Nev'ilerin Gelişmesi (1851-1885 yılları arası)- Ahmet Hamdi Tanpınar
NEVİ’LERIN GELİŞMESİ
1851-1885 yılları arası
1851 yılı ile 1885 yılları arasında Türk dili ve Türk edebiyatı, gerek dış manzarasıyla, gerek bünye itibariyle durmadan değişir, yeni unsur ve münasebetlerle zenginleşir. Bu, on, on iki yıl arayla düşüncenin ilerlediği, insanın gömlek değiştirdiği bir devirdir.
1861’e kadar olan zamanı, «Takvim» ve «Ceride-i Havadis»in, ilk açılan mekteplerin, Encümen-i Dâniş’in etrafındaki çalışmalarla, diğer devlet tesislerinin ve ilk tercümelerin idare ettiğini gördük. Bu sadece, yönelme devri idi. Nitekim daha derine giden işaret ve örnekler âdeta fark edilmez. Şinasi’nin «Tercüme-i Manzume »sinin o kadar akissiz kalması bu yüzdendir.
I
GAZETE
Gazete ve Gazete okuyucusu
İkinci devre, “Tercüman-ı Ahvâl”in çıktığı 1861 ile “Vatan yahut Silistre”nin oynandığı
1873 yılı arasındadır. Bu devirde gazete hemen hemen tek başına yeniliği idare eder. Birkaç
senenin içinde ve birkaç el değiştirmede (daha ziyade Şinasi ile Nâmık Kemal arasında) ufak tefek hadiseleri nakletmek suretiyle dünya ile bir münasebet kuran, bazı faydalı bilgiler veren, okumayı zaman geçirme şekillerinden biri yapan bir vasıta olmaktan çıkar. Hakikî mânâsında kürsü olur. Fikir, onun sayesinde yavaş yavaş yapıcı bir unsur olarak hayata girer. O zamana kadar yukardan gelen « impératif »lerle idare edilen cemiyetimiz, onun sayesinde hayatın hakikî çehresi olan – veya zannedilen, çünkü yanlış konmuş da olabilirler – meselelerle karşılaşır. Vatan, millet, insanlık, hürriyet, hak, adalet gibi mefhumların etrafında hakikî bir insan teşekkül eder. Memlekette hatırı sayılacak bir efkârı umumiye vücuda gelir. Hiç bir yerde gazete bizdeki role benzer bir rol oynamamıştır. Başka yerlerde o, düşüncenin daha geniş surette topluma yayılması için seçtiği hareket sahalarından biridir. Arkasında bütün cemiyet müesseseleri ve devam halinde olan, hayatla daima münasebetdar bir düşünce dünyası vardır.
Bizde ise bütün işaretler oradan gelir. Kalabalık onun etrafında kurulur. Okumayı o yazar. Mekteplerin uzak bir gelecek için hazırladığı ocağı o tutuşturur.
Dikkat edilecek bir nokta da bu devrede Şinasi’nin kitapları ile Münif Paşa’nın «Muhaverat-ı hikemiye »sinden başka yeniye yol açmak suretiyle tesir edici kitap bulunmamasıdır. Cevdet Paşa «Tarihi», ancak başlandığı devrin görüşüne şahadet eder, ve henüz tamamlanmaktan çok uzaktır. Encümen-i Dâniş’in hazırlattığı kitapların çoğu basılmamıştır.
Zaten Şinasi ile Münif Paşa’dan itibaren gazete bu devrede tefrikalarla kitabı da içine almış gibidir. Birkaç büyük politika adamının -ve belki de bazı müderrislerin- dışında bu devrede şöhret kazananların hemen hepsi gazetecidir. Küçük Said Paşa, Münif Paşa gibi politika adamları gazetecilikle işe başlarlar. Şinasi, Ziya Paşa, Nâmık Kemal, Suavi, Ebüzziya Tevfik, Ahmet! Midhat Efendi, hepsi gazetecidir. 1873’den sonraki senelerde şiir âlemini iki kutup gibi paylaşan Recai-zâde ile Muallim Nâci gazetede yetişirler. Ancak Hâmid ve onun nesliyledir ki gazete yetiştirici olmaktan çıkar. Hâmid’in dil ve kelime meselelerindeki inzibatsızlığının belki de hakikî sebebi, gazetenin nizamından geçmemiş olmasıdır. Yukarıda Şinasi bahsinde gazetenin etrafında bir nevi dil inzibatının kurulduğunu gördük. Halka hitabı düşünenler, zarurî olarak en emin yolu arıyorlardı. Servet-i Fünun şiirinin ve nesrinin fazla yüklü lehçesinde bile bu terbiyenin yokluğu bir sebep gibi düşünülebilir.
Gazeteci Dili
Said Paşa, Türkçenin bu devirde geçirdiği macerayı anlattığı esere «Gazeteci lisanı» adını verir. Bu buluşun altında çok şumullü bir dikkat vardır. Burada da Şinasi’yi görürüz. Selim III ve Mahmut Il’den sonra «Tercüman-ı ahvâl»in beyannamesi ile dil meselesini ortaya atan odur. Padişahla gazeteci-şair hedefte birleşirler: Halka hitap. Filhakika yeni Türkçe, gazetenin etrafında kendini bulur. Dil o zamana kadar görülmemiş bir sarahatin terbiyesini alır ve adım adım genişleyen bir dünya görüşü ile beraber kendi de genişler. Her kımıldanış yeni bir dara atar ve yavaş yavaş, gayesi insanın ifadesi olan bir nesir teşekkül eder. Hakikat şudur ki, Mahmut II devrinden beri az çok ehemmiyet verilen ilk tahsili gazete tamamlar. Kitleye okuma zevkini o aşılar. Gordlevski, «Tasvirin» bazı nüshalarının yirmi bin sattığını söyler. Bu rakam hakikî bir miting kalabalığıdır. Aynı kaynak, «Mebhusetü anha münakaşasında bu rakamın» yirmi dört bine çıktığını söyler. Bu mücadele gazetede, halkın gözü önünde olur ve aşağı yukarı galibi halk tayin eder. Bu demektir ki, o zamana kadar muayyen ve kapalı bir zümrenin imtiyazı olan fikir ve edebiyat umumun malı olmuştur.
Gazete ve Nev’iler
Filhakika gazete yalnız bir efkârı umûmiye ve umuma mahsus yazı dili vücuda getirmekle kalmaz, ayrıca yeni nev’ilerin girmesine ve yayılmasına yardım ederek yeni edebiyatın kurulmasını sağlar. Dilimizde tiyatro, tercüme ve telif ilk numunelerini gazete vasıtasıyla verir. Roman nev’inin ilk nümunelerini o tanıtır. Bu karşılaşmalar hakiki ihtilâllerdir. Bunların yanı başında makale, tenkit ve deneme gibi az çok gazetenin bünyesine dahil nev’iler girer. Makale ile politika ve hayat meseleleri, tenkit ve deneme ile edebiyat ve fikir meseleleri günün hadisesi olmağa başlar. Böylece toplumun düşünce sahası genişler.
Gazete ve Şiir
Gazetenin aksiyonu burada kalmaz, daha ileriye gider, divanı bile parçalar, Şinasi’den itibaren münferit şiirler Gazete ve gazetede sıcağı sıcağına neşre başlanır. Bu suretle şiirin tesir sahası değiştiği için kendisi de değişir. Filhakika o zamana kadar şiirler, daima tek başına yakaladığı okuyucu arasında geçen konuşma, yavaş yavaş onunla kitle arasında bir konuşma, yahut ona hitap olur. Nâmık Kemal, nasıl makalelerini yazarken kendisini bir kalabalık karşısında hissederse, «Hürriyet Kasidesi»ni ve benzerlerini yazarken de aynı suretle kendisini kalabalığın karşısında duyar. Ziya Paşa «Zafernâme»de hiciv ve tuhaflığını hep aynı kalabalık vehmiyle geliştirir. Eskilerde böyle bir kitle vehmini, şair ancak toplumun ruh haline cevap verdiği nadir anlarda duyabilirdi. İlk devirlerin dinî eserleri hariç, bazı Muharrem kasideleriyle Türkçenin her zaman için güzel şiirlerinden biri olan Kanunî mersiyesi ve Yahya Bey’in mersiyesi cinsinden eserleri kasdediyorum. Unutmayalım ki, mersiye daima az çok dine bağlı örfdür.
Şiir 1873’den sonra, eski mahremiyetini kazandığı zaman dahi kendisine temin ettiği bu kürsüden vazgeçmeyecek, şair zaman zaman kendisini gazetenin agorasında hissedecektir.
Gazeteden Sonra Kitap
1873’de gazete, hayattaki istisnai yerini, bir müddetten beri yanı başında belirmeğe başlayan kitaba,âdeta birdenbire, hattâ bir kaza eseri gibi terk eder. Daha evvel, onu yeni yeni kurulmaya başlayan tiyatro ile paylaşmak üzere idi. Çünkü sahne de bir nevi meydandır. Orada da ferde ait olanlar gibi, kitleye ait ihtiraslar en müsait şekilde geliştirilebilir. Fakat Abdülaziz idaresinin bir kararı, sahneyi de, gazeteyi de beraberce yarı felce uğratır. «Vatan yahut Silistre» piyesi bir gecede kitap olur.
ilerde göreceğimiz gibi bu piyes, insan taliini âriyet bir örtü gibi bürünmüştü. O her şeyden evvel, yahut bir yığın özenme ile beraber, hareket haline getirilmiş siyasî ihtiras ve irade olmak istiyordu. Fikir, bu piyesin muvazaasında zaten kitaba atlamış bulunuyordu. Abdülaziz Han’ın iradesiyle bu geçiş katileşir. Ondan sonra bir müddet yalnız kitap vardır. Bittabi vasıtanın değişmesiyle tesirin şekli ve sahası da değişir. Efkârı umumiye meydanının yerini okuyucunun muhayyilesi de muhakemesi alır. Şair ve muharrir, yalnızlığında onun şartlarını dinler.
1873 yılında «Vatan yahut Silistre» vardır. 1885‘te günlük münakaşa mevzuu «makber»dir. Birincisinde insan bir muvazaa(mesele) idi. «Makber»de ne politika, ne de muvazaa vardır. O sadece insan talii, insan trajedisidir. Daha ziyade Nâmık Kemal’in havasında ve eserinin ilk mühim bir kısmı onun gibi kitleye hitap etmek üzere işe başlayan Hâmid aradaki zamanla değişmiştir. Aradaki farkı, Nâmık Kemal’de kendisini ikrar etmenin en yüksek şekli olan ölümün, «Makber»de bir iç farkı olması gösterir. Böylece fen yeniden şiirde ve sanatta eski yerini alır.
(A. Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Yay. İst. 1988, s. 249)
FACEBOOK YORUMLAR