Hilmi Yavuz:Muhafazakârlar ve Gelenekçiler

Osmanlı-Türk modernleşmesine itirazlar Tanzimat'la başlar:

Hilmi Yavuz:Muhafazakârlar ve Gelenekçiler
01 Ocak 2012 - 16:41

Osmanlı-Türk modernleşmesine itirazlar Tanzimat'la başlar: Hiç şüphesiz, mantıksal olan da budur: Etki/ Tepki meselesi! Ama bu itirazların iki ayrı mecradan ilerlediğini ve bu mecralardan birinin Muhafazakârlık, ötekininse Gelenekçilik olduğunu biliyoruz.

 

Prof. Dr. Bedri Gencer (ki, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde lisans öğrencisi olduğu 80'li yıllarda, benim derslerime de devam etmiştir!) 'Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed Cevdet' adlı kitabında (Kapı Yayınları, 2011), Tanzimat Muhafazakârlığını Ahmed Cevdet Paşa'nın, Gelenekçiliği ise Namık Kemal'in temsil ettiğini bildirir. Muhafazakârlık, Gencer'e göre, Modernliğin hayat tarzında yaptığı değişikliklere; Gelenekçilik ise, Modernizmin düşünce tarzında yaptığı değişikliklere karşı yapılan itirazlarla belirlenir. Mükemmel bir tesbit! [Gencer'in, 2009 yılında, Lotus yayınları arasında çıkan 'İslam'da Modernleşme' adlı bir kitabı daha var!]

Tanzimat modernleşmesine karşı Muhafazakâr ve Gelenekçi itirazları temsil eden Ahmed Cevdet Paşa ile Namık Kemal'in yaklaşımları, özellikle hukuk alanındaki çalışmalarının farklılaşmasında kendini gösterir. Bu, bence son derece önemli; zira, Ahmed Cevdet Paşa Modernliğin Osmanlı hayat tarzında yaptığı değişikliklere karşı, özel hayatın muhafazasının, ancak, Mecelle ile konsolide edileceğinin farkındadır.

Nedir bu 'farkında-oluş'? Şu: Tanzimat modernliği, Osmanlının geleneksel hayat tarzına da radikal birtakım müdahalelerde bulunmak durumunda kalacağının ayırdındadır. O kadar ayırdındadır ki, Paşa, 16. Tezkire'sinde şunları yazabiliyor: 'Fransız elçisi Bourré, pek ziyâde aleyhimde idi: Çünkü Bourré, Divân-ı Ahkâm-ı Adliye dairesinde Fransız kanunnamesi tedris olunmak [öğretilmek] üzere bir Fransız mualliminin [öğretmeninin] tâyin olunması ve mahakim-i nizamiyede [nizamiye mahkemelerinde] Fransa kanunlarının mer'iyy'ül icrâ [yürürlükte] olması arzusunda olup, fakir ise mahakim-i nizamiyede düstûr'ul amel [yolgösterici] olmak üzere Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin te'lifiyle meşgul idim.' Düşünebiliyor musunuz, İstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Bourré, Osmanlı topraklarında Fransız Medeni kanununun [Code Napoléon] yürürlüğe konulmasını Bâb-ı Alî'den isteyebilmektedir! Dahası var: Ahmed Cevdet Paşa o sırada Mecelle'nin yazımı işine devam etmektedir: Mecelle'nin dört kitabı basılmış ve yayımlanmış, beşincisi ise 'itmâm ile tebyize verilmiş'tir [tamamlanmıştır ve temize çekilmektedir]. Paşa, 'Fransız elçisinin buna nazar-ı husumetle [düşmanca] bakmakta hakkı olsun diyelim, amma vükelâ ve ricâl-i devlet addolunan [bakan ve devlet erkânı sayılan] bazı mütefernicîyne [frenk geçinenlere] ne diyelim?' diye yakınmaktadır. Sonuç? Sonuç, Ahmed Cevdet Paşa, Adliye Nezareti'nden ayrılmak durumunda bırakılır. 'Mütefernicîyn', yani Fransa hayranları, (ne tuhaftır ki, Şeyhulislam Kezzubî [yalancı] Hasan Efendi de, 'mütefernicîyn' ile birliktedir!), Paşa'yı bertaraf etmeyi başarmışlardır!

Namık Kemal ise, Modernizmin düşünce tarzında getirdiği veya getirmeye hazırlandığı değişikliklere karşı kamu hukukunun geleneksel temelkoyucu ilkeleri üzerinde ısrarlıdır. Ahmed Cevdet Paşa, hayat tarzının Frenkleştirilmesi karşısında Mecelle'yi, yani özel hukuk alanını kodifiye ederek Tanzimat modernliğinin özel hayata müdahalesini önlemeye çalıştıysa, Namık Kemal de, kamu hukuku alanının Tanzimat modernizminin düşünce tarzında getirdiği değişikliklerin geleneksel zihniyet yapısından farklı bir düzleme taşınmasına engel olmaya çalışmaktadır.

Namık Kemal'de de, tıpkı Ahmed Cevdet Paşa'da olduğu gibi, Din'in ya da İslam'ın belirleyici bir durum olduğunu biliyoruz. Doğal Hukuk'un kaynağını Akıl değil Allah'ta temellendiren Namık Kemal, 'Hukuk ve Hukuk-u Umumiye' başlıklı yazısında, Batı dünyasından esinli olan hak ve hürriyet kavramları ile İslam akidelerini uzlaştırmayı dener. İnsanın tabiî bir hakkı ve tabiî hürriyeti olduğunu, ancak bu tabiî hakkın ve bu tabiî hürriyetin sınırlarının Allah tarafından belirlendiğini ileri sürerek, bu kavramları Allah'a bağlar. Bu kavramları sınırlayan kuvvet, insanın iradesinin üzerinde olan bir kuvvettir. Namık Kemal şunları yazar: 'Acaba hukukun menba'ı, kâinatta vucûdunu aradığımız mebde'-i evvelde [ilk başlangıçta] midir? Yoksa ihtiyâr-ı beşerde [insan iradesinde] mi?' diye sorar ve şu cevabı verir: 'Şıkk-ı sâni [ikinci ihtimal] bir surette teslim olunamaz. Çünkü ihtiyar-ı beşer [insan iradesi] ya hürr-i mutlaktır [mutlak anlamda özgürdür] ya bir kayd ile mukayyeddir [ya da, bir kayda bağlıdır]. Eğer hürr-i mutlak ise, hiçbir ferd diğerinin hod-be-hod [kendi başına] tayin ettiği hükme serfürû eylemek [boyun eğmek] istemez ve buna bi-hakkın icbâr da olunamaz.'

Biri muhafazakâr, öteki gelenekçi iki büyük insan! İlki özel hayatın muhafazası, öteki ise kamusal hayatın gelenekselliğini sürdürmesi için gösterdikleri büyük çabayla yüceldiler. Mekânları Cennet-i âlâdır!

Hâmiş: Sevgili okurlarımın yeni yılının hayırlara vesile olmasını diliyorum.

01 Ocak 2012, Pazar-zaman gaz.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum