Necdet CURA'nın "TECRÜBENİN KONUŞTURDUĞU BİR TARSUSLU: SEYHAN ÇAĞLAR EMEN İLE KEYİFLİ BİR SOHBET" Söyleşisi

Yazarlarımızdan Necdet Cura’nın, Seyhan Çağlar Emen ile Tarihistan okurları için gerçekleştirdiği röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Necdet CURA'nın "TECRÜBENİN KONUŞTURDUĞU BİR TARSUSLU: SEYHAN ÇAĞLAR EMEN İLE KEYİFLİ BİR SOHBET" Söyleşisi
07 Ekim 2022 - 23:33

TECRÜBENİN KONUŞTURDUĞU BİR TARSUSLU: SEYHAN ÇAĞLAR EMEN İLE KEYİFLİ BİR SOHBET

Yazarlarımızdan Necdet Cura’nın, Seyhan Çağlar Emen ile Tarihistan okurları için gerçekleştirdiği röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

-Doğduğunuz ev nasıldı, aileniz nasıldı?
Mersin ili Tarsus ilçesi Afgan ( Şehit Mustafa) Mahallesinde bulunan çok eski toprak evimiz annemin ninesi 1874 doğumlu Esma TURHAN hanım tarafından satın alınmıştır. 1948 yılında bu evde doğdum, 1950'li yıllar yokluk yılları idi.  İlçe merkezindeki evimizde 1970 yılına kadar elektrik, soba, şemsiye, radyomuz bile yoktu, kışın yağmur yağınca toprak dam akardı, bir odada yeri kişi yatıyorduk, mangal kömürü ile ısınıyorduk, mangalda sadece ellerimizi ısıtıyorduk, göğsümüz ısınır ama sırtımız donardı. 2 numara gaz lambası ile aydınlanırdık, ders çalışacak tahta masa ve tahta sandalyemiz bile yoktu. O günleri yaşamayan bunları bilemez.

Babam 1320 (1904) doğumlu olup kahvehanelerde ocakçı olarak yevmiye ile çalışırdı, annem ise 1325 (1909) doğumlu olup Yemen'e gidip de dönmeyen bir şehidin tek çocuğudur. 1914 yılında seferberlik ilanı ile askere alınan babasını 5 yaşında iken son bir defa görmüştür. Evlerinde erkek ve ekmek kalmamış, 12 yaşına gelince Fransız ve Ermeni çetelerinin şerrine uğramaması için komşu mahallenin tek genci kalan 17 yaşındaki babamla dini nikahla evlendirirler.

Babam ailesinin en küçük oğludur, Osmanlı Vatandaşıdır, amcalarım ve Halalarım da 1892- 1900 doğumlu Sultan Abdülhamit Dönemi çocuklarıdır, dolayısıyla bizler Osmanlı terbiyesi ile yetiştirildik. Baba tarafım Toros Dağlarında  Gülek Kasabasından, anne tarafım ise Mersin Merkeze bağlı Darısekisi Yörük köylerindendir, aslımı da neslimiz de Yörük'tür. Ailemizden iki kişi hayatta kaldık. 


Sayın hocam, bizi kırmadığınız için çok teşekkür ederiz. Sizleri Manisalılar ‘’Seyhan hoca’’ olarak biliyor ve bilmeye devam ediyor. Sizinle attığımız fotoğraf kareleri pek çok farklı kişiden ilgi topladı. Sizlerden övgü ile söz ediyorlar. Bu sevgi karşılıksız kalmamış. Öğrencilerinize gösterdiğiniz sevgi yıllar sonra bile karşınızda duruyor. Önce buradan başlamak istiyorum. Böylesine güzel geri dönüşler alınca ne hissediyorsunuz?

Sevilen bir öğretmen olduğuma, onlara sadece öğretmenlik değil aynı zamanda ağabeylik ve rehberlik yaptığıma, hizmetkarları olduğuna inanıyorum. İnsanın hatırlanması ve unutulmaması çok güzel bir duygudur, öğrencilerimle iyi bir ilişki kurabiliyordum. Özellikle Dini Bayramlarda telefonum 3-4 gün hiç susmaz, ülkemizin her köşesinden benim vefalı eski öğrencilerim arayınca çok duygulanıyorum, onları o kadar çok özledim ki bazen gözlerim yaşarıyor, onlar da hüzünleniyor. Salgın hastalıktan önce Giresun- Görele Ticaret Meslek Lisesi mezunları ile İstanbul'da toplanıyorduk, 300- 400 öğrencimle buluşuyorduk, öğrencilerim benim velinimetimdir, onların sayesinde devletimden maaş ve ücret aldım, ailemin geçimini sağladım. Ben onlara okulda üç sene hizmet ettim ama onlar şimdi bana ömür boyu hizmet ediyorlar, benim onlarda hakkım olduğu gibi onların da bende sonsuz hakları vardır. Öğrencilerini, kendi öz kardeşi ve evladı gibi sevmeyenler öğretmenlik yapmasınlar.

-İlçenizin kozmopolit yapısı sizin gelişimini nasıl etkiledi?

Osmanlı döneminde ilçemiz Tarsus, Adana Sancağına, Adana sancağı ise Halep Vilayetine bağlıdır dolayısıyla aslında bizler Adanalı ve Halepli Türkleriz zaten babaannem de Halep Vilayeti Üllüp kasabasından bir Türkmen kızıdır. Bu sebeple ailemizin büyükleri bizim bilmememiz gereken bir konu olunca hemen Arapça konuşurlardı.

Doğup büyüdüğüm Afgan Mahallesi 1850 yılında Afganistan'ın Kandahar Eyaletinden göç eden Afganlar tarafından kurulmuştur. Mahallemizde Türk, Arap, Kürt, Acem, iki Ermeni dönmesi ve bir Rum aile birlikte yaşadık, aramızda ırk, mezhep v.s. ayırımı ve çatışması asla yaşanmadı aksine birlik ve beraberlik içinde yaşadık. 1963 yılında annem vefat edince mahallemizdeki komşularımız bizlere sahip çıktı.

1883 yılında Tarsus Amerikan Koleji ve 1888 yılında Fransız Cizvit Mektebi kurulmuştur, bu okullar misyonerler okullarıdır özellikle Arap ve Ermeni çocuklarını Türk düşmanı olarak yetiştirmişler hatta bazı Alevi Arap kızlarını da Amerika'ya kaçırınca sultan 2. Abdülhamıd Han döneminde çeşitli tedbirler alınmıştır. 1967- 1968 yıllarında Tarsus Lisesinde öğrenci iken bazı siyasi gruplar Türk- Arap çatışması için gayret sarf ettiler, aramıza bazı Arap kökenli arkadaşlarımızı dahil ederek bu oyunlara gelmedik.

-Vatan- Millet v.s. mefhumlarına karşı aşırı duyarlı olmanızın ilk temeli nereye dayanır?

Annem, babam ve ailemizin büyükler birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının acılarını yaşamıştır, onların hatıraları ile büyüdüm. Ayrıca mahallemizde ve şehrimizde her evde en az bir şehit ve en az bir gazi bulunuyordu, çocukluğumda yanlarına oturur savaş hatıralarını ve Orta Doğu'da şahit oldukları ihanetleri dinlerdim. 2. Abdülhamit Döneminde Sıbyan Mektebinde okuyan babam, savaşlar dolayısıyla okuyamamış, kendisini iyi yetiştirmiştir, Arapça, biraz Hintçe, eski ve yeni alfabeleri hiç okula veya kursa gitmeden öğrenmiştir. Her akşam gaz lambasının zayıf ışığı altında bir saat tarih kitabı okumadan uyumazdı, kitap okuma hastalığı bana babamdan miras kalmıştır.

Babam İttihat ve terakki partisini savunurdu, 1923 yılında C.H.F.  kurulunca üye olmuş, ölünceye kadar o siyasi partinin mensubu olmuştur. 1932 doğumlu en büyük ağabeyim de tam tersi M.P. sonra da C.K.MP.'yi desteklerdi aynı zamanda milliyetçiler Birliği Tarsus Şubesi ve sonra da Türkçüler Derneği kurucu üyesi ve müdavimi idi. 1962 yılında 14 yaşımda iken ben de bu Derneklere gitmeye başladım, orada Atsız'ın kitaplarını, Serdengeçti'nin dergilerini okumaya başladım ayrıca halk Kütüphanesine giderek tarih kitaplarını okurdum,  kahramanlık şiirleri ezberlerdim, o yıllarda düzenlenen kahramanlık Gecelerine davet edilen değerli şair, yazar, gazeteci, politikacı, bürokratları tanıma imkanına sahip oldum.

1965 yılında Alparslan TÜRKEŞ ve arkadaşlarını dinledim, tanıdım, 1967 yılında bir gençlik teşkilatının kurucu başkanı olarak görev yaptım, Lise yıllarımda fikri yolumu çizdim, Şevket KUTKAN, Süreyya BEYZADEOĞLU, Sebahat BEYZADEOĞLU gibi öğretmenlerden teşvik gördüm, içimde var olan Türklük ateşini daha çok körükledim, Ankara'da yüksek öğrenim yıllarımda da bazı dernek ve kuruluşlarda görev aldım, birbirinden değerli akademisyenlerin, politikacıların, fikir adamlarının özel sohbetlerine katıldım.

-H. Nihal Atsız, Osman Yüksel, A.Nihat ASYA gibi isimlerle nasıl tanıştınız?

Ortaokulda öğrenci iken ATSIZ bey'in Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor kitaplarını, aylık Orkun ve Ötüken Dergilerini  okudum, etkilendim ve peşine düştüm. rahmetli Atsız Bey ile tanışamadım, 1975 yılında İstanbul'a giderek tanışmak istedim ama nasip olmadı, Atsız Bey 1975 yılı Aralık ayında vefat etti. Ortaokul yıllarımda aylık olarak yayınlanan Serdengeçti dergisi sayesinde Osman Yüksel SERDENGEÇTİ Bey'i tanıdım, kendisi ile ilk defa 1968 yılı Haziran ayında Tarsus'ta tanıştım, ilginç hatıralarımız oldu, daha sonra 8 Şubat 1969 Cuma günü Adana'da kuruluş kurultayında görüştüm, Ankara'da iken sohbetlerine katıldım, şiirlerini ezberledim.

Bayrak şairimiz Arif Nihat ASYA Bey'i ilk defa 5 Ocak 1962 yılında Tarsus'ta Şar Sineması merdivenlerinde tanıdım, hakka yürüdüğü 5 Ocak 1975 gününe kadar 13 sene çantasını taşıdım, paltosunu tuttum ve rahlesinin karşısında gönüllü öğrencisi oldum, Osmanlı çakmağının itil ve kav ihtiyacını karşılardım, beni kendi evladı gibi severdi.

-Tarsus ve Manisa benim için iki kardeş şehir gibidir. İkisi de tarıma elverişlidir, bereketli ovalara sahiptir. Konumları son derece stratejik önem taşır. Belki de şuan için en önemlisi sürekli göç alır. Siz bu iki güzide yer için neler söylemek istersiniz? Farklılıklar, benzerlikler…

Tarsus, 10 bin yıllık tarihi olan bir ilçedir, üç semavi dini için kutsal bir şehirdir. bir tarım, tarih, sanayi şehri idi ancak 1991 ekonomik krizden sonra fabrikalar kapanınca, yerlisi istihdam, öğrenim, iş gibi sebepler mersin ve İstanbul'a göç etti, iç göç dolayısıyla  doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesinden yoğun göç aldı, şehrimizin nüfus yapısı değişti, Suriyelilerin gelişi de olumsuz etkiledi. Manisa ise tarımın yanında sanayi şehridir, 6 coğrafi bölgede çalıştım, 40'tan fazla il gezdim Manisa kadar hayırseverlerin yaşadığı başka bir yer görmedim, bu şehirde kimse aç ve açıkta kalmaz. 30 seneden beri şu şehirde yaşıyorum benim ikinci şehrim olmuştur.

-Eğitim hayatınızda başınıza gelen ve unutamadığınız olaylar nelerdir?

38 sene 4 ay öğretmenlik ve yöneticilik yaptım, bu müddet zarfında yaklaşık 20 bin öğrenci, 20 bin veli ve yüzlerce öğretmen tanıdım. Acı ve tatlı on binlerce olay yaşadım, çok güzel insanlar da tanıdım, ilk görev yerim olan Kars Ticaret Meslek Lisesi ile askerlik dönüşü gittiğim Giresun- Görele Ticaret Meslek Lisesindeki  öğrencilerimi ve öğretmen arkadaşlarımı unutamadım, onlar çok vefalı gençlerdir. Kars'ta rahmetli bir öğrencim Reşit KILIÇ  oturduğum kiralık evin bahçesindeki kömürlüğe bakmış ki evimde kömür yok,  gece eksi 20 derecede kömür Dağıtım merkezine gitmiş, bir araba kömür alıp getirip bizim kömürlüğe taşımış. benzer olayları da Görele'de yaşamıştım. En çok üzüldüğüm ve unutamadığım ise kars, Görele, Aksaray ve Manisa'da çeşitli nedenlerle çok genç yaşta vefat eden öğrencilerim olmuştur, onları halen unutamadım, her bayram bazılarının aileleri ile görüşüyorum. 1985 yılında Görele'de çok yoksul bir öğrencimiz kalp krizinden vefat etmişti, tabutunu bir minibüsle köyüne götürdüğümüzde ailesinin o feryatlarını halen unutmadım, o köy çok yoksul bir köydü, gördüklerim karşısında ağlamıştım, genç kızlar kara lastikle hatta yalın ayak gezenleri görmüştüm.

30 sene sonra görüştüğüm bir öğrencim unuttuğum bir hatırasını anlattı, ayakkabısı yırtık diye maaş alınca ona bir potin almışım, başka bir öğrencim de okula kayıt olduğunda ceketinin olmadığını kendisine ceket aldığımı anlattılar çok duygulandım, 60 sene önce öğretmenlerim de bana ayakkabı, kitap, defter alırlardı, harçlık verirlerdi, aslımı ve geçmişimi hatırlattılar. Çalıştığım tüm  okullarda öğretmenler olarak aramızda para toplar yoksul öğrencilerimize gizlice dağıtırdık, o öğrencilerden bir çoğu başarılı iş adamı, Akademisyen, bürokrat oldular, haklarımız helal olsun.

-Türkiye'nin kültürel geleceğini nerede görüyorsunuz?

CEVAP: Türk milleti olarak doğuluyuz, Ana vatanımızdan Türk Dünyasından kopamayız, Milli Kültürümüze, inançlarımıza, Milli Ülkümüze, tarihimize, aile yapımıza, gelenek ve göreneklerimize, maddi ve manevi değerlerimize, milletimizin yetiştirdiği kahramanlara, Atatürk başta olmak üzere ülkemize hizmet eden tüm liderlerimize, yöneticilerimize. Devlet adamlarımıza sahip çıkacağız.

Ancak dünyadaki diğer devletlerle de irtibatımızı kesmeyeceğiz, batı ile entegre de olacağız, batının ilmini, teknolojisini, sanatını, sanayisini de alacağız. İLİM, MÜSLÜMANIN YİTİK MALIDIR, NEREDE GÖRSEK ALACAĞIZ. Milli kültürümüzü yaşatmak zorundayız, milli kültürünü, değerlerini kaybeden milletler er veya geç varlığını da kaybeder diye düşünüyorum.

-Son olarak söyleyecekleriniz nelerdir?
CEVAP: " CEMİYET İNKİŞAF İSTER, UYANMAZ GİZLİ YAŞLARLA/ ÇALIŞMAK, ÇOK ÇALIŞMAK HEM NASIL/ CANLARLA BAŞLARLA."
Ekonomik kalkınmanın, sefaletten ve cehaletten kurtulmanın tek yolu eğitimdir. eğitimin, olmadığı ülkelerde sefalet ile cehalet devam eder. Fulbriht Anlaşması iptal edilmeli, devlet politikası olan ve hükümetler tarafından değiştirilmeyecek ülkemiz gerçeklerine uygun ve uyumlu % 100 MİLLİ BİR EĞİTİM POLİTİKASI tespit edilmeli ve uygulanmalıdır.
Bilgi, yer altındaki madene benzer, toprak altında bir değeri yoktur, ancak yer yüzüne çıkarılıp işlenirse değer kazanır. BİLGİLERİMİZİ VE TECRÜBEMİZİ HERKESLE PAYLAŞMALIYIZ. İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN. BİLGİ, PAYLAŞTIKÇA ÇOĞALIR.


 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum