle, tıpkı Batıcılar gibi, tabela kültürüne yatkındır; şirketlerinin adlarını Kutsal Kitapları olan Kuran'daki dinsel terimlerden seçerler ve böylesi bir tutumun dini ticarete âlet etmek olmadığını vurgularlar, bu yönleriyle Tevrat'ı dünya işlerine yamayan Yahudileri andırırlar. Tüccarlıkla uğraşan Türkler, hangi kesimden olurlarsa olsunlar, biçimsellikte birbirlerine benzerler. "The", "Bozkurt" ve "Hacı" nevinden sözcükleri her mağazanın tabelasında görmek mümkündür.

ÂRİ ırkın büyük vatanına bir hançer gibi saplanan Türkiye Türklerinin etkinlik sahası da son derece geniştir. Endonezya'dan Fas'a dek uzanan İslâm dünyası bin yıllık Türkiye Devleti'ne bir kurtarıcı, âdeta bir Mesih gözüyle bakar. Afrika yerlileri arasında hutbelerin hâlen Türk sultanları adına okunduğu saptanmıştır. Fakat Türkiye Devleti'nin asıl etkinlik alanı, Çin Seddi'nden Macar Ovasına dek uzanan Türk Dünyasıdır. Türk Devleti, kapalı kapılar ardında yürüttüğü faaliyetleriyle Türk dünyasını tek devletin çatısı altında birleştirmek gibi akıl almaz bir tasarının peşinde koşmaktadır. Bu hedefe ulaştıkları takdirde dünya dengelerinin sarsılacağını ve Âri ırkın emperyal kudretinin son bulacağını varsaymamız olağandır. Kaldı ki, imparatorluklarıın dağılmasıyla Türkiye'nin komşularında bıraktığı milyonla soydaşı vardır. Batı Türklüğü denen bu kitle, anavatanla birleşmek eğilimindedir. Ayrıca, Türkiye'nin Müslüman komşularının halkları da kendi devletlerinden çok Türklere medyundurlar. Onların gözünde Türkiye Cumhuriyeti şimdiki hâliyle bile bir impatorluk, bir süper devlettir. Bu nedenlerle Asyatik Türk kavminin Küçük Asya'dan ve çevresinden sürülmesinden başka çıkar yol yoktur. Biz bu projenin ilk adımını Macarlarla Bulgarları Hristiyanlaştırarak atmayı başardık; Kuzey Karadeniz'i ve Kafkasya'yı Türklerden büyük ölçüde temizledik; Balkan Türklüğünü imha ettik; şimdi ise Asyatik kökenlerini inkâr ettirmek yoluyla Kürtleri ana kitleden koparmaya çalışmaktayız. Elimizdeki bir diğer imkân da, Türkler arasındaki mezhep ayrılığıdır. Alevî ve Sünnî alt kültürlerini standart kültürlerin üzerine çıkarmayı başardığımız an Türkiye'nin dağılması mukadderdir. Ne var ki, Azerbaycan'da ve Batı İran'da Türkiye halkının uzantısı olan büyük bir kitle vardır. Söz konusu kitle Türkiye ile birleşecek olursa, bize, kiliselerimizde tehlike çanları çalmaktan başka yapacak bir iş düşmez. Bu konuda Âri kökenlerini hâlâ unutmamış bulunan İran ve Ermenistan en büyük müttefiklerimizdir.

TÜRKLERİN bir diğer gücü de, İslâmiyeti yorumlayış tarzlarıdır. Hiçbir İslâm toplumu onlar kadar hoşgörülü, açık fikirli ve aydın kafalı değildir. İmparatorluk birikimleri bir yana, Cumhuriyet döneminde Cemil Meriç, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, İbrahim Kafesoğlu, Erol Güngör, Şerif Mardin, Orhan Türkdoğan, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oktay Sinanoğlu, Osman Turan, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Ahmet Yaşar Ocak gibi dünya çapında pek çok düşünür, sosyolog tarihçi, edebiyatçı, din ve bilim adamı yetiştirmişlerdir. Bunlar zaman zaman -bizden icâzet almış bulunan- sömürge aydınlarının gölgesinde kalsalar da, Türk milletine yön vermek ülküsünü inatla sürdürmektedirler. Bunlar kimi zaman birbirleriyle anlaşmazlığa da düşerler; İslâmcılıkla Türkçülük arasında gidip gelirler; fakat sonuçta bütün derelerin aynı ırmağa aktığının bilincindedirler. Doğruları bulmak konusunda o derece ihtiraslıdırlar ki, dinlerinin en hassas hükümlerini dahi tartışmaktan çekinmezler. Arada sırada birbirlerini ihanetle ya da gaflete düşmekle suçladıkları olur; fakat en küçük bir tehlikede yine birbirleriyle aşk ateşiyle kucaklaşırlar. Onların bu kudretlerinin ardındaki tohum "tasavvuf" dedikleri düşünüş ve yaşayış biçimidir. Geçmişi ve geleceği aynı anda yaşarlar. Parçalanmışlıktan hoşlanmazlar. Derin tarihleri süresince kurdukları devletler bir zaman sonra dağılıp gitmiştir ama, tasavvuftan güç alan parlak kültürleri daima ayakta kalmayı bilmiştir. Doğunun en klâsik kültürünü yaratmışlardır. Biz onları barbar kabul etsek de, son iki yüzyılın ürünü olan mağlûbiyet psikolojilerine rağmen, üstünlüklerini ve insanlığı kurtuluşa erdirme ülkülerini bilinçaltlarında ısrarla yaşatmışlardır.

TÜRKLERİ tasavvufun etkisinden soyutlamanın yegâne yolu, onlar arasında dinsizliği yaygınlaştırmaktır. Yani dünyevîleştirme! Dinsel hayatlarını sekteye uğratmak, geleneklerini sulandırmak, gençler arasında köşe dönmeciliği ve serbest cinsel yaşamı popüler hâle getirmek, mezhep farklılıklarını körüklemek, Tanrı'yı unutturmak, dinleri hakkında kuşkuya düşmelerini sağlamak, aile ve akraba ilişkilerini ekonomik sıkıntılar doğurmak suretiyle baltalamak, geçim derdini her türlü insanî endişelerin üzerine çıkarmak, Orta Asya ve İslâm kültür kodları aleyhine Antik Anadolu uygarlıklarının propagandasını yapmak vb... Bütün bunlardan sonra arzulanan sonuca hazırlanıldığında, Anadolu'nun kapısını çalacak olan inanç sistemi kuşkusuz ki İsevîlik olacaktır. Keza biz bunun alt yapısını hazırlamakla meşgulüz. Misyonerlerimiz yoğun bir mesai içerisindedirler. Türk gençliği her geçen gün Âri uygarlığına biraz daha ısındırılmaktadır. Çağdaş Türk genci iki dirhem bir çekirdek giyinerek sabah evinden çıkar, işine ya da okuluna gider, flörtüyle buluşacak zamanı bulur, bütün gününü daha müreffeh bir yaşam azmiyle tüketir, spor yapar, pahalı alışveriş merkezlerinde kazancını çarçur eder, akşam evine geç saatte döner ve aile bireylerine yüz vermeksizin odasına çekilerek bilgisayarının başına geçer. Küreselleşmeyi dayatan popüler kitaplar okur, hümanizm idealini kadehlerin dibinde arar ve alkol kullanmayı çağdaşlığın gereği zanneder, dinî ve millî sanat eserlerine dudak büker, Amin Maalouf ve Gabriel Markuez nevinden yazarlara hayranlık duyar, Orhan Pamuk'u bildiğini sanır ve Tanpınar'ı tanımaz, bayramları muhitinden kaçma günü olarak iple çeker, sevgililer gününde flörtüne armağan alır fakat Muharrem ayında aşure yemeyi zül addeder vb... Bu tip çağdaş genç, belirli bir yaşam düzeyine erişmiş olanlardan çıkar. Bir de kitle toplumunun şekillendirdiği gençler vardır. Varoşlarda yaşarlar, küçük yaştan itibaren en zor işlerde çalışmak zorunda kalırlar. Talihleri yaver gider de çok para kazanırlarsa şayet acımasız, çıkarcı ve yüksek ideallerden mahrum işverenler safına katılırlar ve yolsuzluğu yol olarak seçerler. Ya da ömürleri boyunca yoksulluk içinde yaşayarak -olumsuz anlamda- düzen yıkıcı militanlar hâline gelirler. Dine, devlete, millete, geleneğe ve bilumum toplumsal değerlere düşman kesilirler. Sosyalizmin ne vaat ettiğini bilmezler ama Kapitalizmin karşısında canlarını vermekten çekinmezler (ya da tam tersi). Şeriat uğrunda şehit düşmek için sabırsızlanırlar, fakat dinin ahlâk demek olduğunu. İnsan-ı kâmil yetiştirmeyi hedeflediğini hiç bilmezler. vb...

ANADOLU'yu Hristiyanlaştırmanın alt yapısını hazırlamak yolundaki bir diğer etkinliğimiz de turizm mahreçlidir. Saf Türklerin soydaşları zannettiği Türkiyeli iş adamlarından gördüğümüz destekle bütün Anadolu'yu kapsayan geziler düzenlemekteyiz. İnanç turizmi, dinler arası diyalog, Yunan harabelerinin restorasyonu vb.... konularda Türk basınından gördüğümüz ilgi takdire şayandır. Kendilerine müteşekkiriz. Türk insanı öylesine saftır ki, uyanık aydınlarının inadı bir yana, her şeyden habersiz bizleri evlerine alarak kuş sütüyle beslemekten bile çekinmiyorlar. Biz Âriler bu derece temiz kalpli olsaydık, herhalde şimdiye kadar çoktan Türkleşmiş olurduk.

TÜRKLER demokrasinin ne menem bir şey olduğundan habersizdirler. Zannederler ki, örnek aldıkları (!) Batı demokrasisi sonsuz özgürlüklerin beşiğidir. Bizdekinin aksine olarak, onların demokrasisinde her şey mubahtır. Demokratik haklar adına Türklüğün temellerine dinamit koyan faaliyetlerde bulunmak bu garip ülkede serbesttir. "Ben seni perişan edeceğim, çünkü demokrasi var!" dediğinizde akan sular durur. Sebep? Çünkü, Türkler Batıdaki demokrasinin de böyle olduğuna içtenlikle inanırlar. Milletleşme sürecimizi, demokratik sistemimizi, bilimsel ve düşünsel gelişmemizi insan haysiyeti ilkesinin üzerine bina ettiğimize hükmederler. Bütün bunların altında yatan kanları, renk körü oldukları için görmezler. Oysa ki bayrakları bile kırmızıdır!

GERÇEKTEN de anlaşılması güç insanlardır şu Türkler! Bütün dinlere saygı duyarlar, bütün peygamberleri tanırlar, inkârcı değillerdir., Kutsal Kitaplarının tek bir harfinin bile tahrif edilmesine yanaşmazlar... Kanaatkâr insanlardır. Daha doğrusu öyle idi. Seksenli yıllardan sonra dünya nimetlerinin farkına varmaya yöneldiler ve gözbebeklerinde dolar işaretleri oluşmaya başladı. Her yıl otuz gün boyunca aç ve susuz dururlar; bazen bu perhizi her nedense yirmi dokuz güne düşürürler. Ama hiç ölmezler! Açlığın, ekonomik sıkıntıların ve envai çeşit buhranların yapamadığını terör ve trafik kazaları maharetle başarırsa da; dünyada Türk tükenir mi, biner biner ölmeyince? Üç büyük canavarları vardır: Trafik canavarı, enflâsyon canavarı ve Van canavarı! Bir de çağlar önce ormanda yaşayan mitolojik bir canavarları varmış ama, Oğuz Han adında bir hükümdar onun başını kesmiş. Ha, bir de Tepegöz var! Hâlâ yaşıyormuş... O, bizmişiz.

TÜRKLER, eski hasletlerini kısmen yitirmiş olsalar da, biz Âriler derecesinde maddiyatçı değillerdir. Fizikötesi yaşama gerçekten inandıkları için dünyayı pek önemsemezler. Ne dindaşları Araplar kadar vurdumduymazdırlar, ne de Uzakdoğulular kadar çalışkandırlar. Aşırı çalışkanlığın dünyaya tutsaklık demek olduğunu söylerler. Bu yüzden de köleleştirilmeleri imkânsızdır. Tasavvuf ve Türk dili bâki kaldıkça Türkler bize boyun eğmeyeceklerdir...

BÖYLESİNE ilginç mahlûklardır, vesselâm!

TANRI, Onun Oğlu, Kutsal Bâkire ve Yüce Parlâmentomuz bizi Türklerden korusun!

Birinci Dereceden Misyoner,

Arslan Yürekli Pierre Frederik

Benjamin Frank Simitis Von Erivanyan...

İstanbul, TÜRKİYE  

Kaynak:http://www.kavgamiz.com/orkun/turkiye-ve-turkler-hakkinda-layihadir-y533.html