YÜKSEL YILMAZ: GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ

İstanbul'un en büyük gizemleri arasında ünlü gizli örgüt Gül ve Haç Kardeşliği de var.

YÜKSEL YILMAZ: GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ
06 Aralık 2013 - 20:09

GÜL VE HAÇ KARDEŞLİĞİ

 

Birçok tarihi binanın cephesinin gizli bir yerinde “burada oturuyoruz” anlamında Gül ve Haç işareti vardır. İstanbul'un en büyük gizemleri arasında ünlü gizli örgüt Gül ve Haç Kardeşliği de var. Gül ve Haç 16. yüzyıldan beri var. Avrupa'yı dolaşmış simya ilminin en önemli isimlerinden Parecelsus adlı gezginin öğretilerinden yola çıkılmıştır. 1521 yılında İstanbul'a gelip uzun bir süre kalmış. Yüzyıllardır Protestanlar ile Katolikler arasındaki savaş nedeniyle Katolik kilisesinin korkusundan dolayı yer altındaki Protestanlar bunlar.

Parecelsus demiş ki, "İnsanoğlu, doğal ebeveynlerine sahip olmadan doğurabilir.
Özel bilgiye sahip bir Alşimist'in (simyacı) marifeti aracılığıyla böylesi yaratıklar dişi organizmalarda geliştirilmeden ve doğmadan ortaya çıkabilirler!" Daha 16. Yüzyılda
resmen tüp bebeği tarif etmiş... Modern ekonominin temel taşlarını yaratan ve kilisenin hiç hoşuna gitmeyen düşünceleri ortaya atmış, "İnsan Tanrının kendisine verdiğini çalışarak öğrenebilir. Tembel zenginlerin malları elinden alınarak çalışmaya zorlansın."

Onun öğretilerini benimseyen Gül ve Haç örgütü de yer altına sığınmış. Masonlukla Gül ve Haç kardeşliği içi içe geçmiş iki örgüt gibi görünüyor. Gül ve Haç 1550'de ortaya çıkmış ama Masonluk 1717'de. İtalyan bilim adamlarının ve araştırmacıların iddialarına göre Gül ve Haç'ın başkenti İstanbul'dur. Prof İo Calvo kitabında “Gül ve Haç örgütünün başkenti İstanbul” diyor. 1910’da yakında savaşın çıkacağı söz konusu olunca “Biz İstanbul'daki merkezi İtalya'ya oradan da Amerika'ya geçirelim” demişler. 1912'de İstanbul'dan büyük bir parti İtalya'nın Milano ve Bari şehirlerine gizlice belge ve bilgi götürmüş. 1917'ye kadar burası başkent iken 1914'den itibaren sadece merkez olarak kullanılmış.

1910-1930 tarihleri arasında İstanbul'da yapılan birçok binanın dış cephelerinin gizli bir yerinde mutlaka Masonik ya da Gül ve Haç işareti vardır. İzmir Palas ya da karşısındaki eskiden Kont Bernardini konağı olan şimdiki meslek lisesi binasıdır. En üst kattaki büyük pencereler “rose window” (gül penceresi) özellikle yuvarlaktırlar. Bernardini de Gül ve Haç'ın son üstatlarındandır. Bu binanın tam karşısındaki binanın tam tepesinde mabet vardır. En üstteki iki katın pencereleri ile alttaki katın pencereleri farklıdır. En üstteki pencereler, Gül ve Haç için de, masonlar için de çok önemli olan ışık ve aydınlık anlamına gelen 'Nur' (Kandil) pencereleridir. Biçimi mum ışığı şeklindedir. Bu binalarda 1930'lara kadar kaldılar. Teşvikiye'deki yerde üstatlar toplanıyordu, Galata'daki yerler ise arşiv binalarıydı. Yoksulların bakıldığı yerleri de vardı. İstanbul dünya başkenti olduğu için Kont Bernarditi 1877'den itibaren bu konakta Gül ve Haç'ın en büyük üstadı olarak anılır. O konak adeta Gül ve Haç'ın Beyaz Sarayıdır.  

 

O dönemde İstanbul'da Anglikan kilisesinin Protestan kanadına mensup olan Alman, İngiliz ve İsveçliler gibi Avrupalılar vardı. Bunlar İstanbul'da çok önemli kararlar alırlardı. “Rusya'daki Yahudilerin, Filistin'e göç ettirilmesi projesi” ilk defa 1824 yılında Rus masonları tarafında hazırlanmış kararlardan biridir. Böylece Filistin sorunu başlayacaktır; çünkü başlarına bela olacaktır. Yahudilerden kurtulmak pahasına... Filistin henüz Osmanlınındır; varsın Osmanlıya yük ya da musibet olsun.  Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, “Bizim aklımızda böyle bir şey yoktu, ben Yahudilere, Arjantin'de pampalarda boş bir alanda yer ayrılmasını istiyordum” demişse bile, Filistin daha iyi bir fikirdir; çünkü Tevrat “Nil’den Fırat’a kadar olan vaat edilmiş toprakların alınması”nı şart koşmaktadır. Böylece bir de ilahi sorumluluk yerine getirilecektir.

O döneme ait günümüze kadar gelen bir sözcük “Daniska” sözcüğü 1910'lu yıllarda İstanbul'da yaşayan çok fazla sayıda Rus ve Danimarkalı olduğundan sözcük Danska'dan gelmektedir ve Danimarkalı demektir. O zamanın Danimarkalı kadınları o dönemin Nataşalarıdır… Gül ve Haççıların yaptıkları araştırmalara göre İstanbul şehrinin üzerinde gökyüzünde kesişen enerji akımları vardır ve bunlara radyo akımları denmektedir. Dünyanın etrafındaki bu radyo dalgalarıyla insan eğer temas kurabilirse bilincin çok yükseğe çıktığına inanıyorlar. Dünyada böyle yedi bölge varmış ve bunlardan biri İstanbul'daymış. Burada yapılan törenlerde amaç, dünyanın etrafındaki görünmeyen ama kaplayan o enerji dalgalarıyla bütünleşmeyi sağlayabilmektir. 1919'dan itibaren İstanbul'daki Gül ve Haç'ı Rusya'dan kaçarak gelen ve Stalin’le aynı köyden olan Gurdgieff isimli aslen Gürcü olan bir adam yönetmiştir. Gurdgieff önce Kars'a, sonra İstanbul'a gelmiş. Okült tarikatlardan olan İslami Rufai ve Hurufi tarikatları tarafından yetiştirilerek tarikatın öğretilerini en iyi bilen adamlardan biri olmuş.

Gurdgieff, Taksim Sıraselviler'de bir yer tutarak kendine orada müritler edinmiş. Böylece Ortodoks asıllı bir tarikat şeyhi olmuş. Daha açıkçası bunlar Gül ve Haç'ın buradaki temsilcileri olmuşlar. Sonra Paris'e giderek Fontain Bleu adında bir enstitü kurmuşlar. Bu enstitü bugün de bu ismi taşır ve ruhsal terapiyle uğraşan çok bilinen bir sağlık merkezidir.

Hatıratı da yayınlanan Dr. Rıza Nur aslında çok ilginç bir adamdır. Rıza bey aynı zamanda Lozan Konferansı'nda İsmet Paşa ile birlikte Türkiye'yi temsil eden heyetin ikinci başkanıdır ve Gurdgieff ile bağlantılı biridir. Rıza Nur ve Gurdgieff'in hayatını incelemek için Cumhuriyet gazetesinde “Gurdgieff ve Rıza Nur bağlantısı” diye bir yazı yazan Cavit Orhan Tütengil hoca 7 Aralık 1979'da silahlı saldırıya uğrayarak suikasta kurban gitmişti. Cavit hocanın solculukla- sağcılıkla da fazla bir ilgisi yoktu. Zaten Atatürkçü bir adamdı. Cavit hoca İngiltere'de Rıza Nur ile ilgili bazı belgeleri incelerken, Gurdgieff ile bağlantısını bulmuştu. Rıza Nur dengesiz, deli bir adam olarak bilinir. Mesela hatıralarında diyor ki, “Benim karım bir fahişedir, beni defalarca aldatmıştır, sahtekâr aşağılık bir kadındır, maalesef ben buna düştüm!” Bunları diyebilen bir adam zaten tekin değildir. Onun Atatürk’ü kötülemesi de kayda deymez. Gurdgieff'in öğretileri de son derece karmaşık ve kafayı karıştırıcı ama ruhsal dengeyi bozabilecek öğretilerdir. Tütengil tesadüfen rastladıktan sonra o yazıyı yazmış.

Cavit Orhan Tütengil bilim adamı, eğitimci, Atatürk sevdalısı bir yazardı. Rıza Nur'un elyazması kitaplarını ve Ziya Gökalp'in Londra'da yayınlanan 'ilk' yazısını bularak kamuoyuna tanıttı. 1970'te profesör oldu. Hayatı boyunca insanlara batılılaşmanın ideolojik boyutu olarak Atatürkçülüğü önerdi. Atatürk'ün Lozan'a yolladığı devlet adamlarındandır. 1920'de Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardım antlaşması yapmak üzere gönderilen heyete delege olarak katıldı. Çiçerin ve Stalin'le görüştü. Hükümet adına Moskova anlaşmasını Ali Fuat'la birlikte imzaladı. Sakarya savaşına doktor olarak fiilen katıldı. 14 ciltlik Türk Tarihi'ni yazdı. 'İzmir suikastına karışanların idam edilmeleri ve bunların kendisi gibi muhalif olması sebebiyle' yurdu terk ederek Paris'e yerleşti. Atatürk'ün vefatından sonra Türkiye'ye dönen Rıza Nur, 8 Eylül 1942 yılında ölene kadar Taksim'de bir evde yaşadı.

 

İçimizdeki misyonerler ve masonlar yıkılma dönemini fırsat bilerek Osmanlının zayıflayan bünyesine vücuda yerleşen mikroorganizmalar gibi yerleştiler. Siz şimdi burada şunu sorunuz: Hangi siyasi liderler sözünü ettiğimiz bu misyonerleri ve masonları sorun olarak görmüşler ve hangileri ise adını bile anmayıp görmezden gelerek saklanmasına yardımcı olmuşlardır? Aynı soru âlimler, kanaat önderleri, profesörler ve gazeteciler için de sorulabilir. Ben bahsedenlere liste başı örnek bir isim vereyim: Prof. Dr. Necmettin Erbakan. Siz de susanların listesini tefekkür ederek oluşturunuz bakalım.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum