TUTUMLULUK / Prof. Dr. Öcal Oğuz

TUTUMLULUK / Prof. Dr. Öcal Oğuz
15 Nisan 2020 - 19:15

TUTUMLULUK

Sözlükler, aşırı harcamalardan kaçınma, mal veya para biriktirme, artırım diye tanımlıyor ve zıddını “savurganlık” olarak veriyor.

Tutumluluk anlamında Arapça “sarf” kökünden gelen “tasarruf” da Türkçede oldukça yaygındır ve aynı kökten türeyen ”israf”, hem kardeşi, hem de zıddıdır.

Tutumluluk, bir anlamda maddi kaynağın yönetim ve kullanım sanatı olduğu için yerine göre “idareli olmak” veya zor zamanlarda “kemer sıkmak” ile aynı anlama da gelebilir.

Ancak tutumlu olmanın aşırısının kimseye “zırnık koklatmamak” veya muhannetlik demek olan cimrilik hâline dönüşme tehlikesi bulunduğu da unutulmamalıdır. Atalar böylelerini avucunu yumar, dışarı çıkanı yalar anlamında “burdan sıkar, şurdan yalar” diye tanımlar ki “eli sıkı” deyimi  de buradan türemiş olmalı.

Tutumlu, Arapça “müsrif”; Türkçe “savruk” kelimelerinin zıddıdır.  Esas olan elinde olanı “har vurup harman savuran” “mirasyedi” ile “pinti”, “cimri” ve "kısmık" arasında makul bir yerde durmak, eskilerin tabiriyle ifrat ve tefrite düşmemektir.

Türk dil ve edebiyatının bize en parlak incisini sunan Dedem Korkut bir soylamasında tutumluluğu ve savurganlığı “oğul neylesin baba mal bırakmazsa, baba malından ne fayda başta devlet olmazsa” diyor. Anadolu insanı ise “oğlum akıllı malı neyleyim, oğlum deli malı neyleyim, akıllıysa kazanır, deliyse tüketir” diyerek tutumluluğu cimriliğe; israfı mirasyediliğe döndürmeyin telkininde bulunuyor. 

İslamiyet, özellikle fitre ve zekât kurumuyla yardım etmeyi telkin ederken “yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz” ve “Allah israf edenleri sevmez” ayetleriyle tutumluluğu emrediyor.  Hz. Ali, “tasarruf az malı çoğaltır, israf çok malı azaltır” diyor. Atalarımız da “işten artmaz dişten artar” ve “yutmakla olmaz tutmakla olur” diyerek aynı hayat felsefesini sürdürüyor.

Günümüz kapitalizminin ve tüketim çılgınlığının merkez üssü olan ABD’de 18. yüzyılda yaşayan Benjamin Franklin, israfı eleştirirken “kendine gerekli olmayan şeyleri satın alırsan, çok geçmeden muhtaç olduğun şeyleri satmak zorunda kalırsın” diyor ki bir anlamda “ayağını yorganına göre uzat” diyen atalarımızın öğüdünü kendi dilinde tekrarlıyor.

Kültürümüzde yaşlılar, “harp var, darp var” diyerek bir köşeye bir şeyler saklamaya çalışır, gençler ise onları “kirli çıkı” olmakla suçlardı. Oysa onlar böyle yapmakla gençlere “güvenme varlığa düşersin darlığa” öğüdünü vermek istiyordu.

Hele yaşlıların dişinden tırnağından artırarak ve “kefen parası” diyerek sakladıkları bir miktar paraları vardı ki öldükten sonra bile koydukları yer bulunamazdı. Bunda ise hayatları boyunca “kefenin cebi yok” felsefesiyle yaşayanların cimriliğinden değil, öldükten sonra da namerde merde muhtaç, kıza oğula yük olmama dileği ve duası vardı.

Eskilerin düğün bayram için “kişilik” ve iş güç için “gündelik” denilen az sayıda elbisesi vardı. Yamalık, tamir veya gömlek yakasını ters yüz etme tutumluluğun sembollerinden biriydi. Eskiyeni atanlar ve tamir etmeyenler “eskisi olmayanın yenisi olmaz” diye eleştirilirdi.

Nitekim tutumluluk kültürü, Cumhuriyetin yokluk yıllarında “yerli malı haftası” ile okul müfredatına konmuş, “aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz” denilerek olanla yetinme, dışarıya bağımlı olmama telkin edilmiştir. “Hüner altını saklamak değil kuruşu saklamaktır” veya “damlaya damlaya göl olur” atasözleri, bir zamanlar çocuklarda kumbara yoluyla aşılanmak istenen tutumluluğun sembolü olmuştu.

Geleneğimizde tutumlu olmak, “sakla samanı gelir zamanı”, “ak akçe kara gün içindir”, “gençlikte taş taşı ihtiyarlıkta ye aşı” veya “gençlikte para kazan kocalıkta kur kazan” atasözlerinde görüldüğü gibi tedbirli ve tedarikli olmaktı, cimrilik değildi.

Atalarımız “yılan bile toprağı yalayarak yer” sözünde olduğu gibi yokluktan ve kıtlıktan doğan bir zorunluluktan çok, kaynakların akılcı ve vicdanlı kullanımı anlamında tutumluluğu teşvik ederlerdi. “Azı karar, çoğu zarar” diyen bu akılcı ve vicdanlı kullanım, bugünkü “aşırı tüketim karşıtlığı” ve “çevrecilik” ile pek çok yerde buluşur.

Ne hazindir ki vakti zamanında ataların “bol bol yiyen bel bel bakar”, “ akan su geri gelmez” veya “ne ekersen onu biçersin” öğüdünü dinlemeyerek dağı ovayı, denizi ırmağı, kurdu kuşu tüketen insanlığı şimdi de kendi tükenme korkusu sarmış görünüyor.

Prof. Dr. Öcal Oğuz

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum