MUĞLA'DA BİR ŞENLİĞİN ARDINDAN -4

MUĞLA'DA BİR ŞENLİĞİN ARDINDAN -4
02 Ekim 2023 - 11:12
MUĞLA’DA BİR ŞENLİĞİN ARDINDAN -4: DARIYERİ ŞENLİĞİ İZLENİMLERİ
                                                                                                                      Osman Çeviksoy

Havaalanı yoluna koyulmadan önce bir ziyaret, bir kutlama gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Bunu dostlar bildiği için rahattık, endişe etmeden, huzur içinde oturuyorduk. Ne zaman kalkalım denilirse, o zaman kalkacaktık.
         Aslına uygun olarak restore edilmiş Kerimoğlu evini gezip hatıra fotoğrafları çektirdikten sonra otoparka yöneldik. Biz, eşimle birlikte İsmail Zorba’nın arabasına geçip annesi Ahsen Hanım’ı ziyarete gittik. Bu ziyareti ta Ankara’dayken aklımıza koymuş, İsmail Zorba’ya da söylemiştik.
         Ahsen ablamız yıllar önce eşini kaybetmiş, uzak sayılmayacak bir geçmişte de büyük evladını, kızını kaybetmişti. Evlat acısıyla yanıp tutuşurken düşmüş, kalçasını kırmıştı. Uzun süre hastanede yattıktan sonra eve çıkarılmış, şimdi tedavisine evde devam ediliyordu.
         “Başınız sağ olsun!” demeye dilimiz varmadı. Azıcık da olsa küllenmeye başlamış ateşi yeniden harlamanın gereği yoktu. “Geçmiş olsun!” dedik. İyi gördüğümüzü söyledik. En kısa zamanda ayağa kalkıp değneksiz, bastonsuz yürümesi için duacı olduk.
         Konuştukça daha iyi anladık ki Ahsen ablamız acıları abartan, sıradan kadınlardan değil, kaderi isyansız kabullenen, dayanıklı, dirençli, olumlu düşünen, hayata bağlı, inançlı bir kadındı. Evlatları tarafından ne kadar çok sevildiğini biliyorduk. Komşuları tarafından da o derece sevildiğini bu ziyaret sırasında öğrendik. İsmail Zorba’nın teyzem diye tanıştırdığı bizden birazcık daha yaşlı gösteren kadın, meğer gerçek teyzesi değil komşularıymış. Bizim ziyarete geleceğimizi öğrenince “Ben Muğla halkası, poğaça yapayım, çayla ikram ederiz!” diye evine çıkmış, bizden az önce elinde çok katlı servis tabağıyla inmişti. Servis tabağının en büyük katında Muğla halkası, onun küçüğünde peynirli poğaça en küçüğüne de başka bir yiyecek dizilmişti. Sunum harikaydı. Daha da harika olan şekilli kesilerek üzeri yazılmış, çiçekli, kurdeleli ince köpük levhaydı. Levha servis tabağına iliştirilmişti. Yazıyı eşim, ben, İsmail Zorba birlikte, eş zamanlı olarak sessiz okuduk. “Duygular vardır, anlatılmayan, Sevgiler vardır, kalplere sığmayan. Dostluklar vardır, yıkılmayan. Bazı insanlar vardır, unutulmayan…” Yazının bitimine nokta yerine aynı malzemeden kesilmiş beyaz bir çiçek sabitlenmişti. Çiçeğin üstünde fiyonk yapılmış mavi kurdele vardı.
         “İnce ruhlu teyzem benim!” dedi İsmail Zorba. Biz de onayladık, ikramlar için teşekkür ettik. Hasta ziyaretlerinin kısa tutulmasını bildiğimiz halde, belki iki saat belki daha fazla oturduk, konuştuk. Ben daha çok Ahsen ablamızı konuşturmaya çalıştım. Kusursuz Türkçesiyle ne kadar güzel anlatıyordu. “Ne de olsa İstanbul kızı!” diye geçirdim içimden. İstanbul’dan Muğla’ya ve bugünlere uzanan hayat yolculuğu yazılmalıydı. Ablamız konuştukça anladım ki sevgi, saygı, acı, hasret, huzur, mutluluk dolu bu yolculuktan bir değil birkaç roman çıkabilirdi.
         İzin isteyip, sağlık dilekleriyle ayrıldık.
         Öğretmen evinin bahçesinde İdris Koç ve diğer iki arkadaşla buluştuk. Bir çay içimi oturduktan sonra Hasan Kallimci’nin torunu, İsmail Turan ile Seda Kallimci’nin oğulları Hasan Aras’ın sünnet düğününe gittik. Bizim katılmamız düğün sahipleri için sürpriz gibi oldu. Çok memnun kaldılar. Yemekten sonra Hasan Aras’ı tebrik ettik. Aileye hayırlı olsun dileklerimiz ilettik. Hatıra fotoğrafları çekindik, vedalaştık, ayrıldık...
         Bu defa İdris Koç’un arabasında beş kişiydik, Dalaman Havaalanına gitmek üzere yola koyulduk. Tam aksi istikamette Marmaris’e doğru yol aldığımızı sanırım önde oturan Levent Preveze fark etti. “Dalaman Havaalanına gittiğimizden emin miyiz?” diye sordu ortaya. İdris Koç sesinin şakacı tonuyla “Dün akşam otel iptal, bu akşam uçak iptal!” dedi. Ona cevap Enes Berksun’dan geldi. “Sıkıntı yok, yarın Ankara’ya bizim arabayla birlikte döneriz.”
         İdris Koç aklındaki sürprizi açıkladı: “Hocalarımı Gökova Sevgi Yolu’na götürüyorum. Madem ki evlilikte ellinci yılları, sevgi yolunda el ele ellinci yıl yürüyüşü yapsınlar, biz de fotoğraflarını çekelim, hatıra kalsın!”Belleğimde geçmiş zamanlardan kalmış “Sevgi Yolu” gibi “Aşıklar Yolu” gibi bazı zayıf kayıtlar vardı ama bu yol nasıldır, nerededir, bilmiyordum. İdris Koç’un sözleri bizi hem meraklandırdı hem heyecanlandırdı.
         Arka koltukta solumda oturan genç Cezaevi müdürü, hemşerim Enes Berksun telefonuna gelen bilgileri okumaya başladı. Anladık ki 1930’lu yıllarda burası bataklıkmış ve sivrisinek yuvasıymış. Özellikle çocuklar sıtma hastalığına yakalanırlar, ölürlermiş. Gökova Muhtarı Mehmet Gökovalı’nın da dört evladı sıtmadan ölmüş.1938 yılında Muhtar buna bir çözüm bulması için köylüleriyle birlikte Muğla Valisi Recai Güreli’ye gitmiş. Konuyu bilim adamlarına danışan vali Güreli, bataklığı zeminden fazla su çeken, okaliptüs ağaçlarıyla kurutabileceklerini öğrenmiş. Ancak bu ağaçlar Türkiye’de yokmuş. Ünlü yazar; Halikarnas Balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın aracılığıyla Avusturalya’dan okaliptüs fidanları getirilmiş. Arada bir yol varmış gibi boşluk bırakılarak fidanlar üç kilometre boyunca iki sıra halinde dikilmiş. Okaliptüsler büyüdükçe bataklık kurumuş, sivrisineklerin kökü kesilmiş. Muhtar’ın kızlarından sonra dünyaya gelen erkek evladı Şadan Gökovalı ve Gökova’da dünyaya gelen çocuklar önceden olduğu gibi sıtmaya yakalanıp ölmemişler.
         İki yanında dev okaliptüs ağaçları bulunan yolda eşimle yürümeye başlamadan önce telefonumu isteyen İdris Koç, hem bir film yönetmeni gibi bize talimatlar verdi hem de çok sayıda fotoğrafımızı çekti. En son beşimizi bir kare içinde gösteren özçekim yapıp telefonumu verdi. Üç kilometreyi bulan sevgi yolunda başka yürüyenler de vardı. Çoğunluk genç çiftlerden ve turistlerden oluşuyordu.
         Bataklığı kurutarak insanları sivrisineklerden ve sıtma hastalığından kurtaran ağaçların gövdeleri yara berelerle doluydu. Düşüncesiz, cahil insanlar kesici, yaralayıcı araçlarla kazıyarak adlarını yazmışlar, kalp gibi ok gibi çeşitli şekiller çizmişlerdi. Bu heybetli iyilik ağaçlarının korunmaya ihtiyacı vardı. Zamanın çalışkan muhtarı Mehmet Gökovalı’nın, Muğla valisi Recai Güreli’nin, Halikarnas Balıkçısı yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, doğumuyla muhtarı harekete geçiren küçük evladı Prof.Dr. Şadan Gökovalı’nın hatıralarına saygılı davranmak gerekirdi.
         İdris Koç bizi tam vaktinde Dalaman Havaalanına bıraktı.
         Dalaman’dan güzel anılarla, memnuniyetle ayrıldık.



 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum