Serpil Akgül:HABİBE HANIM’IN BİR GAZELİ ÜZERİNE ŞERH DENEMESİ

Divan edebiyatı geleneği içinde sadece erkek şair ve yazarlar eser vermemiş; pek çok kadın divan şairimiz de yetişmiştir

Serpil Akgül:HABİBE HANIM’IN BİR GAZELİ ÜZERİNE ŞERH DENEMESİ
28 Eylül 2012 - 09:17

 

HABİBE HANIM’IN BİR GAZELİ ÜZERİNE ŞERH DENEMESİ

Serpil Akgül

 

Divan edebiyatı geleneği içinde sadece erkek şair ve yazarlar eser vermemiş; pek çok kadın divan şairimiz de yetişmiştir. Biz de bu düşünceden yola çıkarak bir kadın şairimizin hayatına ve kaynaklarda geçen bir gazeline yer vermek istedik. Kendisi de şiirle meşgul olan Hersekli Ali Paşa’nın kızı ve 19. yüzyılın önde gelen şairlerinden biri olan Hersekli Ârif Hikmet Bey’in halası olan Habibe Hanım, 1845 yılında Hersek’te dünyaya gelmiştir. Henüz genç bir kızken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen ve tahsilini İstanbul’da tamamlayan Habibe Hanım, Dersaadet küttâbından Mehmet Mehdi Efendi ile evlenmiştir. İkinci evliliğini ise Konya Defterdarı Numan Fikri Efendi ile yaparak Konya’ya gitmiştir. İkinci eşiyle de ayrıldıktan sonra Konya’dan İstanbul’a dönen Habibe Hanım henüz genç yaşta iken 1890-91 yılında yaşamını yitirmiş ve Topkapı Mezarlığı’na defnedilmiştir. İbnü’l-Emîn Mahmud Kemâl İnal, Habibe Hanım’ın mezar taşının olmadığını Hikmet Bey’in söylediğini ifade etmiştir. Mevlevî tarikatine mensup bir şairemiz olan Habibe Hanım’ın mürettep bir Divan’ı olduğu bilinmektedir.[1] Ancak biz bu esere ulaşamadık. Ulaştığımız kaynaklarda Tanzimat yıllarında yaşayan Habibe Hanım’ın sadece beş beyitten meydana gelen, beşerî aşkı geleneksel çizgide terennüm ettiği âşıkâne bir gazeline rastladık. Yasemin Ertek Morkoç, bir çalışmasında kadın divan şairlerin şiirlerinde ilahî aşkın geniş olarak yer aldığını söylemekle birlikte beşeri aşkı dile getirirken gelenekteki kalıplaşmış âşık ifadelerini kullanmada cinsiyetleri gereği sıkıntı yaşadıklarını, bundan kurtulmak için de ilahî aşkı anlatmayı tercih ettiklerini ifade etmektedir.[2] Habibe Hanım ise gazelini kalıplaşmış mazmunlardan yararlanarak beşeri aşkla şekillendirmiştir. Söz konusu gazel şöyledir:[3]

1.      Ciğerde tîg-i gamzen zahmı varken atma peykânın

Yeter ey kaşı yay artık yeter depretme müjgânın

 

2.      Nigâh-ı mestine cânâ ki şâyân gördün ağyârı

Yine nev yâreler açdı derûna tîg-i hicrânın

 

3.      O gâfil bî-haber nâ-dân adûya hem-dem olmuşsun

Visâlinden bizi dûr eyledin var olsun ihsânın

 

4.      Ümîd-i merhamet kılmak abesdir senden ey kâfir

Seni bî-dîn demişlerdi ezelden yokdur imânın

 

5.      Habîbe bî-devâ dertden halâs olmakda müşküldür

Ümîd itmez esîr-i derd olanlar gayri dermânın

Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün Me fâ î lün

Gazelin Günümüz Türkçesine Çevirisi ve Şerhi:

1.      Beyit:

Ciğerde tîg-i gamzen zahmı varken atma peykânın

Yeter ey kaşı yay artık yeter depretme müjgânın

            “Bakışının kılıcının yarası ciğerimi yaralar, (bir de ) oklarını atma; ey kaşı yay gibi olan sevgili yeter artık kirpiklerini kımıldatma.”

Peykân; onun ucundaki sivri demir olup mecâzi olarak sevgilinin kirpiğidir. Sevgilinin süzgün bakışları altındaki kirpikler kılıç misali âşığın kalbine yaralar açmaktadır. Zira ok gibi kirpikler de kılıç gibi yaralayıcıdır. Kirpiklerin şekil bakımından kılıç şeklinde tahayyül edilmesi klâsik bir teşbih unsurudur. Gerçek anlamda kılıç nasıl ki teni yaralar yahut can alırsa âşığın nazarında da sevgilinin bir gamzesi yani süzgün yan bakışı can alacak niteliktedir. O derece acı çekmektedir ki âşık “yeter artık” diyerek de isyanını dile getirmiştir. Zira kirpikler hareket ettikçe oklar âşığın kalbine saplanmakta daha da derin yaralar açmaktadır. Belki de vefasız sevgili bakışıyla âşığa çok şeyler anlatmakta ve sözleriyle onu yaralamaktadır. Beyitte kaşlar ise şekil bakımından yaya benzetilmiştir. Habibe Hanım bu beytinde dilin ifade gücünü kullanmada teşbihten yararlanmıştır. Ayrıca tîg, zahm, peykân ve müjgan kelimeleri anlamca ilişkilendirilerek tenasüp sanatı yapılmıştır. Bu beyitte aynı zamanda tîğ, gamze, atma ve peykân kelimeleri söylendikten sonra, bunlarla ilgili olarak yay, depretme ve müjgan kelimeleri alt alta gelecek biçimde aynı ilgi sırasıyla söylenerek düzenli bir leff ü neşr mürettep yapılmıştır.

Bu beyit aynı zamanda Râsih’in (Ö. 1731) ünlü gazelinin matla beytini hatırlatıyor:

“Süzme çeşmün gelmesün müjgan müjgan üstüne

Urma zahmı sîneme peykân peykân üstüne”

 

2.      Beyit:

Nigâh-ı mestine cânâ ki şâyân gördün ağyârı

Yine nev yâreler açdı derûna tîg-i hicrânın

“Ey sevgili! Sarhoş edici bakışını yabancılara lâyık gördün; yine ayrılığın kılıcı gönlüme derin yaralar açtı.”

Birinci beyitte “yeter artık kirpiklerini depretme” diyen âşık, bu beyitte ise sevgilinin -yaralayıcı da olsa- sarhoş edici bakışlarını kendisinden esirgediği için yakınmaktadır. Zira âşık sevgiliden gelecek her türlü cefâya ve ezâya razıdır. Bu sebeple ayrılık acısı kılıç misali gönülde derin yaralar açsa da bilakis âşık bu durumdan memnundur. Ağyarın yani yabancıların sevgilinin bakışlarından pay alması âşığı gücendirmiştir. İlk beyitte somut olarak kirpikler kılıca benzetilirken burada ise soyut bir kavram olan ayrılık kılıca benzetilmiştir.

3.      Beyit:

O gâfil bî-haber nâ-dân adûya hem-dem olmuşsun

Visâlinden bizi dûr eyledin var olsun ihsânın

“O habersiz ve cahil düşmanla yakın dost olmuşsun; bizi (sana) kavuşmaktan uzaklaştırsan da olsun (yine de) iyiliğin var olsun.”

Yek-ahenk tarzda yazılmış bir gazel diyebileceğimiz gazelin bu beyti, ikinci beytin devamı niteliğindedir. Önceki beyitte sevgili sarhoş edici bakışlarını yabancılara lâyık görmüştü. Bu beyitte de cahil olarak nitelendirilen düşmana karşı sevgilinin dost olduğunu görüyoruz. Bu durum âşığın kalbindeki kavuşma ümidini yok etmektedir. Burada geçen düşman sözcüğü rakîb kavramını karşılamaktadır. Bu beyitte âşık- maşuk-rakib üçlüsünü görmekteyiz. Âşık ise ne olursa olsun daima sevgilinin iyiliğini istemektedir. Sevgilinin rakîbe yakınlaşması olumsuz bir durumken, şair sevgilinin kendisinden uzaklaşmasını bir ihsan, bir bağış olarak görüyor. Yani kötü bir durumu iyi yorumluyor. Beyitte istidrak sanatı vardır. Yine birinci beytin Râsih’in bir gazelini hatırlatması gibi bu beytin ikinci mısra’ı da Râsih’in aynı şiirinin bir başka mısra’ını çağrıştırıyor:

“Pâre-i  elmas eker her açtuğı zahma o şûh

Lutfu var olsun ider ihsân ihsân üstüne”

4.      Beyit:

Ümîd-i merhamet kılmak abesdir senden ey kâfir

Seni bî-dîn demişlerdi ezelden yokdur imânın

“Ey kâfir! Senden merhamet beklemek saçma olur; (çünkü) sana dinsiz demişlerdi, senin ezelden beri imanın yoktur.”

Bu beyitte ise sevgili îmandan mahrum yani kâfir olarak nitelendirilmiştir. Sevgili uğruna daima acı çeken âşık belki de yazgının değişmeyeceğinin ezelden nasibine düşenin cefâ olduğunun farkındadır. Sevgili ise ezelden merhametsizdir. Aslında sevgilinin dinsiz olarak nitelenmesi doğaldır; çünkü sevgilide merhamet yoktur. Zira merhamet îmandan gelir. Îmanlı kişi merhametli olur, sabırlı olur. Aynı zamanda bu beyitte geçen “ezel” kelimesi bize varlığın ilk toplantısı olan ezel bezmini hatırlatır. Kâlû belâda Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna “belî” yani “Evet, Rabbimizsin” diyerek söz verdik. İşte orada “evet” diyenler bu dünyada iman etmişlerdir.[4] Aslında bir bakıma merhametli olmayı da kabullenmişlerdir. Sevgili ise böyle bir duyguyu tatmamıştır. Beyitte geçen bî-dîn ve îman kelimeleri ile tezat oluşturulmuştur.  

 

5.      Beyit:

Habîbe bî-devâ dertden halâs olmakda müşküldür

Ümîd itmez esîr-i derd olanlar gayri dermânın

“Habibe’nin devası olmayan dertten kurtulması çok zordur; (çünkü) derde esir olanlar derdine derman bulacak diye umutlanmaz.”

Derin bir ümitsizliğin hissedildiği gazelin makta beytinde Habibe Hanım, derdinin dermanı olmadığını belirtiyor ve kendisini derde dolayısıyla aşka mahkûm olan bir esir olarak görüyor. Aşk, dermanı olmayan bir hastalık olarak görülüyor. Bu beyitte geçen “Habibe” sözcüğünü tevriyeli olarak düşünmek mümkün. Bilindiği üzere “habib” “sevgili, dost” anlamına gelir. O halde tıpkı derdine esir olmuş Mecnun gibi sevenin de dertten kurtulması mümkün değildir. Aynı zamanda Habibe Hanım, şiirde mahlasını kelimenin sözlük anlamıyla da kullandığı için hüsn-i tahallus yapmıştır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Habibe Hanım, bu gazelinde kalıplaşmış âşık ifadelerini kullanarak beşeri aşkı anlatmayı tercih etmiştir. Beşerî aşk etrafında şekillenen bu gazelde ayrılık acısının âşıkta uyandırdığı duygular üzerinde durulmuştur. Bu duyguları acı, sıkıntı ve ümitsizlik şeklinde sıralayabiliriz. O yüzden de aşk dermanı olmayan bir dert, bir hastalık olarak görülmüştür. Gazelin bütününe baktığımızda sevgilinin sıfatları klasik olarak merhametsiz, bî-dîn; rakîbin sıfatları ise gafil ve nâ-dân şeklinde sıralanmıştır.

 

 

KAYNAKLAR

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara 2002.

Ertek Morkoç, Yasemin, “Klasik Türk Edebiyatında Kadın Şairlere Bir Bakış”, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C.9, S.2, Ekim 2011.

           

Gölpınarlı, Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2004.

Hadzi, Husen, 19. yy.da Osmanlı Devletinin Bosna Eyaletindeki Bilim Adamları ve Eserleri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2007, Yüksek Lisans Tezi.

İnal, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şâirleri, haz. M. Kayahan Özgül, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000, C.2.

İspirli, Serhan, Alkan Kadın Divan Şairleri ve Geleneğin Uzantısı, Salkımsöğüt Yayınları, Ankara 2007.

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1979, C.3.

 

 

 



[1] Habibe Hanım’ın hayatı hakkında yararlanılan kaynaklar şunlardır: Serhan Alkan İspirli, Kadın Divan Şairleri ve Geleneğin Uzantısı, Salkımsöğüt Yay., Ankara 2007, s. 162-136; Husen Hadzi, 19. yy. da Osmanlı Devletinin Bosna Eyaletindeki Bilim Adamları ve Eserleri, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri 2007 Yüksek Lisans Tezi; s. 32; Türk Dili ve Edebiyatı Ans., Dergâh Yay., İstanbul 1979, C.3, s. 440; İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şâirleri, C.2 haz. M. Kayahan Özgül, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay., Ankara 2000, s. 715-716.

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Yasemin Ertek Morkoç, “Klasik Türk Edebiyatında Kadın Şairlere Bir Bakış”, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C.9, Sayı:2, Ekim 2011, s. 223-235.

[3] İspirli, a.g.e., s. 163.

[4] Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2004, s. 173-174.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum