"İstibdat Devri" Sürgünlerinin Dönüşü

19. yüzyılın ortalarından itibaren yoğunlaşan Batılılaşma süreci, Osmanlı toplumsal katmanlarda sancılı günlere işaret etmekteydi.

"İstibdat Devri" Sürgünlerinin Dönüşü
02 Haziran 2013 - 16:50

Nazmi Eroğlu

tarihistan.org, 01.06.2013

 

"İstibdat Devri" Sürgünlerinin Dönüşü

19. yüzyılın ortalarından itibaren yoğunlaşan Batılılaşma süreci, Osmanlı toplumsal katmanlarda sancılı günlere işaret etmekteydi. Önceki tecrübeler de hesap edilerek daha köklü dönüşümlere kapıları açacak şekilde adımlar atılmaya çalışıldı. Ancak, bu sanıldığı gibi kısmen demokratik amaçlar doğrultusunda bir özgürleştirme amacından ziyade, Babıali'nin yönetimindeki çeşitli unsurların bir arada sorunsuz bir şekilde yaşamasını veya devletin kendi ölçüleri içinde devamını sağlama amacı gütmekteydi. Bunun için yönetim tahkim edilerek, payitahtta ve taşradaki idari mekanizmalar merkezi otoritenin denetimi altına alınmaya çalışılmaktaydı. Böylece sivil-toplum unsurları sayılabilecek mekanizmalar merkezîleşme karşısında zayıflamaktaydı. Hatta toplumun önemli bir bölümünün hisleri ve menfaatlerinin doğal müttefiki olan zümrelerin tedricen tasfiye edilmesi, ülkenin birlik ve diriliğini, beraberliğini daha etkin hale getireceği zannedildi.

Ancak, toplumda yer alan önemli kesimlerin sosyal ve ekonomik sorunları çerçevesinde gelişen taleplerini karşılayabilecek bir yönetimi inşa etmenin zorluğu da bilinmekteydi. Ayrıca, Osmanlı aydınları dile getirdikleri düşüncelere çoğu zaman karşılık bulamamaktaydılar. Bunun bir sebebi de bazen masumanane taleplerin ve bu meyanda oluşan kamuoyunun arkasında iktidar talepleri ile siyasi çekişmelerin mantığı içinde tasfiyelerin olabileceği korkusu da yatmaktaydı. Böylece hak ve hukuk alanındaki talepler çoğu zaman siyasi bir maksada yönelik hareketler olarak telakki edilmekteydi. Elbette bunun bir bedeli vardı. Zira, bir düşüncenin ifadesi veya sosyal ve siyasi alandaki faaliyetler devleti yönetenler tarafından negatif bir şekilde algılandığından, aydınlar takibata uğramakta, hapis, sürgün ve hatta ölüme kadar uzanan bir yola girilmekteydi.

Günümüze kadar hemen her neslin tanık olduğu bu sorunlu süreçte, sık sık meydana gelen müdahaleler, devrimler ve hatta devrim ortamlarında hazırlanan anayasa ve kanunlar, bunların hukukçular tarafından negatif bir şekilde yorumlanma alışkanlığı (ideolojik refleks) sebebiyle -seçimle gelen iktidarlar döneminde dahi- düşünen insanlar için daima üzücü hadiseler yaşanmıştır. Yüz yıllık bir zamanı masaya yatıracak olursak, o kadar kötü örnekler vardır ki, Türkiye'de hemen her kesimin bunun bedelini ağır bir şekilde ödediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Özellikle istibdadın ve darbelerin yoğun bir şekilde tesirini gösterdiği dönemlerde müsebbiplerin ideolojisine göre mağduriyetlerin alanı ve hedef kitlesi/kitleleri değişmiştir. Örneğin, 1925'ten 1950'ye kadar toplumun hemen bütün kesimleri yönetim tarafından dışlandı veya yeni rejime adapte edilmek üzere baskı altına alındı. 1950'den sonra daha ziyade sol kesim mağdur edildi. 27 Mayıs darbesinden sonra, demokratlar veya sağ kesim ve muhafazakâr zümreler dışlandı. 12 Mart muhtırasından sonra daha ziyade solcular, 12 Eylülden sonra, sağ eğilimli kesimler, solcular, İslamcılar ve farklı milliyetçi gruplar tasfiye edildi. Ancak, bütün bu süreçlerde genel olarak, tarikatlar veya cemaatler içinde faaliyetlerini sürdüren dindar guruplar ile Kürt kimliği çerçevesinde kendini ifade eden kesimler devamlı mağdur edildiği bilinmektedir. En son 28 Şubat süreci içinde yapılanlar tamamen dindar ve muhafazakâr kesimleri hedef almıştır. Böylece binlerce başörtülü hanım üniversitelerden ve binlerce dindar subay olduğu varsayılan şahıslar ordudan atılmış, bütün yurt sathında bu baskılar hissettirilmiştir. O zamana kadar demokratlığı ve itidaliyle tanınan Bülent Ecevit dahi Meclis'te Merve Kavakçı'ya yemin ettirmemek için "haddini bildirmesi", siyasetin, hukukun, adaletin ve hatta insanlığın ideolojiler uğruna ne kadar kolay feda edilebileceğini gösterdi. Ki, daha sonraki gelişmeler de hep bu istikamette seyretmiştir.

Yüzyıllık bir kesitte cereyan eden bu olumsuz süreçler karşısında, imkânı olanlar ve fırsat bulanlar ya yurtdışına kapağı atmış veya sürgün edilmiş, daha doğrusu her durumda ülkeden ayrılmanın yollarını aramışlardır. Ancak, bu baskıcı dönemlerin sonunda durum normale döndüğünde ise hatasını düzeltmek için devletin olumlu adımlar attığı da olmuştur. Her ne kadar gecikmiş adalette zulüm olduğu söylense de mağdur edilenlerin geç de olsa haklarına kavuşturulmak istenmesi adeta bir teamül haline gelmiştir.

Bunun bir örneği de Abdülhamid döneminde firar eden veya sürgüne gönderilen öğrenci ve memurların 1909'da yurda dönmeleri ve mağduriyetlerinin giderilmesi yönündeki çalışmalardır. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi, (Türkiye'de İstibdadın Ortaya Çıkışı ve Bazı Yaklaşımlar) ilk sistematik istibdada tekabül eden bu dönemde birçok insan yönetim tarafından mağdur edilmiştir. Bununla beraber, Sultan II. Abdülhamid, bir noktada kendi icraatlarından kaynaklanan bu tür mağduriyetleri gidermek için daha önce teşebbüslerde bulunmuş ve önemli ölçüde de muvaffak olmuştur. Ancak, sistem otoriter bir şekilde işlediğinden yeni mağdurlar da ortaya çıkmıştır. Osmanlı Arşivi'nde bulunan 1909 tarihli bazı belgelerden bunun çeşitli örnekleri görülmektedir. Bahsi geçen belgelerden konuyla ilgili derleyip özetlediğim hususlar şu şekildedir:

Bundan önce siyasi sebeplerden dolayı sürgün edilen ve ülkeden uzaklaştırılanların veyahut bazı sebeplere mebni yabancı ülkelere firar edip bu kere geri dönen ve Sadaret makamına müracaatla kendilerine maaş tahsisi talep eden zevattan bazılarına mıntıkalarında maaş ve yevmiye verilmiştir. Ancak, -bazı firariler veya sürgüne gönderilenlerin- önceki memuriyetlerine başkaları tayin edilmiş olmakla bunlara verilecek tahsisat ve maaşlara karşılık bulunamamıştır. Bunlardan bir takımı görevli olmamalarına ve kadro boşluğu da kalmaması dikkate alınarak, görevde iken uzaklaştırılıp daha sonra geriye dönenler için bir bölgeye tayinlerine kadar Maliye Hazinesince maaş tahsisi talep edilmektedir.

Memurdan olmayan şahıslardan maaş istida edenlerin terfileri ve durumları etraflıca düşünmeye muhtaçtır. Bu yönde bir karar alınıp tebliğ olunmak üzere çeşitli tarihlerde yazılan üç tezkire-i samiye, Sadaret ve Meclis-i Mebusan Heyet-i Umumiyesi'nin dünkü içtimaında okunmuştur. Her bir dilekçe için ayrı ayrı karar vermenin zorluğu sebebiyle işe bir kanunî şekil verilmek üzere hükümetçe bir nizamname düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Yurda döndükten sonra mağduriyetlerini yetkili makamlara bildirenlerin dilekçelerindeki imzalar veya açıklamalar şu şekildedir:

Kadıköy Serkomiser-i sabıkı, Umum Mekteb-i Tıbbıye'den nefy olunanlar namına, Siyaseten nefy edilen merhum Mardin Naibi Elhac Ali Rıza Efendi-zade Tokad Mutasarrıf Sandık Emin-i sabıkı, Manastır Vilayet Polis Komiseri Tevfik Efendi, Sinop Hapishanesi Müdürü Mevlan-zade Rıfat Bey, Kastamonu Mektubî Muavini Yusuf Kenan Bey, Kaymakam Ertuğrul Bey, on altı askeri talebenin imzasını taşıyan dilekçe, Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye'den menfi talebe namına İsmail Cevdet ve Mehmed Naim, Maarif azasından ve Mısır firarilerinden Mahmud Zeki, Avrupa firarilerinden Beyrut Belediye Tabib-i esbakı Cazim, Avrupa ve Mısır firarilerinden Kaymakam-ı sabık Ertuğrul Şükrü ve sair…

Gerek memur ve gerek talebe kesiminden sürgüne gönderilen veya yurt dışına firar etmek zorunda kalan bu şahıslar ülkede meydana gelen siyasi değişim sebebiyle artık kendileri için bir tehlike kalmadığını düşünerek yurda dönmüşlerdir. Ancak, maddi durumlarının yetersizliği ve uğradıkları mağduriyetin giderilmesi için hükümete müracaat etmekten de başka çareleri yoktur. Talebe iken firar ettikleri için yarıda kalan tahsillerini ikmal etmek gayesiyle maddi yardım talebinde bulunan bir hayli şahsın bulunması, yakın zamanda cereyan eden mağduriyetlerin giderilmesi yönündeki devletin aldığı kararları akla getirmektedir. 28 Şubat sürecinden sonra meydana gelen mağduriyetlerin 2001 sonrası yavaş yavaş giderilmeye çalışılması buna örnek verilebilir. Ayrıca, 12 Eylül askeri darbesinden sonra yurt dışına firar eden şahıslarla ilgili Özal döneminde mağduriyetlerin giderilmesi yönünde yapılan çalışmalar da seksen yıl önce yaşanan mağduriyetleri ve bu durumun giderilmesi yönündeki adımları akla getirmektedir. Bununla beraber, bir taraftan mağduriyetlerin giderilmesi yönünde atılan adımlara rağmen, yeni mağduriyetlerin de yaşanmış olması ve el‘an dahi yaşanıyor olması ibret vericidir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum