SERPİL AKGÜL:AYLA DEMİROĞLU’NA ADANMIŞ BİR KİTAP ÜZERİNE

Prof. Dr. Âdem Ceyhan tarafından hazırlanan ve bir armağan kitap olan “Ayla Demiroğlu Kitabı

SERPİL AKGÜL:AYLA DEMİROĞLU’NA ADANMIŞ BİR KİTAP ÜZERİNE
11 Kasım 2012 - 23:32

 

                                                                               

Prof. Dr. Âdem Ceyhan tarafından hazırlanan ve bir armağan kitap olan “Ayla Demiroğlu Kitabı” 418 sayfa olup “Hatıralar ve Düşünceler”, “Ayla Demiroğlu’nun Mezuniyet Tezi Yayınlanmış Yazıları ve Ansiklopedi Maddeleri” ve “Ayla Demiroğlu’na Adanmış Yazılar” olmak üzere 3 bölümden meydana gelmiştir.[1]

Ayla Demiroğlu’nun 28 Ekim 1997 yılında çekilmiş mütebessim yüzünde hüznün, duruşunda zarafetin ve mahcubiyetin hissedildiği bir fotoğrafı yer alıyor kitabın kapağında. İstanbul’da iken çekilmiş zannederim… Kendisinden sık sık “İstanbul Hanımefendisi” şeklinde bahsedilişinin kendisine ne kadar çok yakışan bir tabir olduğunun da bir göstergesi bu fotoğraf.

1935 yılında İstanbul’da doğan Ayla Demiroğlu, ilk, orta ve lise tahsilini İstanbul’da tamamlamış 1955 yılında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arap-Fars Filolojisi Bölümü’ne girerek buradan mezun olmuştur. Tahran Üniversitesi’nde doktora yapan; Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Ateş, Tahsin Yazıcı ve Hellmut Ritter gibi önemli hocalardan ders alan Ayla Demiroğlu, Yahya Kemâl’in İstanbul ve Millî Mücadele hakkındaki yazılarını yeni harflere çevirmiş ve bu yazılar “Aziz İstanbul” ve “Eğil Dağlar” adıyla kitap hâlinde yayımlanmıştır. Fakülteden mezun olduktan sonra kısa bir süre Almanya’da Erlangen şehrindeki Şarkıyat Enstitüsü’nde Türkçe öğreticisi olarak görev alan, yurda dönüşünde ise Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalışan Ayla Demiroğlu 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Eski Türk Edebiyatı, Osmanlıca ve Diksiyon dersleri vermiş, aynı fakülteden 1996 yılında emekli olmuştur. Takdim ettiğimiz eseri hazırlayarak bir vefakârlık örneği gösteren Âdem Ceyhan da 1986-87 yıllarında Marmara Üniversitesi’nde talebe iken Ayla Demiroğlu’nun Diksiyon ve Eski Türk Edebiyatı derslerine geldiğini, kitabın birinci bölümünde belirtmiştir. Söz konusu eserin hazırlanış hikâyesi de bu bölümde verilmiştir.  

Ayla Demiroğlu’nun hayatı ve şahsiyeti üzerinde durulan eserin ilk bölümünde Âdem Ceyhan, Yusuf Çetindağ, Necip Fazıl Duru, R. Gürel, Halil İbrahim Bulan, Ahmet İşler, Nesrin Tağızade Karaca, Cihan Okuyucu, H. Ahmed Schmiede, Müjgan Üçer ve Ömer Zülfe’nin Ayla Demiroğlu hakkında kaleme aldıkları yazılar yer alıyor. Bu bölümde genel olarak “Bir İstanbul Hanımefendisi” olarak nitelendirilen ve kaleme alınan hatıralardan anladığımız kadarıyla Türkçe’yi kullanma hususundaki hassasiyeti ile dikkat çekiyor Ayla Demiroğlu. Bu noktada kitapta yer alan bir örneği, hocanın dil konusundaki hassasiyetini ortaya koyması bakımından alıntılamak istiyorum:

“Hoca hanım, verdiği diksiyon dersinin de gereği olarak okuma ve konuşma sırasındaki telâffuz hatalarını not edip düzeltiyor; kelimeler arasındaki ince mana farklarına işaret ediyor; bunların yerli yerinde kullanılmasını istiyor; anlamlarını ve nasıl söylenmesi gerektiğini öğrenmek için ‘lügat’e bakmayı hiç bir zaman ihmâl etmemek lâzım geldiğini belirtiyor; zaman zaman moda olarak yaygınlaşan bazı ‘sözcük’lerin özenti yüzünden hatalı ve yersiz kullanışını da zarif bir şekilde hicvediyordu… Meselâ, ‘fakir’deki - k- sesinin aslında kef değil, kaf olduğunu, bundan dolayı anılan kelimeyi ‘tekir’ gibi değil, ‘fakıyr’ şeklinde söylemek gerektiğini ifade etmişti.(…)” (s. 10)

Kitabın hatıralar bölümünü okurken yer yer hüzünlenecek okuyucu. Mesela Halil İbrahim Bulan’ın “Bir gün…” diyerek anlatmaya başladığı bir hatırayı bendeniz de merakla okumaya başlayıp gözlerimden süzülen yaşları silerek tamamladığımı belirtmek isterim. Şöyle ki Ayla Demiroğlu öfkelendiği zaman “Azîzim! Bu işi (öğretmenliği) yapacaksan gel buraya! Yapmayacaksan git, limon sat! Üstelik İstanbul’da limon satarak öğretmenlikten daha fazla para kazanırsın!..” (s. 59) diyerek tepkisini dile getirirmiş. Bir gün yine sınıfta konuşanları uyardığı hâlde aldırış edilmediğini görünce, bu kez kimsenin beklemediği bir tepki göstererek sınıftan çıkıp gitmiş Ayla Demiroğlu. Bundan sonrasını aynen aktarmak istiyorum:

“Donduk kaldık. Bakakaldık. Hiç beklemediğimiz bir durumla karşı karşıyaydık. Daha önce hiçbir hocamızda da karşılaşmadığımız bir tavır olduğu için ne yapacağımızı da bilmiyorduk. Hiç kıpırdamadan birbirimize bakakaldığımız bu durum ne kadar sürdü bilemiyorum. Bir şeyler yapmalıyız… Özür dileyelim. Davet edip sınıfa tekrar çağıralım gibi değişik düşünceler mırıldanılmaya başlandı. Sınıfa davet edilecek, özür dilenecek tamam da… asıl konu bunu kim ya da kimler yapacak?

‘Ben yaparım’ dedim. ‘Ben giderim; özür diler, sınıfa davet ederim’ dedim ama hocamızı nasıl ikna edeceğim konusunda arkadaşlarımdan farklı en ufak bir fikrim yok. Koridora çıktım. Çok babacan bir çaycımız vardı. Ona Ayla Hanım’ın nerede olduğunu sordum. Öğretim elemanları odasını gösterdi sessizce, işaret yoluyla. O anda aklıma geldi. Çaycıya, ‘Hocama bir kahve yap! dedim. Korka korka kapıyı çaldım: ‘Girebilir miyim hocam?’ dedim. Yüzüme baktı. Ne ‘gir’ ne ‘girme’ diye hiç bir şey söylemedi. Ama o yüzün ifadeleri sanki beynime kazınmışçasına hâlâ yerinde durur. Hocamızın asla kelimelere dökemeyeceği, belki aldığı terbiye dolayısıyla bize ifade edemeyeceği her şeyi anlatıyordu bana. Hatta bana ve benim şahsımda tüm sınıfa. Son derece dikkatlice yanına vardım ve kısık bir sesle, ‘Sınıf adına özür dilemeye geldim hocam’ dedim. Kısık sesle konuştum. Çünkü sesim kısılmıştı, her zamanki gibi çıkmıyordu. Bir müddet konuşmadı. Sonra artık sınıfa gelmeyeceğini, bizim bu tarz davranışlarımızdan bıktığını söyledi. Tam bu arada kahveler geldi. ‘İkisi de sizin için hocam’ dedim. Sanırım bu jestimiz karşısında yumuşadı. Zaten benim ardımdan da birkaç arkadaş hocamızın yanına geldiler ve herkes kendi dili döndüğünce hocamızdan af diliyordu. Sonunda… Sonunda ikna etmeyi başardık. Sınıfımıza götürdük daha ders bitmeden ve hiçbir şey olmamış gibi diksiyon dersi bile işledik.” (s. 59-60)   

Okumayı bitirdiğimde Rasim Demirtaş’ın şu dizeleri dökülüverdi dilimden:

“öğretmen

yere inen yıldız tahteravallisi

yere inerken göğe çıkarır öğrencisini”

 Eserin ikinci bölümünde ise Ayla Demiroğlu’nun “Kâtibî-i Nişabûrî ve Gülşen-i Ebrâr Mesnevisi” adlı üniversite mezuniyet tezi ve yayımlanmış yazıları yer alıyor.

 “Ayla Demiroğlu’na Adanmış Yazılar” başlıklı son bölümde ise Âdem Ceyhan, Kenan Erdoğan, Sedat Akçakoyun, Adnan Akgün, Hasan Aktaş, Selma Baş, Mikâil Bayram, Ekrem Bektaş, Ali Fuat Bilkan, Mehmet Çelik, Yusuf Çetindağ, Necip Fazıl Duru, R Gürel, Nesrin Tağızade Karaca, İrfan Karakoç, İhsan Sâfi, Hüseyin Saraç, Zeki Taştan, Ömer Zülfe ve Müjgan Üçer’in çeşitli araştırma ve incelemeleri yer almaktadır.

Evet, “Günler gelip geçmekteler / Kuşlar gibi uçmaktalar…” Bu beytin hüznünü yaşayarak yazımın sonunda 2 Nisan 2010 Cuma günü vefat eden Ayla Demiroğlu’na Allah’tan rahmet diliyor ve böyle değerli bir hocayı yeni nesillerin de tanımasına vesile olduğu için hocam Âdem Ceyhan’a teşekkürlerimi sunuyorum.[2]



[1] Ayla Demiroğlu Kitabı, haz. Âdem Ceyhan, Kutup Yıldızı Yayınları, İstanbul 2006.

[2] Kitabı istemek için 0530 465 82 51.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum