İlk Avrupalılar Kimdi?

Andrew Curry yazdı: İlk Avrupalılar Kimdi?

İlk Avrupalılar Kimdi?
02 Ağustos 2019 - 12:03

Eski çağlarda yaşamış yerleşimcilerin kalıntıları üzerinde yapılan yeni genetik testler, Avrupa’nın öteden beri erime potası olduğunu; Afrika, Doğu Akdeniz ve günümüz Rusya’sının çayırlıklarından gelen göçmen soylarından oluştuğunu gösteriyor. 

Bir zamanlar “saf” Avrupalı ata nüfuslarının var olduğu ve yünlü mamutların varlık gösterdiği zamanlardan bu yana orada yaşadıkları fikri, Nazilerin ortaya çıkışından çok daha öncelerine dayanan dönemlerden bu yana kuramcılara esin veriyor. Söz konusu görüş, uzun yıllar öncesinden bu yana beyaz ırkçılığı beslemesine ek olarak, son yıllarda göçmenlerin bu “saf” nüfusa etkisine ilişkin korkuları alevlendiriyor. Öyle bir korku ki bu, Avrupa Birliği’ni paramparça etme tehdidi yaratırken, Amerika Birleşik Devletleri’nin politikalarını da bulandırıyor. Ve artık biliminsanları, Avrupalıların gerçekte kim oldukları ve nereden geldikleri sorularına yeni yanıtlar veriyor. Elde ettikleri sonuçlar, kıtanın Buzul Çağı’ndan bu yana bir erime potası olduğunu ortaya koyuyor. Günümüz Avrupalıları –hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar– Afrika, Doğu Akdeniz ve Rusya steplerinden gelen eski soyların farklı karışımlarından oluşuyor. Kanıtlar arkeolojik bulgulardan, eski çağlardan kalma diş ve kemik analizlerinden ve dilbilimden elde ediliyor. Ve görece yeni bir bilim dalı olan paleogenetik de bu konuda başı çekiyor. Son on yıl içinde, on binlerce yıl öncesinde yaşamış insanların tüm genom dizilemelerinin yapılması olanaklı hâle geldi. Son birkaç yıl içinde yaşanan teknik gelişmeler de bu işlemi daha ucuz ve etkin kıldı –iyi korunmuş bir iskelet parçasının genom dizilemesi artık 500 dolara yapılabiliyor. 

Bu gelişmelerin beraberinde getirdiği sonuçlar ise, arkeolojiyi dönüştüren yeni bir bilgi patlaması şeklinde gösteriyor kendini. Yalnızca 2018’de, uzun yıllar öncesinde bulunup, müzeler ve arkeoloji laboratuvarlarında korunan bini aşkın tarihöncesi insanın genomu belirlendi. Ve bu süreçte, “saf Avrupalı genetiği” fikri de toza dönüşen kemiklerle birlikte un ufak oldu. 

Eski çağların genom analizleri, günümüzde var olan kişisel DNA test paketlerinin eşdeğeri bilgi sağlıyor. Ama büyük bir fark var: Onlar, insanlığın yazıyı, tekerleği ya da çömlek yapımını keşfetmesinden çok önceki dönemlerde yaşamını yitirmiş insanları ele alıyor. Genetik bilgi şaşırtıcı derecede bütünsel: Saç ve göz renginden, süt ve süt ürünlerini sindirme yetisine kadar her bir ayrıntı 40 miligramlık bir kemik ya da diş parçasından saptanabiliyor. Ve kişisel DNA testlerinde de olduğu gibi sonuçlar, eski çağlarda yaşamış insanların atalarının kimliklerine ve kökenine –dolayısıyla eski çağlarda yaşanmış göçlere– dair ipuçları veriyor. 


İsveç’teki (çağımızın kırmızı boyasıyla belirginleştirilmiş) antik dönem kaya yontuları, göçmenlerin yol açtığı kültürel değişimleri yansıtıyor. Bu göçler, Buzul Çağı’nda Afrika’dan gelen ve çekilen buzulların peşi sıra kuzeye doğru ilerleyen avcı–toplayıcılarla başlamıştı. Onların DNA’ları, başta Güney Baltık ülkelerinde olmak üzere hâlâ mevcut. [Tanum Dünya Mirası] 

Artık, tarihöncesi Avrupa’nın üç önemli insan hareketi tarafından biçimlendiği net olarak biliniyor. Bu hareketleri şekillendiren göçmenler beraberlerinde sanat ve müziği, tarımı ve kenti, evcilleştirdikleri atları ve tekerleği getirdiler. Günümüzde kıtanın büyük bölümünde konuşulan Hint–Avrupa dillerini onlar taşıdı. Hatta vebayı dahi getirmiş olabilirler. Batı ve Orta Avrupa’nın genetik karakterine en son önemli katkıyı yapanlar –bir başka deyişle, ilk Avrupalıların en sonuncuları– Stonehenge’in inşa edildiği 5 bin yıl kadar öncesinde Rus steplerinden geldiler. Ve son noktayı onlar koydu. 

Göçler ve sınırlar üzerine tartışmaların sürdüğü günümüzde, bilim gösteriyor ki, Avrupa bir göçmen kıtası ve hep öyleydi. Harvard Üniversitesi’nden palaeogenetikçi David Reich, “Günümüzde belli bir yerde yaşayanlar, uzun zaman önce burada yaşamış insanların torunları değil,” diyor. “Belli bir yöreye özgü insan diye bir şey yok. Saf ırk konusunu gündeme getiren insanlar bu kavramın anlamsızlığıyla yüzleşiyor.” 

Otuz iki yıl önce insan DNA’sı üzerinde yapılan araştırmalar (tamamı hayatta olan insanları kapsıyordu), hepimizin aynı soy ağacını ve eski çağlara ait bir göç hikâyesini paylaştığımızı ortaya koydu: Afrika dışındaki insanların tümü, kıtayı 60 bin yılı aşkın bir süre önce terk edenlerin torunlarıydı. Bu ilk modern insanlar, 45 bin yıl kadar önce Ortadoğu’dan geçerek Avrupa’ya ulaşmışlardı. DNA’ları, tenlerinin koyu, gözlerinin olasılıkla açık renk olduğuna işaret ediyor. 

O zamanlar Avrupa acımasızdı. Bazı kesimleri kilometrelerce kalınlıkta buz kaplıydı. Görece sıcak yerlerde yaban hayatı vardı. Başka insanlar da vardı, ama bizim gibi değillerdi: Ataları yüz binlerce yıl önce Afrika’dan çıkmış Neandertaller, soğuk ve zorlu koşullara çoktan alışmıştı. 

İlk modern Avrupalılar küçük göçer gruplar hâlinde avcı–toplayıcı olarak yaşamıştı. Nehirleri takip etmiş, Karadeniz’e döküldüğü ağızdan itibaren Tuna boyunca ilerleyip Batı ve Orta Avrupa’nın içlerine kadar gitmişlerdi. Binlerce yıl süresince pek bir etki göstermemişlerdi. DNA’ları, 5 bin yıl içinde ortadan kalkan Neandertaller ile karıştıklarını ortaya koyuyor. 

Günümüzde ortalama bir Avrupalının genomu yüzde 2 kadar Neandertal DNA’sı içeriyor. Ortalama bir Afrikalıda ise hiç yok. 

Avrupa Buzul Çağı’na teslim olduğunda, modern insan buzsuz güneyde kalıp soğuk iklime adapte olmuştu. Kimi tahminlere göre, 27 bin yıl kadar önceki sayıları ancak bin civarındaydı. Varlıklarını mamut, at, rengeyiği ve evcil sığırın atası olan Avrupa yabansığırını (Bos primigenius) avlayarak sürdürdüler. Bu hayvanların muhteşem çizim ve oymalarını da sığındıkları mağaralarda bıraktılar. 14 bin 500 yıl kadar önce Avrupa ısınmaya başladığında, insanlar çekilen buzulların peşi sıra kuzeye yöneldi. İzleyen bin yıl içinde daha karmaşık aletler geliştirdiler ve küçük köyler kurdular. Arkeologlar bu dönemi Mezolitik Çağ ya da Orta Taş Çağı olarak adlandırıyor. 
 

 
 
 

 Yamnaya Kültür Projesi Tuna Rotası, Ulusal Bilim Merkezi, Polonya

Tarihöncesi Avrupa’ya üç ayrı göç dalgasıyla gelenler yerleşti. Beş bin yıl kadar önceki en sonuncu dalgayı oluşturanlar, Rusya’dan gelen, at binen sığırtmaçlar olan Yamnayalardı. Sırbistan’da, Žabalj kenti yakınlarında Yamnayalar, bu fotoğrafta görülen örnek ve benzeri görkemli mezar tepeleri inşa etmişlerdi.

Yamnaya Kültür Projesi Tuna Rotası, Ulusal Bilim Merkezi, Polonya

Tarihöncesi Avrupa’ya üç ayrı göç dalgasıyla gelenler yerleşti. Beş bin yıl kadar önceki en sonuncu dalgayı oluşturanlar, Rusya’dan gelen, at binen sığırtmaçlar olan Yamnayalardı. Sırbistan’da, Žabalj kenti yakınlarında Yamnayalar, bu fotoğrafta görülen örnek ve benzeri görkemli mezar tepeleri inşa etmişlerdi.

Devlet Tarih Müzesi, Moskova

Yamnayaların steplerde yolculuk yaparken kullandıkları tekerlekli at arabasının İÖ 2500 tarihli bir mezarda bulunan modeli.

Devlet Tarih Müzesi, Moskova

Bronz bıçak.

Devlet Tarih Müzesi, Moskova

Balık dişlerinden yapılma kolye.

Devlet Tarih Müzesi, Moskova

Oyunlarda kullanılan koyun aşık kemiği.

Devlet Tarih Müzesi, Moskova

Doğal kil pigmenti aşı boyası ile boyanmış bir kafatası.

Rémi Bénali

Stonehenge’in yapımının başladığı İÖ 3000’lerde, Britanya’da Neolitik çiftçiler yaşıyordu. Bin yıl ardından, inşası bittiğinde, Neolitik nüfusun yerini –olasılıkla, vebayı buraya getirdikleri için nesillerinin tükenmesine yol açan– Yamnayaların torunları almıştı.

Bursa Kent Müzesi

Aktopraklık Höyük. Kafatası.

Bursa Kent Müzesi

Aktopraklık Höyük. Pişmiş toprak kadın heykeli.

Bursa Kent Müzesi

Aktopraklık Höyük. Bir değirmentaşı.

Bursa Kent Müzesi

Aktopraklık Höyük. Üzerinde buğday ile görüntülenen pişmiş toprak çömlek parçası.

1960’larda Sırp arkeologlar, Tuna’nın kıvrımlarından birinde, dik yamaçlarda kurulmuş bir Mezolitik dönem balıkçı köyü keşfetti –nehrin en daraldığı yerlerden birine kurulmuştu. Lepenski Vir olarak adlandırılan bu yer, kabaca 9 bin yıl öncesi itibarıyla yüz kişiye ulaşan bir nüfusu barındıran karmaşık bir yerleşimdi. Bazı evleri yarı insan yarı balık biçimli yontu heykeller süslüyordu. 

Lepenski Vir’de bulunan kemikler burada yaşayan insanların büyük oranda nehirden çıkan balıklara bel bağladığını gösteriyor. Köyün kalıntıları Tuna’ya bakan ağaçların altında korunmuş hâlde duruyor; patlak gözlü nehir tanrılarının heykelleri tarihöncesi ocaklara hâlâ gözcülük ediyor. “Besinlerinin yüzde 70’i balıktan oluşuyordu,” diyor alanın müdürü Vladimir Nojkovic. “Çiftçiler tarafından bertaraf edilene kadar neredeyse 2 bin yıl boyunca burada yaşamışlar.” 

Konya Ovası, günümüz Türkiyesi’nin tahıl ambarı. Liverpool Üniversitesi arkeologlarından Douglas Baird, fırtınaların dört yanınızda toz kaldırmaya başlamadan önce ufuktaki dağları sardığını gördüğünüz bu verimli düzlükte, tarımın başladığı ilk günden itibaren çiftçilerin yaşadığını söylüyor. Baird, on yılı aşkın bir süredir, Boncuklu adıyla anılan tarihöncesi köyün kazısını yapıyor. Burası, insanların 10 bin 300 yıl kadar önce, Neolitik Çağ’ın yaklaştığı sıralarda, iki tarihöncesi buğday türünü, gernik ve siyez buğdaylarını küçük tarlalarda ekmeye başladığı ve olasılıkla küçük sürüler hâlinde koyun ve keçi yetiştirdiği yerdi. Bin yıl içinde Neolitik devrim adı verilen hareket tüm Anadolu’ya yayılmış ve Güneydoğu Avrupa’ya ulaşmıştı. Altı bin yıl kadar öncesine gelindiğinde ise artık Avrupa’nın her yanında çiftçiler ve hayvancılar varlık gösteriyordu. 

Avrupa’ya tarımın Türkiye’den ya da Doğu Akdeniz’den geldiği uzun zamandır kesin kabul ediliyor ama aynı yerlerden çiftçiler de gelmiş miydi? Yanıt net değil. Birçok arkeoloğun onlarca yıldır süregelen inancına göre, pek çok yenilik –tarımın yanı sıra çömlek yapımı, ormanda arazi açmaya yarayan cilalı taş baltalar ve karmaşık yerleşimler– Avrupa’ya göçmenler aracılığıyla değil de, ticaret ve kulaktan kulağa geçen bilgi yoluyla bir vadiden diğerine, orada yaşayan avcı–toplayıcıların yeni gelenekler ve yaşam biçimlerini benimsemesiyle yayılmıştı. 

Oysa Boncuklu’dan elde edilen DNA kanıtları, göçün bu yayılımda çok daha etkin bir rol oynadığının anlaşılmasını sağladı. Boncuklu çiftçileri ölülerini yakınlarında tutuyor, evlerinin altında cenin pozisyonunda gömüyordu. 

Baird, 2014’ten bu yana Türkiye’nin yanı sıra İsveç, İngiltere ve Almanya’daki DNA laboratuvarlarına bölgedeki on beş gömü alanında çıkarılan çeşitli kafatası parçaları ve dişlerden elde edilen DNA örneklerini gönderiyor. 


İtalya’da, Sardinya adasındaki Ottana köyünde her yıl yapılan karnavala katılan maskeliler, insanın hayvan üzerindeki hâkimiyetini sergiliyor. Bu, evcilleştirmenin ilk günlerine kadar giden bir tema. Avrupa’nın ilk çiftçilerinin DNA’ları, Sardinyalıların genlerindeki baskınlığını hâlen sürdürüyor. 

Örneklerin çoğu Konya Ovası’nın sıcağında geçirdikleri binlerce yılın ardından pek fazla DNA barındırmayacak denli kötü biçimde zarar görmüş hâldeydi. Ancak Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü’nde (Almanya) çalışan Johannes Krause ve ekibi, bir avuç petroz kemiği örneğini inceledi. İçkulakta bulunan petroz kemiği, boyutu serçe parmağının ucunu geçmeyecek kadar küçük ama aynı zamanda bedendeki en yoğun kemik. Araştırmacılar, bu kemiğin genetik bilgiyi, ısının iskeletlerdeki kullanılabilir DNA’yı yok etmesinin çok sonrasında bile hâlâ sakladığını keşfetti. Ve bu bilginin ortaya çıkması, daha iyi dizileme araçları ile birlikte, eski çağlardan günümüze ulaşan kalıntılar üzerinde yapılan DNA araştırmalarında patlama yaşanmasına yol açtı. 

Sonuçta, Boncuklu’nun petroz kemikleri işe yaradı: Elde edilen DNA, yüzlerce yıl sonrasında ve kilometrelerce kuzeybatıda yaşayıp ölmüş çifçilerinkiyle uyuşuyordu. Bunun anlamı şuydu; Anadolulu ilk çiftçiler göç etmiş, yaşam biçimlerinin yanı sıra genlerini de yaymışlardı. 

Üstelik, Güneydoğu Avrupa’da durmamışlardı. Torunları, yüzyıllar içinde Tuna boyunca yol alıp Lepenski Vir’den geçmiş ve kıtanın derinliklerine doğru ilerlemişlerdi. Bazıları teknelerle Akdeniz boyunca ilerleyerek Sardinya ve Sicilya gibi adalarda koloniler kurmuş, Güney Avrupa’nın Portekiz gibi uzak kesimlerine yerleşmişti. Boncuklu’dan İngiltere’ye, tarımın başladığı her yerde Anadolu’nun genetik izleri var. 

Neolitik çiftçilerin çoğu açık tenli ve koyu renk gözlüydü; artık yan yana yaşadıkları avcı–toplayıcıların çoğuyla zıt bir özellikti bu. “Görünüşleri farklıydı, farklı diller konuşuyorlardı… beslenme biçimleri farklıydı,” diyor Hartwick College arkeologlarından David Anthony. “Genelde birbirlerinden ayrı duruyorlardı.” 

Yavaş gelişen bu ilk ilişkiler, Avrupa’nın her yanında mesafeliydi ve kimi zaman yüzyıllar boyunca da öyle kalmıştı. Bir grubun diğer grubun alet ya da geleneklerini benimsediğine dair pek fazla kanıt yok. İki nüfusun iç içe geçtiği durumlarda dahi karşılıklı evlilikler nadir görülüyordu. “Birbirleriyle ilişki hâlinde oldukları konusunda kuşku yok ama birbirlerinden kız ya da erkek almıyorlardı,” diyor Anthony. “Tüm antropoloji derslerini yanlış çıkararak, birbirleriyle seks yapmıyorlardı.” Ötekinden korkmanın uzun bir geçmişi var. 

Devamını National Geographic Türkiye’nin Ağustos 2019 sayısında okuyabilirsiniz.

Kaynak:http://www.nationalgeographic.com.tr/makale/agustos_2019/ilk-avrupalilar-kimdi/4021

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum