Nakşibendîliğin kurucusu Bahaeddin Nakşibend

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Cumhurbaşkanı’nın Özbekistan seyahatinde, İslâm dünyasının bugün en güçlü tarikati olan Nakşibendîlik’i kuran Bahaeddin-i Nakşibend’in kabrini ziyaret etti. Buhara’da bir dut ağacının gölgesindeki kabrin ruha en fazla sükûn veren yerlerden biri olduğunda ziyarete katılan herkes ittifak içerisinde idi...

Nakşibendîliğin kurucusu Bahaeddin Nakşibend
06 Mayıs 2018 - 11:22

Hafta başında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Özbekistan ve Kore seyahatlerine katıldım, Türk ve Özbek Cumhurbaşkanları’nın bizim geçmişte “Buharâ-i Şerîf” dediğimiz Buhara programlarına da iştirak ettim ve İslâm dünyasının bugün en güçlü tarikati olan Nakşibendîlik’i kuran Özbek Türk’ü Muhammed bin Muhammed Bahaeddin el-Buharî’nin, yani Bahaeddin-i Nakşibend’in buradaki kabrini ziyaret imkânını buldum. İşte, bir dut ağacının gölgesindeki kabir ile ilgili izlenimlerim... 

ORTASINDA geniş bir havuzun bulunduğu avluda etrafı insan boyundan yüksekçe mermerlerle çevrilmiş ve büyücek bir dut ağacının gölgesinde, üzeri açık, yani kubbesiz bir kabir...

Kabrin önünde bizdekileri andıran kitabeli bir mezar taşı var... Kitabede özetle “Burası 1318’de buradaki mübarek Kasr-ı Ârifân Köyü’nde doğan, Baba Muhammed Semmâsî ile Emîr Külâl tarafından yetiştirilen, hakikatlerin kâşifi ve hakkın halk üzerindeki delîli olan ve 1389’da vefat eden Seyyid Muhammed oğlu Seyyid Muhammed Bahaeddin’in nurlu kabridir” deniyor.

Burası, İslâm dünyasında yaygınlık bakımından Kadirîlik’ten sonra ikinci ama siyasî güç olarak birinci tarikati Nakşibendîlik’in kurucusu Muhammed bin Muhammed Bahaeddin el-Buharî’nin, yani Bahaeddin-i Nakşibend’in Buhara’daki türbesi...

İslâm dünyasının önde gelen isimlerinin kimisi süsün ve şatafatın şahikası, kimisi de sadeliğin âbidesi gibi olan türbelerini senelerden buyana her fırsatta ziyaret ettim ve çoğunda derin bir ruhî haz duydum.

Bahaeddin Nakşibend’in Buhara’daki türbesi sade mekânlar içerisinde en fazla ruh sükûnu veren yerlerden biri olduğunda yalnızca ben değil, ziyarete katılan hemen herkes ittifak içerisinde idi...

HAN SARAYI ‘ARK KALESİ’

Türbeyi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu hafta başında yaptığı Özbekistan ve Kore ziyareti vesilesi ile ziyaret edebildik. Ziyaretin ilk ayağı olan Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te iki gün kaldıktan sonra Buhara’ya geçtik; burada önce Şâh-ı Nakşibend’in kabrini, ardından da şehrin tarihî mekânlarından bazılarını, meselâ bir zamanlar Buhara Hanları’nın sarayı olan “Ark Kalesi” ile meşhur camileri, medreseleri ve meydanları dolaştık.

Bahaeddin Nakşibend’in geniş avluda kimbilir kaç asırlık dut ağacının gölgesindeki üzeri açık mütevazi kabrinde kendinizi sanki Türkiye’den binlerce kilometre ötesindeki asıl anavatanda değil, Anadolu’daki bir evliya mekânını ziyaret ettiğiniz hissine kapılıyordunuz. Hemen herşey Türkiye’deki gibi idi: Ziyaretçilere meyvelerinden ikram edilen bir ağaç, o ağacın gölgesinde sade ve üzerinde yalnızca toprak bulunan kubbesiz bir kabir, geride sâkin bir havuz, dağlardan gelip dört bir taraftan akan sular ve kabrin başında Türk tavrında Kur’an okunması... Edilen duanın bizden tek farkı oralarda “El Fatiha” denmesi âdetinin bulunmaması ve ziyaretçilerin duanın bitiminde çağrı beklemeden, Türkiye’deki gibi Fatiha okumalarından ibaret idi, o kadar...

Farsça olan “Nakş-bend” sözü “nakşeden, işleyen, süsleyen” mânâsına geliyor ve Buharalı Muhammed’e bu lâkabın verilmesinin sebebi hakkında değişik kanaatler var: Bir görüşe göre gençliğinde Buhara’nın meşhur ipeklerini yahut bakırlarını süslerle işlediği için “Nakşibend” deniyor, yahut “Kalpleri ilmik ilmik işlemesi”, yani “kalplere yaptığı nakış” sebebi ile asırlardan buyana böyle biliniyor... Özbekler, ziyaretçilerin “Nakşibend” sözünün mânâsını tam olarak anlayabilmeleri için türbenin bulunduğu avlunun bir köşesine iki genç bakır ustası getirmişler, bu ustaların bakır sahanları dövdükleri masaların üzerine de Orta Asya’nın işlemeleri ile meşhur ipek örtülerinden sermişler, böylelikle de “Bahaeddin Nakşibend, işte bu işlerin ustası idi” diyorlar.

FİLM PLATOSU GİBİ ŞEHİR

Bu yazıda Nakşibendiliği, yani Buhara’nın ismi o zamanlar Kasr-ı Hindûvân olan ve sonraları “Kasr-ı Ârifân” olan köyünde doğan Muhammed bin Muhammed el-Buhârî’nin kurduğu kanaat sistemini, bu sistemin âdap ve erkânını, meselâ “hûş der-dem”, “nazar ber-kadem”, “sefer der-vatan”, “yâd kerd” ve “râbıta” kavramlarını, “hatme”- nin esaslarını, “Namazın kazâsı olur ama sohbetin kazâsı olmaz” sözünü ve bu yolun zamanla Sünnî İslâm dünyasının en güçlü tarikati hâline gelmesinin sebeplerini anlatmama gerek yok. Böyle bir iş konunun uzmanlarına mahsustur ve Nakşibendîlik hakkında asırlardan buyana zaten binlerce cild eser verilmiştir...

 

 

Ama, hem Buhara’nın, hem de Semerkand’ın üzerinde durmamız gereken bir başka tarafı var:

İslam Tarihi’nin en eski medeniyet merkezlerinden olan ve “Taht Oyunları” dizisinin çevrildiği mekânlara rahmet okutacak derecede esrarlı havaya sahip muhteşem bir film plâtosunu andıran Buhara ile dünyanın bir zamanlar en güçlü ve geniş imparatorluklarının başında gelen Timurîler’in başkenti Semerkand’ı bilmemiz, tanımamız, görmemiz lâzım...

haberin devamı için:http://www.haberturk.com/naksibendligin-kurucusu-bahaeddin-naksibend-bu-dut-agacinin-golgesinde-yatiyor-1951623

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum