Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

Prof. Dr. Süleyman Sami İLKER

[email protected]

NECMETTİN HACIEMİNOĞLU TÜRK DİLİ ÖDÜLLERİ

28 Nisan 2025 - 09:23

NECMETTİN HACIEMİNOĞLU TÜRK DİLİ ÖDÜLLERİ


25 Nisan 2025 Cuma günü 14.30'da Ankara Bahçelievler'de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nde bir tören vardı. İki hafta kadar önce Ahmet Bican Ercilasun bey eşimi aradı ve kendisine Necmettin Hacıeminoğlu Türk Dili Ödülü verileceğini söyledi, bilgi verdi. Tören için bir gün önce Ankara’ya ulaştık. Yaklaşık 30 yıldır Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu adına, sadece Türk Dili alanındaki araştırma ve eserlere ödül veriliyor. Hocanın 1994'de 64 yaşında vefatından bir süre sonra eşi Meral Hacıeminoğlu, aile adına 1998 yılında Necmettin Hacıeminoğlu Türk Dili Ödülü ihdas etmişti. Ödül, hem hocanın hatırasını yad etmek hem de bilim insanlarını manen taltif etmek yönünden çok anlamlı ve değerlidir. Törende eşi Meral hanım, kızı Oytun Şahin hanım ve torunu Doç. Dr. Mehmet bey de vardı. Meral hanım kısa bir konuşma yaptı.

SEÇİCİ KURUL

Ödüllerin tam yerini bulması için beş kişilik bir bilim jürisi belirlenmiş. Jüri üyeleri;
Prof. Dr. Kemal Eraslan, 
Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun, 
Prof. Dr. Hamza Zülfikar, 
Prof. Dr. Leylâ Karahan ve 
Prof. Dr. Vahit Türk’ten oluşan seçici kurul, birkaç yılda bir toplanarak ödüle değer eserleri tespit etmekte ve eser sahiplerini ödüllendirmektedir. 2017-2022 yıllarını kapsayan ödüllerin tespiti, Kemal Eraslan Hocanın vefatı dolayısıyla dört kişi tarafından yapılmış. 

ÖDÜL KAZANANLAR 

Ödüle değer bulunan eserler ve yazarlar;

2017: Prof. Dr. Ayşe İlker, Manisa Ağızları, Ankara, TDK.

2019: Prof. Dr. Yaşar Şimşek, Harezm Türkçesi Kur’an Tercümesi, Ankara, Akçağ Yayınları.

2021: Prof. Dr. Ferruh Ağca, Dillik Ölçütlere Göre Eski Uygurca Metinlerin Tarihlendirilmesi, Ankara, TDK.

2022: Prof. Dr. Feyzi Ersoy, Türk-Moğol Dil İlişkisi ve Çuvaşça, Ankara, TDK.

Tören saati öncesinde yaklaşık 150 kişilik seçkin davetli, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nde buluştular. Gelenlerin çoğu Türk Dili ve Türk Edebiyatı üzerine çalışan akademisyenler, Doktora ve Yüksek Lisans yapan Araştırma Görevlileriydi.
Toplantıyı seçici kurulda da yer alan Necmettin Hacıeminoğlu 'na "ağabeyim" diyen Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun yönetti. 

TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ 


Toplantı öncesinde girişteki salonda Ahmet Bican bey ile yan yana oturuyoruz. Hal hatırdan sonra, içinde bulunduğumuz Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) hakkında konuşuyoruz. Enstitü 1961'de devlet desteği ile kurulmuş. Şimdiye kadar yüzlerce nüsha Türk Kültürü dergisi çıkarmış, kitaplar basmış, toplantılar yapmış. 30 yıla yakın bir süre devlet desteği almış, bu destek 1990'da sona erince enstitü güçten düşmüş. Ama hala ayakta. Bina üç katlı ve Enstitünün kendi malı.Girişteki salonundan sonra küçük-orta boy bir konferans salonu var. 

Fransa, Almanya, İngiltere ve ABD bizde her türlü (her kesimden) bölücülüğe, fitneye destek verir, enstitüler kurarken, kendi kültürümüzü araştıran, amacı Türk Kültürü üzerine dil, tarih, coğrafya, nüfus, felsefe, siyaset dahil her konuda bilimsel çalışma yapmak olan bir millî kuruluş ihmal ediliyor. Bu tür STK şeklindeki siyaset dışı bilgi üreten yapılar, "kamu yararına kuruluş" ilan edilip destek verilmelidir. Devlete ait kurumlar ve belediyeler her türlü işe bir şekilde kaynak buluyorlar. Millî Kültür, yoldan, kaldırımdan, şenlikten daha mı önemsiz?

Eşim ekliyor; arkamızda troller, büyük sermaye yok. Bir avuç has memleket evladı bir araya gelmiş, birşeyler yapmaya çalışıyor, diyor. Öz yurdunda garipsin ifadesinin ete kemiğe bürünmüş hali mevcut hal. Memlekete aşı misali bilim ve sevgi ile sağlık aşısı daha doğrusu millî kültür aşısı yapmaya çalışıyorlar. 

BİR HATIRA

Hava Lisesinde okurken teneffüs alanlarındaki seyyar kitaplıklarda TKAE 'nün çıkardığı mavi kapaklı Türk Kültürü dergileri bulunurdu. Bunları okuyarak çok şey öğrenmiştim. Hatta dergiye abone olmak için mektup yazdığımda, o dönem enstitü başkanı Prof. Dr. Ahmet Temir beyden cevabi bir mektup almıştım. (Temir, yani demir. Timur kelimesi de buradan. İlk duyduğumda soyadını nüfus memuru yanlış yazmış herhalde diye düşünmüştüm. Türkçedeki "t" den "d"ye dönüşmeyi bilmiyordum) Yıllık 12 TL abonelik karşılığında derginin eski bütün nüshaları ile bazı kitapları bedelsiz gönderebileceğini bildirdi ve gönderdiler de. Lise son sınıftayım. Okul idaresi önce bunlar nedir diye inceledi ve sakınca yok deyip bana gelenleri teslim ettiler. Sorsalardı cevabım hazırdı. Teneffüs alanlarına idarenin koyduğu dergi bunlar, diye. Bundan sonra 10-12 arkadaş da benzer işlemi yaptılar. 

M.AKİF, ŞİİR VE HATIRALAR 

Ahmet Bican Ercilasun hoca Necmettin beyin özgeçmişini ve bazı özel hatıralarını anlattı. Necmettin Hacıeminoğlu ezbere çok sayıda şiir bilir, okurdu. Özellikle Mehmet Akif 'i de çok seven, "Safahat"ın büyük bir kısmını ezbere okuyabilen bir insandı, diye anlattı. Çok çalışkan, öncü bilim adamlığının dışında, ateşli, cesur bir milliyetçi de olması, genç nesillerin milli kültürle beslenmesinde önemli bir rehber oldu hep, dedi.

UZUN DOÇENTLİK

Necmettin hocanın uzun yıllar profesör olamama- sının sebebini bir eski öğrencisi şöyle izah etti. 12 yıl doçent kaldı. Necmettin hocanın sağ olduğu yıllarda üniversite yönetimleri genellikle masonik çevrelerin elindeydi. Çok çalışkan, verimli, fedakar ve mert bir kişi olduğu halde, sözünü söylemekten çekinmeyen cesur yapısı ve milliyetçi kimliği dolayısıyla bazı çevrelerce sevilmedi. (Bu arada kendi üniversitemde yayın sıralamasında 3.olduğum halde ben de 11.yılda profesörlük kadromu alabildim. Şimdi o mağrurlar toprak oldu. Neyse.)

NECMETTİN HACIEMİNOĞLU KİMDİR?


Ahmet Bican beyin anlattığı ve yakın zamanda bu ödül toplantısı ile ilgili yazdığı yazısından: 1932 Necmettin Hacıeminoğlu, erken yaşta yitirdiğimiz bir dil bilgini idi. 14. yüzyılda Harezm Türkçesiyle yazılmış hacimli bir eser olan Kutb’un Hüsrev ü Şîrin adlı eserini doktora tezi olarak ele almış, metni okumuş ve dil özelliklerini ortaya koymuştu. 

Ahmet Bican hoca arada Harezm Türkçesi hakkında birkaç cümle ile bilgi veriyor ve ekliyor; o yıllarda bile "satır arası" Türkçe Kuranı Kerim mealleri vardı. Şimdi bazıları eskiden meal yoktu diyorlar ya, yanlış. Kuranı anlamak için hem Arapça öğreniyor, sözlükler hazırlıyorlar hem de işin erbabı satır aralarına ayetlerin, kelimelerin Türkçelerini de ekleyerek bir çeşit Kuranı Kerim meali oluşturuyorlardı. Elimizde pekçok örneği vardır.

Doçentlik tezi Türk Dilinde Edatlar adını taşıyordu (1970). Profesörlük takdim tezi ise Yapı Bakımın- dan Türk Dilinde Fiiller idi. Her üç çalışma da alana katkılarda bulunan ve Türklükbilimcilerce (Türkolog) bugün de başvurulan temel eserlerden- dir. Hacıeminoğlu 1982’de, doçentliğinden 12 yıl sonra profesör oldu, 12 Eylül rejiminin baskıların- dan dolayı 1983’te de 1402'lik olmaması için dostlarının uyarısı üzerine üniversiteden istifa etmek zorunda kaldı. Maalesef. 

Müstafi olduğu 1983-84 yıllarında Gazi Üniversite- sinde lisans üstü dersler vermeyi kabul eder. İstanbul'dan iki haftada bir gelir, yüksek lisans, doktora derslerine girerdi. Daha sonra Trakya Üniversitesinde görev almış ve orada Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kurmuştu. Akademik hayatının bu son döneminde Türklük bilimi kaynaklarına Karahanlı Türkçesi ve Harezm Türkçesinin gramerlerini kazandırmıştı.

YAZARKEN

Yazılarımı yazarken mazi gönlümüzde, hafızamızda canlanıveriyor. Devletin bizler gibi maddi gücü orta ve ortanın altında olan ailelerin çocuklarına sunduğu imkan ve fırsatları minnetle, şükranla anarız hep. Yatılı okullar olmasaydı pek çok insanın dikey yükselmesi, gelişmesi mümkün olamazdı. İşte bu çağrışımlar bizi üniversite yıllarına da götürüyor bazen, o günlerin hayal ve düşünce alemine. Bazı mağduriyetlere rağmen -ki bunlar da hayatın doğal veya doğal olmayan cilveleri- Anadolu çocuklarına fırsatlar hep oldu. Bu kapıları aralayan, fırsat oluşturanların biri de Kerkük Türklerinden Prof. Dr. İhsan Doğramacı'dır. Onu rahmet ve saygıyla ile anıyorum.

İHSAN DOĞRAMACI'YA SAYGI VE RAHMET

Hacettepe ve Bilkent Üniversitesinin kurucusu, uzun yıllar YÖK başkanlığı da yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı (Çocuk hastalıkları uzmanı) batıyı tanıyan ve batının akademik düşünce yapısını iyi bilen bir insandı. Onun getirdiği Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ve diğer fakültelere YÖK üzerinden asistan alımı için Merkezi Sınav Sistemi olmasaydı, akademik alanda -istisnalar dışında- Anadolu çocuklarına üniversite kapıları bugünkü kadar açılmayacaktı. 

Bazı fakültelerde hısım akraba bağları o kadar bilindik ve yoğun idi ki, her duyan şaşırırdı. Tıp Fakültesini bitirdiğim yıl (1979) bir arkadaşımız Ankara Ü.Tıp Fakültesi İntaniye (Enfeksiyon) bölümüne sınavla asistan olmuştu. O zaman her anabilim dalı sınavını kendisi yapardı. Bu o kadar sıra dışı idi ki bizim için, sanki doçentlik sınavını başarmış gibi gözümüzde büyümüştü arkadaşın başarısı. 

İHSAN DOĞRAMACI NE YAPTI

İhsan Doğramacı'nın YÖK başkanlığından istifa etmesi de ilginçtir. Üniversitelere rektör atamasının seçimle yapılması gündeme gelir. O da, bunun bazı batılı ülkelerde geçmişte denendiğini, akademik kadrolarda gruplaşma ve sürtüşmelere yol açtığını, bu nedenle vaz geçildiğini söyler. Sözü etkili olmayınca da "bana müsaade" deyip istifa eder.

Onun söyledikleri aynen yaşanır, yaşandı yıllarca. Her aşamasına şahit oldum. Görünürde demokratik olsa da, getirdiği sorunlar hep çoktu ve konuşuldu. Herkes fayda esaslı takım tutar gibiydi. Şimdi de sorunlar var. Atama ölçütlerinde bilim, yetkinlik ve tecrübenin esas alınması halinde daha kabul edilebilir, daha verimli, isabetli ve huzurlu sonuçlar alınabilir, diye düşünüyorum.

Yalnız "yiğidi öldür, fakat hakkını yeme" derler. İstanbul Ü. Edebiyat Fakültesi, Ankara DTCF'nin bazı bölümlerinde akademik niteliği çok yüksek hocalar, daha öğrencilik yıllarında zeka, çalışkanlık ve sorumluluk bilinci üstün, fark edilir öğrencileri gözlerine kestirir, onu asistan olarak alırlarmış. Necmettin Hacıeminoğlu da onlardan biridir İstanbul Üniversitesinde.

HAKKI TESLİM ETMEK

Vefat eden bir bilim insanının hatırası üzerinden yaşayan bilginlere/alimlere saygı ve kıymetbilirlik anlamındaki bu ödüller ve tören çok değerli bir etkinlik oldu. Bu arada Mehmet Akif'i ve şiirlerini çok sevdiğini bildiğimiz Necmettin Hacıeminoğlu üzerinden bir de M.Akif 'i de yad ederek yazıyı bitirelim. M.Alif'i yeterince bilmediğimiz, anlamadığımız kanaatindeyim, en azından kendi adıma.

MEHMET AKİF ERSOY VE
"ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİ İSLAMI"


Önce sözlüklerden "idrak" kelimesine bakıyorum. Akıl erdirme, anlama, kavrama yeteneği diye yer alıyor. Akif, kendi döneminde yaşanan büyük yıkımlar, kayıplar üzerinden bir arayışın içine girmiş. Neden bu haldeyiz, bize ne oldu, neden oldu. Yani kısaca 5N1K.

"Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı" mısralarıyla; hem kaynağı hem de yöntemi göstermiş.

Kişilerin, kurumların, ülkelerin ve toplumların, dünyanın ve insanlık âleminin de idrak etme biçimleri ve düzeyleri var. Hayatı ona göre anlıyor, kavrıyor ve yaşıyorlar. O nesil kimseden davet veya icazet almadan vaziyetten görev çıkarıyor, güç ve imkânlar nispetinde sorumluluk alıyorlardı, fedakarca. 

NASIL

"Asrın idrakine söyletmeli" konusu çok mühim ve üzerinde çok kafa yorulması gereken bir ifade. Çoğu insan için "alışılmış kalıpların dışına çıkmadan, neden-niçin-nasıl-ne zaman-kim-nerede (5N1K) gibi seri sorular sormadan; hayata, kainata (mikrodan makroya), hatta dinî konulara dahi "aman ha buralara girme, yoldan çıkarsın" korkusu ile sağlanan "yaşama konforu" rahat ve kolay olabilir. Dünyada, siyasette, aile hayatımızda ve özel hayatımızda sorunsuz, kaygısız, endişesiz, korkusuz geçen zaman dilimi bütünün içinde ne kadar yer tutar. 

Asrın idrakine söyletmeli, derken aynı zaman diliminde bile "farklı kültürler, coğrafyalar, farklı iklim ve eğitim düzeyleri veya eğitimsizlik, haberdar olmama hali bizi nasıl farklı idrak türleri ile karşılaştırır?

Demem şu ki; aynı metni anlamada bu farkların nasıl etkili olabileceğini düşünmek gerek derim. Aynı Kuranı Kerim ayetinin farklı zamanlarda, hatta aynı zaman diliminde bile farklı anlaşılmasında; dil, kültür, eğitim, niyet, zeka, kabiliyet, idrak, samimiyet, sorumluluk bilinci, tecrübe gibi faktörlerin etkisi inkar ve ihmal edilemez. Doğru anlayana iki, hatalı anlayana da bir sevap diyen de aynı inanç. Bunu derken alimin (ilim ehlinin) fikir, düşünce ve emeğinin ne kadar önemli, değerli ve takdire şayan olduğu vurgulanıyor ve teşvik ediliyor. 

Zaten umursamayan, tümden menfi ön kabulleri olan, hatta düşmanlık derecesinde duygularla hareket edenlerin idrak kapılarının kapalı olduğunu söylemek de mümkün. Gerçeği aramak, anlamak ve ulaşmak gibi bir talebimiz, derdimiz var mı; yoksa "yok" mu?

BİZDEN İSTENEN 

Bu şartlar ve farklar çok eskilerde de, dün de, bugün de hep var oldu, olacaktır. Önce bizim gerçeği, doğruyu, hakkı arama gibi bir talebimiz var mı; ilk nazik soru bu? Varsa; bizde insan olma, eşrefi mahlukat olma, erdemli olma arayışı da var demektir. O zirve bilince ulaşırız veya ulaşamayız. Ancak, bizi yoktan var eden, tekrar kendisine döneceğimiz Yüce Allah bizden bu çabayı istiyor. 

"Ne kadar az düşünüyorsunuz, akıl etmez misiniz, düşünmez misiniz", "oku" diyen de O. O zaman düşünen mi -ola ki hatalı- yoksa düşünmeyen mi daha kıymetli? Düşünenin, hatalı bile olsa, tekrar hakka-gerçeğe-doğruya ulaşma şansı, fırsatı; düşünmeyene göre çok daha yüksek. Bunlar; gece yarısında uykumu kaçıran düşünceler. Aklım kalk yaz dedi, yazı oldu. Düşünce bile sakin sessiz ortam istiyor. 

Selâm ve saygılarımla. (27.04.2025, Manisa)

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum