Ressamlardan Çallı arzuhalci Dağ pehlivanmış
1930’larda dönemin ünlülerinin Akşam Gazetesi’nde çıkan hayat hikâyeleri Meşhurlardan Portreler adıyla Necati Tonga tarafından kitaplaştırıldı. Kitaptan İbrahim Çallı’nın Yeni Cami önünde arzuhalcilik yaptığını, Şevket Dağ’ın iyi bir pehlivan olduğunu öğrendik. Ayrıca yazarlardan Reşat Nuri Güntekin’in en sevmediği romanı Çalıkuşu imiş, Halit Fahri Ozansoy tiyatrocu olmak isterken yazar olmuş.
Ressamlardan Çallı arzuhalci Dağ pehlivanmış
Pek çok yazar, şair, ressam, tiyatro oyuncusu bizim dünyamızda sanat eserleriyle vardır. Ancak o sanat eserlerinin arkasında bir hayat gizlidir. Bu yüzden bir eserin ortaya çıkış hikayesi kadar o eserin arkasındaki kişinin hikayesi de bizi çeker. Çünkü bu hikayeler sadece o kişiyi bize anlatmakla kalmaz yaşadığı çağ ve toplum hakkında da bilgi verir. İşte 1937 yılında bir dizi imzasız olarak okurla buluşturulan Meşhurlardan Portreler pek çok ünlü ismin dünyasına ayna tutuyor. Necati Tonga’nın Ötüken Yayınları arasında okurla buluşturduğu Meşhurlardan Portreler’den bir seçki yaptık. İşte Aka Gündüz, Reşat Nuri Güntekin, Halit Fahri Ozansoy, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sevket Dağ ve İbrahim Çallı’ya dair ilginç notlar.
İyi bir oyuncuyken gazeteci oldu
Edebiyatta yazdığı dramatik hayatlarla dikkatleri üzerine çeken Halid Fahri Ozansoy Türk edebiyatında tüyler ürperten olayları yazmasıyla döneminde dikkat çeken bir isim. Bunun sebebini ise Ozansoy’un hastane odalarından, ölülerden bahsedecek kadar bu hayatın içinde yer alan bir gazeteci olması. Evet biz onu yaptığı röportajlarla tanıyoruz ama Ozansoy’un en büyük hayali meğer tiyatrocu olmakmış. Ozansoy’un tiyatro merakının hikayesi özetle şöyle: Bir gün İstanbul’a ünlü Fransız film yapımcısı ve tiyatro oyuncusu Andre Antoine gelir. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuzlu tarafından Darülbedavi’yi kurması için çağrılan ünlü ismin yaptığı oyunculuk sınavına Fahri Ozansoy’un yanısıra dönemin ünlü gazetecisi Ali Naci Karacak ile Muhsin Ertuğrul, Behzat Hadi Butak, Hakkı Tahsin gibi isimler de girer. Ancak sınavdan en yüksek puanı Ozansoy alır. Öyle ki Muhsin Ertuğrul bile bu sınavdan 7 puan almış. Ancak oyunculuğu değil yazmayı tercih etmiş.
11 günlük açlık sınavı veren yazar
Hikayeci Ömer Seyfettin’in en yakın arkadaşlarından biri olarak tanıdığımız Aka Gündüz yazar kimliği dışında uzun yıllar yayıncılık da yapmış bir isim. Hakkında yazılanları okuyunca Aka Gündüz’ün hayatının roman gibi olduğu kanaatine varıyorsunuz. İki kere idamla yargılanıp her ikisinde de ipten dönmüş. Daha sonra ise sürgüne gönderilmiş. Gündüz yaşadığı zorluklar karşısında bir gün kendi kendine şöyle bir soru sormuş: Açlığa acaba kaç gün dayanabilirim? Bu sorusunun cevabını bulmak için de 10 gece 11 gündüz çay, su ve sigara dışında bir şey yiyip içmemiş. 11. Gün bir restorana giderek kendine kuru fasulye ve pilav ısmarlamış.
Evlenseydim roman yazamazdım
Bugün hâlâ romanlarını severek okuduğumuz Hüseyin Rahmi Gürpınar nasıl biriydi? 1937 yılında hakkında yazılanlar bugün pek kimsenin bilmediği ayrıntılar aslında. Hüseyin Rahmi döneminde oldukça popüler bir yazarmış öyle ki Heybeliada’daki köşküne her gün çuvallarla genç kızlardan, kadınlardan mektuplar gelirmiş. Hüseyin Rahmi tabiatı çok sevdiği için adalarda yaşamayı seçmiş öyle ki günlerce İstanbul’a inmediği olurmuş. Su bentlerine, ormanlarda yürümeyi seven Gürpınar’ın en yakın arkadaşı ise ünlü yayıncı İbrahim Hilmi Çığıraçan imiş. Düzenli bir hayatı olan yazar düzenli uyur sağlıklı beslenirmiş. Yazı yazması için ise illa keyifli olması gerekirmiş. Gürpınar’ın bir özelliği ise vapurda kadınların kendi aralarında yaptıkları sohbetleri dikkatlice dinlemesi ve hatta zaman zaman onlara fark ettirmeden notlar almasıymış. Bahçesinde özel güller yetiştirirmiş ve gül mevsiminde evine ziyarete gelenlere bu güllerden hediye edermiş. Gelen misafirlerini ise asla ev kıyafetiyle karşılamaz hatta tıraş olmadan yanlarına çıkmazmış. Hastalık döneminde bile bu alışkanlığından hiç vazgeçmemiş. Hiç evlenmeyen yazar, “Evliliğe karşı değilim ancak evlenmek için vaktim olmadı” der bu kadar romanı bekarlığı sayesinde vakit bulup yazdığını söylermiş.
Çalıkuşu en sevmediği romanıymış
Reşat Nuri Güntekin dediğimizde Çalıkuşu, Dudaktan Kalbe , Ateşten Gömlek gibi romanları gelir aklımıza. Ancak onun hayatı hakkında ayrıntılı bilgileri yine bu gazetede çıkan portre yazısından öğreniyoruz. Babası doktor olan Reşat Nuri Güntekin’in en büyük hayali babası gibi doktor olmakmış aslında. Hatta bunun için Beyrut Amerikan Tıbbiyesi’nde okumayı istemiş babası ise onun bu hevesini desteklememiş. Bunun üzerine tiyatro eserleri üzerine tenkit yazan bir muharrir olmuş. Tiyatro tenkitleri yazarken bir yandan da bugün Çalıkuşu romanı olarak okuduğumuz eserini İstanbul Kızı adıyla önce tiyatro oyunu olarak yazmış. Dört perdelik bu tiyatro oyunu o yıllarda pek çok açıdan eleştirilmiş. Mesela İstanbul Kızı olan bu zarif Feride’yi kim oynayacak? Dönemin kadın oyuncuları iri yarı ve kiloluymuş çünkü. Bir de köyü tiyatro sahnesine taşımanın mümkün olmadığı dile getirilmiş. Bütün bu eleştirilerden sonra Reşat Nuri de piyesini geri alıp roman olarak yeniden yazmış. Ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra bu romanı iki kere daha yazmak zorunda kalmış. Bu yüzden Çalıkuşu’yu sevmezmiş. Reşat Nuri hakkında başka da bilgiler var. Mesela kimsenin bilmediği yemek soslarını denermiş restoranlara gidince de bu tarifleri aşçılara vermek istediği için kimi zaman tartışma bile yaşanırmış.
Güçlü bir pehlivan iyi bir ressam
Türk resminin en önemli isimlerinden olan Şevket Dağ aynı zamanda Feyhaman Duran, Malik Aksel, Fikret Mualla gibi pek çok ünlü ressamın da hocalığını yapmış biri. İbrahim Çallı ve Hikmet Onat ile birlikte Türk Ressamlar Cemiyeti’ni kurdu. 1944 yılında İstanbul’da vefat eden Dağ aynı zamanda üç dönem de milletvekilliği yaptı. Kitapta ise Dağ ile ilgili ayrıntılı bilgileri okuyoruz. Neler mi? Mesela Şevket Dağ ile ilgili mizah gazetelerinden sık sık “bir oturuşta bir tepsi börek yer”di denilir ve sofra başında yapılmış pek çok karikatürü yer alırmış. Dağ ise meyveyi çok sevdiğini dile getiriyor. Yine İbrahim Çallı gibi Dağ da Yeni Cami önünde arzuhalcilik yapmış. Ancak onun en ilginç özelliği resimleriyle tanıdığımız Dağ’ın gençken ünlü bir pehlivan olmasıdır. Aynı zamanda iyi bir yüzücü ve kürek de çekmede üstüne yokmuş. Spora merakı devam eden Dağ’ın evinde hala gülleler varmış ve gülle atmayı da severmiş. Dağ içkiyi ağzına bile sürmez ve hatta nefret edermiş. Her gün aksam 10’da uyuyup sabah da beşte uyanırmış. Şevket Dağ’ın Yeni Cami içini yaptığı bir tablosunu bir sergide gören İran şehinşah’ı bu tabloyu çok beğenince satın alınıp ona hediye edilmiş.
Borcunu resimle ödeyen ressam
Türk resminin önemli temsilcilerinden İbrahim Çallı çocuk yaşta yetim kalınca İstanbul’a gelmiş. Çallı, kaldığı han odasının çaycısıyla bir gece eğlenmeye gidince bütün parasını çaldımış. Bunun üzerine de tanıştığı bir tüccarın aracılığıyla Yeni Cami önünde bir süre arzuhalcilik yapmış daha sonra ise adliyede zabit katibi olmuş.
Çallı, zabıt katibi olarak çalışırken Ayasofya yanındaki adliyeye gidip geliyor ve bir İngiliz ressamın Ayasofya’nın resmini yaptığını görerek çok etkilenmiş. Kendisi de resim yapmak isteyince ve Beyazıt’ta Halil Nihad adlı şairle tanışmış. Halil Nihad’ın kaldığı handa kalan ressam Rusyalı Mahmud Çallı’nın aynı zamanda ilk resim hocası olmuş. Daha sonra da çarşı içindeki Rupon Seropyan’a çıraklık etmeye başlamış. Çallı daha sonra Sanayi Nefise’ye oradan da Paris’e gidiyor. Paris’te maddi sıkıntı yaşayan Çallı, otel parasından bakkala borcuna kadar her şeyi resim yaparak ödüyor. Öyle ki ne satın almak istiyorsa onun resmini yaparak hayatını idame ettirmiş.
Yazı ilk olarak 18 Şubat 2024 tarihinde yenişafak gazetesi Pazar ekinde yayınlanmıştır.
FACEBOOK YORUMLAR