MUSTAFA PALA:HALİL İBRAHİM BEREKETİ

Halil ve İbrahim… Birbirini çok seven bu iki kardeşin büyüğü Halil, küçüğü ise İbrahim

MUSTAFA PALA:HALİL İBRAHİM BEREKETİ
24 Şubat 2012 - 21:12

 

HALİL İBRAHİM BEREKETİ

İnsanların nefsim, nefsim dediği; kardeşliğin çengele asıldığı ve bazılarının helal haram demeden mal yığmaya koyulduğu; eli, beytülmale değen Mücahitlerin, cennet köşklerini bırakıp dünyalık meskenlere müteahhit olduğu; hakiki sevginin dünyalık sevgilerle takas edildiği bu zamanda;” Halil ve İbrahim hikayesini paylaşmak geldi içimden…

Halil ve İbrahim… Birbirini çok seven bu iki kardeşin büyüğü Halil, küçüğü ise İbrahim…

Halil, evli çocuklu. İbrahim, evli ve çocuksuz…

Ortak bir tarlaları var. Ne mahsul çıkarsa, ikiye pay edip bununla geçiniyorlar.

Her zamanki gibi tarlayı sürüp ekerler ve ekinler altın sarısına döndüğünde hasat yaparlar.  Harmanda dövenle sapı saman edip esen rüzgârda savurup taneyi samandan ayırırlar ve çıkan mahsulü pay ederler.

Sıra mahsulü ambara taşımaya gelir. Halil, bir teklif yapar kardeşine ve der ki;

- Ben gidip çuvalları getireyim, sen buğdayı bekle.

- Peki, der İbrahim ve Halil, çuval getirmeye gider.

O gidince, İbrahim: ‘Ağabeyimin çocukları var, onlara daha çok buğday lazım, biz iki canız nasıl olsa geçiniriz’ diye düşünerek, kendi payından bir miktar buğdayı kardeşinin hakkına ilave eder.

Az sonra Halil, çuvalıyla gelir ve kardeşine:  Haydi İbrahim, önce sen doldur ve ambara taşı buğdayını.

İbrahim, kendi yığınından doldurduğu çuvalı sırtlayıp evin yoluna koyulur.

O gidince, ağabeyi Halil:  ‘Çok şükür, benim çocuklarım var, biz nasıl olsa çalışırız, kardeşimin çalışan kimsesi yok. Allah korusun, hastalanıp kalırsa, kim bakar onlara?’ diye endişelenir.

Bu düşünceyle, kendi payından kardeşinin payına aktarır.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından diğerine katar. Bu, böyle sürüp gider. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.

Allah, onların bu halinden razı olur. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki; günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler. Şaşırırlar bu işe… Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları.

Bugün “Bereket” denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir… Ve müminler, yapılan ikrama karşılık; ”Allah, Halil, İbrahim bereketi versin” diyerek duacı olurlar.

Ve o günden itibaren bereket denilince akla; “Halil - İbrahim Bereketi” gelir.

Bu hikâyeyi okuduktan sonra Rahmetli Barış Manço’nun “Halil İbrahim Sofrası” şarkısını dinlemenizi öneririm.

Müslüman’ın mayası budur. Muhammed Mustafa’nın(sav) ümmeti olmanın özelliğidir bu ve biz, böyle bir kültürde mayalanmıştık. Bu sevgidir; Medineli Müslümanlara, bütün mallarını Mekke’den hicret eden Müslümanlarla paylaştıran…

 O kabul ve o paylaşma olmasaydı? Bizim bu gün cennet umudumuz olur muydu? Ve Allah onları müjdeledi:”… Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Haşır/9.ayet)

Mal ve dünyalık sevginiz gerçek sevginizi perdeleyip sizin gözünüzü kör etmesin. Bereket Allah’tandır. Hasislikte bereket olmaz.

Sahibiyim dediğiniz, kullandığınız, tükettiğiniz dünya nimetlerinin gerçek sahibi Allah’tır. Siz, israf etmeden ihtiyacınızı gidermek, çalışıp şükretmek ve hesap vermekle mükellefsiniz. Sadaka olarak verdikleriniz ve sevdiklerinizle paylaştıklarınız müstesna…

Allah kalbini nadasa bırakanlardan etmesin. Hakiki sevginiz ve bereketiniz; taşsın dökülmesin, artsın eksilmesin…

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum