GOEBEN ZIRHLISI'NIN HİKAYESİ

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NU I. DÜNYA SAVAŞI’NA DAHİL EDEN SÜRECİ BAŞLATAN GOEBEN ZIRHLISI’NIN HİKAYESİ’Nİ YAZAN DAN VAN DER VAT, GEMİNİN HÂLÂ ALMAN DONANMASINA KAYITLI GÖRÜNDÜĞÜNÜ YAZIYOR.

GOEBEN ZIRHLISI'NIN HİKAYESİ
14 Şubat 2013 - 23:04

Kimi tarihi olayların sebep ve sonuçları tartışılırken sıklıkla ‘şöyle olmasaydı, böyle olsaydı, şu karar yerine bu strateji uygulansaydı farklı sonuç alınırdı’ gibi fikir yürütmeler yapılır sıklıkla. Oysa tarihin akışı içinde zaten tıpkı insanların olduğu gibi ülkelerin, sistemlerin ve ideolojilerin de bir kaderi vardır. Ve zamanı geldiğinde onların da son bulması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bugünden bakarak geçmişin akışı üzerine yorumlar yapmak, o olaylardan akılcı sonuçlar çıkarmak kadar fayda sağlamaz insanoğluna. Tarih kitaplarında Yavuz adıyla bildiğimiz Goeben zırhlısının Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıma götüren seyirde oynadığı rolü de böyle değerlendirmek gerekiyor belki de.

Osmanlı İmparatorluğu’nu I. Dünya Savaşı’na dahil eden süreci başlatan Goeben zırhlısı, dünya tarihini de geri dönülmez şekilde değiştirdi. Alman, Fransız ve İngiliz kaynaklarında ilk kez kapsamlı araştırmalar yaparak, Goeben’in Çanakkale Boğazı’na kaçışının tüm öyküsünü gözler önüne seren Dan Van der Vat’ın 1985 yılında kaleme aldığı metin,Dünyayı Değiştiren Gemi adıyla ve Ali Cevat Akkoyunlu çevirisiyle Alfa Tarih serisinden okurla buluştu. 

 

YAVUZ VE MİDİLLİ HÂLÂ ALMAN DONANMASINA KAYITLI

 

Dan Van der Vat, sadece Türk tarihini değil dünya tarihinde de önemli bir kırılmaya yol açan Goeben’in Osmanlı İmparatorluğu’nu ateşin orta yerine atma sürecini şöyle anlatıyor kitabında:  “I. Dünya Savaşı başladığında Almanların Akdeniz’deki tek büyük savaş kruvazörü Goeben (daha sonra Yavuz), düşmanlarının müthiş beceriksizliğinin de yardımıyla Fransız donanmasından ve Britanya Akdeniz Filosu’ndan kaçarak Çanakkale Boğazı’na varacaktı. Gemiler Çanakkale’ye varınca, Almanlar Türk sancağı altında Karadeniz’e açılıp Rus kıyılarını topa tutarak Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sürükledi. O gün Karadeniz’de Ruslara saldıran bütün gemiler Osmanlı sancağı taşıyor olsa da, Yavuz’un çoğu sadece Almanca konuşan mürettebatı gemiden Goeben olarak bahsetmeyi sürdürüyordu. Diğer gemi Midilli de daha Türk değildi. Alman mürettebatın dilinde de adı Breslau olarak geçiyordu. Bu iki görkemli gemi Osmanlı Bahriye Nazırı’na İstanbul’da yapılan bir törenle I.Dünya Savaşı’nın başlamasından sadece iki hafta sonra resmen devredilmiş olsa da Alman Deniz Kuvvetleri kayıtlarına göre ikisi de hâlâ Almanların Akdeniz Filosu’nu oluşturuyordu.”

 

SAVAŞIN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN SİLAH

 

Bir gemi ne kadar karmaşık olursa olsun sonuçta cansız bir varlıktır ve işin doğrusu hiçbir şeyi değiştirmekten sorumlu tutulamaz. Sir Basil Liddell Hart’ın bu kitabın başına aldığımız bilgece yorumu inkar edilemez: Savaş gemisi bir silahtır ve ne denli güçlü olursa olsun bir silahtan öteye geçemez. Oysa bir savaş gemisinin toplardan, makinelerden ve zırhtan çok daha fazlası olduğunu kabullenmek için duygusallığa batmak ya da romantizmden zevk almak şart değildir. Ezelden beri denizciler gemilerine bir kişilik atfeder ve denizin en üst rütbeli dili olan İngilizce, gramer cinsiyeti karşısındaki geleneksel aldırmazlığını terk ederek gemiye dişilik kazandırır. Bunun ‘denizci gemisiyle evlidir’ kavramından mı kaynaklandığı ya da deyimin kavram mı doğurduğu konusu dilbilimin olduğu kadar psikolojinin de alanına girer.

Dolayısıyla Almanya’dan gelen emirler üzerine silah altına alınarak 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı’nın önüne gelişinden 70 yılı aşkın bir süre sonra bile sonuçları tam olarak anlaşılamamış derin değişikliklerin aracı olan salt Goeben değildir; mürettebatının, süvarisinin ve amiralinin elindeki Goeben’dir. Böyle kullanılmakla, yararları iyice genişletilmiş bir silah olduğu sorgulanamasa da son tahlilde kime daha faydalı olduğu tartışılır.

HASTA ADAMI TEDAVİYE ZORLADI

Goeben’in yol açtığı sürecin aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun kaçınılmaz sonunu biraz öne almış olduğunu savunan Dan Van der Vat, bu düşüncesini ise şöyle temellendiriyor: “Genel anlamda bakıldığında, Türklerin 1918 yenilgisi Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sonuçlanmış dolaysız ya da dolaylı yoldan parçalarının bağımsızlığına yol açmıştı. Bu gelişmeler tam da Batılı emperyalist güçlerin, egemenliklerinin son dönemlerinde Ortadoğu’nun petrol yataklarının önemini anlamaya başladıkları çağa rastlıyordu. Osmanlı kavramının 1914’ten önce de sadece sözde kaldığı konusunda fazla kuşku yoktu; buna rağmen imparatorluğun Fas’tan Balkanlar’a kadar batı bölümleri üzerinde de facto egemen olmak için hareketlenen güçlerin sadece kavramda da olsa Osmanlı’nın varlığını korumaya kararlı olduklarını; bu kararın Türklerin I. Dünya Savaşı’na girip yenilerek bunca zamandır ertelenen miras paylaşımına yol açmalarına kadar sürdüğünü unutmamak gerekir. Böylelikle Goeben’in gelişi, sonunda “Avrupa’nın hasta adamını” tedaviye zorlayacaktı; ancak bu tedavi gereği kesilen uzuvlar ve kaderine terk edilmiş toprakları üzerinde süre gelen çekişmeler olmasa daha hayırlı sonuçlar ortaya çıkardı.” Der Vat’ın kitabı kaleme aldığı 1985 yılında Osmanlı bakiyesi topraklarla ilgili bugün gerçekliğine şahit olduğumuz şu öngörüde bulunuyor: “Bugün Ortadoğu’daki gelişmeleri endişeyle izlerken, en kötüsünün henüz gelmemiş olabileceğini göz ardı edemeyiz.”

star gz. kitap eki

 

Dünyayı Değiştiren Gemi

Dan Van der Vat

Alfa Tarih

İHSAN SANCAR

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum