YÜKSEL YILMAZ:KAN VE GÖZYAŞI TARİHİ

Tarih öncesi savaşların başlangıcı tartışmalıdır. İlkel disiplinsiz savaşların Adem döneminde başladığına inanıyoruz.

YÜKSEL YILMAZ:KAN VE GÖZYAŞI TARİHİ
01 Ekim 2013 - 15:28

KAN VE GÖZYAŞI TARİHİ

Tarih öncesi savaşların başlangıcı tartışmalıdır. İlkel disiplinsiz savaşların Adem döneminde başladığına inanıyoruz. İnsanlık zihnen, bedenen ve ruhen iyice olgunlaşınca ve hatta güzelleşince Allah tarafından Adem’in önderliğinde sorumlu tutuldular. Adem öldürmekten men ederken şeytanlaşan insanlar hayvansı taraflarını kullanmayı tercih ederek kan döktüler. Adem ise hep insan yönünü kullanmalarını istedi. Muhtemelen onlara kan döken hayvanları ibret olarak gösterdi. Oysaki onlar hayvandılar ve düşünemiyorlardı. Hal böyleyken hem düşünüp hem kan döken insanlar onlardan daha aşağı olmazlar mıydı?

Avcı-toplayıcı ilk toplumlarda sosyal roller ve sınıflar yoktu. Tarımın ortaya çıkması tarımla uğraşan toplumlarla avcı-toplayıcı toplumlar arasında büyük farklılıklar oluşturdu. Kıtlıkla sınanan avcılar, tarımla uğraşanların köylerine yoğun saldırılar düzenleyerek savaşı düzene soktular. Her kıtlık bir saldırı ve her saldırı bir savunma gerektirdi. Tembel zalimler çalışkanların mallarına göz koydular. Zaman zaman toplumun en akıllı ve en temiz yüreklilerinin arasından seçilen peygamberler uyardılar. Dileyen uydu, dileyen isyan etti. İnsanı hayvandan ayıran fark önce “savaşmamak” iken, artık fark sadece “barış” idi. Daha ileri aşamada tarımla uğraşan toplumlarda sosyal roller gitgide ayrılmaya başlayınca ayrı organize birimler olarak profesyonel askerler ilk defa ortaya çıktılar. Ama Adem’e gelen “adam (adem) öldürmeyin” emri bir uyarı olarak son peygambere kadar hep gelecekti…

Bulunan ilk arkeolojik savaş kaydı Nil nehri bölgesinde (Mısır) 117. Mezarlık diye bilinen 7 bin yıllık savaştır. Muhtemelen iskeletlerinde okbaşı bulunan birçok vücut bir savaş sonucu ölenlerdi. Belli ki savaş insanlık kadar ve hatta hayvanları da katarsak insanlıktan da eski idi.

Antik çağlarda idarî birim olarak bulunan krallık ve imparatorluklar ancak askerî güçle kontrol altında tutulabiliyordu. Sınırlı tarım nedeniyle büyük topluluklara destek olan çok az yer olduğundan sık sık savaşılıyordu. Fakat uyarıcılar (peygamberler) daima dünyanın geçiciliğini, paylaşımı, kardeşliği, asıl yurdun öte taraf olduğunu hatırlattılar. Din sayesinde “Benim ırkım savaşıyorsa haklıdır” ölçüsü geçersiz oldu. Din hep kanaatkârlığı, çalışkanlığı, paylaşımı, merhameti, barışı kısacası hep iyi, doğru, adil ve faydalı olanı emretti. Fakat “sahih din” her kafadan çıkan ses ve hisle buharlaştı, hakiki olana batıllar karıştırılıp varyasyonlara ayrılınca nihayet batıl dinlerin sayısı gitgide arttı. Artık sahih dini batıldan ayırt edebilmek için dine karışan gelenek, örf, adet, anane, rivayet ve görüşten ayıklamak gerekiyordu. Saldırı savaşını bile gerekli hatta ibadet sayanlar oldu. Oysa sahih din her daim savaşı mecburiyet karşısında bir savunma aracı olarak görürdü. Zalimler için ise savaş adeta bir amaçtı. Barış ifadelerinden çok savaşçı leventler göz önündeydi. Daha doğrusu savaş ihtirasların gerçekleşmesi için gereken kanlı bir araçtı.

Madem savaş hep var olacaktı silahlar ve zırhlar dayanaklı olmak için tasarlanmalıydılar. Bunlar arkeolojik kazıların da ispatladığı üzere tarih boyunca çok yüksek sayılarda üretileceklerdi. En büyük erdemin “barış” olmasına rağmen, maalesef bu tarz nesneler aynı zamanda gelecek kuşaklar için bir erdem simgesi de sayılıyordu ve önde gelen savaşçıların mezarlarına ya da anıtlarına konulması olağandı. Çok ürettiler çünkü akıtılacak tonlarca kan, kesilecek binlerce kelle vardı.

Yazı bulunduktan sonra bunlar yazmaya değer kayıtlar olarak görüldü. Gerçekten de ilk yazılı eserler savaş üzerinde idi. Homeros’un Truva Savaşı dillere destan oldu. Ulus-devletler gelişip imparatorluklar büyüdükçe düzen ve yazılı kayıtlar da arttı. Üstat Sun Tzu'nun dediği gibi savaş "devlet için hayatî derecede önem taşıyan bir konu" idi. Hunlar (Xiongnu), Mısırlılar, Babil, Pers İmparatorluğu, Yunanlılar, Çinliler, Makedonlar, Romalılar, Hintliler, Gandhara, Qin gibi uygarlıklar Antik yeryüzünde dikkate değer askerî güçlere sahipti. Mezopotamya Sümerler, Akadlar, Persler, Babil ve Asurlar tarafından fethedilmişti. Kesintisiz 1600 yıl (330-1922) Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapan İstanbul 29 defa kuşatılmıştı…

Antik Mısır kuvvetli bir güç haline gelmeye başladıysa da daha sonra Eski Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar ve Persler tarafından işgal edildi. Karanlık çağın bir yerinde üzengilerle birlikte teknolojik, kültürel ve toplumsal gelişmeler askerî taktikler ve süvarilerle topçunun rolünü değiştirdi. Bozkırların göçmen savaşçılarını taklit eden Çin ordusu 5. Yüzyılda yoğun piyade kuvveti iken süvari ağırlıklı kuvvetlere dönüştü. Yakın Doğu ve Kuzey Afrika Avrupa'dakine benzer ve sıklıkla daha gelişmiş teknolojiler kullandı. Japonya'daki ortaçağ savaş tarzı 19. Yüzyıl ortalarına kadar devam etti. Afrika'da Sahel boyunca ve Sennar Krallığı ile Fulani İmparatorluğu gibi Sudan devletleri de ortaçağ savaş taktiğini ve silahlarını, Avrupa'da kullanımdan kalktıktan sonra uzun süre kullanmaya devam ettiler.

Orta Çağ'da Avrupa'daki derebeyleri topraklarını korumak için çoğunlukla kalelerde yaşarlardı. Katkılı (suni) İslam medeniyeti de genişlemekte olup Emeviler zamanında batıda İspanya'ya ve doğuda İndus nehrine uzanmıştı. Daha sonra iktidarı ele geçiren Abbasiler de Selçuklular ve Moğollar tarafından yenilgiye uğradılar. Tours Savaşı'nda Charles Martel komutasındaki Franklar, Müslümanların Avrupa içlerine yönelik ilerlemesini durdurdular. Çin'de Sui Hanedanı ve diğer hanedanlar yükselmişti ama Cengiz Han ve Kubilay Han komutasındaki Moğollar Çinlileri yenerek toprakları işgal etmişlerdi. Genişlemeye devam eden Moğol İmparatorluğu Kubilay Han'ın ölümüyle parçalandı. Nihayet her yükselişin bir de sonu vardı. Ulusların inişli çıkışlı halleri vardı ve ömürleri bireylere benziyordu. Her şey kısa süreli değişkenlerle gerçekleştiği için akan kan da boşunaydı, çıkan can da…

16. Yüzyılın başlarındaki İtalyan Savaşları sırasında Avrupa ordularının arkebüsü (arquebus) kullanmayı benimsemeleri savaş alanındaki zırhlı süvari üstünlüğünü bitirdi. Feodal sistemin çökmesi ve ortaçağ şehir devletlerinin daha büyük uluslar altında toplanması Orta Çağ'daki paralı askerlerin ve feodallerin zorla topladığı orduların yerine profesyonel orduların kurulmasını gerektirdi. Sahra topu, topçu bataryaları, piyade talimi, ağır süvari (dragoon), süngü vs. artık savaşın önemli birer parçalarıydı. Küçük silahların kullanımı kolaylaşınca profesyonel askerlerden oluşan ordulardan ziyade belirli süreli askerî hizmetler öne geçti. Teknolojik ilerlemeler elbette ki gitgide daha da önemli hale geldi. Sanayi Çağı'nda Sadowa Çarpışması gibi daha ileri teknolojiye sahip olmak çarpışmanın kaderini belirledi ve mesela Napoleon Bonaparte tarafından Napolyon Savaşları'ndaki çarpışma için gereken askerlerin sayısında artış sağladı. Sanayi Çağı'nda diğer bir ulusun savaşa girmesini engellemek amacıyla  topyekûn savaş kullanıldı. William Tecumseh Sherman'ın “Denize Yürüyüş'ü” (March to the Sea) ya da Philip Sheridan'ın Shenandoah Vadisi'ni yakıp yıkması topyekûn savaşlara misaldi.

Günümüzde savaş bilim ve teknik geliştikçe yüksek teknolojinin yaygın olarak kullanıldığı karmaşık bir vakıa oldu. Üçüncü dünya ülkelerinin savaşları düşük teknolojili savaş ya da gerilla taktiklerinden ibaretti. Fakat bunun nedeni imkânsızlıktı; yoksa merhamet falan değildi. Eline silah verilsin ve kasasına para konulsun bak nasıl kan döküyordu… Zalimler hayvanlardan daha aşağı idiler; çünkü onlar isteseler akıllarını kullanıp barış içinde yaşayabilirlerdi ve ihtirasla bile bile kan döküyorlardı. En vahşi hayvanlar bile böyle (düşünerek) değildi.

Savaşlar genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak içindir. O nasıl dindir ki savaşa saldırganlık için çağırır? O nasıl dar kafalılıktır ki sadece milli duygularla vatandaşını savaşa kurban eder? O nasıl basiretsizliktir ki politik çıkarlar için zavallı gençleri av köpekleri gibi savaşa gönderir? O nasıl hırstır ki ekonomik çıkarlar için savaştırarak maneviyatı hiçe sayar? Nükleer savaş, meydan savaşı, iç savaş, cihad ya da haçlı adı altında dini savaş, dünya savaşı vs. derken olan savaşana olur; savaştırana bir şey olduğu yoktur. Savaştırana bir şey olmadıktan sonra ve savaş onun için bir atari ya da satranç oyunu olduktan sonra nede çekinsindi ki? O hırsla daha çok keyifli yaşamak ve o egoyla daha çok övülmek varken neden savaşmasındı ki?

Günümüzde savaşların Birleşmiş Milletler tarafından bazı kurallara dayandırıldığı iddia edilir. Fakat bu kurallar Bosna’da, Kosova’da, Filistin’de, Eritre’de, Keşmir’de, Moro’da, Doğu Türkistan’da, Çeçenya’da, Myanmar’da geçerli olmamıştır.  1990'lı yıllarda Kuzey Afrika'da çıkan iç savaşlarda ve kabile savaşlarında 1 milyonun üzerinde insan ölmüştür. 2003 yılında başlayan Irak Savaşı'nda milyonlarca asker ve sivil hayatını kaybetmiştir.

İnsanoğlu kan ve gözyaşı akıtmak için gürz, bıçak, kılıç, mızrak, kargı, kırbaç, yay, cirit, bumerang, kalkan, zırh, mancınık, koçbaşı, hançer, balta, kama ve bunlara benzer pek çok çeşitte silah geliştirdi. Bunlardan en yaygın olan kılıcın bile meç, şimşir, gaddare, yatağan gibi çeşitleri vardır. Hayvandan da aşağılık bu vahşet o kadar ileri vardı ki insanı kesmek, biçmek ve parçalamakla tatmin olmayan zalimler insanı yakmayı da işin içine kattılar ve ateşli silahları ve bombaları icat ettiler. Mancınık, gülleleri ve büyük okları fırlatmaya yarayan bir aletten çok bir mekanizmaydı. Günümüzde hala kullanılmakta olan kasatura ise tüfeğin ucuna takılan dürtücü ve kesici ateşsiz bir silahtır. Gençleri analar babalar “aman midesine bir şey olmasın, aman böbrekleri zarar görmesin” diye titizlikle büyütürler; ama zalimler o gençlerin o kıymetli organlarını parçalarlar ya da yakarlar. O kan ve organlar üzerinden yerler, içerler, rahat ederler….

Doğu ülkelerinde bulunan barut Ortadoğu ve Avrupa'ya geçince doğunun zalimleri gibi batının zalimleri de devreye girdiler. Hatta Suriye'den Bizans'a geçen bir ateşli silah şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çok eskiden beri Asya'da Türkler ve Çinliler tarafından kullanılan barut sonradan roket, top ve tüfek gibi silahlarda kullanılmaya başlandı. Selçuklular ve Osmanlılar da konjonktürel olarak bu tür silahlara rağbet ettiler. Kosova Meydan Muharebesi'nde ve özellikle Fatih Sultan Mehmed Han tarafından İstanbul'un fethinde toptan büyük ölçüde faydalanıldı. Yavuz Sultan Selim Han döneminde tüfek orduda yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Zaten top namlularına ilk yivi veren de Yavuz Sultan Selim Han'dı. O zamanlar top tekniği Avrupalılardan çok üstündü.

Zamanla büyük değişikliğe uğrayan ateşli silahlar tabanca, tüfek, bomba atar, top, obüs, havan gibi çeşitli adlar altında daha da vahşileşerek çeşitlendi. Makineli ve yarı otomatik tipleri gelişti. Güdümlü mermiler, deniz hedeflerine karşı kullanılan torpidolar, çeşitli tipteki bombalar, roketler ve mayınlar gibi kara, deniz ve hava birliklerince kullanılan silahların bazısı saldırı, bazısı savunma ve bazısı ise hem saldırı hem savunma gayeliydi. Uçaklarda saldırı için kullanılan makineli tüfek, top, roket, güdümlü mermi ve çeşitli bombalar yer alırken uçaklara karşı da savunmada kullanılan güdümlü uçaksavar silahları icat edildi. Zırhlı bir savaş aracı olan tankta kullanılan makineli tüfek, top, roket, alev makineleri, sis ve gaz makineleri yanında tanklara karşı kullanılan tanksavar topları, roketleri, bombaları, füzeleri vs. hep ana kuzuları ölsün diye idi… Hep liderler egolarını ilahlaştırsın diye idi…

Üzerlerinde çeşitli silahlar taşıyan ve birer savaş aracı olan savaş uçağı, savaş gemisi, denizaltı, uçak gemisi, tanklar da komplike ve dolaylı silahlar olarak milyonlarca can aldı. Savunma vasıtası olarak kullanılan radar, sonar, lidar gibi sistemler, lazer ve yapay uydular hep kan ve gözyaşına hizmet etti. İslam dini kefereleyen (gerçeği örten) gelenekçilerin hırslı egemenleri eliyle başka türlü tanıtıldı. İslam dini barış diniydi ama niteliğinden çok niceliğini ve savaşçılarını meşhur ediyordu. Böylece yobazlara terör dini diye ve bağnazlara da cehalet gibi itici ve son derece yanlış yani gerçeğin tam tersi resmediliyordu. Barış (selm) dini “oku” diye başlıyordu (1) ama işin bu gerçeğini gören azınlıktı…

Dinimiz "Kim bir insanı (suçsuz yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de suçsuz bir insanı ölümden kurtarırsa, sanki bütün insanları ölümden kurtarmış gibidir" (2) dediği halde Emevilerle Abbasiler birbirlerini hunharca öldürüyorlardı… Bu kötü gelenek sonrakilere de bulaşacaktı… Onlar da biliyorlardı ki "Kim bir mü'mini kasten öldürürse, o kimsenin cezası Cehennem'de (ebedi) kalmaktır" (3). Ayrıca bakınız: (4).

“…Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın...” (5).

“…Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyin…” (6).

“…Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar…” (7).

Kur’an’a uygun hadislerde de durum böyledir: "Bir mü'mini öldürmek, Allah indinde dünyayı tahrip etmekten daha büyüktür!" (8). Bir diğer hadis şöyledir: "Eğer bir mü'minin kanını dökmeye (sema) ve (yer) halkının hepsi de iştirak etse, Allah onların hepsini de o kanı dökülen tek masum mü'minin hakkını korumak için yüzüstü Cehennemine sürer!" (9).

Bütün bu ifadelerden sonra “selam” (barış) dini olan İslam’ı terörle bir arada anmak asıl zalimliktir. Yine aşağıda sıraladığımız cehaleti tarumar eden “nur” (aydınlık) dini olan İslam’ı cehaletle bir arada anmak asıl cahilliktir. İslam’ı yanlış tanıtan kim olursa olsun hesabını Allah’a veremeyecektir… İster müslim olsun ister gayri müslim, ister padişah olsun vatandaş, ister geçmişten olsun ister gelecekten… Allah’ın överek yücelttiği mukaddes İslam dinini kimsenin karalamaya hakkı yoktur…

İlimle ilgili ayetler de akledenler için yeterince çoktur. Sizi bu ayetlerin bir kısmıyla baş başa bırakıyorum: (2:120, 2:145, 3:7, 3:18, 3:19, 3:61, 4:162, 6:80, 6:119, 6:143, 6:148, 7:7, 7:89, 10:93, 12:22, 12:68, 13:37, 16:27, 17:85, 17:107, 18:65, 19:43, 20:98, 21:74, 21:79, 22:54, 27:15, 27:42, 28:14, 28:80, 29:49, 30:56, 34:6, 40:7, 40:83, 42:14, 43:61, 44:32, 45:17, 45:23, 46:4, 46:23, 47:16, 53:30, 58:11).

DİPNOT: 1. (İsra süresinin ilk ayeti). 2. (Maide, 32). 3. (Nisa, 93). 4. (Bakara, 178-179). 5. (Enam, 151). 6. (İsra, 33). 7. (Furkan, 68). 8. (Nesai, Tahrim 2, (7, 83)). 9. (Tirmizi, Diyat 8, (1398)).

                                                                                                 30.04.2013/YÜKSEL YILMAZ

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum