"Neslişah”... Murat Bardakçı...

Neslişah”... Murat Bardakçı’nın yeni kitabının adı. Bu ad, son padişah Sultan Vahideddin ile son halife Abdülmecid Efendi’nin torunlarına ait. Gazeteciyim diye Sultan uzun süre benden kaçtı’

"Neslişah”... Murat Bardakçı...
30 Ekim 2011 - 22:51

Miraç Zeynep Özkartal / [email protected]

1921 doğumlu Neslişah Sultan’ın hayatına dair bu kitap, yalnızca hayatının büyük bölümü sürgünde geçmiş bir prensesi değil; yıkılmış imparatorluğun son üyelerinin alt üst olan hayatlarının hikayesini de anlatıyor. Koskoca bir imparatorluğun torunlarının, kendi topraklarından kovulup gündelik hayata dair sıfır bilgiyle ayakta durma mücadelesinin birinci elden okuyacaksınız “Neslişah”ta. Doğu imparatorluklarının hanedan mensuplarıyla birleşen hayatların, hiç de dışarıdan görüldüğü gibi “dert üstü murat üstü” olmadığını; prenseslerin de aç ve açıkta kalabildiğini, yine de öfkeyle hareket etmediklerini de...
1924 yılında 3 yaşındayken kovulduğu İstanbul’a ilk defa 1947’de Mısır prensesi unvanıyla girebilen, Kanuni Sultan Süleyman’dan “Süleyman dedem” diye söz eden, son şehzade Osman Efendi’nin vefatının ardından “Artık Osmanlı hanedanı tarihe karıştı, biz sadece bir aileyiz” kararını almaya muktedir bir kadın Neslişah Sultan. Bugün 90 yaşında. Gazetecilere konuşmuyor. Söyleşi vermiyor. Murat Bardakçı yakın dostu olmasaydı, muhtemelen bu kitap da olmayacaktı.

* Sondan başlayalım. Osmanlı Hanedanı’nın hanedan defterine kayıtlı son üyesi Neslişah Sultan bugün nerede, nasıl yaşar?

1964’ten beri İstanbul’da. Ortaköy’de çok güzel bir evi var. Çok yakın dost çevresi dışında bir yerde görünmez. Nadiren davetlere gider, orada fotoğrafı çekilirdi. Şimdi bir rahatsızlık geçirdi, evden çıkmıyor.

* Nasıl geçiniyor?

Bazı kullanılmayan objeleri satarak ve küçük kira gelirleriyle yaşıyor. Zaten öyle şaşaalı bir hayatı yok.

* Nasıl hitap edilir ona?

Sultanefendi... Adet öyledir, bilen öyle söyler. Sultanlara hanımefendi denmez. Biliniyor artık. Şimdi ağa, efendi rütbedir aslında... Dük, baron, kont karşılığıdır.

* Nasıl tanıştınız Neslişah Sultan’la?

Çok eski... 25 sene olmuştur. Onun evinde tanıştık. O zaman aileden tanıdıklarım vardı ama Sultan kaçardı benden. Gazeteciyim diye... Bizim tanışıklığımız, dostluğumuz gazeteci ilişkisi değil. Hiçbir zaman da gazetecilik yapmadım onunla. Dostluk başka şeydir.

“Bazı belgeleri sansürledim”

* Gazetecilerden neden kaçıyor?


Dürüst davranmamışlar ona ilk geldiğinde. Saçmasapan yazılar çıkmış. Görmüş geçirmiş aileler basına konuşmaz. Kural odur. İstanbul’da bugün gerçek aristokrasi vardır, onları hiçbir yerde göremezsiniz.

* Halbuki Türkiye’de aristokrasi yoktur denir. Var ama görünmezler diyorsunuz.

Saçmasapan bir laftır. Şimdi bakın, hani bizde eski unvanlar var kapıcıbaşı bilmem ne. Böyle dediğinizde sarayın kapıcısı değil, saray mareşali o... Batıdaki karşılığı düktür. Olmayan aristokrasi değil, toprağa bağlı asalettir.

* Kendini bu kadar saklayan Neslişah Sultan, biyografisinin yazılmasını nasıl kabul etti?

Ben hep laf arasında konuşurken “Yazsak” diyordum, itiraz ediyordu. Sonra geçen senenin başında “Benden sonra sen nasılsa yazacaksın, bari ben hayattayken yaz” dedi. Zaten biliyordum hayatını. Bazı detaylar vardı, onlar için birkaç ay boyunca kayıt yaptık.

* Neslişah Sultan’ın okuyup da atmanızı istediği yerler oldu mu?

Olmadı. Sadece küçük bazı isim hatalarını düzeltti.

* Sizin otosansür uyguladığınız bölümler var mı peki?

Tabii var. Özellikle belgelerdeki bazı yerleri sansürledim. “Şahbaba”da da Vahideddin’in bazı mektuplarını sansürlemiştim. Çünkü özel hayat kimseyi ilgilendirmez. “Şahbaba”da bunu yaptığımda herkes Atatürk’le ilgili bölümleri çıkardım sandı. Hayır. Kızlarıyla, ailesiyle ilgili bölümlerdi. Bu kitapta da bazı mektupları kestim, aileyle ilgili mahrem konulardı. Hiçbir siyasi sansür yapmadım, o kadarını söyleyeyim.



Neslişah, Mısır Kral Naibesi iken


“Padişah torunu ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinden sıkılıyor”


* Kitapta başına türlü dert gelse de çok dayanıklı bir kadın portresi çıkıyor.

Bu genetik. Unutmayın bir büyükannesi Kösem, öteki Hürrem. Dedeler Fatih, Yavuz, Kanuni... O da, kız kardeşi Hanzade Sultan da 40 kiloluk valizi alır taşırlardı. “Ama ne yapıyorsunuz?” deyince de “Korkmayın, Sultan Aziz’in torunuyuz” derlerdi.

* Neslişah Sultan “Muhteşem Yüzyıl”ı seyrediyor mu?

Başta baktı, sonra sıkıldı. Oradaki olayların aslını biliyor. Biraz alaturka geldi ona.

* Mısır Prensesi olarak Tahrir Meydanı’nda olup bitenleri takip ediyor mu?

Ediyor tabii. Senelerce first lady’si olduğu bir ülke, oğlu ve kızı o ülkenin hanedanı, oğlu tahtın varislerinden. Sabaha kadar Mısır’da ne oluyor diye televizyonun başında... Beni gece 2’de aradı “Kaddafi yakalandı mı?” diye...

* Bugünün neo-Osmanlıcılık akımına ne diyor?

Hiç konuşmadık ama gülüyordur. Bence hayaldir o. Ve çok zararlıdır. Özellikle Mısır’da ders kitaplarında Türkiye’nin aleyhinde çok ağır ifadeler vardı. İslam Konferansı Başkanı Ekmeleddin Bey (İhsanoğlu) senelerce uğraşıp o bölümleri çıkarttırdı. Ne zaman ki bu Neo Osmanlı lafı çıktı, o bölümler geri kondu. Aleyhimize netice veriyor.

Sabiha Sultan’la Atatürk evlenseydi...

* Kitapta Osmanlı ailesinin hayatındaki kırılma noktaları var. Bunlardan biri Atatürk’ün Neslişah Sultan’ın annesi Sabiha Sultan’la evlenmek istemesi ve reddedilmesi. Padişah onu damadı olarak kabul etseydi tarih nasıl yazılırdı?

İhtimal üzerine tarih yazılmaz, ihtimal üzerine yorum yapmaya karşıyım.

* Aile içinde “Eğer evlenselerdi ne olurdu?” diye hiç konuşulmamış mı?

Hep konuşulan bir şeydir. “Ya Mussolini örneği olurdu yahut boşanırlardı” denir. Sabiha Sultan da böyle düşünüyordu. Ama hepsinin söylediği şudur: “Boşanırlardı ama sonuç değişmezdi”.

* İkinci “Acaba ne olurdu?” sorusu ise Halife Abdülmecid’in, Mustafa Kemal’den gelen Anadolu’ya geçme teklifini reddetmesi. Kabul etse sürgüne gönderilmeyebilirler miydi?

Abdülmecid’in yaptığı çok büyük hatadır. Sürgüne gönderilmelerine gelince... Bizim hanedanımız İngiliz hanedanı gibi değildir. İngiliz kraliyet ailesi 11-12 kişi. Bizde sürgüne gittikleri vakit 155 kişi. Genç bir cumhuriyet, yeni bir devlet bu kadar kalabalık bir aileyi tutamazdı. Şunu da unutmayın, aile de hep söyler. “Biz gene şanslıyız, Romanovların hepsini temizlediler” derler. Sıkıntı çekmişler şu bu ama ölmemişler.

* Bir yandan da sürgün kararı çıktığında “Türk milletinin gönlü bizim gurbete düşmemize razı olmaz” diyorlar. Ama razı oluyor...

O günkü şartlarda bir şey yapamazlardı. Şunu da unutmayın, İstanbul beş yıl işgal altında kaldı. Bugün hiçbir tarihçi işgali çalışmıyor, utanıyorlar. Türkler işgal edilmez! Mantık bu. Maalesef tarihçilik böyle Türkiye’de. Ya okuma yazma bilmeden Osmanlı uzmanı olup Osmanlı’ya küfredeceksiniz, ya da göklere çıkaracaksınız.

* 28 yılda ne değişiyor da 1952’de TBMM “Kadınlar geri dönebilir” kararı alıyor?

Bazı sultanlar; Neslişah Sultan ve iki kardeşi, Dürrüşevar Sultan, Nilüfer Hanımsultan İslam dünyasının önemli insanlarıyla evlenmişler. O yıllar Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilk açılma dönemleri... Hanımların gelmesinin artık bir zararı yoktur, tam tersine bunlar Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinde işe yarar düşüncesi var. Bir de Menderes Beyrut’a gittiğinde aileyle bir toplantı yapıyor. “Bizi almayın ama kızlara acıyın, artık burada kalmasınlar” diyorlar. Bunun da etkisi vardır.

“Hilafetin kaldırıldığı toplantının katibi Vehbi Koç’tu”

* Bu kitapta neleri ilk defa okuyoruz?

Her şeyi. İlk bölümde Sultan Vahideddin’le ilgili yerlerde “Şahbaba” kitabımdaki bazı tekrarlar var.

* En şaşırtıcı bilgilerden biri, Sabiha Sultan ve Ömer Faruk Efendi’nin Nice’te Müslüman cenazelerini yıkamaları...

Çünkü başka yıkayacak kimse yok. Bunlar da halife çocuğu, biliyorlar. Sebebi, para ihtiyacı değil. Telefon geliyor, “Şu öldü, cenazeyi yıkayacak adam yok.” Gidip yıkıyorlar. Orhan Efendi 1992’de Nice’te vefat etti, cenaze namazını kılacak Müslüman bulamadık, kahveden Tunusluları topladık.

* Şaşırtıcı bir tesadüfü yazmışsınız. Hilafetin kaldırılma, hanedanın sürgüne yollanma kararının alındığı Meclis toplantısının katibi Vehbi Koç.

Bunu yıllar önce birisi söyledi bana. Ben de rahmetli Sevgi Gönül’den rica ettim, doğru mu diye... Sordu ve Vehbi beyden yazılı olarak aldım cevabı. Hatta başka bir şey daha öğrendim. Denirdi ki Atatürk “Kadınlar kalsın” demiş, İnönü “Hepsi gitsin” diye tutturmuş. Vehbi beyin bana yazdığı mektupta “Kararı beraber aldılar” diyordu.

* Ailesinin sürgüne gönderildiği kararı deftere geçiren katibin oğlunun, yıllar sonra Neslişah Sultan’ın arkadaşı olması hayatın cilvesi herhalde.

Rahmi Koç, Sultan’ın yakın arkadaşıdır, bilmiyordu babasının o toplantıda katip olduğunu. Bakın, cumhuriyet çok zor kurulmuştur. Zabıt tutacak okur yazar kimse yok. İki genci almışlar.
Biri liseyi bitirmiş genç bir çocuk, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu. Diğeri de bir bakkalın çocuğu
Vehbi Koç. O çok sonradan Vehbi Koç oluyor.

“Vampire haç gösterir gibi İnönü’ye nişanını gösterdi”

* Dürrüşehvar Sultan kadınların da gönderilmesi kararında etkili olduğunu düşündüğü için mi yıllar sonra karşılaştıklarında İnönü’nün elini sıkmıyor?

Evet. Vampire haç gösterir gibi boynundaki Osmanlı nişanını gösteriyor İsmet İnönü’ye.

* Ailede cumhuriyete buna benzer tepkileri olanlar var mıydı?

Dürrüşehvar Sultan’ın farklı bir durumu var. Düşünün ki 14 yaşında bir çocuk, odasında oynarken “Hadi kovulduk, gidiyoruz” diyorlar. Apar topar sürgüne gidiyorlar. Onu unutmamış.

* Neslişah Sultan’ın tavrı nasıl cumhuriyete?

“Eteğim yırtıktı, okula gidemiyordum ama Atatürk’e laf ettirmem” diyor. Ailede ben o kuşakta çok ileri düzeyde entelektüel olarak iki kişiyi tanıdım. Biri Neslişah Sultan’dır, diğeri de evvelki sene vefat eden Osman Ertuğrul. O entelektüel seviyeye geldikten sonra duyguları bir tarafa bırakırsınız. Hepsinin söylediği şu: “Bizle olmazdı”.

* Ama estetik bir eleştirisi var: “Güzel ne varsa dedelerim yapmış”.

Ama doğru! Türkiye’nin tanıtımını hâlâ 16’ncı yüzyıl eserleriyle yapıyoruz, Cumhuriyet eserleriyle tanıtmıyoruz. Söyleyince bozuluyorlar ama İstanbul bu haldeyse mimarlar yüzündendir.

* Kitapta rastlayamadım, Atatürk’ün ölümü nasıl karşılanıyor ailede?

Yazılı bilgi yok. Ama bayram filan yapmıyorlar. Daha ziyade “Türkiye ne olacak?” endişesi var. Birçok hanedan geri dönmek için siyasi manevralar yapmıştır. Ama bizimkilerde bu yoktur. Kabullenip oturmuşlardır. Siyasi taleplerde bulunmadılar hiç.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum