Sağ da sol da işine gelmeyen yazarı dışlıyor

Karar yazarı Taner Ay’ın adeta arkeolojik bir kazı çalışmasıyla kaleme aldığı ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’i okurla buluştu. Unutulan, popüler kültüre ‘yenik düşen’ yazarların hikayesini gün yüzüne çıkaran Ay “Yayıncılık hangi ideolojinin tekelindeyse onların dışladıkları var. Sağ da sol da işine gelmeyen yazarı dışlıyor. ‘Bir kadın erkeklerden nasıl daha iyi yazabilir!’ Pek çok kıymetimizin bu suretle edebiyatımızın dışında bırakıldığı acı bir hakikat” dedi.

Sağ da sol da işine gelmeyen yazarı dışlıyor
19 Aralık 2021 - 10:47

SALİHA SULTAN

KARAR okurları Taner Ay’ı şair kimliğinin yanı sıra kültür sanat sayfamız için kaleme aldığı değerli kitap tanıtımları ve yazın dünyasından çıkardığı özel portre çalışmalarıyla tanıyor. Sayfanın editörü olarak şahsen kendisiyle bu vesile ile tanıştım ancak editör-yazar iletişimi dışında ilk samimi diyaloğumuzu ise Kalabalık Cadde’de yayınladığı ‘Unutulan Yazarlar’ dosyasındaki Zühtü Bayar yazısını okumam ile olmuştu.

Bu yazıda, doğup büyüdüğüm şehirle kesişen, hiç bilmediğim dokunaklı bir hikayeyi kaleme almıştı. Taner ağabeyin, Ötüken Neşriyat tarafından geçtiğimiz günlerde okura sunulan ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ kitabı işte bu türdeki yazılardan oluşuyor. İkinci cildi de yakın bir tarihte okura sunulacak olan, toplamda dört cilt olacak kitapta yer alan yazılar kültür ve edebiyat tarihimize dair arkeolojik bir kazı çalışması. ‘Unutulan’ veya popüler kültür dünyasıyla mücadele edemeyen, ‘kaybeden’ yazarların hikayesini binbir emekle gün yüzüne çıkaran Taner Ay ile KARAR okurları için konuştum.

Taner bey, sizinle KARAR okurları için kaleme aldığınız yazılar dışında, ilk samimi irtibatımı Kalabalık Cadde'deki bir yazınız vesilesiyle kurduğumu anımsıyorum. Öncelikle, bu kalbî tanışıklıktan duyduğum mutluluğu tekrar zikretmek istiyorum. İlk sorum ise şu: Kültür dünyamızın kenarda köşede kalmış, ansiklopedilerde ve sözlüklerde göremediğimiz unutulan simalarını yazma serüveniniz nasıl başladı, ilk kimi yazdınız?

Edebiyatımızda unutulan ve edebî mahfiller karşısında kaybeden yazarlar için bir yazı dizisi hazırlamamı benden Adnan Özer ricâ etmişti. Yani, yazı dizisinin fikir babası Adnan'dır. Diziye başlamadan önceyse Kemal Ahmet'i Varlık dergisi için yazmıştım. Sonra Kalabalık Cadde sitesindeki diziye İsmail Saib Sencer ile başladım. Bu yazı dizisi hayli ilgi gördü. Orhan Tekelioğlu ve Metin Celal dizi hakkında yazdılar. Bunun üzerine, Adnan, yazdıklarımın kaybolup gitmemesi amacıyla, diziyi birkaç yayınevine önerdi. Aradan aylar geçtikten sonra, Türk Dil Kurumu'nun kurallarına uymamamın bazı yayıncıları rahatsız ettiğini ve ancak aksanları kaldırarak dili yalınlaştırmam durumunda dosyayı değerlendirebileceklerini öğrendim. Ama, Türk Dil Kurumu'nun değişiklikleri alfabemizin fonetikliğini ortadan kaldırdığı ve sesleri değiştirdiği için benden istenileni kabûl etmem mümkün değildi...

ede.jpg

Fakat, görüyoruz ki sonunda dosyayı Ötüken Neşriyât kitaplaştırdı. Nasıl oldu?

Evet, ‘Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’ dosyasını çektiğimin ertesi günü beni Şaban Özdemir aradı. Yayıncı ile benim aramdaki Türk Dil Kurumu'nun kuralları yüzünden çıkan sorunu bir şekilde duymuş ve izin verirsem dosyayı Ötüken Neşriyât'a önermek istediğini söyledi. Adnan Özer kadar Şaban Özdemir'in de yazı dizimin kitâblaşmasını çok istediğini biliyordum. Dosyanın Ötüken Neşriyât'taki serüveni de böylece Şaban Özdemir ile başladı. Ötüken Neşriyât'taki Göktürk Ömer Çakır ve Oğuzhan Murat Öztürk gerçekten çok farklı editörlerdi. Yazarın dünya görüşüne, emeğine ve kurallarına saygı duydukları gibi, bir dayatmada da bulunmuyorlardı.

‘DOSYALARA BAKMADAN ÇÖPE ATAN YAYINCILAR VAR’

Yayıncılar hangi gerekçelerle reddediyor dosyaları? Kendi tecrübeniz üzerinden ne söylersiniz?

Kişisel tecrübemde aslında, pek çok yayıncı beni dilim nedeniyle reddetse de, yayıncılarla aramdaki sorunu sadece TDK'ya bağlamam da pek doğru değildir. Birkaç yıl önce iki de roman yazdım, biri Tanburi Cemil Bey'in hayatı üzerinden dönemin İstanbul'una ilişkin, biri de 1915 ile 1965 arasındaki târihimizin tabularına ilişkin. Adnan Özer bunları da en az dört yayıncaya önerdi. Hepsi ‘çok başarılı ve çok sürükleyici’ bulmalarına karşın, kimi piyasada ‘para kazandıracak’ ismimin olmaması, kimi ‘ideolojik’, kimisi de anlattığım dönemin dilini tercih etmem nedenleriyle bu dosyaları reddettiler. ‘Gönül ki Yaralıdır’ı ise, kim nereye yerleştireceğini bir türlü bilemedi; sonunda "Yayınevimizin çizgisine aykırı" deyip işin içinden çıktılar. Sahi, ‘Gönül ki Yaralıdır’ da ben insanları rahatsız edecek neyi anlattım? Çanakkale Savaşı'nı, tehciri, Fransız Guyanası'nı, Arjantin'i, İstiklâl Savaşı'nı, Cumhûriyet'in kurucusu aydınları, kırık aşkları, Esat Adil Bey'in dramını ve diğer pek çok şeyi... Haksız da sayılmazlar, insanların târihle yüzleşebilecek cesaretleri olmalı. Bu arada dosyalara bakmadan çöpe atan yayıncıların sayısını sana söylemiyorum bile...

Anlattıklarınıza bakılırsa böyle böyle ‘unutulmuş’ isimler listesi kabarıyor. Kitabınız da tam böyle isimlerden oluşuyor. Merak ediyorum, adı üzerinde, bu ‘unutulmuş’ isimler hakkındaki bilgilere nasıl ulaşıyorsunuz sahi? Ve yazdıklarınız arasında sizi en çok hüzünlendiren kimdir?

Eskiden beri kıyıda köşede kalmış yazarların eserleriyle ilgilenirim. Sırf bunun için sahhaf sahhaf dolaşırım, hemen her gün gazete arşivlerine ve dergi arşivlerine bakarım. Ayrıca, İhan Ünlüer, Nezahat Somar ve Muzaffer Hacıhasanoğlu için kızlarıyla irtibat kurdum. Saptadığım bazı isimler ve eserler edebiyat araştırmalarında hiç geçmiyor. Bazılarınınsa kaynak eserlerdeki biyografileri hatâlıdır. Beni üzense, hiç araştırma yapılmadan onlar hakkındaki aynı hatâların yüksek lisans ve doktora tezlerinde bile sürdürülmesi oldu. Bir de, dönemin edebiyat seçkinlerinin, sırf ‘ideolojik’ nedenlerle kimi isimleri ötekileştirmeleri durumu bahis konusu. Pek çok kıymetimizin bu suretle edebiyatımızın dışında bırakıldıkları acı bir hakikattır. İlk ciltte yirmi iki isim var, Ötüken'e teslim ettiğim ikinci ciltte de o kadar. Üçüncü ve dördüncü ciltlerle birlikte toplamda yüz kadar isim olacak. Yazdıklarım arasında, ilk ciltteki Yaşar Nezihe, Kemal Ahmet, Osman Fahri ve Hikmet Şevkî beni hüzünlendiren isimler oldu. İkinci ciltte beni hüzünlendiren daha fazla isim var.

Nezahat Somar adını da ilk kez kitabınızdaki makaleden öğrendim. Neden ansiklopedilerde adı yok?

Sadece Nezahat Somar için değil, ansiklopedilere girmeyen pek çok isim için pek çok neden belirtebilirim. Nezahat Hanım, biraz kocası Ziya Somar'ın gölgesinde kalmıştır, edebî mahfillerin mekânı İstanbul'da değil İzmir'dedir, bir de kadındır. Herkese müjdeleyeyim, Nezahat Somar'ın unutulan romanı önümüzdeki yılın başlarında Ötüken'den çıkacak. Bir de yayıncılık hangi ideolojinin tekelindeyse, onların ‘ideolojik’ açıdan dışladıkları var. Örneğin, Barbaros Baykara, Mitat Enç böyle isimler. Safiye Erol da öyle. İlginç olan, Safiye Erol'u solun da sağın da dışlamasıdır. İki ideoloji de kadın düşmânı yüzlerini Safiye Erol'da göstermişlerdir. Bir kadın erkeklerden nasıl daha iyi yazabilir! İşte bütün mesele bu Saliha...

KELİMELERDEN AKSANI KALDIRDIĞIMIZDA MÂNÂSI DEĞİŞİYOR

Sayfa editörünüz olarak bunu ben de hep merak etmişimdir, bu röportajı fırsat bilip soracağım. Genellikle aksanlarınıza ve kelimelerinize dokunmuyorum ama, bazen de bir iki küçük değişiklik yaptığım oluyor. Belki bana kızıyorsunuzdur... Gördüğüm kadarıyla TDK'nın yazım kılavuzuyla aranız pek iyi değil?

Saliha kardeşim, alfabemiz fonetiktir. Bu nedenle Türkçemiz diğer bazı dillerden daha kolay ve daha gerçekçidir. Ama, kelimelerden aksanı kaldırdığımızda, o kelimenin mânâsı değişerek kargaşaya neden olmaktadır. Örneğin, ‘rûh’ ile ‘ruh’ aynı mânâda değildirler; ‘rûh’ kelimesi, can, nefes, canlılık veya his mânâlarındayken, ‘ruh’ kelimesi de, yanak, yüz veya çehre mânâlarındadır. Mânâları farklı olduğundan, ‘rûhum yaralı’ yerine ‘ruhum yaralı’ şeklinde yazıp okuyamayız. Bunun gibi, yüzlerce örnek verebilirim. ‘Bâz’ ile ‘baz’, ‘bîn’ ile ‘bin’, ‘buhûr’ ile ‘buhur’, ‘efkâr’ ile ‘efkar’, ‘fâsıl’ ile ‘fasıl’, ‘ferâh’ ile ‘ferah’, ‘gadîr’ ile ‘gadir’, ‘esnâ’ ile ‘esna’, şimdi aklıma ilk gelenler. Ayrıca, dilimizdeki kargaşaya sadece aksanı kaldıran Türk Dil Kurumu'nun neden olmadığını, onlar kadar aksanı yanlış harf üzerinde kullananların da dilde kirlilik yarattığını söyleyebilirim. Meselâ, ‘fâsih’ kelimesindeki (a) harfinin üzerindeki aksanı (i) harfinin üzerine koyarsanız, kelimenin mânâsı değişiyor. ‘Fâsih’, fesheden, iptal eden, bozan veya çürüten mânâlarındayken, ‘fasîh’ kelimesiyse, güzel ve açık konuşan mânâsındadır. Bunun gibi, ‘hâdis’ ile ‘hadîs’, ‘hâkim’ ile ‘hakîm’, ‘hâlic’ ile ‘halîc’, ‘dâhil’ ile ‘dahîl’ veya ‘hâzin’ ile ‘hazîn’ aynı mânâda değildirler.
Kaynak:https://www.karar.com/kultur-sanat-haberleri/taner-ay-sag-da-sol-da-isine-gelmeyen-yazari-disliyor-1643790

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum