ADI ÇİĞDEM: Ergül ALTAŞ yazdı

İnce, çıt kırıldım, mütevazı … Adı çiğdem.

ADI ÇİĞDEM: Ergül ALTAŞ yazdı
06 Eylül 2016 - 23:49

ADI ÇİĞDEM

            Neredeyse “Her mihnet kabulüm, yeter ki/ Gün eksilmesin penceremden!” diyen şaire nazire yaparak “Her mihnet kabulüm, yeter ki/ Çiğdem eksilmesin evimden.” diyeceğim. O kadar yani! Şekeri, tuzu, yumurtayı, bir fincan kahveyi komşudan istersin de çiğdem istemeye yüz ister. Akşam yemeğinden sonra ne kahve isterim ne kahvehane. Gönül hoşluğuyla demlenmiş çayımın yanına bir koca kâse çiğdem isterim. Bana kalsa sade çiğdem yeter de artar. Ama çocuklar fındık, fıstık, bademsiz bir karışıma ağız burum kıvırıyor. Onları da koyuverdik mi çiğdemin yanına, değmeyin keyfimize.

 

Çiğdeme düşkünlüğüm çok eskiye dayanır.  Ta çocuklukta kırık leblebiyle başlayan bir muhabbettir bu. Perşembe günü pazara gidilirdi ilçeye. Peynir, tereyağı, zeytin satılır; mevsimine göre basma fistandan fanilaya giysi; elma portakaldan şeftaliye meyve alınırdı. Bir de büyüklere çiğdem, küçüklere kırık leblebi.

Çoğu zaman günler geçip hafta olmadan çiğdem torbasının dibine darı ekilirdi. Bir koşu bakkala giderdik. Bakkalda bardakla satılan çiğdem, gazete kâğıdından yapılan külaha doldurulurdu. Külah bir, bilemedin iki bardak çiğdem alırdı. Bakkaldan bardakla alınan çiğdem bir yiyimlik olurdu. Hayvan peşinde dağa taşa giderken, akşamüzerleri kapı önünde konu komşu toplanmışken yenirdi.  

 Eksik olmayan akşam gezmelerinin çayına arkadaş, muhabbetine şekerdi çiğdem. O olmadan sohbetin tadı çıkmazdı. Çıt çıt çıtırdar, sohbete müzik katardı. Kıvamını bulmuş bu sohbetin çocuklar tarafından bölünmemesi için alınacak tedbir belliydi: Bir tabak kırık leblebi. Oyun oynarken elimiz kurulmuş bir makine gibi tabağa uzanır, avuçla alınan leblebi ağza boca edilirdi. Ağız öğütmeye hazır değirmendi. Tıkır tıkır seslerle hafif sert leblebileri kırar, hasretle bekleyen mideye gönderirdi. Leblebiler bitince bakardık ağzımıza, ellerimize. Kara mara bir şey olmuşuz. Televizyonda gördüğümüz palyaçolara benzemişiz. Birbirimize gülerdik. Tencere dibin kara, seninki benden kara.

İki karış bostan, beş dönüm tütün eksek kıyısına köşesine çiçek gibi gündöndüler dikerdik. Kavun karpuzlar olgunlaşır, tütünlerin kırımı gelirdi. Gündöndüler güneşe, biz gündöndülere bakardık. İçlensinler de çiçek tepsisini elimize alalım, geze geze yiyelim diye beklerdik. Bizim oranın kuşları paylaşmayı bilmiyordu. Bıraksak onlardan bize bir şey düşmezdi. Biz de sarıp sarmalardık gündöndü çiçeğimizi. Korurduk kuştan kurttan. Tadı başka olurdu çiğ çiğdemin.

Biz büyüdük çeşitlendi çerezimiz. Çiğdem, ayçiçeği oldu, çekirdek oldu, yanına kabak çekirdeği geldi. Beğenmez olduk kırık leblebiyi. Çıtırı vardı, sarısı, beyazı vardı. Türlü baharatlısı vardı. Kırığını kim ne yapsın? Sonra badem, fındık, fıstık gelir oldu akla sağlıklı bir yaşam adına. Oysa bir avuç kuruyemişin geri döndüremeyeceği kadar uzaklaşmıştı bizden sağlıklı bir yaşam.

Televizyondan şikâyet ederken bilgisayar, derken internet girdi insanlarla söz arasına. Akıllı cep telefonları çıkınca kimselerde anlatma ve dinleme merakı kalmadı. Telefonlar elimizde birilerini beğeniyoruz, gözümüzün önündekini görmüyoruz. WhatsApp’ta habire yazışıyoruz, yanıbaşımızdakilerle iki çift laf etmiyoruz.

Pazar günleri açık havada kahvaltı yapmayı seviyorum. Kuş sesleri arasında serin hava tenime değdikçe bedenime sinen metal yorgunluğu akıp gidiyor. Çok şükür, diyorum. İşte bu, diyorum. Hanım ilk iş olarak “Yer bildirimi.” yapıyor. Peşinden birkaç fotoğraf paylaşıyor Facebook’ta, Instagram’da. Eş dost hısım akraba meraktan çatlıyordu biz neredeyiz, ne yapıyoruz? Yapma etme hanım, diyorum. Sana ne bey? Seni etiketlemiyorum ki!

Sonra da beğenenleri takip ediyor, yapılan yorumlara cevap veriyor. Gittiğime gideceğime pişman oluyorum. Bu son, bir daha sizinle dışarı çıkmak mı? Tövbe! Tövbemi çabuk bozuyorum. Bakmışsın yine yükümüzü almış, yola koyulmuşuz.

Büyük lokma ye, büyük söz söyleme diyen atalar ne güzel demiş. Maden kendime verdiğim sözü tutamıyorum o zaman huzurumu bozan, ortamı elektriklendiren uyarıcıları ortadan kaldırmaya karar verdim. Zengin bir kuruyemiş karışımı tedarik ettim cumadan. İki yüz elli gram da çiğdem. Bakalım el mi yaman, bey mi?

Elbette ben yamanım. Kuruyemiş çabuk suyunu çekse de çiğdem iyi dayanıyor. Muhabbetin tadını alınca çiğdem hiç bitmesin istiyoruz. Gönül ne kuruyemiş ister, ne çiğdem, gönül muhabbet ister çiğdem bahane.

Evde, yolda, belde oğlunuz kızınız, eşiniz dostunuz elinden telefonu bırakmıyor, gözünü televizyondan ayırmıyor mu? Bu durum size dert mi oluyor? Önlerine koyun çiğdemi, başlayın çitlemeye. Çit, çit, çit. Bu sese benim diyen babayiğit karşı koyamaz. Eli çiğdeme gidenin dili söze gider. Hem yiyin, hem iki beşlik bozun.

Aman dikkat! Ele avuca sığmayan kabuğuna sahip çıkalım. Parkları, piknik yerlerini çöplük denizine çevirmeyelim.  Çiğdemin yeri gönlümüzde, zihnimizde hep bembeyaz eğlencelik bir çerez olarak kalsın.

İnce, çıt kırıldım, mütevazı … Adı çiğdem.

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum