VEFAT YILDÖNÜMÜNDE TÜRK-İSLAM SENTEZİ TEMELLİ TURANCILIĞIMIZIN YOLBAŞÇISI ZİYA GÖKALP'E RAHMETLE - Prof. Dr. Nurullah Çetin

VEFAT YILDÖNÜMÜNDE TÜRK-İSLAM SENTEZİ TEMELLİ TURANCILIĞIMIZIN YOLBAŞÇISI ZİYA GÖKALP'E RAHMETLE - Prof. Dr. Nurullah Çetin
26 Ekim 2020 - 18:01
VEFAT YILDÖNÜMÜNDE TÜRK-İSLAM SENTEZİ TEMELLİ TURANCILIĞIMIZIN YOLBAŞÇISI ZİYA GÖKALP’E RAHMETLE

Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün “fikirlerimin babası” dediği ve yeni kurulan istiklalci ve milliyetçi Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kültürel ilke, değer ve kurumlarının temelllerinde çok fazla harcı olan Ziya Gökalp bilgemizi uçmağa varışının yıldönümünde anlayarak anıyoruz.
Türk-İslam sentezinin mimarı, kuramcısı, hocası olan Ziya Gökalp’ın bir talihsizliği var. Bazı cahil, İslam ve Türk düşmanları onu, hayatını adadığı iki temel değerle; yani İslam ve Türklükle alakasız göstermeye çalışıyorlar. Ziya Gökalp’la ilgili bu kadar araştırma yapılmışken, bütün eserleri gün yüzüne çıkmışken bazıları ona dinsiz imansız, bazıları Kürt demekte hâlâ ısrar ediyorlar.
Hatta bu işi suçlamaya kadar götürüyorlar. Ziya Gökalp Türk’tü, Müslümandı ve Turancıydı. Turancılık demek Göktanrıcılık veya Tengricilik değildir. Turancılığın babası olan Ziya Gökalp, Turancılığı Türk-İslam milliyetçiliği olarak anlamış ve anlatmıştı. Bütün Turancıların Ziya Gökalp’ı esas almaları lazımdır. Şimdi bu meseleyi halledelim.
Türk-İslam Sentezi: Ziya Gökalp Türk-İslam sentezini arar ve şöyle der: Bir eserinde şöyle der: “Asrın fünun (sanatlarını) ve felsefesini, fenniyât ve usûliyyâtını (müspet fen bilimlerini ve tekniklerini) millî ve dinî an’anelerimize (geleneklerimize) izah ettiğimiz surette aşılar ve mezcedersek (birleştirirsek), muasır (çağdaş) bir İslam-Türk medeniyeti hâsıl olacaktır (ortaya çıkacaktır). Ve işte halk ruhunun Kızılelma diye aradığı bu mevûd (vaat edilen) vatana vasıl olduğumuz (ulaştığımız) zamandır ki hakiki manasıyla harsen (kültürel olarak) hür ve medeniyeten müstakil (bağımsız) olacağız.”(Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, s.21)
“Biz Türkler, asrî (çağdaş) medeniyetin akıl ve ilmi ile mücehhez olduğumuz (donandığımız) halde bir Türk-İslam harsı (kültürü) ibda etmeye (üretmeye) çalışmalıyız.”(a.g.e., s.27)
“Türkçülerin gayesi muasır (çağdaş) bir İslam Türklüğüdür. Türkçülerin millet mefkûresi (ülküsü) Türklükse, ümmet mefkûresi de İslamlıktır. Bence Türkçülerin ayrıca bir ümmet programları da olmalı ve başlıca esasları da şunlar bulunmalıdır:
1.Bütün İslam kavimleri arasında müşterek (ortak) olan Arap hurûfunu (harflerini) bilâ-tagayyür (değiştirmeden) muhafaza etmek.
2.Bütün İslam kavimlerinde ilim ıstılahlarının (terimlerinin) müşterek bir hale getirilmesi için İslam ümmeti arasında ıstılah kongreleri inikat ettirmek (gerçekleştirmek) ve ıstılahları Türkçeden Arabîden(Arapçadan) ve kısmen de Farisîden (Farsçadan) yapmak bu gayenin vücuda getirilmesi için Paris'te Türk, Mısırlı, Hintli ve İranlı talebeler arasında bir ittifak (birlik) hasıl olmuştu.
3.Bütün İslam kavimlerinde müşterek bir terbiyenin teessüsü (yerleşmesi) için terbiye kongreleri inikat ettirmek (yaptırmak).
4.Bütün İslam kavimlerinin müftü teşkilatları arasında daimî bir irtibat vücuda getirmek.
5.İslam ümmetinin timsali olan Hilalin kudsiyetini (kutsallığını) muhafaza etmek.
Bu umdelerden (ilkelerden) anlaşılıyor ki Türkçülük aynı zamanda İslamcılıktır. Yalnız Türkçüler İslam ümmetçisi olmak suretiyle kendilerini İslam milliyetçilerinden ayırt ederler. Çünkü İslam kavimlerine milliyet duygusunu nefyeden (olumsuzlayan) böyle gayr-i tabii (doğal olmayan) bir ittihadı (birliği) bugün ne Türkler ve Araplar, ne Hintliler ve Afganlılar, ne Berberiler ve Fürsler kabul edebilirler. Türkler millî mefkurelerini (ülkülerini) kuvvetlendirmek için dindaş ve vatandaşları olan hiçbir kavme karşı millî kin telkinine yeltenmediler. İslam ümmetçiliğini anlamamış olan Abdullah Nedimlerin (Arap ırkçısı), Fraşerli Naimlerin (Arnavut ırkçısı) bu hatalı yoluna gitmediler.(…)
Türklerin hepsi İslam olduğu için Türkçüler hiçbir zaman İslam ümmetçiliğine mugayir (aykırı) bir his beslemeyeceklerdir. Aynı zamanda Türkçüler muasırlaşmak (çağdaşlaşmak) zaruretini de anladıkları için gayr-i Müslim (Müslüman olmayan) kavimler hakkında da bu medeniyet asrının icap ettiği ihtiramkâr (saygılı) vaziyeti muhafaza edeceklerdir.”(a.g.e., 34-35)
“Türkçüler, tamamiyle Türk ve Müslüman kalmak şartıyla Garp (Batı) medeniyetine tam ve kati bir surette girmek isteyenlerdir. Fakat Garp medeniyetine girmeden evvel, millî harsımızı (kültürümüzü) arayıp bularak millî harsımızı meydana çıkarmamız lazımdır.”(Türkçülüğün Esasları, s.42)
“Milletini tanı, ümmetini tanı, medeniyetini tanı.”(A.g.e., s.48)
Ayrıca 1919’da İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilince oradan aile üyelerine yazdığı mektuplarda da açıkça Müslümanlığını ifade eden cümlelere yer veriyor.
28 Haziran 1920 tarihli kızı Seniha’ya yazdığı mektubundan:
“Allah’a karşı muhabbetimiz, çıkar karşılığı olmamalı. İnsan güzel bir çiçeği nasıl güzel olduğu için severse Allah’ı da güzeller güzeli olduğu için sevmeli. Allah yoluna giden olmazsa O ne yapsın?... Allah bizim taraftadır. Çünkü hakkı, hakikati ve adaleti isteyenler bizleriz… Günümüzde Allah yolunda çalışanlar gayet az, ama şeytan yolunda çalışanlar çok. Fakat işin sonunda Allahçılar şeytancıları yenecektir.”
14 Mayıs 1920 tarihinde kızı Seniha’ya yazdığı mektubundan:
“Benim bir bildiğim var ki o da Allah’ın varlığıdır.”
20 Aralık 1920 tarihli kızı Seniha’ya yazdığı mektuptan bir bölüm:
“Kederli, ümitsiz zamanlarda Allah’a sarılmalı. Başka çare yoktur. Allah’a sarılmak iyiliği sevmek demektir. Ama önce kalbini temizlemeli. Çünkü kalbini temizlemeyen insan Allah’ı oraya davet edemez. İnsan ancak fenalıktan nefret edip iyiliği sevmeye başladıktan sonra kalbini Allah’a açabilir, ruhunu O’na gösterebilir.”
Eşine yazdığı 2 Eylül 1920 tarihli mektubundan:
“Müzeleri, kütüphaneleri de göreceğim…. Kiliselerde iğne atsan yere düşmez. Bizde ise camiler gittikçe boşalıyor. Vicdanlarda din azalınca böyle olur!... Türk ve Müslüman kalmak, dinimizi ve millî ahlakımızı, millî estetik ve güzelliklerimizle dilimizi korumak şartıyla Avrupalı olmalıyız. Türkçülük de budur.”
Onun Dinsiz Olduğu Söylentisi: “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” kitabını yazmış, “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” diyen Gökalp’ın Müslümanlık seyri şöyle:
1891’de Diyarbakır Mülkiye İdadisine giren Ziya, bu okulda, 17-18 yaşlarında iken hocaları Mehmet Ali Aynî’den ve Fransızca, Felsefe dersleri aldığı Doktor Yorgi’den çok etkilendi. Ateizmle ilgili kitaplar okudu. Dr. Yorgi’den etkilenmeyle iman buhranı geçirdi, bunalıma girdi, imanından şüphe etmeye başladı.
Ancak 1899’da bir yıl hapse mahkum edildi. Hapishanede iken kendisine başka kitap verilmedi, sadece Kur’an okuması izni verildi. Bu süre içinde itikâf hayatı yaşadığını belirten Ziya Gökalp, bu hapishane hayatının kendisini ruhî buhranlardan sonsuza dek kurtardığını belirtir. Yani artık imansızlık ve dinsizlik hastalığından kurtulmuş, İslam imanına yeniden kavuşmuştur. Kendisi şöyle der: “316 senesinin on ayını Taşkışla’da geçirdim. Askerle dolu bir koğuşun elbise deposu içinde geçen bu on aylık itikâf hayatı, beni ruhi buhranlarımdan ebedî surette kurtardı.“
Kendisi açıkça durumunu ortaya koyuyor. Hz. Ömer önce kâfir idi, sonra Müslüman oldu. Bizim için artık Hz. Ömer’in kâfirlik dönemi değil, Müslümanlık dönemi önemlidir ve esas olan odur. Zavallı cahil İslamcı sürüsü bunu bildiği halde, Ziya Gökalp’ın gençliğinde kısa bir süre iman buhranı geçirip sonra tekrar İslam imanına dönüşünü neden görmezden gelirler de onu dinsiz imansız ilan ederler, akıl alır şey değil.
O, eserlerinde Türkçülüğün İslamcılığa, ümmetçiliğe ters olmadığını, tam tersine Türkçülükle ümmetçiliğin, İslamcılığın birbirini tamamlayan kavramlar ve yaklaşımlar olduğunu ortaya koydu.
Gökalp’e göre Din: Bir ümmete ait kutsal kurumların, inanç ve ibadetlerin tamamıdır. Aynı dinde bulunan insanların toplamına da ümmet deniyor.
“Yalnız bir ümmete mahsus bulunan müesseselerin mecmuuna din adı verilir.”(TE, s.49)
“Din, yalnız mukaddes müesseselerden, yalnız itikatlarla ibadetlerden ibaret olduğu için bunların haricinde kalan lâ-mukaddes müesseseler mesela ilmî mefhumlarla fennî aletler bedii kaideler dinin haricinde ayrı bir manzume teşkil ederler. Riyaziyat, tabiiyat, hayatiyat, ruhiyat, içtimaiyat gibi müspet ilimler sanayie ve güzel sanatlara mahsus fenniyeler dinlere merbut değildir.” (TE, s.52)
“Aynı dinde bulunan insanların mecmûuna ümmet adı verilir.” (TE, s.20)
Gökalp’e göre Türkler İslam ümmetine ait Türk milletidir. Ziya Gökalp Türk-İslam sentezini arar. Bir Türk-İslam kültürü üretmeye çalışmalıyız. Bizim ümmet ülkümüz İslamlıktır, der. Bunun için de İslam ülkeleri arasında eğitim birliğini, terim birliğini ve din birliğini önerir. Hilalin de ortak sembol olarak kullanılması ve yaygınlaştırılması gereğine inanır. Türk milliyetçiliği, İslam ümmetçiliğine aykırı değildir.
Konuyla ilgili olarak eserlerinde şöyle der:
“Türkler lisanca Ural ve Altay şubesine mensup olmakla beraber kendilerini İslam milletlerinden addederler.” (TİM,12)
Türk Olmadığı Söylentisi: Türkçülük teriminin de, düşüncesinin de sahibi ve öncüsü Ziya Gökalp’tır. Bir kitabının adı da “Türkçülüğün Esasları”dır. O, Türkçülük düşüncesini, siyasi, kültürel, tarihî, felsefî, ekonomik, hukuki gibi her alanda sistemleştiren ve Türk milleti için anlamlı, işlevsel bir yol haritası haline getiren büyük Türk mütefekkiridir.
Ziya Gökalp ırken de Türk’tür. Bu konuda şöyle der: “Bu alâmetler bana Diyarbekirlilerin Türk olduğunu gösterdiği gibi babamın iki dedesinin birkaç batın evvel Çermik’ten yani bir Türk muhitinden geldiklerine nazaran ırken de Türk neslinden olduğumu anladım. Maamafih dedelerimin bir Kürt, yahut Arap muhitinden geldiğini anlasaydım, yine Türk olduğuma hüküm vermekte tereddüt etmeyecektim. Çünkü milliyetin yalnız terbiyeye istinat ettiğini de içtimaî tedkiklerimle anlamıştım. Zannederim ki, bu taharrîlerimle yalnız kendim için değil, bütün vilâyât-ı şarkiyye ve cenûbiyye şehirleri ve şimdiye kadar Türk kalan köylüleri için son derece mühim bir meseleyi haletmiş oldum.”
Ziya Gökalp, 1919’da tutuklanıp Malta’ya sürüldüğü sırada Ali Kemal denilen İngiliz köpeği, Peyam-ı Sabah gazetesinde yazdığı bir yazıda Ziya Gökalp için “bu adam Kürt’tür” der. Gökalp de buna cevaben şu manzumeyi yazar:
ALİ KEMAL’E
Ben Türküm! Diyorsun, sen Türk değilsin!
İslâm’ım! Diyorsun, değilsin İslâm!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilâm!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükâfat!
Bu yüzden bu kadar felâket çektim,
Hiçbir an, esefle demedim: Heyhat!

Hattâ ben olsaydım Kürt, Arap, Çerkez;
İlk gayem olurdu Türk milliyeti;
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her İslam olan milleti!

Türk olsam olmasam, ben Türk dostuyum,
Türk olsan ve olmasan, sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türk’ü yaşatmak,
Senin öldürmek her yaşayanı!

Türklük hem mefkûrem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hâdimine “Türk değil!” diyen,
Soyca Türk olsa da “piçtir! Türk değil!”

Prof. Dr. Nurullah Çetin

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum