FLAŞ HABER

Talha FORTACI:ATA YURDU

Ben orada sadece üç gün kaldım. Ve aradan da tam üç ay geçti. Fakat içimde tarif edemediğim bir duygu var. Buna özlem mi desem, hasret mi desem, ne desem bilemedim. Özlediğim kesin. Pekiyi insan sadece üç gün kaldığı bir yeri neden özler?

Talha FORTACI:ATA YURDU
19 Temmuz 2016 - 13:54 - Güncelleme: 19 Temmuz 2016 - 14:18

ATA YURDU

Nisan ayında “Türk-İslam Dünyasında Kaşgarlı Mahmud” isimli bir bilgi şölenine katılmak için Kırgızistan’ın Başkenti Bişkek’e gittim. Sempozyum haberini ilk aldığımda ve aynı zamanda Bişkek’te düzenleneceğini öğrendiğimde, bu programa kesinlikle katılmalıyım dedim. Çünkü hem lise yıllarımdan beri ilgim olan çok değerli bir şahsiyet ile ilgili bilimsel bir faaliyetin içinde bulunacak, hem de bu vesileyle ata topraklarını görmüş, oraların havasını teneffüs etmiş olacaktım.

Bu benim yurtdışına ilk çıkışım olacaktı. O sebeple biraz heyecanlı ve tedirgindim.  Sonuçta oranın dilini bilmiyordum ve bilgi şölenini düzenleyenlerin bizi karşılayıp karşılamayacaklarına dair de herhangi bir bilgi yoktu. Neyse ki daha önceden, orada dört yıldır imam-hatiplik yapan Muhammed ağabeyle tanışmıştım. O beni ineceğim saatte havalimanından alacaktı. Gün geldi çattı ve ben beş buçuk saatlik bir seyahat yapmak üzere uçağa bindim. Yükseklik korkusu olan ve hayatında ilk defa uçağa binecek biri için bu bayağı bir çılgınlık olarak kabul edilebilirdi.

Şükür ki sağ salim yolculuk bitmişti ve Muhammed ağabey de beni almak için havaalanına gelmişti. İnsan memleketinden uzaklara gittiğinde kendini bir hayli boşlukta hissediyor. Bu duyguyu orada iliklerime kadar hissettiğimi belirtmeliyim. Muhammed ağabey beni oradan aldı ve bilgi şöleninin gerçekleştirileceği mekâna bıraktı. Yolda bir yandan Muhammed ağabeyle sohbet ediyor, bir yandan da alabildiğine uzanan yeşilliklere göz ucuyla bakıyordum.  Burası adeta seksenlerin Türkiye’sini andırıyordu. Devlet fakirdi. Türkiye ile kıyaslanamayacak bir imkânsızlık söz konusuydu. Hoş, seksenli yıllarda daha dünyada değilsem de izlediğim filmler aracılığıyla bu yorumu yapabildiğimi söyleyebilirim.

Rusya bu toprakları ve diğer Orta Asya Türk Devletlerini yıllarca tahakkümü altında tuttu ve buralara az zulmetmedi. Bundan dolayı ülkede Rusya’nın etkisini çok açık bir şekilde hissediyorsunuz. Gerek binalar, gerek kullanılan araçlar size bunu gösteriyor.

Nihayet bilgi şöleni başlamıştı ama ben müthiş bir uykusuzluğun içinde konuşmaları takip etmeye çalışıyordum. Heyecandan uçakta biraz olsun dahi uyuyamamıştım. Öğlen oldu, katılımcılar sunumlarını yaptılar, daha sonra da yemeğe geçildi. Yemekten sonra toplu bir şekilde otobüslere bindik ve Kırgızistan’ın meşhur yazarı Cengiz Aytmatov’un anıt mezarına ziyarete gittik. Oradan da kara yoluyla tam dört saat sürecek olan bir yolculuğa çıktık. Ben o esnada uykusuzluktan nereye gittiğimizi anca yolun sonunda öğrendim. Kaşgarlı’nın doğduğu köye, Çolpanata’ya gelmiştik.

Sempozyumun ikinci oturumu burada gerçekleşecekti. Gece geç olmuştu, herkese kalacakları odalar gösterildi ve biz uyumak üzere odalarımıza çekildik. Sabah o kadar güzel kalktım ki, uykumu almıştım ve içimde farklı bir heyecan vardı. Kahvaltımızı yaptık ve sunumlarımızı yapmak üzere toplantı salonlarına geçtik. Bende “Divan-ı Lügati’t Türk’deki Dini Kavramların Bir Değerlendirmesi” ismiyle hazırlamış olduğum tebliği orada sundum. Kaldığımız otel,  Divan’da geçen “İsığ Köl” ismiyle geçen, ISIK gölün’nün hemen dibinde yapılmış gayet hoş bir mekândı. Yine öğlen sunumlar bitti, yemekler yenildi ve biz tekrar arabalara binip bulunduğumuz bölgeyi gezmek üzere yola çıktık.

Kitaplardan okuduğumuz tanrı dağlarına bizzat selam vermek, yemyeşil ovaların yanından geçmek, bir zamanlar ceddimizin çıkıp geldiği topraklarda yürüyor olmak benim için tarifi mümkün olmayan duygulardı. O gün de gezme işi bitti, herkes odasına çekildi ve ertesi gün tekrar Bişkek’e dönmek üzere biz uykuya daldık.

Çolpanata’dan Bişkek’e dönüş yolu da benim için çok enteresandı. Yolda yaşları M.Ö üç binlere, dört binlere uzanan taşları gördük ve üzerlerindeki motifleri inceledik. En önemlisi de “Balasagun” olarak bilinen, Karahanlı Devletinin merkezi olan çevreyi gezdik ve meşhur Minareyi görme fırsatını yakaladık. Bunun yanında, Balbal taşlarıyla fotoğraf çektirmek ise işin kaymağıydı diyebilirim.

O gün Bişkek’e vardık, birazda şehir merkezini gezdikten sonra akşamki veda yemeğiyle program sona erdi. Yemekte herkes kısa bir konuşma yaptı. Bende içinde buluğum ortam hakkında ve hissettiklerimle ilgili bir değerlendirmede bulundum. Ertesi Gün ise tekrar Türkiye’ye dönmek için havaalanına gittik ve uçağımıza bindik.

Ben orada sadece üç gün kaldım. Ve aradan da tam üç ay geçti. Fakat içimde tarif edemediğim bir duygu var. Buna özlem mi desem, hasret mi desem, ne desem bilemedim. Özlediğim kesin. Pekiyi insan sadece üç gün kaldığı bir yeri neden özler?

15/ 7/2016 Talha FORTACI

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları
00:50