KURAN'DA ÖLÜ ŞEHİRLERİN DİRİLİŞİ NE DEMEKTİR?

Yüksel Yılmaz Yazdı: Kuran’da mecazın gerçekten de çok sık yer aldığını unutmayalım. Ama mecaz olmayan bir şeyi mecaz kabul etme aşırılığına da kaçmayalım.

KURAN'DA ÖLÜ ŞEHİRLERİN DİRİLİŞİ NE DEMEKTİR?
17 Şubat 2015 - 20:35

KURAN’DA ÖLÜ ŞEHİRLERİN DİRİLİŞİ NE DEMEKTİR?

 

“Kıyamet” sözcüğü “kıyam” yani “ayağa kalkış” demektir. Türkçemize de girmiş ama yanlış kullanılmaktadır. Bu sözcüklerin anlamı dikkate alındığında mesela “kıyamet kopması” yanlış bir ifadedir.   Kur’an’da sıklıkla geçen “yevmu’l-kıyâme” de “ayağa kalkış günü” olarak çevrilmelidir. “Ayaklanma” ya da “başkaldırı” demek de yanlıştır; çünkü isyanı çağrıştırır ve burada isyan yani hesap sorma yoktur; aksine hesap verme söz konusudur. Yevmu’l-kıyâme’nin tam çevirisi “kıyam günü’ dür.

 

Kur’an, yaşayan ölülerden ve onların dirilişinden bahseder: “Ölü (meyyit) iken dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için nur verdiğimiz kimse, hiç içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi olur mu? Fakat kâfirlere yaptıkları güzel görünür.” (En’am: 6/122).

 

Görüldüğü gibi bu ayette ölü “yaşadığı halde” kendisine “nur” verilmediğinden dolayı “ölü” olarak zikredilmiştir. Bir “ölü” gibi yaşarken kendisine “nur” iniyor yani Kur’an’ın nuru ile aydınlanıyor; “Allah ona ruhundan üflüyor” veya “Ona ruh iniyor” ve bu “ruh” soluk yani vahiy gibi ona hayat veriyor; onu diriltiyor; karanlıktan aydınlığa çıkarıyor. Demek ki karanlıklarda kalarak gerçeğin üzerini örtmüş demek olan “kâfir”, Kur’an’da “ölü” (meyyit) kimse ile aynıdır.

 

Kuran birçok yerde mecaz kullandığı gibi burada da meyyit (ölü) kelimesini ilk anlamıyla değil de mecâzî (sembolik) anlamıyla kullanmıştır. O halde Kuran’ın sıklıkla mecaz kullandığını hatırda tutalım. Bu durumda İsa’nın ölüleri diriltmesi ne demek anlaşılıyor olmalı? Onu Allah’a ortak koşmadan anlamanın yolu mecazı devreye sokmaktır. Mecaz şirke düşmekten daha emin bir yoldur.

 

“İsa İsrail oğullarına peygamber olarak seslendi: Ben size Rabbinizden ayet ile geldim. Size çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapıp içine üfleyeceğim; Allah’ın izniyle hemen bir kuş olacak. Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştirip ölüleri dirilteceğim.  Size evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber vereceğim. Eğer imanınız varsa anlarsanız ne dediğimi.” (Al-i İmran; 3/49).

 

Bir kere İsa Peygamberin “mesel” (mecziî) olarak konuşmasıyla dikkat çektiğini hatırda tutmalıyız. Her Peygamberin kendine özgün bir karakteri vardır. Mesela İbrahim Peygamberin mizahçı bir özelliği vardır. Boynuna asayı astığı büyük put hakkında “bu kırdı” demesini hatırlayın. Ardından bir hikmet çıkmıştı. “Rabbim şu, Rabbim bu” dedikten sonra halkına dönüp “bunlar olamaz” demesini hatırlayın. Ardından başka bir hikmet çıkmıştı. İsa peygamberde de onla ilgili ve bize mucize olarak giydirilmeye çalışılan ifade ve olayların hepsi mecaz anlamlarıyla kullanılmışlardır. Çünkü mitolojik ve masalsı algılar hep ortak koşan ve abartan kâfirlerin işidir. Bu onlar için bir beklentidir; mucize beklentisi içindedir. Nitekim Peygamberimizden de mucize beklenmiş, Peygamberimiz mucize göstermediği için sıradanlıkla suçlanmış ve o önceki peygamberler gibi mucize değil hikmet göstermişti.

 

Kuran’da “ölüleri diriltmek” vahiy ile diriltmek, onlara ışığında yürüyecekleri ‘nur’u getirmek, karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır… Kuran’da “körü ve alacalıyı iyileştirmek” manevi gözlerini açmak, manevi kulaklarının pasını silmek, gelen nurla yani dünyaya başka bir gözle bakmalarını sağlamaktır. “Evlerde yediklerini ve biriktirdiklerini haber vermek” evlerde biriken para ve malı başkalarından saklayıp yediklerini bir bir haber vermek, açığa çıkarmak, gerçekleri ortaya dökmek, gizli saklı hiçbir şey bırakmamak demektir. “Çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapıp içine üflemek” ise hayatı sil baştan yeniden kurmak, çamurlarda sürünen bir halkı ayağa kaldırmak, makûs talihi yenmek, talihe mahkûm ve mecbur olunduğu sanılan ağır şartları değiştirmek demektir.

 

Kur’an “ölü şehirlerin” (beldeten meyyiten) dirilişinden de bu üslupla bahseder. “Gökten bereketli bir su indirip onunla kullar için rızık olarak bahçeler ve biçilecek ekinler, birbirine girmiş kat kat tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları bitirdik ve böylece onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte çıkış da böyledir.” (Kaf; 50/11).

 

Bu sözler “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerine” yönelik olarak söylenir. Onlar gökten ve yerden gelen rızkı kendilerine biriktirerek Allah’ın kullarını bundan mahrum bırakıyorlardı. Oysa rızık tüm kullar içindi (rızkan li’l-ibâd). Demek ki bir “belde” de Allah’ın tüm kullar için gönderdiği rızık, birilerinin “evlerinden birikir” ve diğerleri bundan mahrum bırakılarak muhtaç hale getirilirse (sâilin), o belde “ölü”dür. O beldenin dirilmesi için “evlerinde biriktirdiklerini haber veren” bir “rahmet rüzgârının” o beldeye gönderilmesi gerekir. Böylece gökten inen yağmur ve yerden biten nebat tüm muhtaçlar arasında eşitçe bölüşüldüğü (sevaen li’s-sâilîn) zaman, o belde dirilmiş ve karanlıklardan aydınlığa çıkmış olacaktır. İşte şehirlerin dirilişi de böyledir. Diri belde rızık vericinin Allah olduğunun bilindiği ve ona şükredildiği beldedir.

 

Burada “yüz yıl ölüp sonra dirilen şehir” ne anlama geliyor? “Çökmüş, çatıları göçmüş bir şehre uğrayan ve “Allah ölü haldeyken burayı nasıl diriltecek?” diyeni görmedin mi? Allah onu (şehri) yüz yıl öldürüp sonra diriltti. (Şehre) “Kaç yıl kaldın” dedi, “Bir gün ya da daha az” dedi. “Hayır” dedi, “Yüz yıl kaldın.” Yiyeceğine ve içeceğine bak; hiç bozulmamış, merkebine bak... İnsanlar için ne büyük bir ders! Bak şu kemiklere; onları nasıl birbirine geçiriyoruz ve sonra da onlara nasıl can veriyoruz. İşte böyle gerçeği anlayınca o adam “Şimdi iyi biliyorum ki Allah'ın her şeye gücü yeter, hiç kuşkusuz” dedi.” (Bakara; 2/259). Burada dile gelip konuşturulan adamdan ziyade şehirdir. Adam şehrin Allah tarafından dile getirilip konuşturulmasına tanıklık ediyor. Bir şehir nasıl ölür ve sonra nasıl dirilir burada bunu görüyoruz.

 

Gökten inen yağmur ve yerden biten rızık “evlerde biriktirilir”, böylece verilen rızıklar paylaşılmaz (ve mimmâ rezaknâhum yunfigûn), tüm kullara ait (rızkan li’l-ibâd) kılınmazsa, orada derin uçurumlar oluşur. Allah’ın devesi (nagatallah) yani herkese ait olan “kamu” bir kişi ya da grup tarafından boğazlanır yani ele geçirilir ve su kaynakları yani rızık kaynakları eşitçe taksim edilmezse (gısmetun beynehum) o şehrin çatıları göçer, duvarları yıkılır. Böylece o şehir ölür.

 

Böyle yüzyıl ölü kaldıktan sonra, rızıkları evlerinde biriktirerek, açların ve yoksulların ortaya çıkmasına sebebiyet verilmiş, böylece ölmüş, çamurlarda sürünür hale gelmiş ve buna kör ve sağır insanların ülkesi haline gelmiş beldeye Allah “rüzgârlarını” gönderir. O rüzgârlar “Allah’ıın sesi” (kelime) olur, ölü şehrin insanlarına ruh üflerler. Çamurlarda sürünen halka yepyeni bir gelecek vaat eder, körleri görür, sağırları işitir hale getirir, şehrin üzerindeki ölü toprağını atarlar. Evlerde biriktirilenleri haber verirler yani gasp edilen hakları iade ederler. Böylece rızkı tüm kullara ait kılarlar. İşte şehirlerin dirilişi böyledir.

 

Yukarıda zikredilen ayetin bir öncesinde, şehirlerin böyle çatılarını göçerten, duvarlarını yıkan, insanlarını merkep haline getirenlerin kim olduğu açıklanır: Kendisine “mülk” verildi diye Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanlar; “Ben de öldürür ve diriltirim” diyenler… (Bakara; 2/258). Ayetin bir sonrasında ise “Ölülerin nasıl dirileceği” açıklanır. Parçalanmış, bölünmüş, sınıflara, kastlara ayrılmış, ayrı ayrı tepelerde merkepçe bir  yaşama mahkûm edilmiş olanların birbirine alışması, birleşmesi, yekvücut olması yani kuşların yuvaya dönmesiyle…

 

Yukarıda üç ayette peş peşe (Bakara; 258/59/60) mülk konusunda İbrahim ile tartışıp “Ben de öldürür ve diriltirim” diyenden, ölülerin ve ölü şehirlerin dirilişinden bahsettikten sonra 261. ayetten itibaren tâ surenin sonuna kadar 25 küsur ayette neden bahsedildiğine bakınız.

 

“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir (Bakara; 261)… Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, sonra da infak ettiklerinin peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de (Bakara; 262)… Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, zengindir, halîmdir (Bakara; 263)… Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın (Bakara; 264)…Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. (Bakara; 265)… Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolunda infak edin (Bakara; 267)… Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder (Bakara; 268)…”

 

Surenin sonuna kadar tam 25 ayet hem de aralıksız olarak “infak”tan bahsediyor. Sona doğru faiz yiyenler ve bu yüzden borçlandırılanlar yani boyunduruk altına alınanlarla bitiyor. Görüldüğü gibi Kur’an “infak”ı “yağmur”a benzetiyor. Ölü topraklar nasıl yağmur ile dirilirse, ölü beldelerin de infakla dirileceği, iki kat ürün vereceği, canlanacağı anlatılıyor.

 

Kıyametin, ahretin, cennetin, cehennemin ve ölü şehirlerin dirilişinin iki boyutu vardır: Biri “dünyevi” ve diğeri “uhrevi”dir.

 

Kuran’da mecazın gerçekten de çok sık yer aldığını unutmayalım. Ama mecaz olmayan bir şeyi mecaz kabul etme aşırılığına da kaçmayalım.

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum