SEREZ MUHACİRİ MEHMET LÜTFULLAH GÖKÇEN'İN MİLLİ MÜCADELE ANILARI
28 Şubat 2023 - 18:25 - Güncelleme: 28 Şubat 2023 - 18:34
SEREZ MUHACİRİ MEHMET LÜTFULLAH GÖKÇEN’İN MİLLİ MÜCADELE ANILARI
Nurettin GÜLMEZ** Bünyamin AS***
Lütfullah Gökçen, 1900 yılında Serez’de doğmuştur. Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Ferahi, Osmanlı Ordusu’nda yüzbaşılığa kadar yükselmiştir. Gökçen’in annesi ise Saide hanımdır. Lütfullah Gökçen, Ahmet Paşa İlkokulu’nu bitirdikten sonra Serez Rüştiyesine 1910 yılında kaydolmuş ve rüştiyedeki ikinci yılının sonunda ortaya çıkan Balkan Savaşı nedeniyle okulundan alınmış ve Balkan Savaşı sonrasında ailesiyle birlikte Serez’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Lütfullah Gökçen ve ailesi 1913 yılında, Selanik’ten bindikleri bir Rus gemisiyle İzmir’e gelmişler ve daha sonra da Manisa’ya yerleşmişlerdir.
Lütfullah Gökçen, Birinci Dünya Savaşı yıllarında silâhaltına alınmış ve İzmir’in işgaline kadar İzmir’de Pasaport Karakolunda askerlik görevini yapmıştır. İzmir’in işgalinden önce ise Manisa’ya dönmüştür. Manisa’nın işgal ve kurtuluş yıllarına tanıklık etmiştir.
Gökçen, 5-6 Eylül 1922 yılında başlayan Manisa Yangını’nın nasıl çıktığı ve Manisa’yı kimlerin nasıl yaktığı sorusunun cevabını yazmıştır. Lütfullah Gökçen, 8 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusunun Manisa’yı kurtarması sonrasında, Türk ordusuyla birlikte kaçanların takip, arama ve tarama görevlerine gönüllü olarak katılmıştır. Gökçen, Manisa’nın kurtarılmasından sonra ise şehirde güvenliğin sağlanması çalışmalarını, bir süre yerine getirmiştir.
Gökçen, anılarında Kazım Özalp, Sarı Edip Efe, Parti Pehlivan, Müftü Âlim Efendi, Çerkez Ethem, Topal Osman gibi Milli Mücadele’nin önemli isimleriyle ilgili bilgiler vermiş ve 1922 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir Kordonu’ndaki konuşmasını dinlemiş ve hatıratında bundan da söz etmiştir.
Lütfullah Gökçen’in anıları günü gününe yazılmamış ve daha sonra kaleme alınmıştır. Lütfullah Gökçen, sade bir Türk vatandaşı olarak anılarını kaleme almıştır.
Bu bildirinin amacı; bugüne kadar yayımlanmamış bir hatıratı gün yüzüne çıkarmak, Yunanlıların Manisa’yı işgali, Manisa’nın Yunanlılar tarafından yakılması, Türk ordusunun Manisa’yı işgalden kurtarması gibi konulara, sade bir Türk vatandaşının bakışını ortaya koymaktır.
Gökçen hatıratında; vatanımız, şehitlerimiz, askerlerimiz ve Gazi Mustafa Kemal Paşa için yazdığı şiirlere de yer vermiştir.
Manisa Yangını’nın nasıl ve nereden başladığı konusunda kaynaklarda farklı iddialar vardır. Nusret Köklü, Yunanlıların 5 Eylül gecesi saat 20.00’de şehir içinde bulunan askeri kışlayı yakarak yangını başlattıklarını, 6 Eylül sabahı çarşı ile bütün şehri ateşe verdiklerini belirtir.[4] Çağatay Uluçay ve İbrahim Gökçen, ise yangının 6 Eylül 1922 Çarşamba gecesi saat 4’te, Karaköy çarşısında çıktığını[5], Kamil Su ise 6 Eylül’de sabaha karşı çarşıda başladığını belirtmektedir.[6] Gökçen ise, hatıratında Manisa’yı yok eden yangının 5-6 Eylül 1922 gecesi başladığını ifade etmektedir. Hatıratında yangınla ilgili ayrıntılı bilgiler de vermektedir. Örnek olarak anılarının dört farklı yerinde, Manisa’yı yakıp yıkanların, Yunan ordusuyla birlikte hareket eden Ermeni ve Rum çeteleri ile Çerkez Ethem ve adamlarının olduğuna dikkat çekmektedir.[7]
Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Ferahi, Serezli Osman kızı Saide ile evlenir ve bu evlilikten Lütfullah, Lütfiye, Fatma, Hadiye, Hüsniye, Süleyman ve Hatice adında yedi çocuğu olur. Lütfullah Gökçen’in kardeşi Hüsniye, Birinci Dünya Savaşı zamanında geçirmiş olduğu kızamık hastalığından ve Fatma ise benzin ile yanarak vefat etmiştir.[15] Bulgarların Serez’i işgali sırasında doğmuş olan kardeşi Süleyman[16] ise, 1936 yılında intihar etmiştir. Gökçen’in babası Ahmet Hamdi 1931 yılında geçirdiği bir ameliyat sonucu, annesi Saide Hanım ise 1967 yılında böbrek iltihabı nedeniyle vefat etmiştir.16
Gökçen, 1909 yılında dokuz yaşında iken Serez’deki Ahmet Paşa İlkokulu’nu bitirmiş[17] ve 1910 yılında Serez Rüştiyesi’ne başlamıştır. Gökçen’e göre, rüştiyede okutulan Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri çok ağırdır.[18]
1910 yılında Balkanlarda gittikçe artan asayişsizlik yüzünden yollar kesilmekte ve katliamlar yapılmaktadır. Serez’de asayişi sağlamak için Redif Taburu kurulmuştur. Kazım (Özalp) Bey[19] binbaşı rütbesi ile Ahmet Hamdi Ferahi de yüzbaşı olarak, Redif Taburu’nda görev yapmışlardır.[20]
1912 yılında bir Cuma günü, Serez Çarşısı’nın en kalabalık yeri olan Eski Cami duvarı dibine, Bulgar eşkıyaları tarafından saman torbası içine konulan saatli bombanın infilak etmesi sonucu, orada bulunan birçok insan yaralanmış ve ölmüştür. Bulgar eşkıyaları, Gökçen’in okuduğu Serez Rüştiye Mektebi’nin mazgal deliğine de bomba koymuşlardır. Fakat bomba fark edilmiş ve etkisiz hale getirilmiştir.
Bomba olayından sonra Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Bey, oğlu Lütfullah Gökçen’in okula gitmesini istememiş ve bu nedenle onu okuldan almıştır. Bu olaylar sadece Gökçen’in değil arkadaşlarının da tahsil hayatının yarım kalmasına neden olmuştur.[21] Gökçen, rüştiyenin ikinci sınıfından ayrılmıştır. 1912-1913 yılları arasında yaşanan Balkan Harbi, Gökçen’in eğitim ve öğretim hayatını bitirmiştir.22 Gökçen, bu olaylar sonucu, “hayatındaki ilim irfan meşalesinin söndüğünü” belirtmektedir. Gökçen ve ailesi, hatırattaki bilgilere göre, 1913 yılında Serez’den Manisa’ya göç etmiştir.
Balkan Savaşı’ndan sonra Gökçen, Serez’den göç etmenin zorunlu bir hal aldığını kaydetmektedir. Sıkıyönetim olduğu bir zamanda, Emine teyzesi ve Zihni[23] eniştesi ile birlikte, yani ailecek göç etme kararı aldıklarını yazmaktadır.[24] Gökçen, geride dedesi Osman Efendi ile ninesini ve halalarını bırakıp, kiraladıkları iki Rum arabacıyla gece karanlığında, Bulgar-Yunan Harbi esnasında yanmış binaların ve mağazaların arasından Serez’i bırakarak, Selanik’e doğru yola koyulmuşlardır.[25] Gökçen’in deyimiyle “Cennet misali mümbit ovalara sahip Serez’i arkalarında bırakmışlardır.”[26] Daha sonra, Karasu Köprüsü’ne geldiklerinde, köprünün Bulgarlar tarafından havaya uçurulduğunu görmüşlerdir. Gökçen’in babası da yıkılan köprünün inşaatında çalışmış ve oradaki muhacirlerle köprüyü tamamlamışlardır. Köprünün yapımı ile alakadar olan komutan: “Sen subaysın Yunanlılar aleyhine çok şeyler yapabilirsin” diye babasını alıkoymak istemiş ve kalması konusunda ısrarcı olmuşsa da bütün ailenin yalvarması ve ağlaması sonucu yola devam etmelerine izin vermiştir. İlk önce onların arabası, onarılan köprüden geçmiştir.
Köprüden karşıya geçtikten sonra yolun sağında solunda Yunan ve Bulgar askerlerinin ceset kokuları içinde, ikindi vakti şiddetli bir yağmur altında yollarına devam etmişlerdir. Güvezne köyü yakınlarında havanın açıldığı bir zamanda ve her yanlarında cesetlerin bulunduğu bir ağacın altında dinlenmişlerdir. Selanik yolu üzerinde Lahna köyünde geceyi geçirmeye karar vermişlerse de gece yarısında arabacılar, “haydi gidiyoruz”, deyince, Selanik yoluna devam etmek durumunda kalmışlardır.[27] Orlak Köprüsü[28]’ne doğru yol aldıkları bir sırada Yunan devriyesi yollarını kesmiştir. Ahmet Ferahi, Yunancayı iyi bildiği için, Yunan devriye kumandanı ile anlaşmıştır. Bunun üzerine Yunan devriye kumandanı yola devam etmelerine izin vermiştir.[29]
Yola çıktıktan sonra, ertesi günü kuşluk vaktinde Selanik’e ulaşmışlardır. Onları yolda iki sivil Yunanlı durdurmuş ve doğruca Mevlevihane denen yere götürerek karantina altına aldırmıştır. Birkaç gece karantina altında kaldıktan sonra, babasının doktora bir sarı lira rüşvet vermesi sonucu serbest bırakılmışlardır. Sonrasında babasının Selanik’in Kule Kahveleri civarında kiraladığı üç katlı eve geçmişlerdir.[30]
Gökçen, Zihni eniştesiyle birlikte babasının pasaport işlemlerini halletmeye gittiği bir günde, Selanik’in çarşılarına ve Vardar Kapı civarına gitmişlerdir. Orada askerlerin nişan alıp da vuramadıkları hedefleri eniştesinin vurması üzerine, Yunan askerlerinin derhal eniştesinin etrafını sararak: “Sen çetesin vre!” diyerek eniştesini tartakladıklarını, kendisinin ağlamaya başlaması üzerine eniştesini serbest bıraktıktan sonra oradan uzaklaştıklarını yazmaktadır. Gökçen, “O günkü korkuyu hiç unutmadığını” belirtmektedir.
Gökçen’in, eniştesiyle birlikte Selanik’te gezerken, denizin üzerinde dökülmüş peksimetler dikkatini çekmiştir. Konuyu etraftakilere sorduklarında, Osmanlı ordusunun düşmanın eline geçmemesi için peksimetleri denize döktüğünü öğrenmişlerdir.[31] Gökçen, “Atamızın doğduğu Selanik, aklımdan hiç çıkmadı” diye belirtmektedir.[32]
Gökçen, Selanik’in Kule Kahveleri’ndeki bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: “Selanik’te Kule Kahveleri’nde oturduğumuz evde pencereden dışarısını seyrederken, siyah şalvarlı, başlarında sünnet takkesi gibi bir serpuş ve bellerinde beyaz çizgili kuşağı ve tabancası bulunan iki jandarma bir çocuğu yakaladıkları gibi öyle fena dövdüler ki. Yerden yere yuvarladıkları o çocuk, ne kabahat yapmış ki dövdüler? Çocuğa sorduğumda, bir lokma ekmek parası istediği için bu fenalığı yapmış olduklarını öğrendim, doğrusu. Bu muamele, vahşetten başka bir şey değildir. Medeniyet nerede kaldı? Medeniyeti, Yunanlılar hiçbir zaman bulamayacaktır.”
Gökçen ve ailesi, Avrupa’nın incisi olarak nitelediği Selanik’ten bir Rus vapuruna akşamüzeri binerek hareket ederler. Sonrasında İzmir’in Urla Limanı’na gelirler. Orada bir hafta kaldıktan sonra çarklı bir körfez vapuruyla 20 Ağustos 1913’de İzmir rıhtımına çıkarlar. Babası rıhtıma çıktıktan sonra Pasaport iskelesindeki Türk bayrağını gözyaşları içinde öper.[33] Basmahane civarındaki Hacı Sadık Bey’in oteline yerleşirler. Orada yirmi dört saat kadar kaldıktan sonra Manisa’ya gelirler. Binbir macera ile geldikleri Manisa’da vatan hasreti içinde, yersiz, yurtsuz ve zavallı bir muhacir olarak, Manisa çarşısına yakın olan Kolcubaşı Hanı’na yerleşirler.[34] Burada yaşamak perişanlık oluyor diyerek daha önce Manisa’ya gelen ve Velioğlu mahallesinde kiraladığı evde oturan amcalarına giderler. Ancak maalesef amcası da onları istemez ve mecburen Kırkdamla denilen Kayaser Mahallesi’nde bir ihtiyar kadının evini kiralayarak yerleşirler.[35] İlerleyen günlerde babası Ahmet Hamdi Ferahi, dokuz kişilik ailesi için Niflizade Mahallesi’nde bulunan iki odalı bir yer evi tutar ve oraya taşınırlar. Ancak tuttukları ev küf ve rutubet içindedir. Babası geçimlerini sağlamak için ufak tefek ticari işlerle meşgul olur.37
Ahmet Ferahi, oğlu Gökçen’i bir sanata vermek istediğini söyler. Ancak Gökçen, babasına okumak istediğini belirtir. Babası onu dinlemez. Bekir Usta diye bilinen bir keçe ustasının yanına verir. Ustasına da “Eti senin kemiği benim” demesini de unutmaz. Gökçen bu işe 13-14 yaşlarında 1914 yılında bir kuruş yevmiye ile başlar ve kısa zamanda yevmiyesi altı kuruşa kadar çıkar.[36] O yıllar Gökçen’in ailesi için, yokluk nedeniyle çok sıkıntılı geçer.39
Birinci Dünya Savaşı yıllarında 15-16 yaşlarında iken, cüsseli olması nedeniyle askere alınır. Rüştiye tahsili var diye İzmir’deki Bornova Jandarma Efradı Cedide okuluna gönderilir. Bir süre eğitim gördükten sonra, İzmir Hükümet Konağı’nın avlusunda, İzmir Alay Kumandanı olarak görev yapan Sarı Edip Efe’nin[37] emrine verilir. Sarı Efe, gelen gruba morallerini yükseltici bir nutuk çeker. Gökçen, ilkönce Kantar Karakolu’nda, sonrasında ise Pasaport Karakolu’nda görevlendirilir. Burada Yunanlıların İzmir’i işgaline kadar, asayişi sağlama görevinde bulunur.[38]
Bir gün iki vatandaşımızın kollarının ve bacaklarının lime lime kesilerek feci bir şekilde katledilmiş cesetlerini Hatuniye Camisi’nde görür. Gökçen bu kişilerin, Gediz Nehri civarındaki tarlalarında karı koca, çoluk çocuğuyla yatmakta iken; birkaç yerli Rum ve Yunanlı tarafından katledildiklerini belirtmektedir. Bu kişilerin toprağa verilmeden önce dönemin Manisa Müftüsü Âlim Efendi[41] tarafından fotoğrafları çekilmiş, Yunanlıların yaptığı mezalimi göstermek için, İsviçre ve diğer dünya devletlerine gönderilmiştir.[42] Gökçen, bu dönemde ne satmaya kalksa yerli Rumlar ve Yunanlıların yağmasıyla karşılaştığını, ancak elinden bir şey gelmediğini yazmaktadır. Yapacak bir şeyi olmadığını ve yabancı bir devletin esaret zincirinden kurtulmak için Allah’a dua etmekten başka bir yolun bulunmadığını ifade eder.46 O günlerde Gökçen, bir miktar umutsuzdur.
Manisa Yangını ile ilgili Gökçen’in anlattıkları çok sınırlıdır ancak yangın başka kaynaklara da yansımıştır.
7 Eylül 1922’de İtalyan Konsolosu Kont Carlo Senni, İstanbul Büyükelçiliğine gönderdiği telgrafta, Salihli, Turgutlu ve Manisa ile buralara bağlı bütün köylerin,
İzmir’e doğru kaçan Yunanlılar tarafından yakıldığını belirtmiştir.54
Yunanlıların Anadolu’dan çekilmesinden sonra bölgeyi gezen Fransız devlet adamı Franklin Bouillon, Paris’te Le Matin gazetesine, Yunan mezalimi hakkında şöyle bir beyanatta; Anadolu’da Yunanlıların her şeyi yakıp yıkarak yerle bir etmiş olduğunu, yalnız Manisa’da on bir bin evden, on bini yakıldığını, bu yangını gözleriyle gören Fransız vatandaşı olan pek çok kişiye sorduğunu, bunların söylediklerinin, dehşet ve korkunç olduğunu, Yunan subaylarının bizzat yangını planlayıp hazırladıklarını ve “Buraya biraz daha petrol dökünüz! Burayı yakmayı unutmayınız!” gibi emirleri kulaklarıyla duyduklarını belirtmiştir.[45]
Franklin Bouillon’un demecine konu olan olaylar, Nihal Yeğinobalı’nın Cumhuriyet Çocuğu adlı eserine de yansımıştır. Buna göre, 1922 tarihinde Manisa’da Fransız rahibeler büyük bir taş binada okul, hastane ve yetimhane işletmektedir. Yangın başlayınca dağa kaçamayan, evleri yanmış ve yanmakta olan pek çok kişi, Fransız rahibelere sığınmıştır. Rahibeler de yangından kaçıp, kendilerine sığınan Türkleri binanın bodrumuna saklamışlardır. Binanın bodrum katında kadın, erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar pek çok kişi üst üste saklanmışlardır. Yunan askerleri defalarca, ellerinde gazlı paçavralarla kapıya dayanarak rahibelere, “Siz burada Türk saklıyorsunuz, binayı yakacağız” demişer ve rahibeler de “Burası yetimhane ve hastane, etmeyin, etmeyin” diye onlara yalvarmışlardır. Bu durum üç gün boyunca sürmüştür. Rahibeler, her defasında Yunan kundakçıları geri göndermeyi başarmışlar ve böylece pek çok Manisalının hayatını kurtarmışlardır.58 Ayrıca Manisa’da bir Fransız papazı ve iki Fransız yetkilisi de Manisalı bazı kadınları evlerinde saklayarak onların hayatlarını kurtarmıştır.[46]
Manisalı Şair İlhan Berk, Manisa Yangını’na ait anılarını şöyle anlatmaktadır: “Ben çocuk olduğum dünyayı alevler içinde buldum. Bütün kent bir gömlekle dağa çıkmıştı. Askerlerimiz aşağıda düşmanla savaşıyordu… Yanan kenti bir zaman dağdan seyrettik. Bir akşam kente indiğimizde de evimizin yerinde yeller esiyordu… Kentte hala dumanlar tütüyordu.”60
1922 yılı Eylül başında beş altı yaşlarında bir çocuk olan[47] Oğuz Gökmen de, Manisa Yangını’nı şu şekilde anlatmaktadır: “…Hatırlıyorum olayları. Sadece kadınlardan, çocuklardan birçok yaşlı ihtiyarlardan oluşan bir kafile ile Mevlevihaneye doğru çıkarken uzaktan Yunan askerlerine rastladık, rast gele üzerimize ateş açtılar, vurulan yaralananlar oldu, hemen yakındaki eve sığındık, kapılar içeriden sürgülendi, eczacı olan dayımın karısı yengemin herhalde bir kolaylığı ve alışkanlığı vardı ki, tentürdiyotla, sirkeye bastırılmış pamuk ve bezlerle yaralananların kanlarını temizlemeye çalıştı durdu idi. Yunan askerlerinin saklandığımız evin etrafına gaz yağı dökerek evi ateşe verdiklerini neden sonra fark edebildik. Alevler arasında evden çıktığımızda sonuncu Yunan askerini kaçarken uzaktan gördük, hem kaçıyorlar hem de rastladıkları evleri ateşe vermeye çalışıyorlardı. Manisa Dağı’nda Sultan Yaylası’nda tam iki gece geçirdik. Bu iki gün içinde Manisa yandı, kül oldu. Dağda iki geceyi yanmakta olan Manisa’dan yükselen alevlerin ışığında birbirimize sarılarak geçirdiğimizi hatırlıyorum.”[48]
Yavuz Gökmen şehirden Yunan askerlerinin tamamen kaçtığı haberini aldıktan sonra şehre indiklerini ve şehrin için için yanmakta olduğunu, evlerin ve cesetlerin yanık kokularının uzun süre devam ettiğini ifade etmektedir.63
Manisa yangınının önceden planlandığı Tahkikat Heyeti’nin raporunda da belirtilmektedir: “Manisa şehrinde her yerde olduğu gibi daha evvelden mürettep plan dairesinde ve Yunan Merkez Kumandanı Yagorci ile Erkan-ı Harp Reisi Filipos’un emir ve idaresi altında olmak üzere hareket eden göğüsleri kırmızı işaretli ve başları siyah kalpaklı ihrak postaları tarafından yangın ika edilmiştir. Şehir ataşe verilmezden üç gün evvel yerli Rum ve Ermeniler muhaceret etmeğe başlamış fakat Musevilerin bile son gün muhaceretine müsaade edildiği halde Müslümanların şehri terk etmeleri men olunmuştur.”[49]
Kızılhaç Arşivinde, 1922 yılında Yunanlıların Batı Anadolu’dan çekilirken yakıp yıktığı İzmir, Turgutlu, Salihli, Alaşehir ve Manisa’ya ait görüntülerinin yer aldığı on dört dakikalık video görüntüsü bulunmaktadır. Bu görüntülerin o zamanki adıyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılayı) tarafından çekildiği ve Kızılhaç’a gönderildiği düşünülmektedir. Çünkü Yunanlıların, Batı Anadolu’daki şehirlerde işledikleri korkunç vahşet ve mezalim, medeni dünyaya gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca görüntülerde, Yunanlıların, bu şehirleri nasıl yakıp yaktığı konusunda açıklamalar da bulunmaktadır.[50] Kızılhaç arşivindeki bu görüntüler, Yunanlıların işledikleri suçun ne kadar korkunç boyutta olduğunu göstermektedir.
Kızılhaç Arşivinden başka, Manisa Yangını’nın ne kadar korkunç boyutlarda olduğunu gösteren diğer önemli görsel ise, 11-12 Ocak 1923 tarihinde Frédéric Gadmer tarafından çekilen fotoğraflardır. Frédéric Gadmer, harabe halinde ve adeta bir enkaza dönüşmüş Manisa kentinin 63 fotoğrafını çekmiştir. Bu fotoğraflar günümüzde dijital olarak kullanıma açılmış ve Albert Kahn Koleksiyonu’nda bulunmaktadır.[51] Manisa’nın harabe halini gösteren bu fotoğraflar, Yunan Yangını’nın ve yıkımının kanıtlarıdır. Yunanlıların Manisa’da ve diğer şehirlerde kentleri planlı ve kasıtlı olarak yakıp yıkması ve insanları katletmesi olayı büyük bir insanlık suçudur.
Manisa Yangını’nın yaralarını sarmak için Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından oluşturulan İzmir ve Manisa Heyet-i İmdadiyesi (İlk Yardım Heyeti), eylül ayının ortasından itibaren çalışmalara başlayarak tıbbi ekipman, hububat ve giyim malzemesini özel memurlar aracılığıyla Manisa ve diğer yerlere sevk etmiştir. Manisa’da şiddetli yoksulluk görülmesi, erzak tedarikinde güçlük çekilmesi nedeniyle, çamaşır dağıtımından ve sağlık teşkilatı kurulmasından önce, un dağıtımı yapılmış; ardından da ahaliye çamaşır dağıtımı yapılıp, sağlık hizmetleri verilmeye başlanmıştır.67
Nusret Köklü ve Oğuz Gökmen, çocukluklarında Manisa’da büyüklerin bir olayı anlatacakları zaman yangından önce veya yangından sonra diye söze başladıklarına dikkati çekmekteler[52] ve Nusret Köklü yangının Manisa ve Manisalılar için bir sıfır noktası teşkil ettiğini belirtmektedir.[53]
Nejdet Bilgi, 1922’de Manisa’yı küle çeviren yangına resmi kayıtlarda “Harîk-i Hâil” yani “Korkunç Yangın” olarak isimlendirildiğine dikkati çekmektedir.[54] Yangından sonra Manisa’da taş üstünde taş kalmamış, şehir harabeye dönmüştür. Üç bin beş yüz kişi yanarak, sekiz yüz elli beş kişi kurşunlanarak, öldürüldüğü söylenmektedir. Şehirden zorla kaçırılan kadın ve kızların sayısı bilinmemektedir.71 Manisa’da maddi kayıp da büyük olmuştur. 10700 ev, 13 camii, 2728 dükkân, 19 han, 26 bağ kulesi, 3 fabrika, 5 çiftlik yanmıştır. Köylerde yakılan evlerin sayısı ise 1740 adettir. Ege’nin en zengin ve en büyük şehirlerinden olan Manisa’da binlerce dükkân, ticaret deposu ve mağazalar, kısacası maddi varlığı yok olmuştur. O günün değer ölçülerine göre yangının zarar ve ziyanı elli milyon liranın üzerindedir.[55]
Yunanlı ve Rumlardan oluşmuş bir grup, o zaman sadece duvarları yapılmış olan Manisa’nın şimdiki Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nin taş duvarlı pencerelerinden, yaylım ateşi açarlar. Açılan ateş sonucu iki Türk askeri orada, üçüncü asker demiryolunun arasında ve dördüncü asker de demiryoluna yakın bir yerinde şehit düşer. Buradaki çatışmada duvarların arkasına saklanmış Yunan askerlerinin açtığı ateş sonucu öncü süvariler şehit edilmiştir.[57]
Bir süre sonra şehir işgalden kurtarılmıştır. Manisa işgalden kurtulunca minarelerden selalar okunmuş ve kurtuluş müjdesi bu yolla verilmiştir.
Türk Ordusu Manisa’ya girdiğinde Manisa yangını devam etmekte ve her tarafta dumanlar tütmektedir. Yaşadıkları, Gökçen’e: “Bu vatanın kıymetini bilin aziz vatandaşlarım,”[58] diye öğüt vermeye yönlendirmiştir.
Yunanlıların son kafilesi, Çerkez Ethem ile avanesi ve Yunanlıların rehin olarak götürdüğü Manisalı bazı Türkler, dört lokomotifli bir trenle taşınmıştır. Trenin henüz hareket ettiği sırada, beş kişilik bir Türk ekibi tarafından trene ateş açılmış, onların ateşine Yunanlılar trenden inerek karşılık vermiş ve Türk ekibi geri çekilmek zorunda kalmıştır. Yunanlılar, yüzlerce, binlerce kişinin bulunduğu bu tren ile İzmir’e doğru gitmişlerdir.[59] Rumlar, Manisa’dan kaçarken Rum mahallelerini yakmamışlardır.[60]
Gökçen daha sonra Merkez Karakoluna gider ve orada toz toprak içinde olan Türk süvarileri ile kucaklaşır.[61] Gökçen şehirde gönüllü olarak oluşturulan, huzur ve asayişi sağlamak çalışmalarında görev alır. Kendisine verilen silah ve fişekleri kuşanarak bağ bahçe aralarını, kulelerini arama, tarama ve döküntü Rum ve Yunan askerlerini imha etme görevine koyulur.[62] Gökçen, arama tarama esnasında Mebus Osman Bey’in bağ damının yakınındaki bir hendeğin içinde bir Türk kadınının çırıl çıplak ve sekiz on mermi atılarak, memeleri kesilmiş bir şekilde öldürülmüş olduğunu görür.[63]
9 Eylül 1922 tarihinde hava bulutlu ve pusludur. Manisa halkının evleri yanmıştır. Yanan insan cesetlerinin fena kokuları sürmektedir. Ortalıkta ne gaz ne tuz ne de bir lokma ekmek vardır. Köylerde bulunan insanlar, arabalarla ekmek yiyecek getirmekte ve Manisa’da halka dağıtmaktadır. Kış yaklaşmakta olduğu için insanlar nerede boş bir ev buluyor ise oraya yerleşir. Gökçen’in ailesi de Saray Mahallesi’ndeki bir Rum evini mesken tutar. Gökçen, asayiş görevindeyken öncelikle Romanya’ya ait olduğu bilinen bir gaz deposunun kilidini kırdırarak evvela askeriyeye, sonra da halka gaz dağıtımı yaptırır.[64]
Bir süre sonra asayiş için doğruca Horozköy’e gider. Arkadaşlarıyla orada, kilisenin yakınındaki içi eşya dolu bir evde Yunanlı ve Rum olduğu ihbarı alır. Derhal evin kilidini mavzerle kırarak içeriye girer. İçeride kimse olmadığını görünce evdeki eşyaları yağma edip, halka taksim ettirir. Kendisine de bir şilte düşer. Horozköy’den dönerken, oranın yakınlarında bulunan istasyonda duran vagonda, tuz olduğunu öğrenince, vagonun kilidini kırarak içinde bulunan tuzu, etraftaki halka taksim ettirir. Bu olayı gören bir vatandaş Gökçen’e: “Yahu çavuş sen ne yaptın? Bu vagon ve demiryolu Fransızlarındır” deyince, hemen o sözleri söyleyeni susturur ve gereken dersi verir.
Gökçen, kan ve barut kokuları içindeki Manisa’ya döner. Merkez Karakolu’na vardıktan sonra, Malta semtinde açılan yeni karakolda görevlendirilir. Vazifesine burada devam eder.[65] Gökçen, vazifesini yaparken, Manisa’nın her tarafını yangın dumanları kaplamaya devam eder.83
Gökçen, Malta Karakolundaki görevi sırasında, Ayni Dede (Ayn-ı Ali) mezarlığı civarında saklanan Rum ve Yunanlıların, Ayn-ı Ali bitişiğindeki evlerden tehditle ekmek ve yemek istedikleri ihbarını alır. Geceleyin karakolda görevli diğer arkadaşları ile mezarlığın etrafını sarar. Göz gözü görmediği halde bu kaçakları aramaya koyulurlar. Ancak hiçbir ize rastlayamazlar.[66]
Ele geçirilen Yunanlı esirler Manisa’ya ve daha içerideki yerlere sevk edilmeye başlanır. Yerli Rum esirleri, utançlarından ve bilhassa ölüm korkusundan Türklerin yüzüne dahi bakmaktan çekinirler. Bunların içinde Manisa yangını ile alakalı olan on yedi yerli Rum, eski belediye binası önünde Manisa’nın askeri idare heyetinin verdiği kararlar gereğince idam edilir. Bunlardan başka Rumlar da kurşuna dizilir. Gökçen Rumlar için, “Kendileri etti, kendileri buldu” diye yazar.[67]
Vatana ihanet suçundan dört Rum tutuklu, İzmir’e götürülmek üzere Gökçen’e ve bir grup arkadaşına teslim edilir. Gökçen ve arkadaşları bu dört tutukluyu, Manisa istasyonundan İzmir’e, oradan da Sarı Kışla’ya[68] götürürler. Ancak tutukluları Sarı Kışla’daki görevliler, aynı gün teslim almayınca Büyük Salemçioğlu Hanı’nda sabahlayıp, ancak ertesi günü teslim edebilirler.[69]
Afyon’a ulaştıklarında bir hafta kadar camilerde kalırlar. Sonra Eskişehir’e oradan da Ankara’ya ulaşırlar. O zamanlar soğuk ve çamurdan geçilmez bir Ankara ile karşılaşırlar ve Ankara’da sadece Karaoğlan Çarşısı mevcuttur.[70] Ankara Sanayi Taburu’ndan sonra askerlik görevini İstanbul Transit (nakliye) Ambarlarında tamamlar. Ankara’da olduğu bir zamanda ameliyat olur. Ankara’da yattığı hastanede, Milli Mücadele’de yaralanan Yunan generaller[71] ile yan yana kalır. Parasız kalır. Bu sürede Yunan generallerinin yemediği yemekleri yiyerek hayatta kaldığını belirtir.[72]
Gökçen, Birinci Dünya Savaşı’ndaki vazifesinin askerlikten sayılması[73] nedeniyle 11 Haziran 1924 tarihinde terhis olur ve Manisa’ya gelir.[74]
Mehmet Lütfullah Gökçen, 1925 yılında Ramize (Eral) Hanım ile nişanlanır ve 1926 yılında da evlenir. 1927 yılında İrfan adında oğlu olur. Daha sonra Perihan ve Türkan adında iki kızı olur. Kızı Perihan, Şefik Akkum ile Oğlu İrfan Ayşe Hanım ile kızı Türkan da Yozgatlı başçavuş Mustafa Ünsal ile evlenir. Oğlu İrfan’ın, Ufuk, Şafak ve Özlem, kızı Perihan’ın Şenay, Şenol ve Varol, diğer kızı Türkan’ın ise Yaşar Gökhan ve Ali Hakan adında olmak üzere toplam sekiz torunu olur.[75] Mehmet Lütfullah Gökçen, 29 Ocak 1980 yılında[76], seksen yaşında vefat eder.
Gazi’nin İzmir Hükümet Konağı’ndaki konuşması sırasında halk çok kalabalık ve coşkuludur. “Yaşa, Varol” sedaları yükselmektedir. Gazi’nin konuşması sırasında Gökçen’in Serez’den eniştesi Sait Bey’in biraderi Yüzbaşı Saderettin’in[78] de inzibat vazifesi yaptığını görür ve ona izdihamı önleme konusunda yardımcı olur. Merasim bittikten sonra, Yunanlıların kaçarken yaktıkları, fuar alanının bulunduğu yerleri (o zaman Frenk Mahallesi olarak adlandırılan) gezip dolaşır ve oraların tamamen yanmış olduğunu görür. Daha sonra Gökçen, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci kordonda büyük bir mağazada halka hitap edeceği haberini alınca, kalabalık arasına katılıp oraya ulaşır. Gazi’nin yanında, o zaman muhafızı olan Topal Osman[79] da maiyetiyle bulunmaktadır. Gazi Paşa şunları söyler: “Aziz ve pek muhterem Türk Milleti, artık vatanımızı düşman istilasından kurtarmıştır. Kılıçlarımızı kınlarına koyup, bu vatanın selamet ve geleceği bakımından sanat ve tarım alanlarında çok çalışmamız gerekmektedir. Her kim ne gibi sanat sahibi ise parmaklarını kaldırıp sarih adreslerini ve sanatının cinsini bildirmelerini rica ederim,” demek suretiyle orada birçok sanat erbabının isim ve hüviyetleri tespit edildikten sonra konuşması sona ermiştir.[80]
Gökçen’in Anıları’nda; ideolojik yönlendirmelerin, birilerine düşmanlık duymanın, bir öfke patlamasının ve bir sitemin yansımalarını değil, temiz duygularla gelecek kuşaklara ders verme çabasının ve kendini anlatma denemesinin dışa vurumunu görmek mümkündür.
Gökçen’in Anıları; yerli Rumların, Ermenilerin ve Türk milleti içindeki iş birlikçilerin Yunanlılarla el ele verip Manisa Yangını’nda Manisa’ya ve Manisalılara yapılan zulmün, işkencenin ve verilen zararların yazıya dökülmüş halidir.
Anılar, şiirlerle renklendirilmiş ve bir kahramanlık hikâyesine dönüştürülmüştür.
1910-1922 yılları arasında yaşanan olaylar, 1974-1975 yıllarında yazılmıştır. Bu yüzden bazı isim ve bilgilerin yanlış veya eksik olması, bazı bilgilerin karışmış olması normal görülmelidir. Ancak olayların başrolünde olmayan bir kişi tarafından yazılmış olması dolayısıyla farklı ve önemli bir eserdir. Bu yüzden çalışma, orijinal ve önemlidir.
Bu makalede Etik Kurul Onayı gerektiren bir çalışma bulunmamaktadır.
There is no study that would require the approval of the Ethical Committee in this article.
Bu çalışma “25–27 Nisan 2018 tarihinde Aydın’da düzenlenen Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hatırat Uluslararası Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuş ancak yayınlanmamıştır.
** Prof. Dr, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, ([email protected]), (Orcid: 0000-0002-4530-0491).
***Öğretmen, Şehit Ömer Halisdemir Ortaokulu, Yunusemre /Manisa, ([email protected]), (Orcid: 0000-0003-0891-896X).
Albert Kahn Arşivi, Manisa Fotoğrafları Koleksiyonu. http://collections.albertkahn.hauts-de-seine.fr/ (17.02.2021 tarihinde erişilmiştir.) Ali Hakan Ünsal Özel Aile Arşivi.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) Hafız Mustafa oğlu Ahmet Hamdi’ye, ait Tasfiye Talepnamesi, Fon Kodu: 674-2075-37.
ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ I-III, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 5. Baskı, Ankara, 1997.
AS, Bünyamin, Bir Kuva-yı Milliyeci: Parti Pehlivan, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2020.
AVAN, Hakkı, Onların Hikâyesi, Manisa Kültür Sanat Kurumu Yayını, Emek Matbaacılık, Manisa, 2005.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Mustafa Kemal 1922-1938, C.III, Remzi Kitapevi, Byy, 1999.
AYDIN, H. Veli, “Balkan Savaşlarından Mübadeleye Serezli Muhacirler”, Uluslararası Mübadele Sempozyumu ve Mübadele’nin 94 Yılı Anma Etkinlikleri 30 Ocak-1 Şubat 2017, Lozan Mübadelesi Yeni Hayat Mücadelesi, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, 2017.
AYIŞIĞI, Metin, Belgelerin Işığında Milli Mücadele Tarihimiz, Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2012.
BALTA, Evangelia ve Soner Aytek Alpan, “Küçük Asya Felaketi’nden Sonra Serez’de Mülteci İskânı”, Toplumsal Tarih, S.239, İstanbul, 2013, ss. 20-34. BERK, İlhan, Uzun Bir Adam, Yazko, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1995.
BELGELERLE YUNAN BARBARLIĞI, Haz. Mehmet Hocaoğlu Berekat Yayınevi, İstanbul, 1985.
BİLGİ, Nejdet, “1922 Manisa Yangını: Harîk-i Hâil”, Kurtuluş, İzmir Büyükşehir Belediyesi, 2020, ss.85-94
BİLGİ, Nejdet, İstiklal Yolunda Bestekâr Bir Müftü Ahmet Âlim Efendi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa, 2008.
BÖKE, Pelin, İzmir 1919-1922 Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2006.
ÇELEBİ, Mevlüt, “İtalyan Belgelerine Göre Saruhan Sancağı’nda Yunan İşgali”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXXI, S.1. , İzmir, 2016, ss.115-128.
ÇİLOĞLU, Fahrettin, Kurtuluş Savaşı Sözlüğü, Doğan Kitap, İstanbul, 1999.
DİNÇSOY, Mustafa Niyazi, Yöremizin Tarihinde Turgutlu’nun Dramı ve Mustafa
Kemal Atatürk, Manisa Turgutlu İlçe Halk Kütüphanesi, demirbaş, tasnif, 12651.956.2, Byy, Bty,
ERGÜL, Teoman, Kurtuluş Savaşı’nda Manisa, Genişletilmiş 2. Baskı, Kebikeç Yayınları, Ankara 2007.
GÜREL, Ahmet ve Eren Akçiçek, Uşakizade Köşkü’nden Çankaya Köşkü’ne Latife Mustafa Kemal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
GÖKÇEN, Mehmet Lütfullah, Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anıları, Sayfa: 1-35, (Daktilo Metin), Manisa 1974-1975.
GÖKMEN, Oğuz, Diplomasi, Yamaç Ofset, İstanbul, 2006.
GÜVENÇ, Sefer, (Derleme), Mübadele Öncesi ve Sonrası Eski ve Yeni Adları ile Kuzey Yunanistan Yer Adları Atlası, Lozan Mübadilleri Vakfı, İstanbul, 2010.
HALICI, Şaduman, Ethem, E Yayınları, İstanbul, 2016.
KÖKLÜ, H. Nusret, İşgalden Kurtuluşa, Akademi Kitabevi, İzmir, 1998.
KÖKLÜ, H. Nusret, Ömrümün Kısa Öyküsü, Haz. Nejdet Bilgi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa, 2008.
MC CARTHY, Justin, Ölüm ve Sürgün, (Çev: Bilge Umar), İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 1998.
MERT, Hasan, “Manisa Yangını (6-8 Eylül 1922)”, Yüzüncü Yılında Milli Mücadele Döneminde Manisa, C.I, Editörler: Nurettin Gülmez ve Nejdet Bilgi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2020, ss.637-657.
MISIROĞLU, Kadir, Yunan Mezalimi (Türkün Siyah Kitabı), Sebil Yayınları, İstanbul, 1969.
MİLAS, Herkül, Göç (Çev: Damla Demirözü), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
NEYZİ, Leyla, “Ben Kimim” Türkiye’de Sözlü Tarih, Kimlik ve Öznellik, (Çev: Hande Özkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
ÖZGEN, Abdurrahman, Milli Mücadelede Türk Akıncıları, Baysan Yayınları, İstanbul, 1982.
Prof. Dr. Fethi Serter Hayatı ve Eserleri, Hazırlayanlar: Dr. Eren Akçiçek ve Dr. Mehmet Karayaman, İzmir, 2010.
SU, Kamil, Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.
ŞARMAN, Kansu, “Manisa’da Yangın Müfrezeleri”, Popüler Tarih, S.44, 2004, ss.14-15.
TOLLU, Cemal, “Kurtuluş Gününde İzmir’e Giren Birliklerin İçindeydim”, Hayat Mecmuası, 5 Eylül 1963, ss.12-13.
TOLLU, Mehmet Cemal, Talimgâh’tan Güzel Sanatlara (1921-1923), Haz. Dr. Servet Avşar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
ULUÇAY, Çağatay, İbrahim Gökçen, Manisa Tarihi, Manisa Halkevi Yayınları, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1939.
YEĞİNOBALI, Nihal, Cumhuriyet Çocuğu, 10. Baskı, Can Yayınları, İstanbul, 2014.
YILDIZ, Mahir, 61’İnci Fırka Komutanı Kazım Özalp’in Balıkesir’deki Faaliyetleri (15 Mayıs 1919-30 Haziran 1920), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir, 2009.
YÖRÜKOĞLU, M. Nuri, Manisa Yangını Triumvira Müsellese yahut Üç günlük Tahrip Altı Asırlık Bir İmar, Celal Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi TürkTarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Manisa, 2002.
www.turkiye.gov.tr (15.02.2018 tarihinde, Ali Hakan Ünsal tarafından erişilmiştir.) Kızılhaç Arşivi, https://avarchives.icr.org/Film/5436.
(17.02.2021 tarihinde erişilmiştir.)
Makale, ekler ve dipnotlar makalenin orjinal metnindedir. Orjinal metin için kaynak: Nurettin Gülmez, Bünyamin As, “Serez Muhaciri Mehmet Lütfullah Gökçen’in Milli Mücadele Anıları”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XXI/42 (2021-Bahar/Spring), ss. 205-235; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1894790 (27.02.2023. 22.19).
Not: Mehmet Lütfullah Gökçen fotoğrafı için, Ali Hakan Ünsal Özel Aile Arşivi. s.21.
Nurettin GÜLMEZ** Bünyamin AS***
Öz
Bu makalenin konusu, Mehmet Lütfullah Gökçen’in anılarıdır. Gökçen’in anıları Latin harfleri ile daktilo edilmiş olup A4 boyutunda, otuz beş (35) sayfadan ibarettir. 19741975 yıllarında yazılmıştır.Lütfullah Gökçen, 1900 yılında Serez’de doğmuştur. Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Ferahi, Osmanlı Ordusu’nda yüzbaşılığa kadar yükselmiştir. Gökçen’in annesi ise Saide hanımdır. Lütfullah Gökçen, Ahmet Paşa İlkokulu’nu bitirdikten sonra Serez Rüştiyesine 1910 yılında kaydolmuş ve rüştiyedeki ikinci yılının sonunda ortaya çıkan Balkan Savaşı nedeniyle okulundan alınmış ve Balkan Savaşı sonrasında ailesiyle birlikte Serez’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Lütfullah Gökçen ve ailesi 1913 yılında, Selanik’ten bindikleri bir Rus gemisiyle İzmir’e gelmişler ve daha sonra da Manisa’ya yerleşmişlerdir.
Lütfullah Gökçen, Birinci Dünya Savaşı yıllarında silâhaltına alınmış ve İzmir’in işgaline kadar İzmir’de Pasaport Karakolunda askerlik görevini yapmıştır. İzmir’in işgalinden önce ise Manisa’ya dönmüştür. Manisa’nın işgal ve kurtuluş yıllarına tanıklık etmiştir.
Gökçen, 5-6 Eylül 1922 yılında başlayan Manisa Yangını’nın nasıl çıktığı ve Manisa’yı kimlerin nasıl yaktığı sorusunun cevabını yazmıştır. Lütfullah Gökçen, 8 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusunun Manisa’yı kurtarması sonrasında, Türk ordusuyla birlikte kaçanların takip, arama ve tarama görevlerine gönüllü olarak katılmıştır. Gökçen, Manisa’nın kurtarılmasından sonra ise şehirde güvenliğin sağlanması çalışmalarını, bir süre yerine getirmiştir.
Gökçen, anılarında Kazım Özalp, Sarı Edip Efe, Parti Pehlivan, Müftü Âlim Efendi, Çerkez Ethem, Topal Osman gibi Milli Mücadele’nin önemli isimleriyle ilgili bilgiler vermiş ve 1922 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir Kordonu’ndaki konuşmasını dinlemiş ve hatıratında bundan da söz etmiştir.
Lütfullah Gökçen’in anıları günü gününe yazılmamış ve daha sonra kaleme alınmıştır. Lütfullah Gökçen, sade bir Türk vatandaşı olarak anılarını kaleme almıştır.
Bu bildirinin amacı; bugüne kadar yayımlanmamış bir hatıratı gün yüzüne çıkarmak, Yunanlıların Manisa’yı işgali, Manisa’nın Yunanlılar tarafından yakılması, Türk ordusunun Manisa’yı işgalden kurtarması gibi konulara, sade bir Türk vatandaşının bakışını ortaya koymaktır.
Giriş
Mehmet Lütfullah Gökçen’in anıları[1], Latin harfleri ile daktilo edilmiş, A4 boyutunda ve otuz beş sayfadan oluşmaktadır. Bu eserde yazım yılı ve yazım yeri hakkında bilgi yoktur. Hatıratın üç farklı yerinde 1974 ve bir yerinde ise 1975 tarihi yazılmıştır.[2] Eserin altı farklı yerinde, yazarının Lütfi Gökçen olduğu belirtilmiştir.[3] Gökçen anılarında, 13-22 yaşları arasında Manisa’da yaşadıklarını ve gördüklerini konu edinmiştir. Gökçen anılarında, yazım yılı olarak 1974-1975 yıllarını vermektedir. Yani Gökçen, olayların üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra hatırladıklarını yazıya dökmüştür.Gökçen hatıratında; vatanımız, şehitlerimiz, askerlerimiz ve Gazi Mustafa Kemal Paşa için yazdığı şiirlere de yer vermiştir.
Manisa Yangını’nın nasıl ve nereden başladığı konusunda kaynaklarda farklı iddialar vardır. Nusret Köklü, Yunanlıların 5 Eylül gecesi saat 20.00’de şehir içinde bulunan askeri kışlayı yakarak yangını başlattıklarını, 6 Eylül sabahı çarşı ile bütün şehri ateşe verdiklerini belirtir.[4] Çağatay Uluçay ve İbrahim Gökçen, ise yangının 6 Eylül 1922 Çarşamba gecesi saat 4’te, Karaköy çarşısında çıktığını[5], Kamil Su ise 6 Eylül’de sabaha karşı çarşıda başladığını belirtmektedir.[6] Gökçen ise, hatıratında Manisa’yı yok eden yangının 5-6 Eylül 1922 gecesi başladığını ifade etmektedir. Hatıratında yangınla ilgili ayrıntılı bilgiler de vermektedir. Örnek olarak anılarının dört farklı yerinde, Manisa’yı yakıp yıkanların, Yunan ordusuyla birlikte hareket eden Ermeni ve Rum çeteleri ile Çerkez Ethem ve adamlarının olduğuna dikkat çekmektedir.[7]
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Hayatı
Mehmet Lütfullah Gökçen, 16 Temmuz 1900 yılında Serez’in Hacıalibey Mahallesi’nde doğmuştur.[8][9] Gökçen’in babası, Ahmet Hamdi Ferahi ve annesi Saide Hanımdır.[10] Babası Ahmet Hamdi Ferahi, hukuk mezunudur.[11] Gökçen’in dedesi Müstantik[12] Mehmet Hakkı Efendidir ve onun babası ise Sultan Murat Han zamanında, Hazinedar Ağası[13] olarak sarayda çalışmış ve emekli olunca da Selanik’in Çayağzı[14] denilen mevkiindeki çiftlik, kendisine hibe edilmiştir. Gökçen’in dedesi Mehmet Hakkı Efendi, Emine Hatun ile evlenmiş ve Salih, Emin, Hayriye, Raif ve Ahmet Hamdi adında beş çocuğu olmuştur.Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Ferahi, Serezli Osman kızı Saide ile evlenir ve bu evlilikten Lütfullah, Lütfiye, Fatma, Hadiye, Hüsniye, Süleyman ve Hatice adında yedi çocuğu olur. Lütfullah Gökçen’in kardeşi Hüsniye, Birinci Dünya Savaşı zamanında geçirmiş olduğu kızamık hastalığından ve Fatma ise benzin ile yanarak vefat etmiştir.[15] Bulgarların Serez’i işgali sırasında doğmuş olan kardeşi Süleyman[16] ise, 1936 yılında intihar etmiştir. Gökçen’in babası Ahmet Hamdi 1931 yılında geçirdiği bir ameliyat sonucu, annesi Saide Hanım ise 1967 yılında böbrek iltihabı nedeniyle vefat etmiştir.16
Gökçen, 1909 yılında dokuz yaşında iken Serez’deki Ahmet Paşa İlkokulu’nu bitirmiş[17] ve 1910 yılında Serez Rüştiyesi’ne başlamıştır. Gökçen’e göre, rüştiyede okutulan Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri çok ağırdır.[18]
1910 yılında Balkanlarda gittikçe artan asayişsizlik yüzünden yollar kesilmekte ve katliamlar yapılmaktadır. Serez’de asayişi sağlamak için Redif Taburu kurulmuştur. Kazım (Özalp) Bey[19] binbaşı rütbesi ile Ahmet Hamdi Ferahi de yüzbaşı olarak, Redif Taburu’nda görev yapmışlardır.[20]
1912 yılında bir Cuma günü, Serez Çarşısı’nın en kalabalık yeri olan Eski Cami duvarı dibine, Bulgar eşkıyaları tarafından saman torbası içine konulan saatli bombanın infilak etmesi sonucu, orada bulunan birçok insan yaralanmış ve ölmüştür. Bulgar eşkıyaları, Gökçen’in okuduğu Serez Rüştiye Mektebi’nin mazgal deliğine de bomba koymuşlardır. Fakat bomba fark edilmiş ve etkisiz hale getirilmiştir.
Bomba olayından sonra Gökçen’in babası Ahmet Hamdi Bey, oğlu Lütfullah Gökçen’in okula gitmesini istememiş ve bu nedenle onu okuldan almıştır. Bu olaylar sadece Gökçen’in değil arkadaşlarının da tahsil hayatının yarım kalmasına neden olmuştur.[21] Gökçen, rüştiyenin ikinci sınıfından ayrılmıştır. 1912-1913 yılları arasında yaşanan Balkan Harbi, Gökçen’in eğitim ve öğretim hayatını bitirmiştir.22 Gökçen, bu olaylar sonucu, “hayatındaki ilim irfan meşalesinin söndüğünü” belirtmektedir. Gökçen ve ailesi, hatırattaki bilgilere göre, 1913 yılında Serez’den Manisa’ya göç etmiştir.
Anadolu’ya Göç
Balkan Savaş’ında Osmanlı Ordusu bozguna uğramış ve Bulgarlar, Serez şehrini işgal etmiştir. Bulgarların Serez’de iki saat kadar devam eden katliamında sekiz on bin Türk ve Müslüman katledilmiştir. Bulgar zulmü, vahşice devam etmiştir. Yunanlılar ile Bulgarlar arasında sınır anlaşmazlığı çıkmış, Bulgarlar Selanik’ten çekilmek istememiş ve bunun üzerine Yunanlılar geri çekilmek zorunda kalmıştır.[22]Balkan Savaşı’ndan sonra Gökçen, Serez’den göç etmenin zorunlu bir hal aldığını kaydetmektedir. Sıkıyönetim olduğu bir zamanda, Emine teyzesi ve Zihni[23] eniştesi ile birlikte, yani ailecek göç etme kararı aldıklarını yazmaktadır.[24] Gökçen, geride dedesi Osman Efendi ile ninesini ve halalarını bırakıp, kiraladıkları iki Rum arabacıyla gece karanlığında, Bulgar-Yunan Harbi esnasında yanmış binaların ve mağazaların arasından Serez’i bırakarak, Selanik’e doğru yola koyulmuşlardır.[25] Gökçen’in deyimiyle “Cennet misali mümbit ovalara sahip Serez’i arkalarında bırakmışlardır.”[26] Daha sonra, Karasu Köprüsü’ne geldiklerinde, köprünün Bulgarlar tarafından havaya uçurulduğunu görmüşlerdir. Gökçen’in babası da yıkılan köprünün inşaatında çalışmış ve oradaki muhacirlerle köprüyü tamamlamışlardır. Köprünün yapımı ile alakadar olan komutan: “Sen subaysın Yunanlılar aleyhine çok şeyler yapabilirsin” diye babasını alıkoymak istemiş ve kalması konusunda ısrarcı olmuşsa da bütün ailenin yalvarması ve ağlaması sonucu yola devam etmelerine izin vermiştir. İlk önce onların arabası, onarılan köprüden geçmiştir.
Köprüden karşıya geçtikten sonra yolun sağında solunda Yunan ve Bulgar askerlerinin ceset kokuları içinde, ikindi vakti şiddetli bir yağmur altında yollarına devam etmişlerdir. Güvezne köyü yakınlarında havanın açıldığı bir zamanda ve her yanlarında cesetlerin bulunduğu bir ağacın altında dinlenmişlerdir. Selanik yolu üzerinde Lahna köyünde geceyi geçirmeye karar vermişlerse de gece yarısında arabacılar, “haydi gidiyoruz”, deyince, Selanik yoluna devam etmek durumunda kalmışlardır.[27] Orlak Köprüsü[28]’ne doğru yol aldıkları bir sırada Yunan devriyesi yollarını kesmiştir. Ahmet Ferahi, Yunancayı iyi bildiği için, Yunan devriye kumandanı ile anlaşmıştır. Bunun üzerine Yunan devriye kumandanı yola devam etmelerine izin vermiştir.[29]
Yola çıktıktan sonra, ertesi günü kuşluk vaktinde Selanik’e ulaşmışlardır. Onları yolda iki sivil Yunanlı durdurmuş ve doğruca Mevlevihane denen yere götürerek karantina altına aldırmıştır. Birkaç gece karantina altında kaldıktan sonra, babasının doktora bir sarı lira rüşvet vermesi sonucu serbest bırakılmışlardır. Sonrasında babasının Selanik’in Kule Kahveleri civarında kiraladığı üç katlı eve geçmişlerdir.[30]
Gökçen, Zihni eniştesiyle birlikte babasının pasaport işlemlerini halletmeye gittiği bir günde, Selanik’in çarşılarına ve Vardar Kapı civarına gitmişlerdir. Orada askerlerin nişan alıp da vuramadıkları hedefleri eniştesinin vurması üzerine, Yunan askerlerinin derhal eniştesinin etrafını sararak: “Sen çetesin vre!” diyerek eniştesini tartakladıklarını, kendisinin ağlamaya başlaması üzerine eniştesini serbest bıraktıktan sonra oradan uzaklaştıklarını yazmaktadır. Gökçen, “O günkü korkuyu hiç unutmadığını” belirtmektedir.
Gökçen’in, eniştesiyle birlikte Selanik’te gezerken, denizin üzerinde dökülmüş peksimetler dikkatini çekmiştir. Konuyu etraftakilere sorduklarında, Osmanlı ordusunun düşmanın eline geçmemesi için peksimetleri denize döktüğünü öğrenmişlerdir.[31] Gökçen, “Atamızın doğduğu Selanik, aklımdan hiç çıkmadı” diye belirtmektedir.[32]
Gökçen, Selanik’in Kule Kahveleri’ndeki bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: “Selanik’te Kule Kahveleri’nde oturduğumuz evde pencereden dışarısını seyrederken, siyah şalvarlı, başlarında sünnet takkesi gibi bir serpuş ve bellerinde beyaz çizgili kuşağı ve tabancası bulunan iki jandarma bir çocuğu yakaladıkları gibi öyle fena dövdüler ki. Yerden yere yuvarladıkları o çocuk, ne kabahat yapmış ki dövdüler? Çocuğa sorduğumda, bir lokma ekmek parası istediği için bu fenalığı yapmış olduklarını öğrendim, doğrusu. Bu muamele, vahşetten başka bir şey değildir. Medeniyet nerede kaldı? Medeniyeti, Yunanlılar hiçbir zaman bulamayacaktır.”
Gökçen ve ailesi, Avrupa’nın incisi olarak nitelediği Selanik’ten bir Rus vapuruna akşamüzeri binerek hareket ederler. Sonrasında İzmir’in Urla Limanı’na gelirler. Orada bir hafta kaldıktan sonra çarklı bir körfez vapuruyla 20 Ağustos 1913’de İzmir rıhtımına çıkarlar. Babası rıhtıma çıktıktan sonra Pasaport iskelesindeki Türk bayrağını gözyaşları içinde öper.[33] Basmahane civarındaki Hacı Sadık Bey’in oteline yerleşirler. Orada yirmi dört saat kadar kaldıktan sonra Manisa’ya gelirler. Binbir macera ile geldikleri Manisa’da vatan hasreti içinde, yersiz, yurtsuz ve zavallı bir muhacir olarak, Manisa çarşısına yakın olan Kolcubaşı Hanı’na yerleşirler.[34] Burada yaşamak perişanlık oluyor diyerek daha önce Manisa’ya gelen ve Velioğlu mahallesinde kiraladığı evde oturan amcalarına giderler. Ancak maalesef amcası da onları istemez ve mecburen Kırkdamla denilen Kayaser Mahallesi’nde bir ihtiyar kadının evini kiralayarak yerleşirler.[35] İlerleyen günlerde babası Ahmet Hamdi Ferahi, dokuz kişilik ailesi için Niflizade Mahallesi’nde bulunan iki odalı bir yer evi tutar ve oraya taşınırlar. Ancak tuttukları ev küf ve rutubet içindedir. Babası geçimlerini sağlamak için ufak tefek ticari işlerle meşgul olur.37
Ahmet Ferahi, oğlu Gökçen’i bir sanata vermek istediğini söyler. Ancak Gökçen, babasına okumak istediğini belirtir. Babası onu dinlemez. Bekir Usta diye bilinen bir keçe ustasının yanına verir. Ustasına da “Eti senin kemiği benim” demesini de unutmaz. Gökçen bu işe 13-14 yaşlarında 1914 yılında bir kuruş yevmiye ile başlar ve kısa zamanda yevmiyesi altı kuruşa kadar çıkar.[36] O yıllar Gökçen’in ailesi için, yokluk nedeniyle çok sıkıntılı geçer.39
Birinci Dünya Savaşı yıllarında 15-16 yaşlarında iken, cüsseli olması nedeniyle askere alınır. Rüştiye tahsili var diye İzmir’deki Bornova Jandarma Efradı Cedide okuluna gönderilir. Bir süre eğitim gördükten sonra, İzmir Hükümet Konağı’nın avlusunda, İzmir Alay Kumandanı olarak görev yapan Sarı Edip Efe’nin[37] emrine verilir. Sarı Efe, gelen gruba morallerini yükseltici bir nutuk çeker. Gökçen, ilkönce Kantar Karakolu’nda, sonrasında ise Pasaport Karakolu’nda görevlendirilir. Burada Yunanlıların İzmir’i işgaline kadar, asayişi sağlama görevinde bulunur.[38]
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anılarında Manisa’nın İşgal Günleri
Mehmet Lütfullah Gökçen, 1919 yılının 15 Mayıs’ından sonra bir ara, Manisa’nın işgaline yakın, Manisa’da Parti Pehlivan[39] tarafından kurulan, Kuva-yı Milliye örgütüne katılmak ister. Ancak Gökçen’in daha önceki askerlik görevi nedeniyle Yunanlılar tarafından evi basılır ve Merkez Karakolu’na kapatılır. Manisa’yı işgal eden Yunan Ordusu’nun kurmay subaylarından birisi, babasının Serez’de Rum Mektebi’nde Türkçe hocalığı yaptığı yıllarda öğrencisi olması nedeniyle on beş günde bir imza vermek koşuluyla salıverilir. Böylece sürgüne gönderilmekten ya da kurşuna dizilmekten kurtulur. Bu nedenle Parti Pehlivan’ın Kuva-yı Milliyesine katılamaz. Yine de esaretten kurtulacaklarına olan inancını ifade eder. [40]Bir gün iki vatandaşımızın kollarının ve bacaklarının lime lime kesilerek feci bir şekilde katledilmiş cesetlerini Hatuniye Camisi’nde görür. Gökçen bu kişilerin, Gediz Nehri civarındaki tarlalarında karı koca, çoluk çocuğuyla yatmakta iken; birkaç yerli Rum ve Yunanlı tarafından katledildiklerini belirtmektedir. Bu kişilerin toprağa verilmeden önce dönemin Manisa Müftüsü Âlim Efendi[41] tarafından fotoğrafları çekilmiş, Yunanlıların yaptığı mezalimi göstermek için, İsviçre ve diğer dünya devletlerine gönderilmiştir.[42] Gökçen, bu dönemde ne satmaya kalksa yerli Rumlar ve Yunanlıların yağmasıyla karşılaştığını, ancak elinden bir şey gelmediğini yazmaktadır. Yapacak bir şeyi olmadığını ve yabancı bir devletin esaret zincirinden kurtulmak için Allah’a dua etmekten başka bir yolun bulunmadığını ifade eder.46 O günlerde Gökçen, bir miktar umutsuzdur.
Manisa Yangını
Mehmet Lütfullah Gökçen anılarında, Manisa Yangını ve sonrasını şöyle anlatmaktadır: “Manisa’nın, Çerkez Ethem ve Rumlar ile Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılması, 5-6 Eylül 1922 tarihindedir.47 5-6 Eylül gecesi Manisa’nın ilk yangını Hüsrev Ağa Camii civarında çıktı. Sonrasında çarşıda ve diğer yerlerde yangın başlamış oldu. Yangın çıktığı zaman öyle bir fırtına çıktı ki, bu fırtına, yangını şehrin batısından aldı, Manisa’nın çarşısı, Dilşikar, Alaybey ve Niflizade Mahallelerine taşıdı. Yangının Niflizade Mahallesindeki evimize doğru gelmekte olduğunu görünce, torbalarımıza biraz yiyecek alarak evimizin dağa olan cihetinden dağ kısmına doğru hareket etmek üzere iken yangından sıkışmış bir Çerkez48 süvarisinin gelmekte olduğunu gören Ali Eniştem, o süvarinin önünü kesti, onu itlaf etti ve bir ara ortadan kayboldu.”49 Gökçen bu serserilerle savaşmak istediğini, babasına söyler. Gökçen, babasının, “Senin silahın yok ki bırakayım. Silah bulduğumuz zaman gene de dövüşmeye gidersin, dediği vakit gözyaşlarına boğuldum. Çoluk çocuk arkamızdan atılan kurşun yağmuru altında Spil Dağı’nın50 zirvesine ulaşabildik.”51 Böylece Manisa Dağı’na çıkmışlar ve o geceyi fundalıklar arasında geçirmişlerdir.52 Doğudan batıya uzanan Manisa’nın dörtte üçü, Rumlar ve Çerkez Ethem çeteleri tarafından yakılmıştır. Manisa halkının başını sokacağı bir yuvası bile kalmamış ve her yer, yerle bir olmuştur.53Manisa Yangını ile ilgili Gökçen’in anlattıkları çok sınırlıdır ancak yangın başka kaynaklara da yansımıştır.
7 Eylül 1922’de İtalyan Konsolosu Kont Carlo Senni, İstanbul Büyükelçiliğine gönderdiği telgrafta, Salihli, Turgutlu ve Manisa ile buralara bağlı bütün köylerin,
İzmir’e doğru kaçan Yunanlılar tarafından yakıldığını belirtmiştir.54
Manisa’yı işgalden kurtaran General Seyfettin Çalbatur, 8 Eylül 1922 günü hatıraları ise şöyledir: Yunanlıların Türk köylerini kâmilen yaktığını, fakat boşalttıkları Hristiyan köylerinin olduğu gibi durduğunu, Yunanlıların geri çekilirken yangın müfrezeleri, yıkmak ve yok etmek için tahrip müfrezeleri ve öldürme müfrezeleri teşkil ettiğini belirtir. Öncü alaylarının düşmanın makineli tüfekleri ve piyade ateşleri ile karşılandığını, düşmanın bu önleme faaliyetinden yararlanarak, şehrin ayakta kalan diğer binalarını da ateşe verdiğine dikkati çeker. Yunanlılarla sokak çarpışmalarından sonra, şehre girebildiklerinde, yangının korkunç gürültüsüne, karışan kadınların acı feryatlarına, yerlerde öldürülmüş insan cesetlerine şahit olduğunu ifade etmektedir.[43]
Manisa’yı alevler içinde görenlerden birisi de Cemal Tollu’dur. Tollu, üç günden beri yanan Manisa’ya ne kimsenin girebildiğini ne de çıkabildiğini, vazifesi gereği alev ve duman içinde kavrulan Manisa’nın kenar mahallesinden geçerken arkadan ateş edildiğini, bu durumu alayı için tehlike görmediği için İzmir’e doğru yoluna devam ettiğini ve dağlarda bekleyen Manisa halkının endişeli olduğunu belirtmektedir.[44]Yunanlıların Anadolu’dan çekilmesinden sonra bölgeyi gezen Fransız devlet adamı Franklin Bouillon, Paris’te Le Matin gazetesine, Yunan mezalimi hakkında şöyle bir beyanatta; Anadolu’da Yunanlıların her şeyi yakıp yıkarak yerle bir etmiş olduğunu, yalnız Manisa’da on bir bin evden, on bini yakıldığını, bu yangını gözleriyle gören Fransız vatandaşı olan pek çok kişiye sorduğunu, bunların söylediklerinin, dehşet ve korkunç olduğunu, Yunan subaylarının bizzat yangını planlayıp hazırladıklarını ve “Buraya biraz daha petrol dökünüz! Burayı yakmayı unutmayınız!” gibi emirleri kulaklarıyla duyduklarını belirtmiştir.[45]
Franklin Bouillon’un demecine konu olan olaylar, Nihal Yeğinobalı’nın Cumhuriyet Çocuğu adlı eserine de yansımıştır. Buna göre, 1922 tarihinde Manisa’da Fransız rahibeler büyük bir taş binada okul, hastane ve yetimhane işletmektedir. Yangın başlayınca dağa kaçamayan, evleri yanmış ve yanmakta olan pek çok kişi, Fransız rahibelere sığınmıştır. Rahibeler de yangından kaçıp, kendilerine sığınan Türkleri binanın bodrumuna saklamışlardır. Binanın bodrum katında kadın, erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar pek çok kişi üst üste saklanmışlardır. Yunan askerleri defalarca, ellerinde gazlı paçavralarla kapıya dayanarak rahibelere, “Siz burada Türk saklıyorsunuz, binayı yakacağız” demişer ve rahibeler de “Burası yetimhane ve hastane, etmeyin, etmeyin” diye onlara yalvarmışlardır. Bu durum üç gün boyunca sürmüştür. Rahibeler, her defasında Yunan kundakçıları geri göndermeyi başarmışlar ve böylece pek çok Manisalının hayatını kurtarmışlardır.58 Ayrıca Manisa’da bir Fransız papazı ve iki Fransız yetkilisi de Manisalı bazı kadınları evlerinde saklayarak onların hayatlarını kurtarmıştır.[46]
Manisalı Şair İlhan Berk, Manisa Yangını’na ait anılarını şöyle anlatmaktadır: “Ben çocuk olduğum dünyayı alevler içinde buldum. Bütün kent bir gömlekle dağa çıkmıştı. Askerlerimiz aşağıda düşmanla savaşıyordu… Yanan kenti bir zaman dağdan seyrettik. Bir akşam kente indiğimizde de evimizin yerinde yeller esiyordu… Kentte hala dumanlar tütüyordu.”60
1922 yılı Eylül başında beş altı yaşlarında bir çocuk olan[47] Oğuz Gökmen de, Manisa Yangını’nı şu şekilde anlatmaktadır: “…Hatırlıyorum olayları. Sadece kadınlardan, çocuklardan birçok yaşlı ihtiyarlardan oluşan bir kafile ile Mevlevihaneye doğru çıkarken uzaktan Yunan askerlerine rastladık, rast gele üzerimize ateş açtılar, vurulan yaralananlar oldu, hemen yakındaki eve sığındık, kapılar içeriden sürgülendi, eczacı olan dayımın karısı yengemin herhalde bir kolaylığı ve alışkanlığı vardı ki, tentürdiyotla, sirkeye bastırılmış pamuk ve bezlerle yaralananların kanlarını temizlemeye çalıştı durdu idi. Yunan askerlerinin saklandığımız evin etrafına gaz yağı dökerek evi ateşe verdiklerini neden sonra fark edebildik. Alevler arasında evden çıktığımızda sonuncu Yunan askerini kaçarken uzaktan gördük, hem kaçıyorlar hem de rastladıkları evleri ateşe vermeye çalışıyorlardı. Manisa Dağı’nda Sultan Yaylası’nda tam iki gece geçirdik. Bu iki gün içinde Manisa yandı, kül oldu. Dağda iki geceyi yanmakta olan Manisa’dan yükselen alevlerin ışığında birbirimize sarılarak geçirdiğimizi hatırlıyorum.”[48]
Yavuz Gökmen şehirden Yunan askerlerinin tamamen kaçtığı haberini aldıktan sonra şehre indiklerini ve şehrin için için yanmakta olduğunu, evlerin ve cesetlerin yanık kokularının uzun süre devam ettiğini ifade etmektedir.63
Manisa yangınının önceden planlandığı Tahkikat Heyeti’nin raporunda da belirtilmektedir: “Manisa şehrinde her yerde olduğu gibi daha evvelden mürettep plan dairesinde ve Yunan Merkez Kumandanı Yagorci ile Erkan-ı Harp Reisi Filipos’un emir ve idaresi altında olmak üzere hareket eden göğüsleri kırmızı işaretli ve başları siyah kalpaklı ihrak postaları tarafından yangın ika edilmiştir. Şehir ataşe verilmezden üç gün evvel yerli Rum ve Ermeniler muhaceret etmeğe başlamış fakat Musevilerin bile son gün muhaceretine müsaade edildiği halde Müslümanların şehri terk etmeleri men olunmuştur.”[49]
Kızılhaç Arşivinde, 1922 yılında Yunanlıların Batı Anadolu’dan çekilirken yakıp yıktığı İzmir, Turgutlu, Salihli, Alaşehir ve Manisa’ya ait görüntülerinin yer aldığı on dört dakikalık video görüntüsü bulunmaktadır. Bu görüntülerin o zamanki adıyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılayı) tarafından çekildiği ve Kızılhaç’a gönderildiği düşünülmektedir. Çünkü Yunanlıların, Batı Anadolu’daki şehirlerde işledikleri korkunç vahşet ve mezalim, medeni dünyaya gösterilmeye çalışılmıştır. Ayrıca görüntülerde, Yunanlıların, bu şehirleri nasıl yakıp yaktığı konusunda açıklamalar da bulunmaktadır.[50] Kızılhaç arşivindeki bu görüntüler, Yunanlıların işledikleri suçun ne kadar korkunç boyutta olduğunu göstermektedir.
Kızılhaç Arşivinden başka, Manisa Yangını’nın ne kadar korkunç boyutlarda olduğunu gösteren diğer önemli görsel ise, 11-12 Ocak 1923 tarihinde Frédéric Gadmer tarafından çekilen fotoğraflardır. Frédéric Gadmer, harabe halinde ve adeta bir enkaza dönüşmüş Manisa kentinin 63 fotoğrafını çekmiştir. Bu fotoğraflar günümüzde dijital olarak kullanıma açılmış ve Albert Kahn Koleksiyonu’nda bulunmaktadır.[51] Manisa’nın harabe halini gösteren bu fotoğraflar, Yunan Yangını’nın ve yıkımının kanıtlarıdır. Yunanlıların Manisa’da ve diğer şehirlerde kentleri planlı ve kasıtlı olarak yakıp yıkması ve insanları katletmesi olayı büyük bir insanlık suçudur.
Manisa Yangını’nın yaralarını sarmak için Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından oluşturulan İzmir ve Manisa Heyet-i İmdadiyesi (İlk Yardım Heyeti), eylül ayının ortasından itibaren çalışmalara başlayarak tıbbi ekipman, hububat ve giyim malzemesini özel memurlar aracılığıyla Manisa ve diğer yerlere sevk etmiştir. Manisa’da şiddetli yoksulluk görülmesi, erzak tedarikinde güçlük çekilmesi nedeniyle, çamaşır dağıtımından ve sağlık teşkilatı kurulmasından önce, un dağıtımı yapılmış; ardından da ahaliye çamaşır dağıtımı yapılıp, sağlık hizmetleri verilmeye başlanmıştır.67
Nusret Köklü ve Oğuz Gökmen, çocukluklarında Manisa’da büyüklerin bir olayı anlatacakları zaman yangından önce veya yangından sonra diye söze başladıklarına dikkati çekmekteler[52] ve Nusret Köklü yangının Manisa ve Manisalılar için bir sıfır noktası teşkil ettiğini belirtmektedir.[53]
Nejdet Bilgi, 1922’de Manisa’yı küle çeviren yangına resmi kayıtlarda “Harîk-i Hâil” yani “Korkunç Yangın” olarak isimlendirildiğine dikkati çekmektedir.[54] Yangından sonra Manisa’da taş üstünde taş kalmamış, şehir harabeye dönmüştür. Üç bin beş yüz kişi yanarak, sekiz yüz elli beş kişi kurşunlanarak, öldürüldüğü söylenmektedir. Şehirden zorla kaçırılan kadın ve kızların sayısı bilinmemektedir.71 Manisa’da maddi kayıp da büyük olmuştur. 10700 ev, 13 camii, 2728 dükkân, 19 han, 26 bağ kulesi, 3 fabrika, 5 çiftlik yanmıştır. Köylerde yakılan evlerin sayısı ise 1740 adettir. Ege’nin en zengin ve en büyük şehirlerinden olan Manisa’da binlerce dükkân, ticaret deposu ve mağazalar, kısacası maddi varlığı yok olmuştur. O günün değer ölçülerine göre yangının zarar ve ziyanı elli milyon liranın üzerindedir.[55]
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anılarında Manisa’nın Kurtuluş Günleri
Mehmet Lütfullah Gökçen, elinde silahı olanlardan silah alıp, Manisa’ya savaşmaya gitmek ister. Ancak kimseden silah alamaz. Ertesi günü dayanamaz ve annesi babasının sözlerini tutmayarak, dağdan aşağı inmiş ve top kale istikametine gelince, şimdiki Doğu Kışla’nın bulunduğu istikamette 8 Eylül günü, saat sekiz dokuz sıralarında kahraman Türk süvarileri şehre girmeye başlayınca cesareti artmıştır. Evlerinin bulunduğu yere geldiğinde, evlerinin tamamen yanmış olduğunu ve bir iğnenin bile kalmamış olduğunu görmüştür.[56]Yunanlı ve Rumlardan oluşmuş bir grup, o zaman sadece duvarları yapılmış olan Manisa’nın şimdiki Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nin taş duvarlı pencerelerinden, yaylım ateşi açarlar. Açılan ateş sonucu iki Türk askeri orada, üçüncü asker demiryolunun arasında ve dördüncü asker de demiryoluna yakın bir yerinde şehit düşer. Buradaki çatışmada duvarların arkasına saklanmış Yunan askerlerinin açtığı ateş sonucu öncü süvariler şehit edilmiştir.[57]
Bir süre sonra şehir işgalden kurtarılmıştır. Manisa işgalden kurtulunca minarelerden selalar okunmuş ve kurtuluş müjdesi bu yolla verilmiştir.
Türk Ordusu Manisa’ya girdiğinde Manisa yangını devam etmekte ve her tarafta dumanlar tütmektedir. Yaşadıkları, Gökçen’e: “Bu vatanın kıymetini bilin aziz vatandaşlarım,”[58] diye öğüt vermeye yönlendirmiştir.
Yunanlıların son kafilesi, Çerkez Ethem ile avanesi ve Yunanlıların rehin olarak götürdüğü Manisalı bazı Türkler, dört lokomotifli bir trenle taşınmıştır. Trenin henüz hareket ettiği sırada, beş kişilik bir Türk ekibi tarafından trene ateş açılmış, onların ateşine Yunanlılar trenden inerek karşılık vermiş ve Türk ekibi geri çekilmek zorunda kalmıştır. Yunanlılar, yüzlerce, binlerce kişinin bulunduğu bu tren ile İzmir’e doğru gitmişlerdir.[59] Rumlar, Manisa’dan kaçarken Rum mahallelerini yakmamışlardır.[60]
Gökçen daha sonra Merkez Karakoluna gider ve orada toz toprak içinde olan Türk süvarileri ile kucaklaşır.[61] Gökçen şehirde gönüllü olarak oluşturulan, huzur ve asayişi sağlamak çalışmalarında görev alır. Kendisine verilen silah ve fişekleri kuşanarak bağ bahçe aralarını, kulelerini arama, tarama ve döküntü Rum ve Yunan askerlerini imha etme görevine koyulur.[62] Gökçen, arama tarama esnasında Mebus Osman Bey’in bağ damının yakınındaki bir hendeğin içinde bir Türk kadınının çırıl çıplak ve sekiz on mermi atılarak, memeleri kesilmiş bir şekilde öldürülmüş olduğunu görür.[63]
9 Eylül 1922 tarihinde hava bulutlu ve pusludur. Manisa halkının evleri yanmıştır. Yanan insan cesetlerinin fena kokuları sürmektedir. Ortalıkta ne gaz ne tuz ne de bir lokma ekmek vardır. Köylerde bulunan insanlar, arabalarla ekmek yiyecek getirmekte ve Manisa’da halka dağıtmaktadır. Kış yaklaşmakta olduğu için insanlar nerede boş bir ev buluyor ise oraya yerleşir. Gökçen’in ailesi de Saray Mahallesi’ndeki bir Rum evini mesken tutar. Gökçen, asayiş görevindeyken öncelikle Romanya’ya ait olduğu bilinen bir gaz deposunun kilidini kırdırarak evvela askeriyeye, sonra da halka gaz dağıtımı yaptırır.[64]
Bir süre sonra asayiş için doğruca Horozköy’e gider. Arkadaşlarıyla orada, kilisenin yakınındaki içi eşya dolu bir evde Yunanlı ve Rum olduğu ihbarı alır. Derhal evin kilidini mavzerle kırarak içeriye girer. İçeride kimse olmadığını görünce evdeki eşyaları yağma edip, halka taksim ettirir. Kendisine de bir şilte düşer. Horozköy’den dönerken, oranın yakınlarında bulunan istasyonda duran vagonda, tuz olduğunu öğrenince, vagonun kilidini kırarak içinde bulunan tuzu, etraftaki halka taksim ettirir. Bu olayı gören bir vatandaş Gökçen’e: “Yahu çavuş sen ne yaptın? Bu vagon ve demiryolu Fransızlarındır” deyince, hemen o sözleri söyleyeni susturur ve gereken dersi verir.
Gökçen, kan ve barut kokuları içindeki Manisa’ya döner. Merkez Karakolu’na vardıktan sonra, Malta semtinde açılan yeni karakolda görevlendirilir. Vazifesine burada devam eder.[65] Gökçen, vazifesini yaparken, Manisa’nın her tarafını yangın dumanları kaplamaya devam eder.83
Gökçen, Malta Karakolundaki görevi sırasında, Ayni Dede (Ayn-ı Ali) mezarlığı civarında saklanan Rum ve Yunanlıların, Ayn-ı Ali bitişiğindeki evlerden tehditle ekmek ve yemek istedikleri ihbarını alır. Geceleyin karakolda görevli diğer arkadaşları ile mezarlığın etrafını sarar. Göz gözü görmediği halde bu kaçakları aramaya koyulurlar. Ancak hiçbir ize rastlayamazlar.[66]
Ele geçirilen Yunanlı esirler Manisa’ya ve daha içerideki yerlere sevk edilmeye başlanır. Yerli Rum esirleri, utançlarından ve bilhassa ölüm korkusundan Türklerin yüzüne dahi bakmaktan çekinirler. Bunların içinde Manisa yangını ile alakalı olan on yedi yerli Rum, eski belediye binası önünde Manisa’nın askeri idare heyetinin verdiği kararlar gereğince idam edilir. Bunlardan başka Rumlar da kurşuna dizilir. Gökçen Rumlar için, “Kendileri etti, kendileri buldu” diye yazar.[67]
Vatana ihanet suçundan dört Rum tutuklu, İzmir’e götürülmek üzere Gökçen’e ve bir grup arkadaşına teslim edilir. Gökçen ve arkadaşları bu dört tutukluyu, Manisa istasyonundan İzmir’e, oradan da Sarı Kışla’ya[68] götürürler. Ancak tutukluları Sarı Kışla’daki görevliler, aynı gün teslim almayınca Büyük Salemçioğlu Hanı’nda sabahlayıp, ancak ertesi günü teslim edebilirler.[69]
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Zaferden Sonraki Günleri
Mehmet Lütfullah Gökçen, Manisa’daki gönüllü asayiş vazifesini tamamladıktan sonra kendi işiyle gücüyle meşgul olurken, 27 Şubat 1923 tarihinde askere alınır ve Ankara Sanayi Taburuna sevk edilir. Manisa’dan Alaşehir’e kadar trenle giderler. Elvanlar köprüsünün Yunanlılar tarafından havaya uçurulması nedeni ile tünellerden Elvanlar tarafına geçerler. Ankara’ya giderken yol boyunca Yunan ordusunun kaçarken bıraktıkları topların, mühimmatların ortalığa saçılmış olduğunu anlatır.Afyon’a ulaştıklarında bir hafta kadar camilerde kalırlar. Sonra Eskişehir’e oradan da Ankara’ya ulaşırlar. O zamanlar soğuk ve çamurdan geçilmez bir Ankara ile karşılaşırlar ve Ankara’da sadece Karaoğlan Çarşısı mevcuttur.[70] Ankara Sanayi Taburu’ndan sonra askerlik görevini İstanbul Transit (nakliye) Ambarlarında tamamlar. Ankara’da olduğu bir zamanda ameliyat olur. Ankara’da yattığı hastanede, Milli Mücadele’de yaralanan Yunan generaller[71] ile yan yana kalır. Parasız kalır. Bu sürede Yunan generallerinin yemediği yemekleri yiyerek hayatta kaldığını belirtir.[72]
Gökçen, Birinci Dünya Savaşı’ndaki vazifesinin askerlikten sayılması[73] nedeniyle 11 Haziran 1924 tarihinde terhis olur ve Manisa’ya gelir.[74]
Mehmet Lütfullah Gökçen, 1925 yılında Ramize (Eral) Hanım ile nişanlanır ve 1926 yılında da evlenir. 1927 yılında İrfan adında oğlu olur. Daha sonra Perihan ve Türkan adında iki kızı olur. Kızı Perihan, Şefik Akkum ile Oğlu İrfan Ayşe Hanım ile kızı Türkan da Yozgatlı başçavuş Mustafa Ünsal ile evlenir. Oğlu İrfan’ın, Ufuk, Şafak ve Özlem, kızı Perihan’ın Şenay, Şenol ve Varol, diğer kızı Türkan’ın ise Yaşar Gökhan ve Ali Hakan adında olmak üzere toplam sekiz torunu olur.[75] Mehmet Lütfullah Gökçen, 29 Ocak 1980 yılında[76], seksen yaşında vefat eder.
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anılarında Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir Konuşması
Mehmet Lütfullah Gökçen, İzmir’de olduğu bir zamanda, Gazi Mustafa Kemal’in 1922 yılının Ekim veya Kasım ayı olarak tarihlendirdiği bir konuşmasına tanık olur.[77] Yazının başlangıcında; “Esaretten kurtarıp hür milletler camiası arasında mevki sahibi yapan Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin İzmir Hükümet Konağı balkonundan halka hitabesi” diye bir sunuş yazısı bulunmaktadır.Gazi’nin İzmir Hükümet Konağı’ndaki konuşması sırasında halk çok kalabalık ve coşkuludur. “Yaşa, Varol” sedaları yükselmektedir. Gazi’nin konuşması sırasında Gökçen’in Serez’den eniştesi Sait Bey’in biraderi Yüzbaşı Saderettin’in[78] de inzibat vazifesi yaptığını görür ve ona izdihamı önleme konusunda yardımcı olur. Merasim bittikten sonra, Yunanlıların kaçarken yaktıkları, fuar alanının bulunduğu yerleri (o zaman Frenk Mahallesi olarak adlandırılan) gezip dolaşır ve oraların tamamen yanmış olduğunu görür. Daha sonra Gökçen, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci kordonda büyük bir mağazada halka hitap edeceği haberini alınca, kalabalık arasına katılıp oraya ulaşır. Gazi’nin yanında, o zaman muhafızı olan Topal Osman[79] da maiyetiyle bulunmaktadır. Gazi Paşa şunları söyler: “Aziz ve pek muhterem Türk Milleti, artık vatanımızı düşman istilasından kurtarmıştır. Kılıçlarımızı kınlarına koyup, bu vatanın selamet ve geleceği bakımından sanat ve tarım alanlarında çok çalışmamız gerekmektedir. Her kim ne gibi sanat sahibi ise parmaklarını kaldırıp sarih adreslerini ve sanatının cinsini bildirmelerini rica ederim,” demek suretiyle orada birçok sanat erbabının isim ve hüviyetleri tespit edildikten sonra konuşması sona ermiştir.[80]
Sonuç
Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anıları, bir Türk insanının yaşadıklarını, gördüklerini ve duygularını, dilinin döndüğü kadar ve bütün temizliğiyle yazıya dökmesinden ibarettir. Balkanlarda başlayan, Yunan ve Bulgar zulmünden kaçarak Anadolu’ya sığınan bir ailenin başından geçenlerin, çektiği sıkıntıların, göç yolunda yaşananların, göç sonrası yeni bir yerde yurt tutma, yerleşme ve kendisine yeniden bir hayat kurma çabalarının; tam yurt tuttum derken gelen Yunan işgalinin etkilerinin, Manisa Yangını’nın ve yeni bir devletin doğuşuna tanıklığın hikâyesidir.Gökçen’in Anıları’nda; ideolojik yönlendirmelerin, birilerine düşmanlık duymanın, bir öfke patlamasının ve bir sitemin yansımalarını değil, temiz duygularla gelecek kuşaklara ders verme çabasının ve kendini anlatma denemesinin dışa vurumunu görmek mümkündür.
Gökçen’in Anıları; yerli Rumların, Ermenilerin ve Türk milleti içindeki iş birlikçilerin Yunanlılarla el ele verip Manisa Yangını’nda Manisa’ya ve Manisalılara yapılan zulmün, işkencenin ve verilen zararların yazıya dökülmüş halidir.
Anılar, şiirlerle renklendirilmiş ve bir kahramanlık hikâyesine dönüştürülmüştür.
1910-1922 yılları arasında yaşanan olaylar, 1974-1975 yıllarında yazılmıştır. Bu yüzden bazı isim ve bilgilerin yanlış veya eksik olması, bazı bilgilerin karışmış olması normal görülmelidir. Ancak olayların başrolünde olmayan bir kişi tarafından yazılmış olması dolayısıyla farklı ve önemli bir eserdir. Bu yüzden çalışma, orijinal ve önemlidir.
Bu makalede Etik Kurul Onayı gerektiren bir çalışma bulunmamaktadır.
There is no study that would require the approval of the Ethical Committee in this article.
Bu çalışma “25–27 Nisan 2018 tarihinde Aydın’da düzenlenen Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hatırat Uluslararası Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmuş ancak yayınlanmamıştır.
** Prof. Dr, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, ([email protected]), (Orcid: 0000-0002-4530-0491).
***Öğretmen, Şehit Ömer Halisdemir Ortaokulu, Yunusemre /Manisa, ([email protected]), (Orcid: 0000-0003-0891-896X).
KAYNAKÇA I. Arşivler
Albert Kahn Arşivi, Manisa Fotoğrafları Koleksiyonu. http://collections.albertkahn.hauts-de-seine.fr/ (17.02.2021 tarihinde erişilmiştir.) Ali Hakan Ünsal Özel Aile Arşivi.Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA) Hafız Mustafa oğlu Ahmet Hamdi’ye, ait Tasfiye Talepnamesi, Fon Kodu: 674-2075-37.
- Kitap ve Makaleler
ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ I-III, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 5. Baskı, Ankara, 1997.
AS, Bünyamin, Bir Kuva-yı Milliyeci: Parti Pehlivan, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2020.
AVAN, Hakkı, Onların Hikâyesi, Manisa Kültür Sanat Kurumu Yayını, Emek Matbaacılık, Manisa, 2005.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, Mustafa Kemal 1922-1938, C.III, Remzi Kitapevi, Byy, 1999.
AYDIN, H. Veli, “Balkan Savaşlarından Mübadeleye Serezli Muhacirler”, Uluslararası Mübadele Sempozyumu ve Mübadele’nin 94 Yılı Anma Etkinlikleri 30 Ocak-1 Şubat 2017, Lozan Mübadelesi Yeni Hayat Mücadelesi, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, 2017.
AYIŞIĞI, Metin, Belgelerin Işığında Milli Mücadele Tarihimiz, Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2012.
BALTA, Evangelia ve Soner Aytek Alpan, “Küçük Asya Felaketi’nden Sonra Serez’de Mülteci İskânı”, Toplumsal Tarih, S.239, İstanbul, 2013, ss. 20-34. BERK, İlhan, Uzun Bir Adam, Yazko, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1995.
BELGELERLE YUNAN BARBARLIĞI, Haz. Mehmet Hocaoğlu Berekat Yayınevi, İstanbul, 1985.
BİLGİ, Nejdet, “1922 Manisa Yangını: Harîk-i Hâil”, Kurtuluş, İzmir Büyükşehir Belediyesi, 2020, ss.85-94
BİLGİ, Nejdet, İstiklal Yolunda Bestekâr Bir Müftü Ahmet Âlim Efendi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa, 2008.
BÖKE, Pelin, İzmir 1919-1922 Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2006.
ÇELEBİ, Mevlüt, “İtalyan Belgelerine Göre Saruhan Sancağı’nda Yunan İşgali”, Tarih İncelemeleri Dergisi, C. XXXI, S.1. , İzmir, 2016, ss.115-128.
ÇİLOĞLU, Fahrettin, Kurtuluş Savaşı Sözlüğü, Doğan Kitap, İstanbul, 1999.
DİNÇSOY, Mustafa Niyazi, Yöremizin Tarihinde Turgutlu’nun Dramı ve Mustafa
Kemal Atatürk, Manisa Turgutlu İlçe Halk Kütüphanesi, demirbaş, tasnif, 12651.956.2, Byy, Bty,
ERGÜL, Teoman, Kurtuluş Savaşı’nda Manisa, Genişletilmiş 2. Baskı, Kebikeç Yayınları, Ankara 2007.
GÜREL, Ahmet ve Eren Akçiçek, Uşakizade Köşkü’nden Çankaya Köşkü’ne Latife Mustafa Kemal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
GÖKÇEN, Mehmet Lütfullah, Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anıları, Sayfa: 1-35, (Daktilo Metin), Manisa 1974-1975.
GÖKMEN, Oğuz, Diplomasi, Yamaç Ofset, İstanbul, 2006.
GÜVENÇ, Sefer, (Derleme), Mübadele Öncesi ve Sonrası Eski ve Yeni Adları ile Kuzey Yunanistan Yer Adları Atlası, Lozan Mübadilleri Vakfı, İstanbul, 2010.
HALICI, Şaduman, Ethem, E Yayınları, İstanbul, 2016.
KÖKLÜ, H. Nusret, İşgalden Kurtuluşa, Akademi Kitabevi, İzmir, 1998.
KÖKLÜ, H. Nusret, Ömrümün Kısa Öyküsü, Haz. Nejdet Bilgi, Manisa Belediyesi Kültür Yayınları, Manisa, 2008.
MC CARTHY, Justin, Ölüm ve Sürgün, (Çev: Bilge Umar), İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 1998.
MERT, Hasan, “Manisa Yangını (6-8 Eylül 1922)”, Yüzüncü Yılında Milli Mücadele Döneminde Manisa, C.I, Editörler: Nurettin Gülmez ve Nejdet Bilgi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2020, ss.637-657.
MISIROĞLU, Kadir, Yunan Mezalimi (Türkün Siyah Kitabı), Sebil Yayınları, İstanbul, 1969.
MİLAS, Herkül, Göç (Çev: Damla Demirözü), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
NEYZİ, Leyla, “Ben Kimim” Türkiye’de Sözlü Tarih, Kimlik ve Öznellik, (Çev: Hande Özkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
ÖZGEN, Abdurrahman, Milli Mücadelede Türk Akıncıları, Baysan Yayınları, İstanbul, 1982.
Prof. Dr. Fethi Serter Hayatı ve Eserleri, Hazırlayanlar: Dr. Eren Akçiçek ve Dr. Mehmet Karayaman, İzmir, 2010.
SU, Kamil, Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986.
ŞARMAN, Kansu, “Manisa’da Yangın Müfrezeleri”, Popüler Tarih, S.44, 2004, ss.14-15.
TOLLU, Cemal, “Kurtuluş Gününde İzmir’e Giren Birliklerin İçindeydim”, Hayat Mecmuası, 5 Eylül 1963, ss.12-13.
TOLLU, Mehmet Cemal, Talimgâh’tan Güzel Sanatlara (1921-1923), Haz. Dr. Servet Avşar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018.
ULUÇAY, Çağatay, İbrahim Gökçen, Manisa Tarihi, Manisa Halkevi Yayınları, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1939.
YEĞİNOBALI, Nihal, Cumhuriyet Çocuğu, 10. Baskı, Can Yayınları, İstanbul, 2014.
YILDIZ, Mahir, 61’İnci Fırka Komutanı Kazım Özalp’in Balıkesir’deki Faaliyetleri (15 Mayıs 1919-30 Haziran 1920), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir, 2009.
YÖRÜKOĞLU, M. Nuri, Manisa Yangını Triumvira Müsellese yahut Üç günlük Tahrip Altı Asırlık Bir İmar, Celal Bayar Üniversitesi Manisa Yöresi TürkTarihi ve Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Manisa, 2002.
www.turkiye.gov.tr (15.02.2018 tarihinde, Ali Hakan Ünsal tarafından erişilmiştir.) Kızılhaç Arşivi, https://avarchives.icr.org/Film/5436.
(17.02.2021 tarihinde erişilmiştir.)
[1] Mehmet Lütfullah Gökçen, Mehmet Lütfullah Gökçen’in Anıları, (daktilo metin 1-35 sayfa). 2015 yılının Ekim ayında bir sohbet sırasında Mustafa Özkösemen; “Hakan Ünsal’da dedesinin Milli Mücadele yıllarına ait bir hatıratının olduğunu” belirtti. Vakit kaybetmeden Hakan Ünsal’a ulaşıldı ve dedesinin anılarını görüp göremeyeceğimiz soruldu. Hakan Bey, “dedesinin anılarını görebileceğimizi” söyledi. İki hafta sonra Hakan Bey’in evine gidildi ve “Lütfullah Gökçen’in Anıları’ndan bir nüsha edinildi. Gökçen’in anılarına ulaşılmasının hikayesi budur. Dedesi Mehmet Lütfullah Gökçen’in anılarını kullanımımıza sunduğu için, torunu Ali Hakan Ünsal’a (Annesi tarafından dedesi) müteşekkiriz.
Makale, ekler ve dipnotlar makalenin orjinal metnindedir. Orjinal metin için kaynak: Nurettin Gülmez, Bünyamin As, “Serez Muhaciri Mehmet Lütfullah Gökçen’in Milli Mücadele Anıları”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XXI/42 (2021-Bahar/Spring), ss. 205-235; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1894790 (27.02.2023. 22.19).
Not: Mehmet Lütfullah Gökçen fotoğrafı için, Ali Hakan Ünsal Özel Aile Arşivi. s.21.
FACEBOOK YORUMLAR