FLAŞ HABER
Çağhan SARI

Çağhan SARI

[email protected]

AYDINLIĞI BEKLERKEN GALİP GELEN ERDEMDİR

06 Mart 2021 - 20:20 - Güncelleme: 06 Mart 2021 - 20:33

AYDINLIĞI BEKLERKEN GALİP GELEN ERDEMDİR

İnsanların zihinlerde bıraktıkları tesir, satırlara döktükleri ifadelerin izdüşümlerindedir.

Gazetecilik hayatının ilk yazısına ''burada belki inandığım her şeyi söyleyemeyeceğim ama inanmadığım hiçbir şeyi de söylemeyeceğim.'' cümlesiyle başlamıştır Galip Erdem.

Kaleme aldığı yazılarındaki cümlelerin, yaptığı konuşmalardaki ifadelerin yıllar sonra birer vecize haline geleceğini ön görmüş müdür, bu sorunun yanıtını bulmak artık imkânsızdır. Mütevazı kişiliği ile fedakârlık çizgisini Ağrı Dağı'na taşıyan bir adam, kendi kandilinden süzülen ışığın kudretine teslim olmayacak kadar vakar, o ışığın parıltısına kanmayacak kadar da selimdir. Gencay Dergisi'nin bu sayısında bir Galip Erdem biyografisi yazma gayretinde değiliz. Nitekim bu satırların yazarının haddini aşması demek olur. Galip Erdem'i anlatan birçok yazı, anma toplantısının video kaydı, yayınlanmış bir biyografisi mevcuttur. Ötüken Neşriyat, son yıllarda baskısı tükenen Galip Erdem kitaplarının da tekrar baskısını hazırlamış ve okuyucuya ulaştırmıştır. Onun hakkında söyleyecek sözler, sevginin, ülkünün, insanlık onurunun dillere pelesenk olmuş nakaratlarıdır. Bir vakıadır ki onu bilmemek, güdük kalmaktır. Noksan kalmaktır. İkmal edilmediği takdir de öyle uzaklaşılır ki gönül verilen yolun güzergâhından, aslında o güzergâh için bedel ödeyen çile çeken evvel zaman içindeki büyüklerin hatırası da gocunur.
 
Bu yazımızda Galip Erdem'in bugün ebedi uykusunu yattığı Cebeci Asri Mezarlığındaki kabir taşında yer alan sözünün üzerine konuşacağız. Hala geçerliliğini korumuş olmasının acısını duyacağız. Türk siyasetinin sağ yelpazesinde yer almış değerler manzumesi olmuş Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve seçmeninin son yıllarda yaşadığı bir sorunu tek bir cümlede özetleyen sözü şöyledir: ''Asıl noksanımız, yeterince sevmesini hâlâ öğrenememiş olmamızdır”. Cümlenin başında ise “başka noksanlarımız da elbette vardır.'' ifadesi bulunmasa kabir taşında yer almamaktadır.

Sevgisizliğin, bir camiadaki illetin teşhisi olması, sosyal bilimler nazarında tartışıladursun, hayatın realitesinde karşılığını çoktan bulmuş bir teşhistir. Öyledir ki, Galip Erdem'in vefatının üstünden -12 Mart 1997 - 20 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen bu sözünü şuan hatırlatan hadiseler yaşanmıştır. Bu hadiseleri hatırlatmak, sadece yazının hacmini yükseltir. Başka bir amaca hizmet etmez. Ama şu fikrimizi beyan edelim ki, son aylarda yaşanan süreç, karşılıklı yanlış adımların atıldığı, samimiyetin olmadığı, çare bulmak için değil çaresizliği çare haline getirmek için çıkmazların sürüldüğü, polemiğin kişilik haklarını hedef aldığı bir süreçtir. Haklı haksız tartışmasından uzaklaşılmış, gürültü kavgayı doğurmuş, zıtlaşma ayrılığı beraberinde getirmiş, ötekileşme dünün dostluklarına rağmen uygulanmıştır. Bu minvalde, meselenin özüne inmek şöyle dursun yarının ne olacağını kestirmek çok güç bir hal almıştır. Bir değişim meselesi olarak başlayan muhalif ve muktedir taraflarıyla belirlenen süreç boyunca yaşananların tamiratının nasıl olacağı sorusunun hala sorulamıyor olması görmezden gelinmemelidir.

Türk milliyetçiliğinin iç tartışmalar tecrübesi yüksek bir mertebede değildir. Milliyetçi camianın en büyük ve yegâne temsilcisi olan Milliyetçi Hareket Partisi, öncesinde sadece bir defa genel başkan değiştirmiş; efsanevi, kurucu genel başkan Alparslan Türkeş'in vefatı üzerine bu değişiklik mecburi olmuştur. İç tartışmalarda, hizipleşmenin süratle görülmesi, iç huzurun yerini çabucak elektriklenen gergin bir atmosferin alması, şunu göstermektedir ki demokratik, istişare kültürünü yaşatan, sorgulayan ve tartışan yapı, ana program esasının eleştirilememesi ilkesi nedeniyle tesis olmuştur. Lider, teşkilat ve doktrin eleştirilemez prensibi asla şuna engel olmamalıdır ki, bir gün hakikat arayışından tutun kasıtlı bir nifak hareketine değin, eleştiri nereden gelirse gelsin murakabesi şiddet olmamalıdır. Şiddetin doğuracağı sonuç nefretin ve düşmanlığın bir sonraki hamlesini hazırlama istediği oluşturma olur. Peki, milliyetçiler birbirini sevmemekte midir? Burada Galip Erdem'in yıllar önce bir toplantıda ''Türk milliyetçiliğinin sorunu Türk milliyetçileridir.'' şeklindeki tarihi çıkışını hatırlıyoruz. Erdem, davanın dağın zirvesine çıkarılması yolculuğunu da yıllar sonra eleştirmiş, dağın zirvesine şahsımızı çıkartıp davayı dağın eteklerinde bıraktığımızı ifade etmiştir. Onun kandilinden süzülen sevgisizlik uyarısı, ciddidir. Sevginin beraberinde getirdiği tolerans, uzlaşma, sağduyu, barışabilecek kadar tartışabilme, metanet, merhamet, dış mihrakların uzattığı mızraklarına karşı kalkan olabilme gibi özetlenecek meziyetler, sorunların tahrip edici boyutunu asgariye indirebilir. Peki, işbu üzerinde tedavi belli iken bilinen bir hususken her şey bir yazıyla duru anlatılabilirken neden diyoruz. Milliyetçiliği tabi bir duygu ile çelik bir ideolojinin yanında siyasetin hesaplarına taşıma, sevgiyi de öldürme noktasına atılan ilk adım olabilir mi? Çıkarılacak onca ders ile evveliyat arkada dururken tekrar filizlenenlerin başka bir izahı olamaz. Galip Erdem, sağlığını önemsemezdi. Çok yaşlı addedilmeyecek bir yaşta vefat etti. Ömrü vefa etseydi şuan Dede Korkut'u olacağı bir hareketin evlatları arasındaki çarpışmaları görecek, yeni bir şey yok diyecekti. Hâlbuki onun yazdıklarını, bir de tatbik edebilsek; kişisel yaklaşımları, siyasetin hesaplarını, iç iktidar mücadelesini şöyle bir kenara ayırsak, eleştirmeyi küfretmeden, eleştiriye verilecek yanıtı sövmeden verebilsek çok mu zor, onun aydınlığı gösterdiği erdem bizleri beklerken üstelik?

(Gencay Dergisi Ekim 2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum