SOVYETLER DÖNEMİ, AVRASYACILIK DOKTRİNİ VE UKRAYNA ÜZERİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME

SOVYETLER DÖNEMİ, AVRASYACILIK DOKTRİNİ VE UKRAYNA ÜZERİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME
11 Ağustos 2021 - 18:22 - Güncelleme: 07 Mart 2024 - 09:12

UNUTULAN SAVAŞ/ SOVYETLER DÖNEMİ, AVRASYACILIK DOKTRİNİ VE UKRAYNA ÜZERİNE KISA BİR DEĞERLENDİRME

Tolga ÇİFTÇİ

1917 Bolşevik Devrimi sonrası Çarlık Rejimi yıkılmış, Vladimir Ulyanov (Lenin) önderliğinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurulmuş ve sınırları uzun bir coğrafyayı kapsayan bu birlik 1991 yılında ömrünü tamamlamıştır. Bizler bu yazıda Sovyetler’i başından bu yana ele almak yerine Sovyetler’in son demlerini devamında Rusya Federasyonu’nu, Ukrayna özelinde Sovyetlerden ayrılan devletleri, Rusya’nın kendisini koruma politikalarını ve aynı zamanda da Sovyet sonrası uluslaşma sürecine giren ülkeler ile ilişkilerini incelemeye çalışacağız.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çarlık Rejimi sonrası kurulmuş ve dünyaya farklı bir devlet rol modeli getirmiştir. Aslında komünizmin temel ilkeleri bağlamına Sovyetleri tam oturtamasak da en azından komünizme giden yolda sosyalizm basamağını aşmayı hedeflediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Vladimir Ulyanov önderliği sırasında sadece Rusya’nın değil ülkelerin federalleşip sosyalizme geçmesini, daha sonra komünizm ideasını gerçekleştirmeyi doğru bulmakla birlikte, daha sonra komünist partide öne çıkan Stalin ise sadece Sovyetler özelinde bir komünizm olabileceğini savunmuş ve adımlarını bu bağlamda atmıştır. İkinci dünya savaşı sonrası dünya iki kutba bölünmüş soğuk savaş dönemine girilmiştir. Soğuk savaş dönemi aslında hemen arkamızda bıraktığımız kanlı İkinci Dünya Savaşı ile birlikte dünyanın böyle bir savaş yöntemine geçişini zorunlu kılmıştır. Bu büyük caydırıcı güç (atom bombası) dünya devletlerini geride bıraktıkları savaştan ders almalarını sağlamıştır. Fakat dünya eski dünya olmaktan çıkmış globalleşmeye başlamış, teknoloji iyiden iyiye kendini göstermiştir. İki kutuplu dünyanın doğu yakasında ki Rusya’nın savaş sonrası daha izole kaldığını görebilmekteyiz. Kutbun Batı tarafı Amerika ise daha çok gelişmekte, daha büyük adımlar atmaktadır. Sovyetlerin caydırıcı güç olarak var olmasına karşın bu düzene gerektiği kadar ayak uyduramadığını ifade edebiliriz. 1970’lere gelindiğinde Rusya’da ki sosyolojik yapının yavaş yavaş Batılılaşması ve hippi dediğimiz akımlar ile daha Batı yanlısı yaşam tarzının benimsenmesi, Batı’nın kültürü ve etkisi Sovyet toplumunda filizlenmeye başlamıştır.
Buradan hareketle ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin ‘Batı da köleydik Doğu da efendiyiz’ sözü aslında yaklaşık 150 yıl gibi bir sürede Rus sosyolojisinin değişimini, milli algının yavaş yavaş kırılmaya başladığını gözler önüne sermektedir. Gençler ingilizce kelimelere merak salmış rock müzik gibi tarzlar Rusya’nın içerisine girmiş ve kapitalizm birçok alanda etkili olmaya başlamıştır.
 Bu dönemin sorumluluğu Gorbaçov’a kalmış, 1991 yılında Sovyetler Birliği dağılmıştır. Sovyetlerin dağılmasında öncü ülkeler Baltık ülkeleri olmuş, devamında Kafkasya ve Asya devletleri de sırasıyla bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu süreçte Atlantik ve Batı Avrupa bloğu Rusya ve Ukrayna’ ya, Türkiye ise geçmiş kültürel sosyolojik bağları ve hedefleri doğrultusunda Türki Cumhuriyetlere enerjisini harcamaya başlamıştır. Nitekim Sovyetler dağıldıktan hemen sonra, Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetler resmi olarak tanınmış, diplomatik ilişkiler başlamış, devletleşme bağlamında yardımlar yapılmıştır. Bunun yanı sıra bazı Kafkas devletleri ve Ukrayna için Batılı devletler tarafından atılan adımlar ve daha sonra Doğu Avrupa devletlerinin NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne entegresi ile Sovyetler ’in tekrar canlandırılma ihtimali ortadan kaldırılmış, Rusya Federasyonu bulunduğu coğrafyada daha izole kalmıştır. Daha sonra Yeltsin dönemi ve devamındaki Putin döneminde etkili adımlar atılmaya çalışılmıştır.
Vladimir Putin bir KGB çalışanıdır. Rusya devlet başkanlığına kadar yükselmiş, zeki ve Rus toplum yapısını iyi bilen, dış ilişkilerinde kuvvetli bir lider olarak karşımıza çıkmaktadır. Göreve geldiğinde aslında Sovyetleri canlandırmak gibi bir hayali olmadığını belirtmiştir fakat belki Sovyetler değil ama daha revize edilmiş bir şekliyle, Avrasyacılık kavramı ön plana çıkmıştır. 
 
Avrasyacılık Kavramı ve Bugün
Avrasyacılık kavramının aslında kökeni daha eskilere dayanmaktadır çeşitli Rus tarihçiler bu doktrin üzerine düşünceler sunmuşlardır, bu konuda öne çıkan isim Lev-Gumilyov ve Piotr Savitski olmakla birlikte siyaset sahnesinde ilk olarak ortaya atan aslında Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev olmuştur. Bunu söyleyende Putin’in kendisidir.
“Avrasya’cı doktrini siyaset sahnesine atan ilk yönetici elbette Putin değil, Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev olmuştur. Tabii eski Sovyet ülkelerinin ya da Kırgızistan, Tataristan, Buryatya, Klamukya gibi Rusya’nın Türkçe konuşulan bölgelerinin liderlerini de unutmamak gerekir. Nazarbayev 1966’da 20. YY Avrasyacılarından Lev-Gumilyov adına bir üniversite kurar Putin’de “Bu işin yaratıcısı kuşkusuz sizsiniz” diyerek onu bu düşüncenin fikir babası olarak selamlar.[1]demiştir. 
Fakat bu kavramın geçmişini bilmek bize daha net fikirler verecektir. ‘Bu tasarının aslında felsefi bir kökeni vardır. 1856’da Kırım Savaşının sonunda Fransa, Birleşik Krallık ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Rusya’nın mağlubiyeti Avrupa’ya yönelik bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Rusya yüzünü Asya’ya dönmeye başlamıştır. Avrasyacı akım fiilen Rus Devrimi’nden sonra 1920’li yıllarda ve Prag, Sofya, Viyana, Berlin ya da Paris’e geçmiş düşünürler arasında ortaya çıkar. Temsilcilerinden biri coğrafyacı ve iktisatçı, Piotr Savitski, Avrupa ile Asya arasında Ural dağları ile cisimleşen ayrımı reddeder ve coğrafi olarak apayrı üçüncü bir kıtanın var olduğunu ileri sürer.’[2] Buradan da anlaşılacağı üzere Rusya’nın Avrupa’dan kopması ve devamında Avrupa birliğine bir alternatif olarak Avrasya Birliği oluşturmayı hedeflediği görülmektedir. Bu birlik dünyaya yeni bir kutup kazandırma eğilimi ve Rusya’nın politik çıkarlarının daha iyi korunması anlamı taşımaktadır. Sovyetlerden sonra uluslaşma sürecine giren devletler ve bu devletlere Batının verdiği destek, Rusya’nın Avrasyacılık doktrinine daha fazla eğilmesini sağlamıştır. Sovyetlerin dağılmasından hemen sonra güçler buraya evrilmiş bazı ülkelerin Avrupa birliği ve NATO’ya katılmaları sağlanmış ve Rusya bölgesinde izole bırakılmak istenmiştir.  Fakat Rusya tarihi itibariyle bu ülkelerin sosyolojik yapılarını iyi bilmektedir ve bu da Batı’ya karşı elini güçlendirmektedir. Orta Asya ülkelerinde ki hâlihazırda var olan nüfuzunu iyi kullanmakta siyasetlerinde etkin rol oynamaktadır. Bu bağlamda örneğin, ‘11 Eylül Terör Saldırıları” sonrasında ABD’nin Orta Asya devletleri ile olan ilişkilerindeki olumlu gelişmeler, Obama’nın döneminde pasif bir yaklaşım sergilemektedir.
Afganistan’da ki askeri birliklerini çekme kararı alan Washington’un bu kararının gerçekleşmesinden sonra bölgedeki etkisi daha da zayıflamıştır. Kırgızistan’da gerçekleşen renkli devrim sonrasında Rusya’nın Orta Asya politikası ABD’ nin bölgedeki nüfuzunu zayıflatmak olmuştur. Çevresindeki ülkelerce sarılmak istenen Rusya buna izin vermemekte kendini zayıf duruma düşürmek istememektedir.  Avrasyacılık kavramı özelinde, Sovyetlerden ayrılan devletlerden Gürcistan, Ukrayna gibi devletler Rusya ile ilişkilerini tamamen koparmak ve Batı Bloğuna yakın olmak istemektedir. Bunun yanı sıra Azerbaycan Ermenistan ve Orta Asya’da ki Türki Cumhuriyetler de Rusya’nın varlığını göz ardı edememiştir. Burada Rusya’nın karşısına başlı başına sorun olarak çıkan ülke Ukrayna’dır. Ukrayna’ da ki eylemler, Orta Asya Cumhuriyetleri’ndeki devrim olarak adlandırılan hareketler, köprünün altından daha çok su akacağını göstermektedir. Hâlihazırda en son olay olarak Dağlık Karabağ savaşı sonucunda Azerbaycan’ın zaten kendisinin olan topraklarına kavuşması Rusya ile Azerbaycan arasındaki ilişkileri kuvvetlendirmiştir. Rusya’nın birçok alanda farklı politikalar ve stratejilerle Sovyetler ’den ayrılan devletlerde etki alanlarını genişletmek istemesi iyiden iyiye kendini göstermektedir.
 
Ukrayna
Ukrayna, Rusya’nın Karadeniz’ de ki varlığı için önemli bir yer teşkil etmektedir. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi uluslararası gündemi çok meşgul etmiş, Kırım tanınmamış, hatta NATO Genel Sekreteri Rasmussen Rusya’yı NATO için bir tehdit unsuru olarak gördüklerini açıkça ifade etmiş ve bu konu uluslararası bir krize yol açmıştır. Fakat bu olaydan sonra Rusya ağırlığını Ortadoğu’ ya vermiş Suriye’ye yönelik politikaları ile hem “burada da varım” diyerek bir güç gösterisi sergilemiş, hem dikkatleri buraya çekmek istemiş, devamında ise zaman kazanarak Ukrayna’nın siyasetinde daha etkin rol oynayabilmeyi ve Ukrayna’yı Avrasya denklemine entegre etmeye çalışmayı hedeflemiştir. Ayrıca Suriye konusu ile birlikte ortamın biraz daha yumuşamasını istemiştir. Bunun yanı sıra Ortadoğu’da da güç sahibi olup, Ukrayna konusunda Avrupa’ya ve ABD’ye karşı elinde koz bulundurmayı da istemektedir. Ukrayna konusu hâlihazırda devam eden savaş ile bir problem olarak masada durmaktadır. Kendisini Avrupa devleti olarak gören, nitekim Batı’dan da yardım alan Ukrayna, Rus hegemonyasını tamamen reddetmekte, Avrupa Birliği’ne katılmak arzusuyla sırtını Batı’ya yaslamak istemektedir. Fakat Avrupa ile Rusya arasında var olan enerji ticareti Avrupa’yı bu konu özelinde Rusya’ya sırt çevirebilecek kadar güçlü yapmamakta, aksine zayıf bırakmaktadır. Avrupa birliği sürecinin uzaması, Kırım konusunda etkili ses çıkarılmaması, Ukrayna’nın da hevesini kursağında bırakmıştır. Rusya’nın net tavrı Avrupa’nın gelgitleri Ukrayna’yı daha zor durumda bırakmış, adeta coğrafyasında yalnız kalmıştır. Rusya hala çevresinde ve Ukrayna’nın doğusundaki Rus yanlısı güçleri desteklemekte ve etkili bir güç olarak varlığını sürdürmektedir. Nitekim savaş devam ederken taşıma suyuyla değirmenin dönmeyeceği aşikârdır. Avrupa devletlerinin savaşın uzamasından sıkılmaları Rusya ile daha fazla enerji krizi istememeleri nedeniyle yardımları kesmek için çeşitli bahaneler ileri sürdükleri görülmektedir. Bu şekilde kararsızlıkların ve istikrarsızlıkların sürecek olması durumunda tarihin bize tekerrüren hatırlattığı üzere, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunması konusunda maalesef bir takım şüpheler endişeler kendini göstermektedir. Burada önemli olan ve çok değinilmeyen nokta Polonya’nın tutumudur. Polonya bir NATO üyesi olmakla birlikte, savaşın çıktığı günden bu yana Ukrayna’ya desteğini açıkça göstermiş, en sert tepkiyi verenlerden olmuş ve diğer ülkelere nazaran ülkesine çok daha fazla Ukraynalı almıştır. Polonya’nın bu yardımsever tutumunun altında tarihi bir istek yatıyor olması ihtimali bizleri düşündürmektedir. Bunu bir örnek ve diyalog ile temellendirmeye çalışırsak;
Birinci dünya savaşının sonlarına doğru Rusya’da Bolşevik İhtilali gerçeklemiş, Bolşevikler Çarlık yanlısı gruplar ile çatışmalar yaşamakta ve Batılı güçler Bolşevik aleyhtarlarına destek vermekteydiler. Rusya’nın yaşadığı kargaşa durumundan faydalanmak isteyen devletlerden birisi de Polonya’dır. Örneğin;
Polonya Barış Antlaşmaları ile bağımsızlığını kazandıktan sonra 1772 Polonya’sını gerçekleştirmek için Rusya’nın da içinde bulunduğu durumdan faydalanarak 1920 yılı başında Ukrayna’ya girmek istedi”[3]
Örneğinde olduğu gibi ve devamında İkinci Dünya savaşının hemen öncesinde yaşanan şu diyalog bizlere fikir verebilir. 
Polonya’nın Berlin Büyükelçisi Lipski, 24 Ekim 1938 tarihinde Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile yaptığı bir görüşmede Karpatlar Ukrayna’sı (Rutenya) halkının %80’inin cahil olması dolayısıyla Komünizm için bir kışkırtma yuvası teşkil ettiğini, bu bölgenin Çekoslavakya ile Polonya arasında bir takım olaylara sebep olduğunu ve bundan dolayı halkının Macar ve Ruten olması dolayısıyla, buranın Macaristan’a ilhak edilerek Macaristan ile ortak sınırlara sahip olmayı arzu ettiğini bildirdi. Macaristan ile Polonya ortak sınıra sahip olursa Sovyet Rusya’nın Çekoslavakya ile hiçbir bağlantısı kalmayacaktı.”[4]
Bu diyalogdan anlaşıldığı üzere Rusya ile Polonya’nın çekişmesinin tarihi açısından fikir vermesi ile birlikte Ukrayna’nın olası toprak kaybı, sınır değişikliği veyahut bölgede çeşitli imtiyazlar edinebilmek adına yaptığı eylemler olması olasıdır.
 
Rusya’nın Ukrayna konusunda ABD ile anlaşamayacağı görünüyor olmakla birlikte, istikrarsızlık hem Ukrayna’yı, hem de Rusya’yı yeni arayışlara, yeni ittifaklara yeni çözüm yoluna itmekle birlikte, gidişatın Rusya lehine olduğu görülmektedir ve dolayısıyla burada eli güçlü olanın Rusya olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Ukrayna için durumun iyiye itmediğini söylemekle birlikte ilerleyen zamanlarda her iki ülkenin yeni stratejileri ve dirsek temasları sonucu Karadeniz’de ne gibi adımlar atılacağını ise hep birlikte göreceğiz.
 
[1] Elthaninoff Mıchel, Putin’in Aklında Ne Var, İletişim Yayınları 2012, syf.91
[2] Elthaninoff Mıchel, Putin’in Aklında Ne Var, İletişim Yayınları 2012, syf.91-92
[3] Armaoğlu Fahir, 20 Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995) Kronik Yayınları 2020 syf.130
[4] Armaoğlu Fahir, 20 Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995) Kronik Yayınları 2020 syf.220

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum