YÜKSEL YILMAZ:YABANCILAŞTIRMA PROJESİ

Lozan Anlaşması ABD tarafından kabul edilmediği için güvencesi yoktur.

YÜKSEL YILMAZ:YABANCILAŞTIRMA PROJESİ
04 Şubat 2014 - 15:13 - Güncelleme: 04 Şubat 2014 - 15:22

YABANCILAŞTIRMA PROJESİ


Sevr'i reddettik ama Sevr Anlaşmasına taraf olan ülkeler imzalarını geri çekmiş değildirler. Onlar için Sevr halen yürürlükte olup para ve toprak tazminatı gibi taleplerin Avrupa Birliği aracılığıyla Türkiye'nin önüne getirilmesi söz konusudur. Lozan Anlaşması da tek başına yetersizdir. Onlar Lozan Anlaşmasını soykırım hukuku ve insan hakları hukuku olarak değerlendirdikleri için uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde değil, uluslar üstü anlaşmalar çerçevesinde ele alarak tazminata mahkûm etmektedirler.

 

Lozan Anlaşması ABD tarafından kabul edilmediği için güvencesi yoktur. En önemli müttefikimiz olan ABD Yahudi lobilerinden dolayı Türkiye’nin Lozan Anlaşması'nı halen kabul etmemiştir. ABD, ‘Türkiye'nin Doğu sınırları benim tarafımdan kabul edilmiş sınırlar değildir’ diyor. O nedenle Irak'ın Kuzeyinde İngiltere’nin bulunması gerektiği halde ABD vardır. İngiltere olsaydı, Türkiye ile İngiltere arasında anlaşma olduğundan bir tek Kerkük meselesinde BM tarafından dondurulmuş bir hukuki statü bulunduğu için Türkiye'nin işi çok kolay olacaktı. Ama özellikle ABD gelerek Türkiye aleyhinde faaliyetlerle zavallı Kürtleri kullandılar. GAP Bölgesi'nde oynanan oyunlar da zaten bunun birer uzantısıdır. Tevekkeli değil; dünyada en kolay verilen kredi, ‘garanti para’ olduğu için ‘baraj kredisi’dir. Türkiye'de enflasyon terör ve GAP'a dökülen paralarla ortaya çıktığı için İsrail, GAP bölgesi için hiçbir bankaya tek bir kuruş kredi verdirmemiştir. Türk halkı GAP'ı kendi paralarıyla yüzde yüzlük enflasyonlar yaşayarak inşa etmiştir.

ABD Başkanı Bush'un çevresinde olduğu üzere “Allah'ın oğulları” grubu ve benzeri gruplar dünya egemenliğinin peşindedirler. Evangelistler kendilerini İsa Mesih'in yerine koyarlar. Mesela ABD Başkanı iken Bush ve çevresi, bütün Evangelist gruplar adına insanlığı kurtaracak olan kişiler olarak görülüyorlardı. Kurtarıcılık misyonlarını elbette öncelikle Müslüman ülkelere yönelttiler. İşte bu yüzden Bush’un o meşhur sözünü hiç unutmam: “Biz yeryüzünde düzen sağlayıcılarız.”

Sovyetler Birliği dağılınca Evangelist gruplar o bölgede çok etkin oldular. Tıpkı Ruslar gibi Türklerin de direncini çok çabuk kırabileceklerini sandılar ama beklenmedik bir dirençle karşılaştılar. Sovyetler çökünce 10 yılda nüfus içinde % 15'e kadar yükseldiler ancak Türkiye'de bu oran % 1'e bile ulaşamadı. Kendilerini ‘Allah'ın oğulları’ olarak adlandıran grup Kore ve Filipinleri resmen ele geçirdi. Kore 25 yıl içinde Evangelist olmuştur. Patrikhane, misyonerlik ve azınlık meselesini ortaya atmaları oyunun bir parçasıdır. Burada amaçlanan üniter devletin parçalayarak şehir devletçikleri haline getirilmesidir. Öyleyse köleleştirmeye karşı direnç şarttır.
 

30 yıldır 17 bin 500 erkek çocuğuna cinsel tacizde bulunan din adamlarını korumakla suçlanan Papa tüm evangelist desiseler sürecinde çok zor bir durumda kalmıştı... 4 bin 450 papaz, 1950-2002 yılları arasında dinen 'Delicta Graviora' diye adlandırılan 'erkek çocuklarına cinsel taciz' suçunu işlemişlerdi. Benedict o yıl tüm kilise önderlerine bir mektup göndererek bu konuda açıklama yapmalarını yasaklamıştı. Bunun üzerine çocukların aileleri peş peşe tazminat davası açmaya başlamışlardı. On milyarlarca dolar ödenerek tüm bunlar hasıraltı edilmeye çalışıldı. İsmen belli olan 4 bin 500 din adamını koruyunca bunları yargı önüne çıkarmadığı için hakkında dava açılmış ve tutuklama kararı çıkmıştı. Vatikan'ın prestiji çöktü. 17 bin 500 çocuk sayıca çok fazlaydı ve ödenecek olan tazminat 600 milyon dolardı… Faizleriyle birlikte her gün artarak milyarları buldu...

Benedict, Papa olmadan önce Vatikan'ın Ceza Dairesi Başkanı olduğu için o dönemde bütün bu olayları bildiğini açıklamış ve soruşturmayı önlediği için tutuklama kararı çıkmıştı... Fakat bu kanun yılarca bekledikten sonra çıktı. Eskiden bu tür suçlar Papalık Mahkemesi'nde yargılanıyordu. Sonra bu yetki sivil mahkemelere verilince Sivil mahkemeler kimsenin gözünün yaşına bakmadığı için de tutuklama kararı çıkmıştı.
Önceden Papalık mahkemesi böyle suçlardan tutuklanan din adamlarını tutuklamayıp dünyanın herhangi bir yerine tayinini çıkarıyordu. Trabzon'da yaşanan rahip Santoro olayı gibi. Adam Vatikan'dayken bu suçtan mahkûm olmuş, Türkiye'ye gönderilmiş, burada da aynı nedenle öldürülmüş, Vatikan da olayı hemen örtbas etmiş. Başka bir nedenle öldürülseydi dünyayı ayağa kalkardı. Yüz kızartıcı olduğu için yaygara yapılmamıştı.

 

Avrupalı parlamenterlerin Ayasofya’nın Kilise olması hayali hep vardır. İstanbul’un adının değiştirilmesini bile istiyorlar. Ayasofya’yı ortodoks ibadetine açmak istiyorlar. Avrupa’da Müslümanların camilerinin mevcudiyeti hatırlatılıyor. Nasıl Hıristiyanlar bizim ibadetimize karışmıyorlarsa biz de Ayasofya’da karışmamalıymışız. Oysaki Avrupa’da İslâm dinini tebliğ eden hangi Türk yaşadığı ülkenin bölünmesi için çalışmaktadır? Almanya’yı parçalamak için İslam’ı kullanan bir Müslüman asla duyulmamış. Öyleyse bu yabancılaştırma projesidir. Misyonerler, insanımızı sadece dininden değil dilinden, kültüründen, devletinden, bayrağından, örfünden, âdetinden soğutmak isterler. Bu hareket Türkiye’yi ve Avrasya’daki Türkî cumhuriyetlerini dahi hedef alan yurt dışı uzantılı siyasi bir hareket olup dinimizi de ulusal güvenliğimizi de ilgilendirmektedir.


Dinlerarası diyalog ifadesi neden medeniyetler arası diyalog şeklinde kullanılmamaktadır? Misyonerler insanımıza şirin görünmek mi istiyorlar? Albenili isimler gerek masonların ve gerekse misyonerlerin her zaman tercihidir.  Hadi bu ifade bizim açımızdan makul sayılsın; diyalogun kuralları nelerdir? Burada bizim fikrimizi soran var mıdır? Çerçeveyi Vatikan ve Dünya Kiliseler birliği mi çiziyor yoksa biz mi? Bu diyalogta “Sen İslâmiyetin tek ve son din olduğunda, Hazret-i Muhammed’in peygamber, Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğunda ısrar etmeyeceksin” denirse ne olacak? Vatikan’ın yayınladığı Kateşizm kitabında, “Bu diyalogun tek amacı İncil’i tanıtmaktır. Muhatapların ikinci Adem’i (Hazret-i İsa’yı) Tanrı olarak kabul etmek zorundadırlar ki Birinci Adem’i de (Hazret-i Adem’i de) yaratan odur” yazıyor olmasını Fethullah Hoca nasıl yorumlar?

 

‘Dinlerarası diyalog’ mu yoksa ‘monolog’ mu söz konusudur? Fethullah Hoca anlatacağı İslamiyetin dinleyeceği Hıristiyanlıktan daha etkili olacağını uman iyi niyetli bir imam olarak işin içinde olsa bile “ekümenizm” gibi ciddi bir tehlikenin gaflete veya şakaya gelir tarafı yoktur. Fethullah Hoca hakkında en azami hüsnü niyet içinde olan ben dahi ekümenik tehlikenin ciddi boyutlarının endişesini anlatamam. 1963'de Prof. Niyazi Berkes, “Laik bir devlette nasıl olur da bir din adamı kendini evrensel patrik ilan edebilir?” demişti. Müslüman kendini halife ilan etse suç iken, Hıristiyan patrik ilan edince suç değil midir? SSCB çökünce ABD ve AB ısrarla ekümene’yi yani Hıristiyan medeniyetini işledi. Patrik devlet içinde devlet mi kuracaktı? Fener patriğinin muhatabı dünya devletleri değil Fatih Kaymakamlığı’dır; o kadar.  

Kateşizm kitabında “Müslümanlar da İsa tarafından kurtarılmaya lâyıktırlar. Çünkü onlar da İbrahim’in Allah’ına inanmaktadırlar” yazar ama Hazret-i Muhammed’in peygamber olduğuna ve Kuran-ı Kerim’in ona vahyedildiğine dair tek satır yoktur. Protestan Kiliselerinin teknik ilahiyat kitaplarında da yer aldığı gibi, Yahudiler ve Hıristiyanlar Hazret-i İbrahim’i bir kabile şefi olarak tanıtıp zaman zaman hakaret bile ediyorlar. Hâsılı bizim peygamber olarak sayıp sevdiğimiz İbrahim peygamber ile onların kabile reisi olarak takdim ettikleri İbrahim arasında dağlar kadar fark vardır. Hazret-i İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmeye niyetlendiği ve Allah teâlanın bir koç gönderdiği konusu tefsirlerimize mesiyyat yoluyla sızmıştır. Kuranı cımbızla değil de bir üslub bütünlüğüyle okuduğumuzda, dil ve mecaz bilincine de sahip isek burada evladın kesilmesi elbette istenmemektedir.


1831'den beri her on yılda bir Lambeth konferansları düzenlenir ve alınan kararlar titizlikle uygulanır. 1998'de Türkiye ile Avrasya pilot bölge seçilmişti. ABD’liler tam o tarihten sonra Kilise evler kurmaya hız verdiler. Protestan Kilisesinin siyaseti ‘collegiality’ sözcüğünde saklıdır. Kişi, hayatına yön verirken devletin kurallarına itibar etmemeli; dil, cins ve ırk benzerliklerinden değil aksine benzemezliklerinden yola çıkmalıdır. Protestanlar bu prensibi özellikle Güneydoğu‘da uygulayıp yöre insanına “siz zaten Kürtsünüz” dediler; “Türklerden dil ve ırk olarak ayrısınız” dediler; “Eğer devletten de ayrılmak istiyorsanız gelin bize katılın” dediler; “Katılın ki Batı dünyası sizi arasına alsın” dediler.

 

Baba Bush 6 Kasım 1987'de ABD Ankara büyükelçisi Hupe’ye gizli bir mektup gönderip, “Ermeni soykırımı ile ilgili belgeleri bulup çıkarın ve Türk hükümetini bunları yayınlamaya zorlayın” demişti. Benzer bir mektubu Fener Patriğine de yollayınca olay hız kazanmıştı. Bartolomeo, Heybeliada Ruhban Okulu’nu gündeme getirm,“Türk devletinin iradesi varsa bu okul açılır” demişti. Patrik buna rağmen “Heybeliada TC’nin denetimi dışında tutulacak” yani YÖK ya da MEB’in müdahale edemeyeceği hususunda diretmişti. Oysaki böyle bir okulun açılabilmesi için tam 18 tane kanun değişecekti ve bunlardan ikisi Anayasamızın değişmez maddeleriydi. Bunun mümkün olmadığını Patrik de biliyor olduğu halde aslında başka bir şeyi ima ediyordu. ‘Bu okulun üstünde TC’nin denetimi olmayacak’ demekle gövde gösterisi yapıyordu. Lozan anlaşmasının 12. maddesinde “Gayrimüslimler Müslümanlarla eşittir” deniyordu. Bunu ‘imtiyazlıdır’ şeklinde anlamak maksatlıdır. Devletin denetimi dışında bir okul imtiyaz istemek maksatlıdır. Patriğin Türkiye’yi Lozan’ı ihlale zorlaması maksatlıdır.

Eski bir casus yuvası olan Patrikhane ile dostane diyaloglar kurulamaz. Onlar bu faaliyetlerini hiç bırakmadılar. 1964 yılında casusluktan yakalanan 4 papaz askeri istihbarat elemanıydılar. Bunlar özellikle soğuk savaş döneminde Rusya’ya karşı kullanıldılar. Bu müessese yıllar evvel uhrevi işleri bırakıp siyasete soyunmuştur. ABD ne derse onu yapmıştır. Şimdi onlar için mahsul toplama zamanıdır. Misyoner ile masum bir Hıristiyan arasında ve Siyonist ile masum bir Yahudi arasında çok fark vardır. Diyalog niyetindeki Müslümanlar, Misyoner ve Siyonistlerle değil masum Hıristiyan ve masum Yahudi vatandaşlarla diyalog kurmalıdırlar. Bu kadar basit.

 

                                                                                                                                       


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum