Nazım Hikmet'in Dili / Mehmet Kaplan
Nâzım Hikmet’in bir şiirinde Polonya asıllı olduğunu söylemesi ve Borzeçki adını alması, onun kendisini bir Türk olarak hissetmediğini gösterir. Bence onun komünist olmasında bu vakıanın da rolü vardır.
Kendisini içinden Türk hissetmeyen bir kimsenin Türk milliyetçisi olmasını beklemeyiz. Komünizm esas itibariyle milliyetçiliği reddettiğine göre Nâzım’ın komünist olmasını, komünist olunca da Moskova’nın emrine girmesini yadırgamıyorum.
Fakat bunlar Nâzım Hikmet’in bir şair, hattâ iyi bir şair olduğunu söylememe engel değildir. Şair, dili en iyi kullanan insan… Büyük şair ise, dilin bütün imkânlarını kullanan insan demektir.
Nâzım Hikmet, şairliğini büyük nispette Türkçe ile, dili yeni bir şekilde kullanmasını öğrendiği Kus şairlerine, bilhassa Mayakosvki’ye borçludur.
İngiliz şair ve tenkitçisi T. S. Eliot, İngilizcenin en büyük şiir dili olduğunu söylüyor ve bunu İngilizcenin karışık, içinde çeşitli dillerden gelme unsurların bulunması ile izah ediyor:
«İngilizcenin kelime hâzinesi öyle zengindir ki, herhangi bir şairin kelime dağarcığı onun toplam serveti ile kıyaslanacak olsa, çok fakir kalır. Bu, gerçek sebebin sadece bir neticesidir Benim fikrimce bu sebep İngilizcenin çok çeşitli unsurlardan oluşmuş olmasıdır»[1] .
T. S. Eliot. bunu söyledikten sonra İngilizcenin hangi dillerden faydalandığını sıralıyor: «Bu dillerin her biri, İngilizceye kendi musikisini de getirmiştir»[2].
T. S. Eliot, bahis konusu yazısında büyük Alman şairi Goethe’nin şu fikrinden de faydalanıyor:
«Sanat ifade ortamı ile sınırlıdır ve büyük bir şair, elindeki dili en iyi bir şekilde kullanabilen bir kişidir. Gerçekten büyük bir şair, kendi dilini büyük bir dil yapan kişidir» [3].
T. S. Eliot ve Goethe’nin ileri sürdüğü bu fikirler, Türkçe ve Nâzım Hikmet için de doğrudur
Türkçe deyince Dil Kurumu tarafından icat edilen yapma dili değil, Türk milleti tarafından asırlar boyunca kullanılan dili kast ediyorum. İngilizce gibi bu dil de çok çeşitli unsurlardan oluşmaktadır. Onun içinde Türkçe asıllı kelimelerin dışında, Farsça, Arapça, Rumca, Ermenice, İtalyanca ve diğer Batı dillerinden gelme kelimeler de vardır. İngilizce gibi Türkçe de bir imparatorluk dilidir. Tarihin ve coğrafyanın eseridir. Bu kelimelerden her biri ayrı bir mânâya ve ahenge sahiptir. Nâzım Hikmet şiirlerinde işte bu dili kullanmıştır ve iyi kullanmıştır. Kullandığı kelimelerin zenginliği onun şiirine büyük bir renk ve âhenk sağlamıştır.
Nâzım’ın Rusya’da bulunduğu yıllarda, Rusya’da Dadaistler, dili alışılmadık bir şekilde kullanıyorlardı. Kelimelerin seslerinden istifade ederek, kendilerine has yeni «ses orkestrasyonları» vücuda getiriyorlardı. Nâzım da Türkçeyi onlar gibi kullandı ve gerçekten yeni yeni şekiller yarattı.
Bunun, marksizmle organik bir bağlantısı yoktur. Zira Nâzım, kullandığı zengin dili bizzat yaratmamış, hazır bulmuştur, öyle sanıyorum ki Nâzım, yeni hiç bir kelime icat etmemiştir. Aslında bu onun sanat anlayışına da aykırı olurdu. Zira dili, halk ve tarih yaratır. Kelimelerin seslerini kullanarak yeni ahenkler vücuda getirme fikri de Nâzım’a has değildir. Nâzım’dan önce Servet-i fünuncular, onlardan sonra Ahmed Haşim ve Yahya Kemal, dilin fonetik imkânlarından istifade etmişlerdir. Nâzım’ın yaptığı, kelime dağarcığını alabildiğine genişletmesi ve değişik şiir cümleleri vücuda getirmesidir. Onun bu vasıtalarla, benimsediği bir dünya görüşünü anlatması ayrı bir konudur.
Şiir sanatı bakımından önemli olan, dünya görüşü değildir. Tevfik Fikret ile Mehmed Âkif’in, Ahmed Haşim ile Yahya Kemal’in hem dünya görüşleri, hem üslupları birbirinden farklıdır. Onlar da ortak dil hâzinesinden, kendilerine göre kelime seçmişler ve kendilerine has bir şiir dünyası kurmuşlardır.
Cumhuriyet devrinde Nâzım’dan sonra Türkçeyi güzel ve değişik şekilde kullanan birçok şair yetişmiştir. Necip Fazıl’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Cahit Sıtkı’nın, Ahmet Muhip Dıranas’ın, Orhan Veli’nin, Behçet Necatigil’in kelime dağarcıkları gibi mısra ve şiir yapıları da farklıdır. Bu şairlerden bazıları yeni icat edilen kelimeleri kullanırlar ama bunların sayısı azdır. Onların hiç birinde «öztürkçecilik saplantısı» yoktur. Kendilerini bu saplantıya kaptıran şairlerden hiç biri seslerini geniş kitleye duyuramamalardır. Duyurmalarına da imkân yoktur. Zira duygu ve düşüncede «iletişim»[4] ancak herkesin bildiği kelimelerle olur.
Binlerce yıllık bir tarih ve kültürü yok farz eden bir şair veya yazarın, halka vereceği pek az şey vardır.
(14 Temmuz 1982)
Henüz tamamiyle alışamamakla beraber «communication» karşılığı olarak icat edilen bu kelimeyi kullanıyorum. Türkçede bulunmayan yeni kavramlara Türkçenin bünyesine uygun yeni kelimeler icadının aleyhinde değilim. Fakat bu herkesin bildiği kelimelerin yok edilmesini gerektirmez. Türkçeye, son yüz elli yılda Batı dillerinden pek çok kelime girmiş, günlük dile veya ilim diline yerleşmiştir. Bunların da Türkçeyi zenginleştirdiklerine kaniim. Bir kelime millete malolduktan sonra, aslı ne olursa olsun, onu çıkarmaya çalışmak, bence hem abes, hem de düşünce akımını durdurduğundan, zararlıdır. Biz, dünyaya açık bir milletiz. Tarihimiz, dilimiz ve kültürümüz bunun aynasıdır. Öztürkçeciler bu gerçeği görmüyorlar. Nâzım bu bakımdan onlardan çok anlayışlı ve ilerde idi. O zengin ve ahenkli dili kullanmasaydı, geniş bir okuyucu zümresi tarafından sevilir, muhalifleri tarafından dahi, bir şair olarak takdir edilir mi idi? Nâzım, zengin dili ile bir bakıma, Türkiye dışındaki Türklerle de aramızda bir bağ kurmuştur. Uydurma kelimeler kullananların böyle bir şansa sahip olamayacakları açıktır.
[1] T. S. Eliot, «Kültür üzerine düşünceler», çeviren: Doç. Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara 1981, s. 121.
[2] aynı yer, s. 122.
[3] » , s. 122
[4] Henüz tamamiyle alışamamakla beraber «communication» karşılığı olarak icat edilen bu kelimeyi kullanıyorum. Türkçede bulunmayan yeni kavramlara Türkçenin bünyesine uygun yeni kelimeler icadının aleyhinde değilim. Fakat bu herkesin bildiği kelimelerin yokedilmesini gerektirmez. Türkçeye, son yüz elli yılda Batı dillerinden pek çok kelime girmiş, günlük dile veya ilim diline yerleşmiştir. Bunların da Türkçeyi zenginleştirdiklerine kaniim. Bir kelime millete malolduktan sonra, aslı ne olursa olsun, onu çıkarmaya çalışmak, bence hem abes, hem de düşünce akımını durdurduğundan, zararlıdır. Biz, dünyaya açık bir milletiz. Tarihimiz, dilimiz ve kültürümüz bunun aynasıdır. Öztürkçeciler bu gerçeği görmüyorlar. Nâzım bu bakımdan onlardan çok anlayışlı ve ilerde idi. O zengin ve ahenkli dili kullanmasaydı, geniş bir okuyucu zümresi tarafından sevilir, muhalifleri tarafından dahi, bir şair olarak takdir edilir mi idi? Nâzım, zengin dili ile bir bakıma, Türkiye dışındaki Türklerle de aramızda bir bağ kurmuştur. Uydurma kelimeler kullananların böyle bir şansa sahip olamayacakları açıktır.
FACEBOOK YORUMLAR