TARIK BUĞRA: ECDADIN EHL-İ KÜFÜR TORUNLARI

Osmanlı Devleti yıkıldığından beri dini ve tarihi tahrif hareketleri muazzam ölçüde vuku bulmuştur. Ezanın türkçe okunması

TARIK BUĞRA: ECDADIN EHL-İ KÜFÜR TORUNLARI
19 Şubat 2014 - 11:44 - Güncelleme: 26 Şubat 2021 - 19:23

ECDADIN EHL-İ KÜFÜR TORUNLARI

TARIK BUĞRA

 Osmanlı Devleti yıkıldığından beri dini ve tarihi tahrif hareketleri muazzam ölçüde vuku bulmuştur.Ezanın türkçe okunması , padişahlar hakkında ağza alınmayacak derecede çirkin iftiralar bulunduran kitapların yazılması (örn.Hanedan ve Millet) bu tahriflere birkaç örnek teşkil edebilir. Malum teknoloji geliştiği için artık yaptırım uygulamak yerine diziler , kitaplarla sövmek yerine twitler atılmaya başlandı. Bu köhne zihniyetin suçsuz olduğu tek nokta dizideki öğrendiklerini internette araştırmaya teşebbüs ettiklerinde bunu doğrulayan yazılardan başka bir şey bulamamış olmalarıdır.

           Öncelikle belirtmek isterim ki bu dizi senaryosu sanıldığı gibi tarih danışmanları refakatinde yazılmamış olup 2006 da Ukraynalı yazar Pavlo Arhipoviç Zahrebelniy’in ‘’Roksalana’’(Hürren Sultan ) adlı romanından alınma olarak yazılmaktadır. O yüzden harem sanki umuma açık denilecek derecede lanse edilerek gösteriliyor , Hürrem Sultan entrikalarıyla haşa ve kella Sultan Süleyman’ı parmağında oynatıyor ve onun fitnesiyle evladına kıyıyor. Bu kurgunun dışına çıkmak isteyenler , hakikati görmek isteyenler İbrahim Peçevi’nin Tarih-i Peçevi adlı kitabını okuyabilir.

           Asıl ehemmiyetle üzerinde haddim olmayarak sadece Hakayık-ı Muhammediye’nin aciz bir hizmetkarı olarak  durmak istediğim konu bizim anlayamayacağımız siyaseten katl konusuna bir mum yakmaktır. Anlayamayacağız çünkü marifet nuruyla bakmak bizim harcımız değildir. Nasıl ki röntgen ile hastaların içi görülebiliyorsa marifet nuruyla bakan alimlerinde görünmeyeni gördükleri , açıklanmayanı açıkladıkları ve bizim bunu görecek üçüncü bir gözümüzün olmadığı aşikardır. İşte bu sebepten göremesekte bakabilmeyi arzu etmemiz bizi hakikate götürecektir.

           İlk olarak Devleti Al-i Osman İslam dininin temellerine oturtulmuş , Kur-anı Kerim ile amel edip hükmetmiştir 6 buçuk asır boyunca. Amacı kan dökmek değil İslam sancağının ayak basmadığı tek bir toprak parçası bırakmamak olmuştur, gaza ve cihad budur. Marifet işte burada başlamaktadır. İnsanın yaratılış amacı nasıl ki Allah’ı bilmek, O’na kulluk etmek ise bu Yüce Devletinde amacı bunu tatbik etmektir. Kanuni Sültan Süleyman Han da bir hak aşığı olarak aşık anlamına gelen ‘Muhib’ mahlasıyla Hürrem Sultan’a değil Hakka olan muhabbetini dizelere dökmüştür. İmam-ı Rabbani ‘’ Hakîki kulluk, O’nu sevmek ve O’ndan başka herşeyden vazgeçmektir.’’ diyerek böyle aşıkların hallerinin anlaşılmasına ışık tutumuştur. Kalbinde O’nun sevgisinden başka bir şey olmayan , her fethinden sonra nefsine kibir gelmesinden korkarak canlı canlı mezara giren bir Padişah’ın iktidar hırsı oldğunu söylemek ancak müslamanlıktan nasib almamışlara yaraşır bir iftiradır.

            Irak ulema ve evliyanın büyüklerinden olan Semnûn Muhib Hazretleri gençliğinde evlenmedi. İleri yaşlarda, sünnete uymak için sâliha bir hanımla evlendi. Bir kız çocuğu oldu. Üç yaşına gelince, ona çok büyük bir muhabbetle bağlandığını gördü. Bir gece rüyasında, kıyâmetin koptuğunu, her gruba bir başka bayrağın dağıtıldığını gördü. Çok parlak, gözleri kamaştıran bir bayrak, bir grup tarafından taşınıyordu. “Bu bayrağın sahipleri kimdir?” diye sordu. Cevaben; “Bu, aşıkların bayrağıdır. Maide suresinin elli dördüncü ayetinde mealen, “O, onları sever, onlar da O’nu sever” buyurulmuş olan kavmin, O’nu çok seven aşıklarının bayrağıdır” diye söylediler. Semnûn bu gruba karışmak için yaklaşınca, içlerinden birisi onu itti. O da isminin “Muhib” olduğunu belirtti. Cevaben “Fakat senin kalbin başkalarına meyledince, ismini âşıklar grubundan çıkardık” dedi. Bunun üzerine inlemeye ve sızlanmaya başladı.” Allahım! Senin sevgine ortak olacak, muhabbet yolunda engel olabilecek her şeyden beni kurtar!” diye dua etti. Ertesi gün uyandığında, çocuğunun damdan düşüp öldüğünü belirten bir feryadın koptuğunu duydu. İşte aşıkların durumu bu hal üzeredir ve Allah’ın yeryüzündeki gölgesi Osmanlı Padişahları birer aşıktır.

             İkinci olarak Tarih-i Peçevi kitabından naklen askerin Şehzade Mustafa’yı tahta çıkarmak için umumi bir arzusu bulunmasıyla beraber O’nunda ‘’tuğ ve alemlerin dikti.’’ sözüyle buna meylettiğini söylemek mümkündür. Ayrıca tahta çıkmadan hanedan mesubunun sünnet sakal bırakması teamüllere aykırı olduğu gibi  Şehzade Mustafa bu kaideye de aykırı olmuştur. Bilhassa adına tuğralı mühür yaptırmış olması ki sadece bu sebep bir isyan meyline hükmedilip idam lazım gelen bir sebeptir, itaatkarlığından şüphe edilecek önemli hususlardandır. Bu durumların varlığını bilmesine rağmen Süleyman Han evladının isyan edeceğine askerlerin onu tahta çıkaracağına dair paşaları tarafında yapılan gammazlamalara ihtimal vermeyerek bir daha böyle şeylerin dillendirilmemesini emretse de söylentilerin dinmemesi üzerine Sokullu Mehmed’i konuyla ilgili tahkikat yapması için görevlendirmiş ve bu tahkikatin sonucunda  idama hükmetmiştir.

              Peçevi’nin  Kanuni zamanında Osmanlı’nın Padişah’ı gibi istihbaratınında muhteşem olduğu bilgisinide kaleme alması sanki 452 yıl sonraki cahillere verilmiş bir cevap gibi duruyor değil mi? Göremesekte bakmayı bilmekte bir marifettir. Allah gözümüze gönlümüze hidayet ihsan eylesin…

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum