Ayşegül KILINÇ Yazdı: Türk Dünyası'nın Solmayan Çiçeği: Şefika Gaspıralı

Türk Dünyası’nın Solmayan Çiçeği: Şefika Gaspıralı

Ayşegül KILINÇ Yazdı: Türk Dünyası'nın Solmayan Çiçeği: Şefika Gaspıralı
09 Mart 2022 - 13:36 - Güncelleme: 09 Mart 2022 - 22:27

Türk Dünyası'nın Solmayan Çiçeği: Şefika Gaspıralı

Ayşegül KILINÇ

“Şefi! Bazı insanlar acı çekmek için yaratılmıştır.
Muhtemelen senle ben de acı çekenlerdeniz.”

NesipYusufbeyli

           
Kırım’da Altın Orda Devleti (13.-15. yy.) ve Kırım Hanlığı’nın ilk zamanlarında (15. yy.) Türk kadını siyasi ve sosyal alanda rol oynayıp, elzem bir hürriyete sahip iken Çarlık Rusya’sında (16.-20. yy.) bu hürriyet yaşamı oldukça güç hâle getirmiştir. Kırım kadını her türlü imkandan, sosyal alandan, haklardan ve cemiyet yaşantısından uzak tutulup evde kapalı bir vaziyette, dışarıda ise çarşafa mahkum edilmiştir. 1917 Ekim Devrimi sonrasında Türk Kadını’na hürriyet bahşedilmiş fakat bu hürriyet, “Türklükten mankurtlaştırıp Sovyet tipi aile yaratma” amacıyla kültürel bir savaş haline getirilmiş, kadına tanınan özgürlük burada silah olarak kullanılmıştır. Yakın Doğu’nun da etkisiyle kadının aile içindeki yeri Altın Orda ve sonrasına hitap eden bir sıfata erişememiş, yine de Geleneksel Kırım Tatar aile yaşantısı 1940’lara kadar korunmuştur. 

Türk Dünyası’na “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” fikriyle temel atmış olan Kırım Tatarı İsmail Gaspıralı, Kazan’lı olan Zühre Akçura (Yusuf Akçura’nın halası) ile 1882 yılında evdeş olmuş, 25 yıllık evlilik yaşantıları içerisinde 8 çocuk dünyaya getirmişlerdir. İsmail Gaspıralı’ya göre Türk aile yaşantısında kadının yerini İslam’dan önce Çinliler etkilemiş, Çinliler’in “Kadınlara ne akıl gerek, ne ayak” sözleri ile bu düşüncesini savunmuştur. O, her zaman Türk Tarihi’nde Türk kadınının iz bıraktığı ve sosyal-siyasi alanda yer aldığı bilinciyle kendi devrinde her rolde baş gösteren Türk kadınını yeniden diriltme politikaları gütmüştür. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra modernleşmeye başlayan yaşamdan Osmanlı ve Çarlık Rusyası’nda kadınlar da nasibini almış, bu durum Gaspıralı’nın erişebileceği noktaları kolaylaştırmıştır. Cedidcilik (Usûl-i Cedid) Hareketi’ni temsil ederek Çarlık Rusyası’nda Türkler arasında eğitim ve öğretim, dil, din meselelerinde reform nitelikli düşünceler ortaya atmış, Usûl-i Cedid okulları ve Tercüman gazetesi ile bu fikri Türk Dünyası’na yaymaya çalışmıştır. Bolşevik Devrimi’nde 360 Cedid okulları varlığını gösterirken bunların yarısına yakınını kızlar için açılan okullar oluşturmuştur. Öyle ki, 1884 tarihinde Kırım Bahçesaray’da kız çocukları için açılan ilk Usul-i Cedid okulunun öğretmeni de yine İsmail Gaspıralı’nın kız kardeşi Selime-Pembe Hanım olmuştur. Böylelikle kadın öğretmen ihtiyacı doğmuş, kızlar için yükseköğretimin de yolu açılmıştır.

Bir 2 kişi görseli olabilir

4 erkek 4 kız çocuğundan büyük kızı olan Şefika Gaspıralı, 21 Kasım 1886’da Bahçesaray’da iz bırakacağı hayata gözlerini açmıştır. Şefika iki temeli de Türklük olan ailenin içinde Türk kadınına çiçek verecek bir filiz gibi yetiştirilmiştir. Şefika’yı babası Robinson Crusoe hikayeleriyle, annesi Kırım Tatar masallarıyla büyütmüş, mektebe gitmeden kızlarına okuma-yazmayı öğretmişlerdir. 5-6 yaşlarındayken babası kendi hazırladığı Hoca‑i  Sıbyân kitabını Şefika’ya hediye etmiş ve bundan sonrasında kızını kendi eğitim metodunda yetiştirecek olan Cedid okulunda eğitim aldırmıştır. Henüz 17’sinde kaybettiği anneciği ile çok güçlü bağı olan Şefika, 11 yaşlarında annesinin memleketine yalnızca 3 aylık süre için gittiğinde bile annesi ona bazen haftada 1’i aşmak üzere toplam 19 mektup yazmıştır. Kırım ve İdil-Ural Türkçesi karışımında olan bu mektuplarda Zühre Hanım biricik kızına miras bırakırcasına cümleler sarf etmiştir. Mektupları, “İki gözümün nuru, canım balam Şefika, gözlerinden öpüp çok selam idem” hitaplarıyla başlatıp “menim kızım cancağımızım… ciğerköşem… gözlerinden öpüp, seni sağınup… sizni seven anayın Zöhreg” cümleleriyle özlem duygusunu derinden taşıyan bu sımsıcak iltifatlarıyla son noktasını koymuştur. İsmail Gaspıralı’nın yaşadığı tüm zorluklarda eşini cesaretlendirip ona destek olan Zühre, Şefika için harikulade bir rol model olmuştur.

Annesini kaybettikten sonra tamamen babasının fikr-i hürriyeti, eğitimi ve Tercüman’ıyla yetişen Şefika, annesinin ölümünden 3 yıl sonra 3 Mart 1906 tarihinde dünyanın kadınlara özel ilk dergisi olan Âlem‑i Nisvân (Hanımlar Dünyası) dergisinin yönetimini üstlenmiş; 5 yıl boyunca çeşitli aralıklarla yayımlanan bu dergideki ilk yazısı -belki de annesini hatırlatan ve hatıralarını yaşatma amacı güden- Kırım Tatar masalları ve folkloru üzerine olmuştur. İsmail Gaspıralı’nın desteği ile Rusya Türklüğü’nde ilk örgütlü kadın hareketinin öncü kadın liderliğinde bu derginin amacını beş temel kavram üzerine oturtmuştur: Bilgilendirme, Aydınlatma, Teşvik, Yönlendirme, Örgütleme. Müdire Şefika Hanım, kadının her alanda eğitilme, görev alma ve üretme yetkisi,  kadın-erkek eşitliği,  çarşaf sorunu, kadın hürriyeti başlıklarına derinden tohumlar ekmiş; babasının kitaplarında meclisi yüreklendiren, ok atan, at binen, istila edilen Türk yurdunu düşmandan kurtaran Türk kadınını Âlem‑i Nisvân’da “Feminizim Nedir?” başlıklı yazısında önder durumuna getirmiş, Tercüman gazetesinde “Kadınlar Eğitilmeli Midir?”, “Kadınların Durumu”, “Zulüm Nerden Geliyor?”, “Şeriat Kız Çocuğuna Okumaya İzin Veriyor Mu?”, “Müslüman Kadınların Düşmanları”, “Kız Çocukların Eğitim Süreci”, “İslam ve Kadın Hakları”, “Kadınların Sorunu Hakkında” isimli makalelerinde bu önderliğe devam niteliği taşımıştır.

Dünyada resmi olarak ilk kadın kurultayını toplamış, Zühre Hanım’ın sevgi dolu sözleriyle büyüttüğü biricik kızı, yalnızca özgür kadın hayalini kurmakla kalmamış kadın haklarının savunuculuğunun temelini genç yaşta atmıştır. Kırım Türk Cumhuriyeti’nde Kurultay Başkanlık Divanı Üyesi ve Kırım Meclisi’nde iki dönem faaliyette olmak üzere ilk kadın milletvekili olarak, kadınların da erkekler gibi boşanma hakkının olması gerektiğini savunmuş, bunu 4 maddede toplamış ve Müftü’ye bu maddeleri öneren yine kendisi olmuştur.

Bunca Türk kadınlarına kendini adayan, Türk kadının hakkını her ortamda savunan ve fikri iradesini kanıtlayan Şefika’nın elbette gönlünde bir erkek de yer almıştı. O kişi, Azerbaycan Türklüğü ile yanıp tutuşan, Gence’den Bahçesaray’a İsmail Gaspıralı’yı ziyarete gelen Türk Talebeler Derneği öğrencisi Nesip Yusufbeyli olmuştu. O dönemde Şefika 15, Nesip 21 yaşındaydı. Bu süreç içerisinde Yusufbeyli Şefika’nın kıvrak zekasına, becerikliliğine, alımlılığına hayran kalmış, Şefika da kendisinden 5 yaş büyük olan Yusufbeyli’ye gönülden bağlanmıştı. İlerleyen süreçte mektuplaşmaları başlamış, ikili mektuplarda arkadaşlıkları iki ülkü aşkı çerçevesinde siyasi-milli ifadelerle bezenirken sonraki mektuplarda duygusal yakınlaşmaya yer vermişlerdir. Özellikle Yusufbeyli 1903’ün 13 Nisan’ında Zühre Gaspıralı’nın ölümü ardından Şefika’ya şefkatle destek olmuştu. 1904 yılında nişanlanan Şefika ve Yusufbeyli Çar Hükümeti’nin üniversiteyi kapatma sebebiyle gurbet aşkına düşmüş ve Yusufbeyli Gence’ye dönmüştür. Yusufbeyli, Türkçülük ülküsünü burada faaliyete geçirmiş, eğitim adına ilkler gerçekleştirmiş, parti kurarak yerel ve yönetimde yer almıştır.

1906 yılında İsmail Gaspıralı Yusufbeyli’yi Bahçesaray’a davet etmiş ve bu adımla yaz ayında Şefika ve Yusufbeyli yuva kurmuşlardır. Burada, Azerbaycan’da kök salacağı Türkçülük ülküsüne cedidci bir nitelikle temel oluşturan Yusufbeyli, Kırım Tatarlarının sahne yapıtlarında sanat danışmanlığını yapmış ve kimi zaman oyunlarda kendisi de rol almıştır. Yusufbeyli, 1906-1910 yılları arasında İsmail Gaspıralı’nın yanında Tercüman gazetesinde çalışmış onun yükünü üstlenmiştir. Evliliklerinin ikinci yılında Zühre isimli bir kızları ve üçüncü yılında Niyazi isimli oğulları dünyaya gelmiştir. 1910 yılında Şefika çocuklarıyla beraber eşinin memleketi Gence’ye yerleşmiş fakat kısa bir süre sonra Şefika eşinin yakın arkadaşı Aynülhayat Beyişeva ile dini nikah kıyıp ayrı bir evde birliktelik sürdüğünü duyunca ilişki zedelenmeye başlamıştı. Şefika önce çocuklarını göndermiş daha sonra 1912 yılının sonlarına doğru kendisi Bahçesaray’a dönmüş babasının ölümü sonrasında çocuklarını alıp Gence’ye gitmiş, ardından yine 1916’da Kırım’a dönmüştür. Sonraki yıllarda Yusufbeyli Azerbaycan’da oldukça yoğun işler ortaya koymuş, Resulzade ile beraber Azerbaycan halkı tarafından kısa sürede yoğun ilgi görerek ve destek toplayarak en sonunda Güney Kafkasya’nın önderi haline gelmiştir.

Zaman geçmiş olsa da ne Yusufbeyli Şefika’dan ne de Şefika Yusufbeyli’den geçmiştir. Biri Kırım’da biri Gence’de psikolojik olarak oldukça zor günler geçirmiş, birbirlerine en ihtiyaç duydukları zaman diliminde adım atamamaları sebebiyle içe kapanma yaşamışlardır. Yine de aile bağından kopmayan ikili çocuklarının sıhhati üzerine mektuplaşmışlar, en sonunda 20 Şubat 1916 yılında Yusufbeyli hatasını kabul ettiği bir mektup göndermiştir. Fakat Şefika’nın gurur ve güveni öyle incinmiştir ki, artık kızlık soyadı olan Gasprinski’yi kullanmaya başlamıştır. Şefika’nın acısı da öfkesi de yüreğindeki sevgiden en ufak bir azalmaya sebep olmamış, hatıralarında Yusufbeyli’den “zevcim” diye söz etmiştir. Yusufbeyli onun Türklük aşkının vücut bulmuş hali olmuş fakat aşkı, düşmanın kendi elinden toprak alması kadar da çaresiz bırakmıştır. Sovyet-Rus askerlerinin Kırım’daki işgali üzerine Nesip Bey’in isteği ile Şefika çocuklarla beraber 1919 yılının Ağustos ayında Bakü’ye yerleşmiştir. Fakat Yusufbeyli’nin bu esnada Aynülhayat Hanım ile evliliği hâlâ devam etmesi sebepli Şefika ayrı bir eve yerleşmiş, Bakü’de bir anaokulunda müdire olarak göreve başlamıştır.

27 Nisan 1920 tarihinde Kızıl Ordu Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni işgal etmiş bu sebeple Yusufbeyli Gürcistan’a dolaylı yollardan kaçmıştır. 31 Mayıs 1920’de Tiflis’e giderken Yusufbeyli suikast kurbanı olmuş fakat ölümünden uzun bir süre kimse haberdar olamamıştır. Şefika eşinin İstanbul’da olduğunu belirten bir dilekçe yazmış ve ASSC hükümet organlarından izin alarak İstanbul’a gitmiştir. Burada tesadüfen Yusufbeyli’nin öldüğü an yanında olan Rus şoför ile karşılaşmış ve nihayet biricik aşkının öldüğünü öğrenmiştir. Yaşamı boyunca ihanetine ve yaşattığı acıya rağmen Yusufbeyli, maddi manevi desteği Şefika ve çocukların üzerinden hiç esirgememiş, ihanetini telafi edecek bir eylemde bulunmamasına rağmen, Şefika hayatında “zevci” sıfatıyla var olamamış aşkından hiçbir zaman kopamamış, uzaklaşamamıştır. Yaşamının son 54 yılını Türkiye’de çeşitli işlerde çalışarak, kazandığı harçlıkla çocuklarını okutup yetiştirmeye adamıştır. 1930’da Türkiye’de Kırım Kadınlar Birliği’nin başında rol almış, ne Türklük aşkından ne de Yusufbeyli’nin aşkından geçebilmiştir. Bir Türk kadını tüm kadınların sesi, yüreği ve emeği olmuştur. 100 yılın sonrasında Türk kadınının üstüne düşen görev ise bu aşkı düşünmek, anlamak, üretmek ve yaşatmaktır.

“…Bilmem ki benim hatıralarım ve içinde bulunmuş olduğum şartlar Türkiyeli insanı ilgilendirecek mi? Yalnızca günümüzde mi? 100 yıl sonra ilgi çekecek midir? Hatıralarım tarihi kıymette olup 100 yıl sonra da ilgi ile okunacak mı, yoksa 100 günde unutulacak mı bilmiyorum… 100 gün veya 100 yıl sonra belki unutulur fakat korktuğum, gülünç olmaktır…”

Şefika Gaspıralı Yusufbeyli


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum