İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

EGE'DE KURTULUŞUN BELLEĞİ BİR YAZAR: SABAHATTİN BURHAN

17 Mayıs 2021 - 23:53 - Güncelleme: 18 Mayıs 2021 - 00:07

“Sabahattin Burhan’ın üst üste dizdiği boyunu çoktan aşan kitaplarının yanında fotoğrafını çekiyorum. Ağarmış saçlarından yılların yorgunluğunu üstünden atmış yaptığı emsalsiz hizmetlerin huzurunda nurlanmış bir yüz görüyorum. Daha yazılacak nice eser ver bu bellekte diyorum. O bellekte Batı Anadolu dağlarının zirvelerinden kartal gibi gökyüzüne bakan mor cepkenli efelerin, zeybeklerin keskin bakışlarını hissediyorum.”

 

EGE’DE KURTULUŞUN BELLEĞİ BİR YAZAR: SABAHATTİN BURHAN

İsmail ZORBA

([email protected])


       Eserlerini okuduğum bir yazarla karşılıklı oturmuş sohbet ederken düşünüyorum. Bir okur olarak kitaptan edindiğim izlenimler ve kitabın hayatıma dokunduğu noktalar bir ayrıntı olarak bir kenara not ediledursun eseri yazan kalemin ağzından aktarılanlar bambaşka pencerelerin açılmasını sağlıyor. Eser yazarıyla bambaşka bir boyutlara ulaşıyor.

       İlk karşılaştığımız an insanı samimiyetiyle kuşatan güler bir yüzün etkisinde kalıyorsunuz. Gözlerinin içi gülerken yaydığı ışık sohbete başladığı an daha da parıldıyor, hemen o dakikada onunla hayatının merkezine aldığı dünyaya dalıveriyorsunuz.

       Sohbet esnasında hangi kitaplarını okuduğumu düşünüyorum. Üç ciltlik Yörük Ali Efe, iki ciltlik Çete Ayşe ve Çakırcalı Mehmet Efe. Çine ırmağının sınır olduğu yere kadar Yunan işgaline terk edilmiş bütün Ege topraklarında halkın direnişini ve bu direnişe önderlik eden kahraman Efelerin, Zeybeklerin hikâyelerini ilk kez okuduğum kitaplar.

       Adı geçen kitapları okumamı öğrencilerimle bir gezi esnasında ziyaret ettiğimiz Çayyüzü Şehitliği’nde yaşadıklarımız vesile olmuştu. Çine ırmağının öte yakasında yani İtalyan işgalinde kalan kısmında doğup büyüyen biri olarak  Yunan zulmüne bu kadar yakın olmak beni dehşet içinde bırakmıştı. Yunanlıların Batı Anadolu’da halkımıza yaşattığı zulümden haberim vardı ama yaşanılan zulümün bu derece ağır olduğundan bihaber olduğumu anladığımda hissettiğim utancı tarif edemem.     

        Evet, zeybek hikâyesi dinlemeyi severdim. Hele zeybek oyunları, zeybek müziğindeki cesaret, mertlik ve tavır için için coştururdu beni. Bir de Faruk Nafiz’in “Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin” mısralarında her türlü ihanete, haksızlığa, zulme başkaldırışın haklı isyanını hissederdim.

       Çayyüzü Şehitliği bir Çanakkale, bir Sarıkamış, bir Ermeni mezalimi gibi burnumuzun dibinde yaşanmış bir kahramanlığı hatta bir destanı barındırıyordu. Çayyüzü Şehitliği ziyaretimde; çocukluk günlerime dalıp gitmiştim. Her 6 Eylül’de Aydın’ın Kurtuluş Günü için yapılan törenlere ailesiyle katılan bu çocuğun gözünde efelerin, zeybeklerin geçit törenini seyre durmuştum. İşte o an kurtuluş günlerinin coşkusunu tam anlamıyla idrak etmiştim. Efelerin, zeybeklerin ismi Kurtuluş destanında farklı bir yerdeydi benim için. O gün Sabahattin Burhan ismini ilk duyuşumdu.

      Sabahattin Burhan’ın okuduğum ilk eseri Yörük Ali Efe serisiydi. Oldukça hacimli, oldukça emek verilmiş bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkmış ve okumaya başladığınız andan itibaren sizi saran samimi ve coşkulu bir Türkçe’nin eşliğinde keyifli bir yolculuğa çıkabileceğiniz bir kitapla karşı karşıyaydınız.

       Sabahattin Burhan’ın eserleri kendine özgü üslûbuyla farklı bir okumaya götürüyordu sizi. Sabahattin Burhan’ın Yörük Ali Efe serisi bir okur olarak farklı bir gözlemler yapmama vesile olmuştu. Kitap okumada oldukça seçici olan ve kolay kolay okumaya başladığı kitapları tamamlamayan rahmetli babam bu üç ciltlik seriyi pür dikkat okuyup tamamlamıştı. Kitabı okuduktan sonra bana dönüp, “İşte bu kitapta hakikatin ta kendisi yatıyor. Her bir sayfasında yakın tarihimiz hakkında karanlıkta kalan yerler  aydınlanıyor.” demişti.

       Rahmetli babamın üstüne basa basa vurguladığı bu tarihî aydınlanmayı yazarla sohbetimizde daha derinden yaşıyorum. İki saate neler sığdırıyor neler? Bütün ömrünü Kurtuluş destanının Batı Anadolu topraklarında yaşanan direniş safhasına ve bu direnişin kahramanlarının hayat hikâyelerini yazmaya adayan Sabahattin Burhan gözümde o kahramanlardan biri olup çıkıyor.

        Yunan zulmünün bütün vahşetini, çilesini şu an sözcüklerle ifade edemeyeceğimiz boyutlarda yaşayan halkın ve bu halkın içinden çıkıp bu yaşananlara dur deyip savaşan efelerin, zeybeklerin ve onların nezdinde bütün kahramanların hikâyesini yazmak da bir direniştir.

        Zamanın tükettiği ve benliğin hunharca silmeye çalıştığı kimliğimizin kaynaklarına, belleğine sahip çıkma direnişi. “Evvelâ millete tarihini, asîl bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz” diyen Atatürk’ün işaret ettiği aydınlanmaya bir nefer olarak giren bir ömrü bu uğurda mücadeleye taşıyan bir kahramandı gözümde Sabahattin Burhan!

       Bir milletin var oluşu evlatlarının tarih şuuruna sahip oluşuyla mümkündür. Sabahattin Burhan gibi Cumhuriyete kanat geren, Cumhuriyeti kuşatan kültür işçilerinin varlığı tarih belleğinin, tarih şuurunun gelecek nesillere aktarılmasında onlara birer kahramanlık payesi kazandırır.

       Sabahattin Burhan’la sohbetimizde bu düşünceler birbirini kovalarken birden kitaplarını masanın üstüne dizdiğini görüyorum. Onlarca eser ve her bir eser için harcanan onca mesai. Aydın’ın, Denizli’nin, Uşak’ın, Muğla’nın Yunan işgalini yaşamış bu toprakların adım atılmadık dağı, bayırı, ovası, köyü, kasabası kalmamış. Sadece birer kitap yazmakla kalınmamış efelerin, zeybeklerin hayat hikâyelerinin ardında topyekün bir halkın kahramanlığı şehitleriyle, gazileriyle karşımızda.

        Yunan zulmünün tanıklığını yapan ve yöre halkının yaşadıklarının nişanesi olan bu toprakların her bir zerresine nüfuz eden yerlerimiz yeniden imar edilen şehitliklerimizle, mimarî anıtlarla hayat bulmuş. Bu toprakların şimdiki zamanını yaşayan bizler atalarımızın asil ruhlarının gölgesine sığınıp kendimize gelebiliriz belki.

        Sabahattin Burhan’ın üst üste dizdiği boyunu çoktan aşan kitaplarının yanında fotoğrafını çekiyorum. Ağarmış saçlarından yılların yorgunluğunu üstünden atmış yaptığı emsalsiz hizmetlerin huzurunda nurlanmış bir yüz görüyorum. Daha yazılacak nice eser ver bu bellekte diyorum. O bellekte Batı Anadolu dağlarının zirvelerinden kartal gibi gökyüzüne bakan mor cepkenli efelerin, zeybeklerin keskin bakışlarını hissediyorum. Kekik kokuları eşlik ediyor birden ve bu toprakların cümlelere intikal edecek nice güzelliği.

         Binbir baharı saklayan bu topraklar için ölümü ten kafesinin bir emaneti olarak hiçe sayan ve vatan yapan imanın sıcaklığı yayılıyor içime.. Ve kitaplar… Yörük Ali Efe, Gökçen Efe Destanı, Kozalaklı Mehmet Efe, Durmuş Ali Efe, Sökeli Cafer Efe, Çiftlikli Kübra Efe, İmamköylü Çete Ayşe, Çakırcalı Mehmet Efe, Yazılmamış Destan, Dörtler Dönüyor, Anadolu Kan Ağlıyor ve isimleri saymakla bitmeyecek romanlar, hikâyeler, senaryolar, tiyatro oyunları.

         Bir an Ahmet Mithat Efendi aklıma geliyor. Ona “yazı makinesi” lakabını taktıran üretkenliği aklıma geliyor. Velud bir yazar olarak Sabahattin Burhan’ın üretkenliğini isimlendirecek bir kelime bulamıyorum.

         Kitaplar belki bir efenin ismi etrafında toplanıyor ama o kahramanları kahraman yapan yanı başındaki efeler, zeybekler, yarenler kadını, erkeği, yaşlışı, çocuğu bir millet ve muhteşem bir bellek duruyor arkasında.

          Her şeyin başlangıç noktası Nazilli’nin kurtuluş gününde efelerle fotoğraf çekilen on beş yaşındaki gencin heyecanında ve hayâllerinde saklı. O fotoğraftaki gencin gözlerindeki ışığı aradan kaç yıl geçmişse geçmiş Sabahattin Burhan’ın gözlerinde hâlâ görmek mümkün. Sabahattin Burhan’ın o fotoğraftaki on beş yaşın heyecanı ve bir davaya baş koyduğu azim hâlâ yaşamakta. Sözlü kültürümüzün yazılı belleğe aktarılmasında bir derleyici olarak da Sabahattin Burhan bir akademi yetkinliğinde.

          Bir ömrün adanmışlığında Kurtuluş zaferimizin heyecanını yaşayabiliyoruz. Onun eserlerini okurken kendimize geliyoruz. İnsanımızın özünü oluşturan asıl mayaya ulaşıyoruz. Yazar her bir kitabının bir sayfasında özellikle vurguluyor bu karakteri.

          Milletlerin iyisi kötüsü yoktur; insanların iyisi kötüsü vardır. Amma velâkin büyük milletlerin mensuplarında nefret, kin, garez, insana ihanet yoktur. Vatanını savunmak gayesiyle bir haysiyet ve hürriyet mücadelesi veren Türk’ün özündeki merhameti, sevgiyi, bağışlayıcılığı ve de tüm insanî hasletleri Sabahattin Burhan’ın kitaplarında bulabilirsiniz.

          Bugün Türk-Yunan kardeşliğinden dem vurup evrensel insan sevgisiyle kendi milletine tepeden bakmakta sakınca duymayanların yükseltmeye çalıştıkları tek dişi kalmış medeniyetin insanlarının yaptıklarını gözden kaçırmamaları gerekir.

          Bir yanım savaşçıysa bir yanım insan diyen kahramanlarımızın hikâyesindeki asaleti alperen ruhundan aldığını unutmamalıyız. Burada medeniyetin timsali olduğu söylenen Yunanlıların çok yakın zamanda yaptıkları zulümleri ifade etmekten bile imtina ederken Türklük gibi ulu ve yüksek ruhlu bir milletin karakterini Sabahattin Burhan’ın kitaplarındaki kahramanların hikâyelerinde bulabilirsiniz.

           Sabahattin Burhan hocamızın onca kahramanını anmak, onların hikâyelerinden dem vurmak yerine kitaplarının okunmasını tercih ve tavsiye ediyorum.  

          Hocamızın eşi Hülya Burhan’ın yazdığı bir hikâye var ki burada anmadan geçemeyeceğim. Bir milletin çocuklarının varlığının geleceği için ne kadar büyük bir teminat olduğunu, vatanı büyük bir emanet olarak gören bir şehit evladımızın hikâyesinde buluyoruz. Köyüne yaklaşan Yunan ordusunu görünce arkadaşlarına köye haber vermeleri için zaman kazandıracak süreyi kendini feda ederek başaran bir şehidimizin hikâyesi.

           Babasını bu mücadeleye şehit vermiş Malgaç Mustafa köyünden Hatıplar’ın Şehit Süleyman’ın hikâyesi. Yunan’ın işgalini ve insanımıza yaptığı işkenceleri duyan on dört yaşında taptaze bir fidanın, yazarın ifadesiyle Millî Mücadele’nin “Körpe Kuzu”su Hatıplar’ın Süleyman’ın şehadete giden yolda yaşadıkları anlatılıyor. Köyü, köylüyü, ailesini tanıyoruz yakından. Yaşadıkları normal hayattan nasıl koparılıp işgal karşısında biçare bırakılışlarına şahit oluyoruz.

           Ama Süleymanlar boş durmuyor, Süleymanlar çaresiz değil, Süleymanlar ruhlarındaki asaletten, göğüslerinde yaşattıkları iman gücünden ve mayalandıkları Türk kimliğinden güç buluyorlar. Canlarını bu uğurda feda edecek derecede vatanlarını seviyorlar.

         Şehit Süleyman’ın hikâyesini okuduğum günden beri Süleyman’la köyün girişindeki mezarlıkta Yunan birliğinin köye gelmesini bekliyorum. Yine Süleyman’la Yunan birliği girerken yattığım pusudan çıkıp birliğin başındaki Yunan kumandanını alnının çatısından vuruyorum. O anki zafer anı vücuduma saplanan yüzlerce merminin açtığı yarayı hissetmiyorum bile. Şehadet şerbetini içerken gelecek nesillere emanet ediyorum varlığımı.

          Bu kısa hikâyedeki hakikat derinden sarsıyor beni. Sabahattin Burhan’ı, ailesini hayırla yad ediyorum. Aradan yıllar geçmesine rağmen Hatıplar’ın Şehit Süleyman’ın hikâyesini aramışlar, derlemişler, yazıya geçirmişler. Bununla kalmamışlar mezarını yaptırmışlar. Şehit Süleyman’ın hikâyesi gelecek kuşaklara bayrak olsun diye mezar taşına da şöyle yazdırmışlar:

“Ey Yolcu! Burada saygıyla dur. Çünkü burada yatan 14 yaşındaki yiğit tek başına Yunan birliğinin karşısına çıkmış, birlik komutanını öldürdükten sonra Yunanlılar tarafından makineli ateşiyle taranarak babası gibi şehit edilmiştir. Malgaç Mustafa köyünden Hatipler’in Ali oğlu Şehit Süleyman ruhuna Fatiha.”

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum