İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

BİR CÜMLE, GENÇLİK VE UMUTLAR..

16 Ekim 2022 - 13:15

“Sağlıklı düşünen, kendi kararlarını alabilen, sosyal ortamlarda özgüvenli kendini en iyi şekilde ifade edebilen gençlerin varlığı idealimizdir. Yazar Pearl Bucks’ın dediği gibi, “Gençler, sizden en beklenmeyen başarıyı gösterebilecek kapasitededir. Yeter ki güvenmeyi ve onlara inanmayı bilin.” Evet alnına her daim ışık değen bir genç bir cümleden nerelere götürür bizleri.”

BİR CÜMLE, GENÇLİK VE UMUTLAR...
 

İsmail ZORBA
([email protected])

            
   Öyle anlar var ki bir cümle sizi alıp nerelere götürüyor? O cümlenin sahibine bakıyorsunuz, gözlerinde ufku aşan bir heyecan var, belki hayallerinin ötesinde idealler. Genç bakışların cümleleri, mısraları sizi de kuşatıyor gençleştiriyor. O sebeple mesleğimin zamanın elimden kayıp gittiği anlarda bile beni her zaman mutlu, umutlu kıldı. Dimağım okuduğum kitapların yanında gençlerin cümleleriyle, mısralarıyla tazelendi her daim.

  Bu köşede zaman zaman bu genç bakışların henüz filizlenmiş cümlelerine, mısralarına yer verdim. Yıllar öncesinde bu köşede şimdi anmayacağım kitaplarıyla hayatlarında yazarlığın, şairliğin hazzını yaşayan öğrencimin yazısını paylaştım ki. Öyle anlar gelir ki gazetelerin bu köşelerinde geleceğin yazarlarının, şairlerinin ilk yazılarına rastlarsınız. Bu yüzden gazetelerin ve de dergilerin sütunları bugünün okurlarından geleceğin yazarlarını selamlar.

   Her iyi yazan iyi okuyan, iyi duyan, iyi dinleyendir. Dinleyen, duyan, okuyan değil; okuyan, duyan ve dinleyen. Gençler okudukça duymaya yani hissetmeye ve son olarak dinlemeye başlarlar. Onların duvarların ötesini aşan her bir yazısında bir okurun farklı bakışlarına rastlarsınız. Ne zaman iyi okuyan bir genç görsem okuduklarını duyan ve diğer okurları da iyi dinleyen, sentezleyen, düşündüklerini muhakemesinden geçirip kendi eleştirel süzgecinde kendi yorumunu bulan bir okura da rastlamış olurum.

    Gençlerin yazılarını okurken onların gelgitli, heyecan dolu ifade kırıklarının arasından öyle bir cümleye rastlarım ki bu cümle o kadar cümle arasında yıldızını bulmuş kendi yolunda ilerlemeye başlamıştır. Ve o cümle gelecekte yıldızlar bulacak nice cümlenin başlangıcı olacaktır. Sadece bu yüzden bütün hatalarına hatta eksikliklerine rağmen gençlere yol vermek, kendi yollarını kendileri bulma şansı tanımak zorundayız. Her şey bir cümle ile başlar. Doğmak gibi, yaşamak gibi, sevmek gibi…

    Bu yüzden gençlerin okuma yolculuğunu onların kendilerini bulmada, fikri yapıda gelişmelerinde önemsemeliyiz. Dersler, notlar, sınavlar, projeler ve de başarılar.. Hepsi hayatlarının belli bir safhasında birer araç konumunda. Yalnız unutmayalım ne zaman araçlar amaca dönüştü işte orada kaybetmeye başlarız. Dersler, notlar, sınavlar, projeler birer gösterge, birer araç olarak yerleri belli ama. Ya insan hayatı, ya o insanın gelişimi, olgunlaşması.

     Her insan kendi içinde keşfedilmesi gereken bir dünya. O dünyayı gençlerin kendilerinin keşfetmesi gerek. Aynı yavru bir kuşun annesinin gözetiminde kendi kanatlarıyla ilk uçması gibi. Sağlıklı düşünen, kendi kararlarını alabilen, sosyal ortamlarda özgüvenli kendini en iyi şekilde ifade edebilen gençlerin varlığı idealimizdir. Yazar Pearl Bucks’ın dediği gibi, “Gençler, sizden en beklenmeyen başarıyı gösterebilecek kapasitededir. Yeter ki güvenmeyi ve onlara inanmayı bilin.” Evet alnına her daim ışık değen bir genç bir cümleden nerelere götürür bizleri.

     Söz nereden nereye geldi. Yıllarca çalıştığım Muğla Anadolu Lisesi’nden Menteşe Sosyal Bilimler Lisesi’ne geçtim. Ülkemizin geleceğinde çok önemli bir yeri olan ve Muğla’mızın tek sosyal bilimler lisesinde o kadar güzel gençle karşılaştım ki. Okuyan, duyan ve dinleyen gençler. Bu gençlerden birinin yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle. Düşsel öğelerle kurguladığı masal türündeki yazıdan benlik adına o kadar güzel mesajlar vermiş ki. Eminim siz de beğeneceksiniz. Ben şimdiden eminim sevgili öğrencim Sıla Özdemir, daha güzel cümlelerle gelecekte bir eser sahibi yazarlarımızdan biri olacak.

 

Simsiyah İyileşiyoruz

Kafesin biri kendine kuş aramaya çıktı.
Yalnız duran bir papatyanın üzerindeki sarı bir kuşa rastladı yolu. Selamlar uçuştu havada. Sordu ona: “Benim olur musun?” Sarı kuş nezaketle “Kafesleri severim ama içlerinde bulunmaya tahammülüm yok.” dedi. Mutsuz bir veda ile ayrıldı kafes. Bir teli kırılmıştı. Pes etmedi, koyuldu yoluna.
Soğuk bir şehre düştü bu sefer yolu. Buğulu havanın içinde gri bir kaya üzerinde gri bir kuş vardı. Dikkatini çekmeye çalıştı önce. Kuş hiç oralı olmuyordu. Seslendi sessizce “Benim olur musun?”. Aniden kanatlarını çırpmaya başladı ve yükseldi gökyüzüne gri kuş. Sesi yankılandı uzunca. “Sana güzel diyorlar, sakın olma.” Bir teli daha kırılmıştı kafesin. Yorulduğunu hissediyordu kafes. İçindeki umudu harekete geçirdi onu.
Bu sefer kırmızı kuşa götürdü yollar onu. Mutluluk gözlerinden okunuyordu. Güneşin gökyüzüne yerleştiği bir gündü o gün. Etrafına ışıklar saçıyordu sanki.Yaklaştı ve yaklaştıkça anladı. O ışıklar aslında bir kafesi barındırıyordu içinde. Parlıyordu gün ışınları ile birlikte. Duraksadı kafes. O sırada onu fark eden kırmızı kuş, usulca fısıldadı: “Sana ait olan sadece seni bulur.” Hüzünlü ama rahat ayrıldı kafes oradan. Teşekkür etti fısıltının sahibine.
Çiçeklerle dolu bir ormana girdi bu sefer kafes. Yemyeşil bir kuş göründü gözüne birden. Yaklaştı yanına. Ürkekti o. Sordu: “Benim olur musun?” “İmkansız!” dedi kuş. Kafes inatlaştı. “Bazı imkânsızlıklar sadece birini görene kadardır.” Umutlandı kuş. Bir adım attı kafese. Yerleşti içine.
Kafes zaman zaman onu içinde gezdirdi, zaman zaman üstünde. Dertleşti onunla. Sevdi onu. Tam buldum aradığımı, dediğinde itiraf etti kuş ona. “İstemiyorum.” dedi. O zaman kafes öyle bir yere gelmişti ki hiçbir yerin adı yoktu belleğinde. Bu öfkeyle, kırgınlıkla tek tek tellerini kırarak gitti kuş. Uzaklara doğru bir nokta kalıncaya dek arkasından baktı kafes ve düşüverdi boşluğa. Çok yorulmuştu. Gittikçe eriyen bedeni ağırlaşmıştı. Telleri paslanmış, tel kırıkları tek tek batmış, acıtmaya başlamıştı canını. Takvimler tek tek atarken yapraklarını kaç mevsim geçmişti gözünün önünden.
Bir gün bir bahar rüzgârı bembeyaz bir kuş getirdi ona. Dokundu, okşadı kırıklarını. İleriye doğru bir adım atacakken kafes durdurdu onu. “Yapma!” dedi. Kuş hayal kırıklığı ile sordu. “Bana bir şeyler sormayacaksın beni tanımak için” Kafes yanıtladı. “Eğer bir gün kalbimin dikenleri arasında çiçek açarsa o, sana aittir. Ama sevmek ve beklemek aynı şeyler değildir. Herkes sever ama herkes bekleyemez. Sen bekleme çünkü sen daha iyi bir çiçeğe layıksın.” Uzaklaştı kuş iyilikler dileyerek, bıraktı onu kendisiyle, benliğiyle. Hiçbir şeye mecali yoktu artık kafesin.
Son seferinden hava karardı, rüzgâr tüm öfkesiyle savurdu onu. Direnemedi rüzgâra kırık kafes, bıraktı kendini rüzgarın kollarına.
Savurdu rüzgâr onu diyar diyar: Sonunda bir el kavradı onu. Durdurdu yolculuğunu. Bu simsiyah bir kuştu. Hiç görmemişti kafes daha önce bu kuşu. Baktıkça siyah kuşta kendinden parçalar görmeye başladı. Tanımıştı. O, yeşil kuştu. Son nefesini verir gibi konuştu. “Endişe ediyorum. Aslında endişeden öte ne var? Hem bu denli sessiz hem bu denli çığlıklar içinde.” “Endişelenme.” dedi siyah kuş. “Çünkü dipte iyileşiyoruz. Simsiyah iyileşiyoruz.” Kırıp götürdüğü telleri uzattı kafese. İstemedi kafes. “Seni ilk tanıdığım haline bir yer açtım içimde. Her yanım o ilk halinde tamamlanmıştı. Ondan başkasına bir yer kalmadı kimseye, hele sana hiçbir boşluk yok. Hoşça kal.”
Kafesin sahibi bulmuştu artık onu. Hissetmişti yeniden bıraktığı boşluğa yerleştiğini. Arkasında bıraktığı siyah kuşa karşı da sessizdi, hissizdi şimdi.
Gözlerini kapattı. Büyük bir boşluk vardı. Doldurmaya yetmemişti önceki gibi artık onu gücü. Bu boşlukta ise şu mısralar yankılanıyordu…..


“ve bu yorgun, bu hüzünlü yüreği, benim değilmiş gibi, hiç kimse görmeden, şöyle bir yol kenarına bıraksam”*

                         Sıla ÖZDEMİR
Menteşe Sosyal Bilimler Lisesi
Ekim-2022

*Edip Cansever

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum