Doç. Dr. Ahmet Yılmaz SOYYER

Doç. Dr. Ahmet Yılmaz SOYYER

[email protected]

Bir Aşk Toplumunun Mürşidi: Yûnus

22 Ağustos 2020 - 12:51

Bir Aşk Toplumunun Mürşidi: Yûnus
Doç. Dr. A. Yılmaz SOYYER
Süleyman Demirel Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi- Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü
Din Sosyolojisi Anabilim Dalı
[email protected]
 
Yunus yaşadığı 13. Yüzyılda Anadolu’ya henüz yeni sayılabilecek bir dönemde yerleşmiş Oğuz-Kıpçak ahâlinin önemli bir göstergesidir. O, asrında ve hattâ tâkip eden yüzyıllarda çoğunlukla yörüklük eden, buna muka­bil küçük bir kısmı da şehirlerde vatan tutmuş bulunan Türkler tarafında okunulmuş, dinlenilmiş, ezberlenmiş ve bestelenmiş şiirlerin dile getiricisidir. Yunus, dağ silsile­ri boyunca koyun ya da keçi güderek hayatlarını idâme ettiren yörüklerin muhtemelen akşamları yaktıkları ateş­ler etrafında toplandıklarında kadın erkek hep beraber okuma bilen bir önderden nefeslerini dinleyip, hislenerek ağladıkları aşk merkezidir. Yunus’un şiirleri Oğuz boyla­rındaki yeni Müslüman olmuş Türklerin kendi özlerinde buldukları Tanrı’yı öğreten ve açıklayanıdır.
“Bu tılsımı bağlayan
Türlü dilde söyleyen,
Yere göğe sığmayan
Sığmış bu can içinde”
mısraları bir aşk toplumunun gönlündeki Tanrıyla bire bir örtüşen bir ifadedir.
Hayat tarzlarıyla, ahlaklarıyla, birlik ve beraberlikleriy­le de öne çıkan yörükler geceleri koyun yayıp yıldızları seyrederken, alaca karanlıkta cihat vaktidir deyip Roma kalelerine akınlar düzenlemektedirler. Yunus’un
“Ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil”
mısraını hâl edinmiş olduklarından “îlâ-i kelimetullah” için cihada koşmaktadırlar. Onlar için bu büyük âşık ölümü aşk hâline getirendir. Anadolu ve Rumeli’ni “deli” tâbir edilen fâtihlerinin dillerinde muhtemelen onun şiir­leri dolaşırdı. Burada insanoğlunun en doğal durumu, ih­tiyacı ve hakkı olan yaşama hakkının tezahürü mevcuttur. 13. Yüzyıl dünyasında var olmak ancak silahla mümkün­dür. Büyük bir kısmı Moğol ordusunun önünden kaça­rak Roma İmparatorluğu’nun doğu kesimindeki yaylalara yerleşen Türkmenlerin savaşçı karakterde olmaları kaçı­nılmaz bir husustur.
Savaş meydanında birer cenk eri kesilen bu savaşçılar, dağda, yaylada obalarında geçirdikleri hayatlarında ise sevgi doluydular.
“Gönül Çalab’ın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise”
kıtasını hayâta geçirmekteydiler. Cihadın hem savaş hem de Tanrı yolunda çalışıp çabalayıp insanları dost edinme­yi kendilerine vazife edinmiştiler. Yunus’un her âdeta her mısraında yer bulan aşk bu sırtı kürklü, başı börklü, gö­rünüşte kaba saba topluluğun gönlünü ipeğe çevirmiştir.
“Âşık olamayan âdem
Benzer imiş bir ağaca
Ağaç yemiş vermeyince
Budağı ezilmez imiş”
Budağın ezilmesi kabalıkların, görgüsüzlüklerin ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. Türkler, Yunus’la, dağın, yaylanın sert mizacından kurtulma yoluna girmiş­lerdir.
Yaşadığı dönemde topluma nefesleriyle damga vuran Yunus, çağdaşları İbn Arabî ve Mevlânâ gibi bir vahdet-i vücutçu derviştir. İnsanların dinden öğrenmek istedikleri nasıl yaratıldıklarına ve doğmadan nerde yaşa­dıklarına dair en temel varoluş sorularına “o vardı, gayrı hiçbir şey yoktu” görüşüyle tasavvufun en temel ögesini öğreten şâirimiz şiirlerinde tecelliyi ve insanın varlık âle­mine çıkışını anlatır. Elbette bu mutasavvıflara göre doğa­ya ve insan vücuduna bakılarak öğrenilebilecek bir konu değildir.
O doğruluk güneşi doğar birlik burcundan
Işık vermez Yunus’a perdeler kalkmayınca.
beyti hem Yunus’un hem de o dönem Anadolu’daki Türk toplumunun Tanrı-evren-insan ilişkisini ortaya koymak­tadır. Vahdet-i vücut anlayışının pek çok inanç sahibi tarafından kabullenilmediğini de elbette bilmektedir. Tanrı’nın yaratış biçimini merak edenlere derin ve felsefî ögelerle dolu bir açıklama getiren tasavvufun anlatıcısı Yunus, kendi anlayışlarının diğer dinler ve hatta İslam içerisindeki diğer kavrayışlardan da farklı olduğunun şu­urundadır.
Gayrıdır her milletten bu bizim milletimiz
Hiç dinde bulunmadı din ü diyanetimiz.
Gerçekten de İslam’ın ilk dönemlerinden baş­lamak üzere pek çok bölgede, bilhassa medrese denilen resmî İslam ekollerinde onun ifade edişleri reddedilmekte ve bu inançta olanlar farklı sayılmaktadır. Yunus varolu­şunun özündeki Tanrı’yı bilme ve tecrübe ettiği kutsallığı anlatma peşindedir. Ancak Yunusun içkin Tanrısının ye­rine aşkın ve evrenin hâricinde bir kutsala inanan medre­se çevresinin onun inancıyla çatışması kaçınılmazdır.
“Beni bende dimen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri”
düstûrunun kolaylıkla algılanabilecek bir inanış biçimi hâlinde yayılması da beklenmemelidir. Şehirler med­resenin etkisindeyken yaylalar, ovalar tekke anlayışının tesirindedir. Dergâhların çoğunlukla şehir dışlarına ku­rulmuş olmalarıyla bu durumun ilişkisi de bulunuyor olabilir.
O asrın yörük temelli toplumu Yunus’un Tanrı­sını özümseyerek hayatı yaşanılır hâle getirmişlerdir. Bu zorluklarla dolu coğrafyada düşman kalelerine baskın dü­zenleyerek varlıklarını devam ettirmeyle beraber evreni ve insanı tecellisiyle var ettiğine inandığı yaratıcısının fi­zikî çevre ve dost insanlara karşı sevgi dolu olmasına dair emirlerine de uymaktadır. O toplum kendi özünü islah ederek başkalarıyla didişmekten uzak durma yolundadır.
Gece gündüz nefsi ile her dem savaştır âşıkın
Düşman benim nefsim durur tama ile hırsım durur.
Aslında bu söz o dönem inancının özeti niteliğindedir. Bununla bütün yörük zümrelerinin böyle olduğunu iddia etmek elbette mümkün değildir ve eşyanın tabiatına da terstir ancak Yunus’un şiirleri bu topluluklarda belli bir nispet çerçevesinde de olsa etkili olmakta, bu dağ-yayla insanlarını olabildiğince yumuşatmaktadır. Hitap ettiği insanların temel özellikleri göz önüne alındığında Yu­nus’un halkı iyi insan haline getirmekteki çabasının öne­mi açıktır.
Bütün bunlara dayanarak Yunusun bir aşk top­lumunun mürşidi olduğunu söylememiz mümkündür. Kendisindeki yâni gönlündeki kutsalla var olmanın yolu­na girmiş olan 13. Yüzyıl toplumu Yunus’u bir tür mürşid edinerek yaşamıştır. Yunus’un yalnız o dönem halkına de­ğil günümüz insanlarına da söyleyebileceği çok şey olma­lıdır. Yunus, dağ ve yaylalarda yaşayan sert mizaçlı her an doğayla mücadeledeki toplukların fertlerini bir âşık hâli­ne getirmeye çalışmıştır; onun şiirleri gerilimli bir hayat yaşayan günümüz toplumuna da etki edecektir. Zaman değişmiştir ne medrese ne de tekke geri gelir, lâkin Yunus üniversitelerimizin kürsülerinden ders vermeye devam etmelidir. Tamamına yakını artık şehirleşmiş bulunan Türk insanını okullardaki Yunus’la tanıştırmak, hem hâl etmek bir zorunluluktur.
Kaynak: Türk Ekini Dergisi, sayı:4, Aralık 2019

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum