Henry Kissinger'ın iki yüzü
100 yaşında ölen Henry Kissinger, bugün Gazze dahil çoğu coğrafyada uygulanmaya devam eden çifte standartlı Amerikan güvenlik ve diplomasi politikasının mimarıydı. Peki ABD, 21. yüzyılda bu politikayla saygın ve model olan bir “özgürlükçü demokrasi” olabilir mi?
20. yüzyıla damga vuran Soğuk Savaş şimdi gerçekten bitmiş olabilir. Dünyayı pek çok kez nükleer yok oluşunun eşiğine getiren gerginlikler zincirini yaratan politikaların mimarlarından biri, Henry Kissinger, 100 yaşında yaşamını yitirdi. ABD Eski Başkanı Barack Obama döneminde ulusal güvenlik danışmanı olan Ben Rhodes, New York Times gazetesi için, Kissinger’ın düşünce tarzının ve politikalarının sonuçlarını değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:
“30 Kasım’da hayatını kaybeden Henry Kissinger, süper güç ABD’nin anlattığı hikaye ile dünyada nasıl davranmamız gerektiği arasındaki uçurumun bir örneğiydi. Yeri geldiğinde fırsatçı ve tepkisel olan Kissinger’ın dış politikası, güç kullanımına meftundu ve ardında bıraktığı insanlar için kaygı duymuyordu.
Tam da onun Amerikası Kaf Dağı’ndaki bir şehrin makyajlanmış versiyonu olmadığı için, kendini hiçbir zaman dünyada değersiz hissetmedi: Fikirlerin modası geçer ama gücün modası geçmez.
Ulusal güvenlik devletinin hem yaratıcısı hem de ürünüydü
Kissinger, 1969’dan 1977’ye kadar kendisini tarihin en güçlü devlet memurlarından biri olarak kabul ettirdi. Bu sürenin bir bölümünde, aynı anda hem ulusal güvenlik danışmanı hem de dışişleri bakanı olarak görev yapan tek kişiydi. Bu iki farklı görev onu hem Amerikan dış politikasının şekillendirilmesinden hem de yürütülmesinden sorumlu kılıyordu.
Alman Yahudisi kökenleri ve aksanlı İngilizcesi onu diğerlerinden ayırıyorsa da, gücü kullanma kolaylığı onu, 20. yüzyıl boyunca kendini genişlettikçe hayatta kalan bir organizma gibi büyüyen ve ivme kazanan bir Amerikan ulusal güvenlik devleti için doğal bir figür haline getirdi.
Kissinger’ın özel sektörün rahat ortamında emekli olmasından 30 yıl sonra, Soğuk Savaş ve 11 Eylül sonrası daha büyük bir ulusal güvenlik aygıtında sekiz yıl görev yaptım. Görevlerim arasında konuşma yazımı ve iletişim de vardı ve ulusal güvenlik danışman yardımcısı olarak yaptığım iş çoğu zaman Amerika’nın eylemlerinden çok anlattığı hikayeye odaklanıyordu.
Beyaz Saray’da, dünyanın en güçlü ordusu ve ekonomisini içeren bir kurumun başındasınız ve aynı zamanda sıra dışı bir hikayenin haklarını elinizde tutuyorsunuz: “Tüm insanların eşit yaratıldığına dair hakikatlerin aşikâr olduğuna inanıyoruz.”
Ancak hükümetimizin otokratları silahlandırırken söylemlerinin onları devirmeye çalışan muhaliflere hitap etmesi ya da ulusumuzun savaşın yürütülmesi, anlaşmazlıkların çözümü ve ticaretin akışı için kurallar koyarken, uygunsuz hale geldiklerinde Amerika’nın bu kurallara uymaktan muaf tutulmasında ısrar etmesi gibi Amerikan liderliğinin içinde barındırdığı çelişkilerle sürekli karşı karşıya kaldım.
Güneydoğu Asya ve Şili onu nasıl bilirdi?
Kissinger bu dinamikten rahatsızlık duymuyordu. Ona göre güvenilirlik, neyi savunduğunuzdan çok ne yaptığınıza bağlıydı. Söz konusu eylemler Amerika’nın insan hakları ve uluslararası hukuk kavramlarını geçersiz kılsa bile…
O, Vietnam’daki savaşın uzamasına ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve Japonya’ya yağdırdığından daha fazla bomba yağdırdığı Kamboçya ve Laos’a kadar genişlemesine önayak oldu. Çoğu zaman ayrım gözetmeksizin sivilleri katleden bu bombardıman, Vietnam Savaşı’nın sonunda ortaya çıkan koşulları iyileştirmek adına hiçbir şey yapmadı; olsa olsa ABD’nin kaybetmekten duyduğu hoşnutsuzluğu ifade etmek uğruna ne kadar ileri gidebileceğini gösterdi.
Bu gerçekçilik yaklaşımının, görünüşte ideolojiyle ilgili bir çatışma olan Soğuk Savaş’ın zirvesinde doruk noktasına ulaşması ironiktir.
Özgür dünyanın safında yer alan Kissinger, Pakistan’ın Bangladeşlilere, Endonezyalıların ise Doğu Timorlulara karşı yürüttüğü soykırım girişimlerini destekledi. Şili’de, seçilmiş solcu başkan Salvador Allende’nin ölümüne yol açan ve korkunç bir dikta dönemini başlatan askerî darbeye zemin hazırlamakla suçlandı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının Kissinger’ın başvurduğu yolları meşru kıldığı ileri sürülüyor.
Ancak dünyanın büyük bir bölümü için bu zihniyet, Amerika’nın demokrasiyi sadece kendileri için önemsediği gibi acımasız bir mesaj taşıyordu. Allende’nin zaferinden kısa süre önce Kissinger şöyle demişti: “Meseleler Şilili seçmenlerin kendi kararlarına bırakılamayacak kadar önemli.”
O olmasa Sovyetler yıkılmayacak mıydı?
Bütün bunlara değer miydi?
Kissinger güvenilirliğe, yani Amerika’nın gelecekte başkalarının kararlarını şekillendirmek için taleplerimizi görmezden gelenlere bir bedel ödetmesi gerektiği fikrine kafayı takmıştı.
Laos’un bombalanmasının, Şili’deki darbenin ya da Doğu Pakistan’daki (şimdiki Bangladeş) cinayetlerinin Soğuk Savaş’ın sonucuna nasıl katkıda bulunduğunu değerlendirmek zor. Ancak Kissinger’ın küresel meselelere realist bakış açısı, Amerika’nın sıkletine yakın otokratik ülkelerde önemli ilerlemelerin yolunu açtı. Örneğin Sovyetler Birliği ile silahlanma yarışının tırmanma ivmesini azaltan bir yumuşama sağlandı. Dahası Çin-Sovyet ayrışmasını derinleştiren, Çin Halk Cumhuriyeti’ni küresel düzene entegre eden ve yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtaran Çin reformlarının önünü açan bir Çin açılımını getirdi.
Bu reformların Tiananmen Meydanı’ndaki protestocuların bastırılması emrini veren Çinli lider Deng Şiaoping tarafından başlatılmış olması, Kissinger’ın mirasının muğlak doğasına simgeliyor.
Bir yandan ABD-Çin yakınlaşması Soğuk Savaş’ın sona ermesine ve Çin halkının yaşam standartlarının yükselmesine katkıda bulunurken, öte yandan Çin Komünist Partisi, ABD’nin başlıca jeopolitik düşmanı ve küresel siyasetteki otoriter eğilimin öncüsü olarak ortaya çıktı. Çin yönetimi, bir milyon Uygur’u toplama kamplarına tıkarken Kissinger’ın diplomasisinin statüsünü çözümsüz bıraktığı Tayvan’ı işgal etmekle tehdit ediyor.
Kahin miydi?
Kissinger yaşamının yarısını hükümetten ayrıldıktan sonra yaşadı. Belki de bazı insanların neden güçlü ve güç kullanmakta haklı olduğuna dair her zaman entelektüel bir çerçeve sunabildiği için on yıllar boyunca devlet adamları ve iş adamlarının bir araya geldiği toplantıların aranan konuğu oldu.
Birçoğu küresel meselelerin kahini olarak kendi ününü cilalayan bir raf dolusu kitap yazdı; sonuçta tarih Henry Kissinger gibi adamlar tarafından yazılır, Laos’taki hâlâ patlamamış bombaların kurbanı çocuklar dahil süper güçlerin bombardımanında yaşamını yitirenler tarafından değil.
Bu patlamamış bombaları küresel ilişkilerin kaçınılmaz trajedisi olarak görmeyi tercih edebilirsiniz. Stratejik açıdan bakıldığında Kissinger, süper güç olmanın tarih tarafından affedilebilecek büyük bir hata payını da beraberinde getirdiğini kesinlikle biliyordu. Vietnam Savaşı’nın sona ermesinden yıllar sonra, bombaladığımız o ülkeler ABD ile ticareti artırma arayışındaydı. Bangladeş ve Doğu Timor şimdi Amerikan yardımı alan bağımsız ülkeler. Şili, Savunma Bakanı Allende’nin torunu olan milenyum sosyalisti tarafından yönetiliyor.
Süper güçler yapmaları gerekeni yaparlar. Tarihin çarkları dönüyor. Ne zaman ve nerede yaşadığınız, tarih tarafından ezilmenizi ya da yükselmenizi belirler.
Ancak bu dünya görüşü sinizmi ya da gerçekçiliği bilgelikle karıştırıyor. Nihayetinde Berlin Duvarı, büyük bir oyunun tahtasında yapılan satranç hamleleri nedeniyle değil, Doğu’daki insanlar Batı’daki insanlar gibi yaşamak istedikleri için yıkıldı. Ekonomi, popüler kültür ve toplumsal hareketler önemliydi. Tüm kusurlarımıza rağmen daha iyi bir sistemimiz ve daha iyi bir hikayemiz vardı.
Kişisel deneyimleri ne kadar etkili oldu?
İronik bir şekilde, Kissinger’ın cazibesinin bir kısmı hikayesinin benzersiz bir Amerikan hikayesi olmasından kaynaklanıyordu.
Ailesi, Hitler’in şeytani tasarımını uygulamaya koyduğu sırada Nazi Almanyasından kaçarak tarihin çarkından kıl payı kurtulmuştu. Kissinger ABD Ordusu’na katılıp Almanya’ya döndü ve bir toplama kampını kurtardı. Bu deneyim ona devlet iktidarına bağlı mesih ideolojisine karşı bir ihtiyatlılık aşıladı. Ancak bu deneyim onda mazlumlara karşı fazla sempati uyandırmadı. Bu deneyim, savaş sonrası Amerikan süper gücünü, başka bir dünya savaşını önlemek için Amerikan liderliğindeki savaş sonrası düzene yazılan normlar, yasalar ve belirli değerlere sadık olmak için de onu motive etmedi.
Ne de olsa güvenilirlik sadece bir düşmana mesaj vermek için onu cezalandırıp cezalandırmadığınızla ilgili değildir; aynı zamanda söylediğiniz gibi olup olmadığınızla da ilgilidir. Hiç kimse devlet işlerinde, insanlar arasındaki ilişkilerden daha fazla mükemmellik bekleyemez. Ancak ABD, her ne kadar bunu ölçmek bir savaşın ya da müzakerenin sonucundan daha zor olsa da, ikiyüzlülüğünün bedelini ödedi.
On yıllar boyunca, demokrasi hikayemiz, eylemlerimizin sözlerimizin anlamını boşalttı ve “demokrasinin” sadece Amerikan çıkarlarının bir uzantısı gibi göründü. Giderek daha fazla insan için bu söylemin içi artık boş.
Benzer şekilde, kurallara dayalı bir uluslararası düzen konusundaki ısrarımız, kendi günahlarını meşrulaştırmak için Amerika’nın günahlarına işaret eden diktatörler tarafından dikkate alınmıyor.
Şimdi tarih dönüp dolaşıp aynı noktaya geldi. Dünyanın dört bir yanında otokrasinin ve etnik milliyetçiliğin yeniden canlandığını görüyoruz. Bunun en bariz örneğini Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşta görüyoruz. ABD, Gazze’de sivillerin ölümüne neden olan İsrail askerî operasyonunu destekleyerek bir kez daha dünyanın büyük bir kısmına uluslararası yasa ve normları benimseme konusunda seçici davrandığımızı gösterdi. Bu arada ülke içinde de demokrasinin Cumhuriyetçi Parti’nin bir bölümünün güç arayışına nasıl boyun eğdiğini görüyoruz. Daha yüksek bir amaç, eylemlerimize anlam katacak bir hikâye olmadığında, siyaset ve jeopolitik sadece sıfır toplamlı bir oyun haline gelir. Bu tür bir dünyada, güç haklı çıkarır.
Kissinger politikası sürdürülebilir mi?
Tüm bunlar Henry Kissinger’ın omuzlarına yüklenemez. Kendisi pek çok açıdan Amerikan ulusal güvenlik devletinin yaratıcısı olduğu kadar bir eseriydi de.
Ancak onunki aynı zamanda ibretlik bir öyküdür. Ne kadar kusurlu olsak da ABD’nin hayatta kalmak için hikayemize ihtiyacı var. İçeride çok ırklı bir demokrasiyi bir arada tutan ve dışarıda bizi Rusya ve Çin’den ayıran şey budur.
Bu hikâye Laos’taki bir çocuğun bizim çocuklarımızla eşit haysiyet ve değere sahip olduğu ve Şili halkının da bizim gibi kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğu konusunda ısrar ediyor. ABD için bu, ulusal güvenliğin bir parçası olmalıdır. Bunu unutursak kendimizi tehlikeye atarız.”
Bu yazı ilk kez 1 Aralık 2023’te https://fikirturu.com/jeo-strateji/kissingerin-iki-yuzu/ sitesinde yayımlanmıştır.
FACEBOOK YORUMLAR