FLAŞ HABER
İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

EVLAD-I FATİHAN'IN İZİNDE...

01 Haziran 2021 - 10:20 - Güncelleme: 01 Haziran 2021 - 10:24

Hiç kimsenin özündeki vatan, millet ve kimlik değerlerini doğuran sebeblerden yaşayacağı  daha büyük bir sevgi yoktur.”

Macar Deyişi
                                   
İsmail ZORBA
([email protected])

 

EVLAD-I FATİHAN’IN İZİNDE...

Evlad-ı Fatihan’ın izinde ilk cümleleri Estergon burçlarında yazıyorum. Lise yıllarımda okuduğum bir kitap özümde bir hasrete dönüşmüş Yahya Kemal’in “Bin atlı çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” dizelerinde “Akıncılar” şiiri bu özlemi aşka dönüştürüyordu.

Bahaettin Özkişi’nin “Köse Kadı” romanı benim için bir milat olmuş elime geçen ilk fırsatta Balkanlar üzerine yazılmış her şeyi okuyor, içselleştiriyordum. Mehteranın o coşkulu vurgusu “Tuna nehrine” götürüyordu zaman zaman. Ve Samiha Ayverdi’nin “Ah Tuna Vah Tuna” Balkanları içimden benden bizden hiç kopmamış bir parçaya ekliyordu.

Üniversite yılları, Bosna’da yaşanan mezalim yüreğimizi kanatmakla kalmıyor, bizleri kanatlandırıp Bosna’ya uçuruyordu. Tuna, Üsküp, Saray Bosna, Selanik, Estergon, Budin hasret kaldığım, gurbete düştüğüm memleketimin diyarları oluyordu. O diyarlara gitmek, oranın suyunu içmek, oranın havasını solumak, oradaki sılaya düştüğümüz insanlarımızla bir araya gelmek en büyük hayâllerimden biri oldu.

Zaman her şeye kadir ki Balkanları Bosna’dan başlayarak gezmek nasip oldu. Fetih seyir defteri en sona en son fethedilen diyarları bıraktı: Budin Kal’ası, Estergon, Peç, Zigetvar, Mohaç baştan başa Macaristan!. Öyle bir gezi yaşamalıydım ki hem madden hem manen doymalıydım. Fetih ruhunu birebir yaşayacağım bir gezi. Özlediğim program karşımdaydı. Hemen yazılıp sefere katıldım. Hem de hayatımda yepyeni sayfalar açacak bir sefere.

Gezimiz nehir şehirler üzerinde kurulmuştu. Zılatva nehri ve Prag, Tuna nehri Viyana, Budapeşte ve Tuna’nın hayat verdiği diğer şehirler. Prag, Viyana ve Budapeşte bu üç nehir şehri ortak bir kaderi ve kimliği paylaşıyordu adeta. Asırlarca hep başka hükümranlıkların egemenlikleri altında kalmalarına rağmen hep “biz” hatta “ben” olmayı korumuş şehirler. Yakılmışlar, yıkılmışlar, her türlü zulmü görmüşler ama; hep ayakta durmuşlar. Nehirler şehirleri yaşatmaya devam etmiş. Prag hep yalnız kalmış, dost elini hissedemiş, şefkat eli değmemiş. Viyana çok yaklaşmış ama nasip olmamış ama; Budapeşte, özünde Budin Hunlardan fatihana o ruhu yaşamış, yaşatmış Bundan dolayı bu üç şehrin içerisinde Budapeşte ayrı ve farklı bir güzel.

Viyana ile tarihi yazmaya, yaşamaya başlıyoruz. Her ne kadar bütün heykellerinde haklılık payları kendilerine ait olsa da Türk’ü ve Türk’e karşı korkularını yansıtmışlar. Haçın hilale karşı üstünlüğünü kendilerince heykellerinde, sözlerinde perçinlemişler. Kolay mı asırlar boyunca yaşadıkları korku. Yeniçerilerin hikâyeleri Viyana sokaklarında kendini gösteriyor. Ama şunu itiraf etmek gerekirse Viyana kültürden, sanattan medeniyete bir baş şehir. Olgunluğu her yere sirayet ediyor. Şehir baştan ayağa başta müzik olmak üzere Avrupa sanatının ihtişamını yansıtıyor.

Viyana yormuyor, dinlendiriyor. Türklere bakışları biraz tepeden de olsa Viyana’nın köşe başları Türkler tarafından çoktan tutulmuş. Nereye dönsek bir Türk’le karşılaşıyoruz. Viyana, özellikle Yozgat’ın bir Avrupa merkezi durumunda. Rastladığımız Türklerin ekserisi Yozgatlı. Viyana seferinin yaşandığı meşhur Ring caddesindeyiz. Top sesleri, mehteran kulaklarımda. Bu şehir de bir fetih gülü olsa ne güzel olurdu, diyemeden edemiyorum. Viyana’dan bu duygularla ayrılıyorum.

İçimdeki büyük sevdayla Tuna’ya vurgun nehri takip ediyoruz. Tuna’yı her seferinde geçen akıncılar nehri ne kadar çok geçerlerse o kadar kıdem alır, saygı görürlermiş. Biz de elimizden geldiğince Tuna’nın üzerinde gelip gidiyoruz. Gerçi lüks otobüste en konforlu biçimde bu duyguları dillendirmek biraz insafa sığmasa da hayâllerimiz ve akıncılarımızın maneviyatı hep yanı başımızda.

“Fermân- aşka can iledir inkıyadımız
Hükm-ü kazaya zerre kadar yok inadımız”
                      
Bakî’nin dizeleri evlad- fatihan’ın teslimiyetini, içerisinde yaşadığı manevi iklimi çok da güzel anlatıyor. Zerre zerre ruha, kimliğe sine bu teslimiyet bu topraklarda yaşamış. O ruhtan bu topraklara sirayet etmiş. Tuna’da can bulmuş, hayat bulmuş. Estergon’da, Budin’de, Peç’te, Yanık’ta, Zigetvar’da, Mohoç’ta akıncıların sesleri mehterana, atların seslerine karışıyor. Bu cennet ovalarda şehadet şerbeti içen atalarımızla bu topraklara şefkatin, imanın, edebin, hoşgörünün, aşkın eli değiyor. Gül Baba’mızı ziyaret edemiyoruz. Türbesi tadilattaymış. Uzaktan değiyoruz, dokunuyoruz maneviyatımıza. Adım attığım her bir Türk elinde pembe güller görüyorum. Fındık gülleri. Estergon’dan Budin’e. Her bir adımda bir dalından emanet alıyorum yadigar olsun diye. Efendimizin kokusu, güzelliği şehitlerimizin sinesinden güllere yansıyor. Dilimde Estergon’a dair bir hasret türküsü...

“Estergon kalesi subaşı kaya
Kemirir gönlümü aşk denen bela
Üftadeni hoşgör gel etme cefa

Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yar peşinde koşan kara bahtlıyım”


Tuna akmaya devam ediyor. İçimdeki aşkı, hasreti de alıp götürüyor bizim illerden bizim ellere. Estergon burçlarında gönlüm kırık Tuna’ya bakıyorum. Kalenin ortasına Avusturyalılar devasa bir kilise yapmışlar.Haçı da ortasına dikmişler. Ne yaparlarsa yapsınlar atalarımın ruhu burada. Macar kardeşlerim de yanı başımda. Avrupa’da bana, özüme, dilime en yakın insanlarla hasbihal ediyorum. Török, Turul, Hilal ve Attila kelimeleri yepyeni pencereleri açıyor. Macarları Hun soyunda farklı ruh iklimlerinde tanıyorum. Zigetvar Kal’ası’nda tevafuken tanıştığım Macar yazar dostum Lebedy Janos’a dair izlenimlerim ve de Budin/ Budapeşte’nin seyir defterindeki izlenimlerini gelecek yazımıza bırakalım. Son sözler yine Estergon’dan olsun.

“Ben fatihlerin emaneti bu kal’anın  pembe gülüyüm
Ecdada dair gönül mührüyüm
Her ne kadar çalsa da kulenin çanları kulaklarımda
Allah Allah nidaları ruhumda söylenir durur
Ben ecdadımın nazlı gülüyüm”


 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum