İsrail 1950'lerden bu yana hep aynı şekilde davranıyor!

İsrail 1950'lerden bu yana hep aynı şekilde davranıyor! Abdullah Muradoğlu [email protected]

İsrail 1950'lerden bu yana hep aynı şekilde davranıyor!
24 Eylül 2011 - 21:23

İsrail 1950'lerden bu yana hep aynı şekilde davranıyor!

Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu'nun Türkiye'nin İsrail'e karşı yürüteceği politikanın ana hatlarını açıklamasıyla yeni bir süreç başladı. İlk olarak diplomatik ilişkiler "İkinci Katiplik" düzeyine indirilecek. 1956'da ve 1980'de Türkiye iki kez daha İsrail ile ilişkileri en alt düzeye indirmişti. Uluslararası sistemin yaramaz çocuğu olarak muamele görmek suretiyle kollanan İsrail her defasında da saldırganlığının bedelini ödemekten yakayı kurtarmıştı. İsrail şimdi de değişen dünya ve bölge dengelerinin yanısıra Türkiye'nin kararlılığını da anlamazlıktan gelmeye devam ediyor.

Şimdiye kadar uluslararası hukuktan kaynaklanan hiçbir müeyyideye aldırış etmeyen İsrail ilk kez ciddi bir tepkiyle karşı karşıya.

"İsrail kendisine tanınan tüm fırsatları heba etmiştir. İsrail'in artık bir bedel ödeme vakti gelmiştir. Bu bedel herşeyden önce Türkiye'nin dostluğundan mahrum kalmaktır".

Bu sözler Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu'na ait.

Prof. Davutoğlu'nun Türk-İsrail diplomatik ilişkilerinin "ikinci katip" düzeyine indirileceğini ve İsrail'le yapılan bütün askeri anlaşmaların askıya alınacağını ilan etmesiyle yeni bir süreç başlamış oldu.

Türkiye ilki 1956'da, ikincisi 1980'de olmak üzere iki kez daha İsrail ile ilişkilerini en alt düzeye indirme kararı almıştı.

Her iki karar da İsrail'i caydırmaya yetmemişti.

Çünkü dönemin siyasi iktidarları İsrail'le ilişkileri altta alta sürdürmeye devam etmişlerdi.

Öte yandan dünya sistemine egemen olan güçler de İsrail'den yana tavır koymuşlardı.

Oysa ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya İsrail'in her fırsatta kararlarını çiğnediği Birleşmiş Milletlerin patronları..

Kendi kurdukları uluslararası sisteme en başta İsrail'in ayak uydurmasını sağlamaktan kaçınmışlardı.

Üstelik İsrail, Birleşmiş Milletler tarafından kurulmuş ilk devletti.

Şimdi o dünya sistemi çatırdıyor..

Dünyayı 60 yıl önce iki blok halinde bölen güçler, Yakın Şark'taki otoriter Arap rejimleriyle İsrail'in etrafında bir güvenlik duvarı örmüştüler.

O güvenlik duvarları da bir bir parçalanıyor.

Ne var ki İsrail'deki Siyonist rejim de tıpkı Arap diktatörler gibi direnmeye devam ediyor.

Eskiden olduğu gibi uluslararası hukuku çiğneyeceğini ve hiçbir bedel ödemeyeceğini zannediyor.

1956'dan bu yana 55 yıl geçip gitti..

O günden bugüne Filistinlilerin durumunda ve İsrail'in sınır tanımaz saldırganlığında hiçbir değişme olmadı.

Bunun suçlusu sadece İsrail değil elbette.

Onu her halükarda koruyup kollayanlar da en az İsrail kadar suçlu değil midir?

TEL AVİV ELÇİSİ ANKARA'YA DÖNDÜ

İngiltere ve Fransa ile işbirliği içerisinde İsrail 1956'da Mısır'a saldırdığında Türkiye'de "Adnan Menderes Hükümeti" işbaşındaydı.

İngiltere ve Fransa, Mısır'a derhal ültimatom vermek suretiyle İsrail'in yanında yer almıştı.

İngiltere ve Fransa Süveyş Kanalı'ndaki çıkarlarını korumak için İsrail'i Mısır'ın üstüne salmışlardı.

Türkiye ise İsrail saldırganlığına karşı tutum almıştı.

Dışişleri Bakanlığı 26 Kasım 1956'da yaptığı açıklamada şu ibarelere yer vermişti:

"Türkiye hükümeti, Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Asamblesi'nin kararları dairesinde halledilmesini öteden beri desteklemiş ve bu yolda gerek Birleşmiş Milletler teşkilâtı içinde, gerek dışında devamlı gayretler sarf etmiştir.

Yakın Şark'ta çok esaslı bir huzursuzluk ve tehlike unsuru olmakta devam eden bu meselenin elan halledilmemiş olmasını esefle kaydeden Türkiye hükümeti, Filistin işi

âdilâne ve nihaî surette bir hâl şekline raptedilinceye kadar vazifesi başına avdet etmemek üzere, Telâviv'deki elçisini geri çağırmağa karar vermiştir."

Derhal Ankara'ya dönen Tel Aviv elçisi Şefkati İstinyeli havalanında yaptığı açıklamada şunları söylemişti:

"Adilane bir sulh temin edilinceye kadar İsrail'e gitmeyeceğim. Ticari işlerimiz maslahatgüzar tarafından idare edilecektir. İsrail basını geri çağrılmam haberini hiçbir suretle tefsir etmeden kısaca bildirdi."

TÜRKİYE, ARAP DÜNYASINA JEST YAPTI

Dr. Ömer Kürkçü'nün "Türkiyenin Arap Orta Doğusuna Karşı Politikası(1945-1979") başlıklı kitabında aktardığına göre İstinyeli İsrail Dışişleri Bakanlığı'na verdiği izahatta DP Hükümeti'nin bu kararının İsrail'e karşı yöneltilmiş olmayan "Bağdat Paktı"nı güçlendirme amacı taşıyordu.

Türkiye'nin İsrail'le olan dostane ilişkilerini ve ticaretini bozmayı amaçlamıyordu bu karar.

Diplomatik ilişkiler tamamen kesilmiş olmayıp Maslahatgüzarlık düzeyinde devam edecekti.

Gerçekten de İsrail'le diplomatik ilişkiler en alt düzeyde seyretse de pek çok konuda gizli işbirliği de sürmüştü.

DP Hükümeti Araplara bir jest yapmak için İsrail'e bir çimdik atmıştı.

Üç yıldır Türkiye'de görev yapan ve "Ortadoğu uzmanı" olarak bilinen Morris Fisher de Tel Aviv'e dönmüştü.

Morris'in yerine maslahatgüzar Moshe Alon geçmişti.

İsrail'e göre Türkiye bu kararı İran, Irak ve Pakistan'ın etkisiyle almıştı.

İsrail basınında yer alan bazı yorumlara göre iki ülke arasındaki ilişkilerin az çok zarar görmesi kaçınılmaz bir keyfiyetti ancak İsrail makamları Türkiye'nin bu kararından üzülmekle birlikte pek de hayret etmemişlerdi.

"Amerikalı dostları" nasıl olsa bir çaresini bulurlardı.

MUHALEFET İSRAİL'DEN YANAYDI!

Öte yandan Türkiye basınında İsrail'in epey dostu vardı.

Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri de Demokrat Parti hükümetinin aldığı kararı tepkiyle karşılamışlardı.

Bu yorumlara göre DP Hükümeti elçisini geri çağırmakla İsrail Devleti'ni tanımayan devletlere yaklaşmış, onların bu tutumu desteklediğini ifade etmiş oluyordu..

Türkiye için, "Filistin işi"nin "adilane" bir hal şekline bağlanmasına yardım etmenin yolu bu değildi.

Tarafsız kalmalıydı Türkiye..

Oysa zalim ve mazlum, haklı ile haksız arasında tarafsız kalmak kimin işine yarardı?

İngiliz politikasının etkisinde kalanlar "Türk milleti" adına da konuşuyorlardı.

Bunlara bakılırsa Türk milleti kendine ne kötülük ettiğini bilmediği bir milletle(İsrail'e) küsmeğe zorlanmış durumda hissedecekti kendini.

Tarih boyunca diplomatik münasebetlerinde adillikten, hakseverlikten ayrılmamağa çalışmış Türk milletinin hiç de hoşuna gitmeyecekti bu.

Bu yaklaşımı, CHP'nin yayın organı "Ulus"ta dile getirenlerden biri de Bülent Ecevit idi.

Ecevit bir başka yazısında bakın ne diyor:

"...Nedir İsrail'deki elçimizi geri çekişimizin sebebi? Türk milletinin vicdanını huzura kavuşturabilmek için, bize şimdiye kadar ancak dostluk göstermiş olan İsrail Devleti, tarafımızdan bu kadar ağır bir tedbiri gerekli kılan nasıl bir suç işlemişse bu suç açıklanmalıdır! Böylece de Türk milleti, mesela Sovyetler Birliği'yle beraber bize karşı komplolar hazırladığı iktidar sözcüsü gazete tarafından da ima edildiği ve Ortadoğu için çok daha kaygı verici bir huzursuzluk kaynağı olarak gösterildiği halde Suriye'ye karşı bile almak lüzumunu görmediğimiz bir tedbirin neden sadece İsrail'e karşı alındığını öğrenme fırsatını bulabilmelidir!.."

Kendisi de 1970'lerde "Soğuk Savaş" döneminin mağduru olan Ecevit 1950'lerde böyle düşünüyordu.

O dönemde politikacılar da, aydınlar da, basın da Soğuk Savaş mantığının esiri olmuştular.

Öte yandan bağnaz bir Demokrat Parti karşıtlığı da hükümet ne yaparsa yapsın tersini savunmaya itiyordu..

Şimdi çok mu farklı sanki!

Velhasıl 1956'da hükümetin aldığı karar da bir jestten öteye geçmemişti.

Bu yüzden Arap dünyasında "Kıbrıs" ve "Bağdat Paktı" konusunda umduğumuz desteği de bulamadık.

ŞİMDİ ŞARTLAR DEĞİŞTİ

1960'larda ABD'nin baskıları sonucunda İsrail ile diplomatik ilişkiler eski şeklini aldıysa da "İslam Konferansı Zirvesi"ne katılmasıyla beraber Türkiye Arap dünyasıyla ilişkilerini İsrail'in rahatsız olacağı biçimde yeniden dizayn etti.

Soğuk Savaş döneminin yarattığı illüzyondan İsrail sonuna kadar faydalanmış ve saldırganlığından ötürü bedel ödemekten her defasında kurtulmuştu.

Son birkaç yıldır Türkiye bir büyük güç olarak Yakın Şark'ta sahici ve etkin bir dış politika izliyor.

Arap diktatörleri birer birer devriliyorlar ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak..

İsrail'in 60 yıldan fazla sürdürdüğü uzlaşmaz tutumundan vazgeçmesi gerekiyor.

Dünya kamuoyu da İsrail'in saldırganlığına son verilmesi ve Filistin meselesinin adil bir şekilde çözümlenmesi gerektiği konusunda hemfikir.

Her yerde olduğu gibi İsrail'de kökten bir değişim kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye'nin kararlılığının bir 'jest' olmadığını İsrail'in idrak etmesi gerekiyor.

Ne dünya eski dünya, ne de Türkiye eski Türkiye.

İnsanlık vicdanı da İsrail'in hukuk tanımazlığını daha uzun süre kaldırmaz.

 

1980'de Türkiye yine İsrail'e mühlet vermişti!

"Mavi Marmara" gemisine saldırısıyla ilgili olarak İsrail "BM raporunu(Palmer Raporu)" geciktirmek için elinden geleni yaptı.

Türkiye İsrail'e beklediği adımları atabilmesi için açık kapı bırakmıştı.

İsrail ise şımarık tavrını sürdürmeye devam etti.

Kapıları kapatan yine İsrail oldu.

İsrail 1950'lerden beri hep aynı şekilde davranıyor.

"Palmer Raporu"nun resmen açıklanmadan önce basına sızdırılmasıyla birlikte Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu Türkiye'nin İsrail'e karşı yürüteceği önlemleri açıkladı.

"İkaz" ve "süre" aşamaları geride kalmıştı artık.

1980'de toplanan "İslam Konferansı Zirvesi" de İsrail'e kararından üç ay içinde geri dönmemesi halinde müeyyide uygulayacakları ikazında bulunmuştu.

Türkiye bu kararı desteklemişti.

"Süleyman Demirel Hükümeti" işbaşındaydı.

İsrail, işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs'ü önce ilhak kararı almış ve ardından da "ebedi başkent" ilan etmişti.

Demirel hükümetinin kerhen destekçisi olan Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi'nin de baskısıyla Türkiye İsrail'in kararını protesto etti.

Ağustos 1980'de Türkiye Tel Aviv'deki maslahatgüzarını geri çekti ve Kudüs'teki Başkonsolosluğunu kapattı..

Demirel hükümetinin tutumun yetersiz bulan MSP, CHP ile anlaşarak Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen hakkında gensoru önergesi vermişti.

Demirel'in gensoruyu hükümeti için bir güvensizlik nedeni saymayacağını açıklamasıyla Erkmen'in ipi çekilmiş oldu.

Eylül ayı başlarında oylanan gensoru ne-ticesinde Erkmen bakanlıktan düşürüldü.

Oylamadan bir hafta sonra "12 Eylül 1980"de işbaşına gelen "askeri yönetim" de hükümetin İsrail'e karşı aldığı tutumu sürdürdü.

"İslam Konferansı"nın verdiği mühlet dolmuş ve İsrail yine bildiğini okumaya devam etmişti.

Üstelik İsrail, işgal altında tuttuğu "Golan tepeleri"ni ilhak eden bir yasa hazırlığını da açığa vurmuştu.

"Bülent Ulusu Hükümeti" maslahatgüzarlık seviyesinde tuttuğu diplomatik temsilci kadrosunu "İkinci Katiplik" düzeyine indirme kararı almış ve bunu 26 Kasım 1980'de İsrail'e resmen bildirmişti.

Aralık ayı başlarında Tel Aviv'deki askeri ve ticari ataşeler de geri çekilmiş ve böylece iki devlet arasındaki ilişkiler en alt düzeye indirilerek dondurulmuştu.

İsrail'in Ankara Büyükelçiliğinde bir tek İkinci Katip bırakılacak, İstanbul Konsolosluğundaki personel asgari kadroya indirilecek, ticari ataşeler ile basın enformasyon görevlileri de İstanbul'dan ayrılacaklardı.

Türkiye İsrail ile müzakereye açık bir durum kalmadığını, daha önce verilen sürenin de dolduğunu ve İsrail'in tutumunda herhangi bir değişiklik gözlenmediği için bu kararın alındığını belirtmişti.

Çok kısa bir süre önce Ankara'ya gelmiş bulunan İsrail Maslahatgüzarı da Dışişleri Bakanlığı'na henüz bir ziyaret de yapmamış olduğu için görevine resmen başlamış sayılma-yacağı bildirilmişti.

Ankara'ya göre Türkiye'nin aldığı tutum "Menahem Begin Hükümeti"nin uzlaşmaz politikasının bir ürünüydü.

Dışişleri Sözcüsü Oktay İşcan şu açıklamayı yapmıştı:

"İsrail'in taraf olduğu Ortadoğu anlaşmazlığında izlemekte olduğu uzlaşmaz politikadan ve Kudüs'ün yasal statüsü konusunda yaratmak istediği emrivakiden geri dönme niyetinde olmadığının görülmesi üzerine Türk hükümeti İsrail ile ilişkilerini sınırlandırmak ve karşılıklı temsil düzeyini düşürmek kararını almıştır. Keyfiyet 26 Kasım 1980 tarihinde İsrail hükümetine bildirilmiştir. Bu karar uyarınca karşılıklı olarak "geçici maslahatgüzar" unvanı ile görev yapacak bir "ikinci katip" dışındaki tüm diplomatik personel üç aylık bir süre içinde geri çekilecektir."

İsrail'e göre ise Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in Suudi Arabistan'ı ziyaret ettikten sonra bu kararın alınması beklenmedik bir gelişme değildi.

Aynı pişkinlik, aynı umursamazlık..

Peki sonra?

Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz 1980'lerin sonlarına doğru New York'ta İsrail Dışişleri Bakanı Moşe Arens'le yaptığı bir görüşmede "Biz İsrail'de büyükelçilik açmayı düşünüyoruz" dedi.

ANAP Hükümeti "Ermeni tasarısı"nı engellemek için "Musevi Lobisi"nin desteğini almak istiyordu.

Bunun yolu İsrail'le resmi-diplomatik ilişkileri en üst düzeye çıkarmaktan geçiyordu.

Başbakan Turgut Özal önceki döneme kıyasla bir iyileştirme yaptı ama İsrail ile ilişkileri büyükelçilik düzeyine çıkarmak "Süleyman Demirel ve Erdal İnönü Koalisyonu"na kısmet olmuştu.

Sonrasını biliyorsunuz.

YENİŞAFAK 

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum