MANİSA TARİHİNİN MİHENK TAŞLARI

MANİSA TARİHİNİN MİHENK TAŞLARI
20 Ağustos 2023 - 17:58
        MANİSA TARİHİNİN MİHENK TAŞLARI
        Yazan: Şaban TAŞÇI


         Hitit çivi yazılı tabletlerinde ‘’Madduwata’ nın suçları’’ başlıklı bir yazıtta yaklaşık olarak MÖ 14. Yüzyılda ismi ‘’Maddunassa’’ olarak geçen, yıllar geçtikçe yazılı kayıtlarda Grekçe Magnesia’ ya dönüştüğü anlaşılan, Osmanlı döneminin ilk zamanlarında Mağnisiye yada kısaca Manisa olarak adlandırılan Osmanlı son devrinde Saruhan Sancağı adıyla belgelerde anılan, Cumhuriyetin ilk döneminde kısa bir süre Saruhan vilayeti olup en son Manisa’da karar kılınan şehrin tarihini yazmak hiç de kolay değildir.  Sadece isminde bile o kadar çok kesinleştirilmemiş ayrıntı bulunmaktadır ki, her biri uzun uzun üzerinde tartışma yaratabilecek ilginç bilgiler taşımaktadır.


Manisa Kalesi surları.2023
        Örneğin İstanbul’ da adı VIII. Michael Palailogos döneminden itibaren anılan konumu belirgin olan bir Mangan/ Mangana sarayı vardır, bu saray aslında Manisa sarayıdır. Ama onun döneminden üç beş yüzyıl önce de bir Mangana sarayından bahsedilir. Bu sarayın konumu neresidir, kesin olarak belli değildir. Doğu Roma tarih belgelerinde ve kitaplarında geçtiği haliyle kuruluşundan, bir yüksek okula dönüşme hikayelerine kadar anlatılan pek çok ayrıntıdan bu sarayın gerçek konumunun Manisa’ da olduğu gün gibi açıkken, bu hiçbir yakın dönem tarihçisi tarafından henüz itiraf edilmemiştir. Bu Manisa tarihi açısından önemli bir konudur.
        Bu sarayın yakın çevresinde Zonaras’ ın ‘’Epistome’’ sine bakacak olursak I. Aleksios Kommenos’ un  eşi İrene’nin rahatsızlığını iyi eden bir şifalı su göletinin bulunduğu gün gibi aşikardır. Bu göletin suları insanın ayak bileklerini geçmeyecek kadardır, yani çok sığdır ve kumsaldır ve büyük olasılıkla Manisa içinden akan bir derenin kıvrım aldığı mevkidedir. Zonaras’ ın eserinin bazı bölümlerini dilimize çeviren Bilge Umar’ ın çeviriyi yaparken bütün çevirilerinde yaptığı gibi parantez içi açıklama ve dipnotlarla kendi algı ve anlayışına göre lokasyon tahminlerinde bulunur. Bunların önemli bir kısmı da maalesef yanlıştır. Bu konu ayrı bir kritik çalışması gerektirmektedir.  Bilge Umar çevirisinde bu yer Trakya’ da bir yerdedir.
        Bahse konu yer aynı zamanda bir Hastane barındırır. Aleksios Kommenos ölümü ile sonuçlanacak son hastalığını bu hastanede geçirir. Oğlu İoannes Kommenos onu ziyaret edip atıyla sarayı terkedip İmparatorluk gemisinin demirli olduğu iskeleye gelir ve Gemi ile hızlıca İmparatorluk merkez sarayına İstanbul’ a gelir ve kendisini İmparator ilan ederler, tahta çıkar. Bu olay tarih açısından çok önemli ayrıntılar içerir. Aleksios Kommenos’ un öldüğü yer Manisa’ daki Mangan sarayındaki hastanedir. İmparatorluk gemisinin demirli olduğu iskele büyük olasılıkla Osmanlı dönemi belgelerinde geçen ‘’Yazıculu İskelesi’’ dir. Bu iskele yeri bugün bile çok bariz yüzeysel kalıntılara sahiptir. Bir kısmı İzsu su hattı inşaatı sırasında tahrip olmuş olabilir, İzsu kayıtlarından materyal ve belge arşivinden takip etmek gerekir. Bilge Umar parantez içi bilgileri ile bu ölüm ve tahta çıkış günleri yolunu çok kısaltmış ama o kadar da mantık dışı bir hale getirmiştir. Babasının hastalığı nedeniyle bir Saltanat gemisiyle geldiği Sarayburnu’ndaki (?) Mangana sarayından babasının ölümü ile harekete geçen İoannes Kommenos atıyla sahile iner bir kayıkla İmparatorluk gemisine biner, Kumkapı açıklarına gelip, gemiden karaya çıkar ve Sultanahmet’ teki İmparatorluk sarayına gelir ve tahta çıkar. Açık mantık hatası yok mu?  Sarayburnu’ndan ata binerek, korumalarınızla beş dakikada geleceğiniz Sultanahmet’ teki imparatorluk sarayına deniz yoluyla uzun zaman sonra geliyorsunuz! Bir de babanız selefiniz İmparator Aleksios Kommenos hasta ve kendi sarayında bakılmıyor, Sarayburnunda bir sray var oraya nakledip orada ölmesini bekliyorsunuz! 
        Aleksios Kommenos için Manisa önemli. Zonaras da öyle. Zonaras onun baş kadısı gibi bir konumda. Aleksios Kommenos Thrakession Theması komutanlığı ( dolayısıyla Manisa Valiliği) döneminden beri yanından ayırmadığı sekreteri, baş danışmanı. Zonaras o kadar önemli ayrıntılar biliyor ki eserinde bunları yazmış tek tek. Baharda bir mesir gününde ( Ayna gününde – Codeks Cumanikus’ ta Cuma günü: Ayna olarak verilmektedir ) Cuma günü tahtı yüksekçe bir yere kurulan Alaksios Kommenos toplanmış olan kadınların dileklerini kağıtlara yazmaları için kağıt kalem ve görevliler tayin eder, hepsini toplatır. İmparator tek tek bu dileklerle ilgilenmiştir.  Zonaras,  Aleksios Kommenos’ un ölümünden sonra cesetinin bir törenle özel olarak yapılmış bir türbeye surların yukarısında bir yere gömüldüğünü de anlatır. Bu türbeye daha sonraki bir dönemde Laskaris hükümdarı III. İoannes Vatatses’ de gömülecektir. Bilge Umar bu Türbeyi İstanbul surlarının dışında tarife göre yakıştırdığı bir mevki olarak tarif etmiştir.(?)
        Zonaras’ ın yazdıkları Manisa tarihi için önemli veriler barındırmaktadır. Bu türbenin muhtemelen bulunduğu mevkiye günümüzde de ‘’Yahudi’ nin yeri’’ denmeye devam edilmektedir. Aleksios Kommenos, ihtida ederek Ortadoks Hıristiyan olan Hazar (Kuman) Yahudi ilticacılardan, bugünkü Kastamonu bölgesine yerleştirilen Hazarların yönetici ailelerinden birine mensuptur. III. İoannes Vatatses, Laskarislerin damadı olarak kendisi de aynı şekilde Hazar Yahudisi olup ihtida ederek Doğu Roma emrinde ücretli askeri komutan olan dedesi Vatatses’ in yanında yükelen Aleksios Kommenos gibi aynı şehirde İmparator olarak varlık sürüp öldüğünde aynı türbeye defnedilmiştir.
        Laskaris hanedanı, kurucusu Theodoris Laskaris başta olmak üzere, kısa bir dönem şehrin halk arasında ‘’Leşkeriş İli’’ diye anılmasına da neden olmaları açısından Manisa Tarihi açısından önemlidir. Bu hanedan ailesinin gerçek menşei yeterince aydınlatılmamıştır. Theodoris Laskaris aslında Alaşehir hakimi Theodor Mankafa olarak bilinen isyancı yerel yönetici komutan ile aynı kişilik olma ihtimali çok güçlü bir varsayımdır. Theodor Mankafa isyanının son safhasında Manisa’yı ele geçirmiştir. Oradan isyanı bertaraf edilerek veya uzlaşmaya varılarak kendisi Konstantinapol şehrine getirildikten kısa bir süre sonra; IV. Haçlı seferi yaşanmış, Konstantinapol Latin işgaline uğramış, Doğu Roma bir süreliğine tarihten silinmek üzereyken İstanbul’ dan İznik’ e geçen bir Theodor Laskaris yeni bir devlet kuracak ve kısa süre sonra bu devlet Manisa’ dan yönetilecektir.  Manisa’ daki Mangana sarayı yönetim merkezidir. Latin işgali sırasında Sultanahmet meydanında ne kadar yapı varsa talan edilip ortadan kaldırılmıştır. Mangana sarayının ( O devirde bu isimli saray İstanbul’ da yoktur.) ayakta kalmış olabilmesi mümkün değildir. Laskaris iktidarına son veren darbeci VIII. Michael Palailogos 1261’ de Konstantinopol’ ü yeniden alarak sarayını da Blakernae Sarayı olarak Fatih’ e taşımışken Manisa’ daki saray ve hatırasını da kendi iktidarına karşı muhalefeten bir daha canlanmamak üzere Sarayburnuna taşıyarak, Mangana Sarayı olarak sembolik ve kontrolü altında bir yapı haline getirmiştir.
        Laskaris kavramı Deniz askerlik-donanma teşkilatı anlamında bir Hazar dönemi kavramıdır, Volga nehir denizciliği ve deniz ticaretinin koruma yükümlülüğü ile ve hatta Hint denizinde de tarihte izlerine rastlanılan bir Türk Denizcilik askeri yapılanma adıdır. Hazar Denizi lokasyonu sayesinde İran’ da da kullanılan bir kavram olmuştur. Bu özgün yapılanmanın donanma komutanlarına verilen ad Sarukhan’ dır. Sarukhan yer ve mevki adları Hazar bakiyesi olarak Volga boyunda çokça bulunmaktadır. Laskarisler döneminde bölgede faaliyette olduğu anlaşılan bizim Saruhan Bey’ imizin muhtemelen Müslüman Hazar muhacırı boyların lideri olarak Laskarisler hanedanı sonrası Manisa hakimiyetine talip olarak, bu uğurda hem bölgeyi ve Manisa’ yı talan eden Katalan paralı askerleri ile hem de Palailogos hanedanı kuvvetleri ile savaşarak, elde etmiş olmaları kuvvetle muhtemel bulunmaktadır.


Yoğurtçu Kale, 2023
        Sandık Kale, hep Manisa kalesinin adıymış gibi anlaşılmış ve anlatılmıştır. Oysa ‘’Osmanlı Türkçesi Belgeleri’’ isimli ortak eserlerinde Prof. Dr. Ertan Gökmen ve Dr. Arzu Taşcan’ ın Manisa ile ilgili bölümünü alıntıladıkları Ali Saip’ in ‘’Memalik-i Osmaniye’’ eserinde göreceğimiz gibi Manisa’ daki kalenin adı ‘Kızıl Hisar’ dır. Bu ad Surlarda kullanılan kırmızı renkli yassı tuğlaların kazandırdığı renk nedeniyledir. Ortaçağ’ da bu tarz tuğla teknolojisi Hazarlara aittir. İtil Kenti hakkında seyahatname niteliğindeki raporunda yazdıklarından dolayı bunu İbn-i Fadlan’ dan biliyoruz. Manisa’ da yöneticilik yapan Hazar kökenli ilk lider kişiler döneminde yeniden imar edildiği anlaşılan kale bu inşaat materyali nedeniyle Kızıl Kale olarak anılmıştır. Aynı tuğla tekniği şehirde farklı yapılarda ve köprü kemerlerinde de kullanılmıştır.

Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi Erol ŞAŞMAZ
Manisa Kalesi (Sandık Kale) surlar. 2023
Kırmızı renk veren kil menşeini sorarsanız; Manisa’ dan Muradiye’ ye eski yoldan giderken Horozköy’ ü geçtikten kısa bir süre sonra Düğlek tabelası dikkat çeker. Yoldan sapıp köy yerine gelince göreceğiniz yıkık bir minareden başka bir şey kalmamış, terkedilmiş bir köydür. Düğlek; bizim kuşağa kadar eskilerin çok yakından tanıdığı ‘’bardak’’ demek. Emzikli kırmızı renkli pişirilmiş toprak su kabının tarihteki Türkçe adı. Bu köy de muhtemelen kırmızı kil ocakları vardı toprağı çıkarıp zamanında hem tuğla hem düğlek yapmış olmalılar. Zaten Horozköy’ den Muradiye’ ye kadar olan hattaki yerleşim yerlerine Doğu Roma döneminde Ortodoks Hazar Türk muhacırlarının yerleştirilmiş olduğu açık bir şekilde bilinmektedir. Düğlek köyündekiler de Kırmızı topraktan malzeme üreten Hazarlar olmalılar.
        Ancak Kızıl Hisar demek şana yakıştırılmadığı için olsa gerek bir şekilde Güzel Hisar oluvermiştir. Saruhan Bey, Kızıl Hisar’ ı ele geçirir, burası olsa olsa Güzel Hisar’ dır o da Dumanlı Dağda’ ki Aliağa – Güzel Hisar’ dır denilip Saruhan Bey’ in rotasının tadil edilmesi dahi göze alınarak ısrarla Manisa’ nın Kızıl Hisar’ ı na söz açılmamasına çalışılmıştır. Aydın için aynı şeyi söyleyebiliriz. Oradaki kale de Güzel Hisar olmuş ve Aydın kentine ad edilmiştir. Manisa tarihinin selameti açısından Saruhan bey dönemi yeniden sağlıklı bir şekilde gerçek verilere dayanılarak ele alınmak mecburiyetindedir.
        Peki Manisa kalesi Kızıl Hisar ise Sandık Kale neresidir ? diyecek olursanız, O da hemen üstünde durduğu Spil Dağından başkası değildir. Bölgemizde adının ikinci kelimesi kale olup Dağ niteleyen hemen aklımıza geliveren iki yer var: Mamurt Kale ve Sandık Kale. İlki Yunt Dağı zirvelerinden Karadere yakınlarındaki Aspardenon kalıntılarının olduğu Mamurt Kale yani doğru ismi ile Mumar Dağı yani Pınar dağı. İkincisi Spil Dağı, Spil kelime çözümlemesi de sonuçta Kelt sözlüklerinden de faydalanırsak Sandık demek, Sandık da Su kaynağına işaret eden bir kavram eski dil perspektifimizde. Nitekim Spil dağı hem Nif çayının hem Gedize karışan irili ufaklı diğer pek çok derenin ve Manisa içinden geçen Kumludere ( Çaybaşı ), Serabat  ( Tabakhane ) dereleri de dahil pek çoğunun ilk kaynağını ihtiva edişiyle bu ismi haketmiş oluyor. Ali Saip’ e göre Gedize Manisa’ dan katılarak besleyen Serabat aynı zamanda Gedizin İzmir Körfezine döküldüğü ilk yer olan Şemikler’ deki adı da aynı zamanda.
        Spil adı başka dağlar için de kullanılmıştır Anadolu’ da; Gediz nehrinin ve Sakarya nehrinin önemli kolu Porsuk çayının ve Büyük Menderes’ in bir kolunun doğduğu yer olarak su kaynağı özelliğini ihtiva eden Murat dağı’ nın Hitit dönemi çivi yazılı belgelerinde geçen adı ‘’Zippasla’’ dır. Aynı isim Afyon Sandıklı içinde kullanılmaktadır, Sandıklı Dağı olarak bugün kullanımına devam edilir. Bir de Antakya Defne’ deki meşhur su kaynaklarının bolluğu ile bilinen Silipios dağı da aynı anlamı ihtiva etmektedir. Kısaca Sandık Kale’nin Manisa’ nın kalesinin adı zannından öncelikle Manisa tarihçilerinin bir kurtulması lazım. Sandık Kale, Spil Dağının adından başka bir anlama gelmez. Hemen yanıbaşında yavrusu gibi duran bir de Ada Kale vardır. Orası da kale değil dağdır.
        Manisa’ nın antik kalıntılarında Yunan uygarlığı arayıp durmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Tarihte Ahamenish’ lerin Anadolu ve Ege hakimiyet döneminde sadece 50 yıl süresince Ahamenish istilasına karşı savunma amaçlı bir refleksle 300 kadar kent devletinin ya da kent yapısının kattığı gemi bağışı ya da para bağışı ile oluşturulan ortak bir savunma donanması mantığından ibaret olan ‘’Attik- Dellos Deniz Birliği’’ adıyla faaliyet gösterip dağılmış, liderliğini Atinalıların yaptığı bir oluşumu büyük Yunan uygarlığı olarak sunan Batı propaganda tarihçiliğine daha ne kadar tabi olacağız. Ege bölgesinde gördüğünüz bütün antik kentler yeniden tanımlanmak mecburiyetindedir. Bunlar Türk eserleridir. Manisa’ dakiler de öyle. Önce isimleri anlamaya çalışmakla başlasanız bu bile yeter. İspat için yazıtları yeniden değerlendirmek, maddi kalıntıları yeniden ele alıp incelemek yeterli.
        Bir de nerede ne aradığımızı kendi tarihimiz açısından bilerek incelemeliyiz tarihi. Mesela Menemen: Grekçe yazılışı ile anlamı ‘’anıt mezar’’ demektir. Panaztepe ( Türkçe bir kavramdır Panaz Fener demektir ) Menemen’ dedir. Arzawa krallığı Hitit dönemi bölgede tanınmış Devlet organizasyonlarından biridir. Hem Hitit hem Mısır arşivlerinde Arzawa krallığından gönderilen çivi yazılı belgeler bilinmektedir. Hiç değilse bunların karşılıkları Arzawa ülkesine gelmiş olmalıdır. Bu ülkenin yönetim merkezi neresidir, yöneticilerinin adları bilinmektedir, mezarları var mıdır, bu Menemen /anıt mezar hangi dönem liderin, hükümdarın mezarıdır. Asarlık’ ta mıdır, başka bir yerde midir? Panaztepe kazılarının başlatılmasına neden olan ilk defineci buluntuları Manisa Müzesine 1982 yılında satın alma yoluyla teslim edilmiştir. Bunlarda IV. Amonhotep’ e ait mühür izi gibi önemli materyaller vardır. Mısır Menfis’ te elde edilen Medinet Habu tapınak resimlerinde ve arşiv belgelerinde bulunan çivi yazılı mektuplardan, Arzawa Krallığından gelen ikisinin tablet kil menşei, labrotuar araştırması ile Yvel Goran tarafından belirlenmiş ve yayımlanmıştır. Bu mektupların yazıldığı kil tabletin materyal menşei daraltılmış hedeflemeyle Aiolya ile İonia bölge sınırında bir yerde bulunmaktadır, burası yaklaşık olarak Menemendir. Bu konu da Manisa tarihini çok yakından ilgilendirmektedir. Manisa’ yı konu edinen tarihçi ve arkeologların portföyünde böyle bir hedef varmıdır, yoksa hışımla Yunan Tarihi için uyduruk eser belgelemeye yırtınıyor muyuz hala…
        Sultan Camii mıntıkası için yapılan bazı çalışmalarda Gurhane mevki adı değerlendirilirken yanıltıcı bariz hatalara düşüldüğünü görüyoruz. Gurhane dil bazlı semantik analizi yapılarak değerlendirilse eski bir Şekerhane olduğunu öngörebilirsiniz, hiç Farsça hakimiyeti olan bir devre geçirilmemiş olsa da Mezarlık gibi yorumlayabilirsiniz. Timur döneminde İzmir fethi döneminin karargahı olma ihtimali nedeniyle Timur’ un hanedan adı nedeniyle ‘’Gurhan’’ ( Cengiz Han soyuna damat olduğu nedeniyle Damatlar hanedanı demek olan) dan dolayı bu adın kaldığını ileri sürebilirsiniz. Fakat Saruhan beyliği döneminde burada bir ‘’körhane’’ kurulduğu iddiasıyla bir bilimsel çalışma ortaya koymak Manisa Tarihi’ nin selametine hiçbir katkı sağlamaz sanıyorum.
        Bir başka Manisa tarihine aykırılık arzeden bakış açısı da Manisa’ ya Saruhan Bey giriş yapana kadar şehrin sadece Surların içinde olduğu, daha da yukarıda Akropol olduğu gibi yine Yunan Tarihçiliğine malzeme üretme çabaları ile vaz’ edilen bilimsel olduğu iddia edilmiş olan bazı çalışmalar. Tamamını titiz bir tefrikle çöpe atmak gerekiyor. Manisa Tarihinde böyle şeyler yok. MÖ. 1. Yüzyılda yaşanmış Mithridates savaşları sırasında Roma yanında tutum alan bir Manisa kenti vardır, Plutarchos dahil bu savaşları anlatan Roma Tarihçilerinin eserlerinde anlatılan kent mimari ayrıntılarında ne Akropol görürsünüz ne de Surların ötesinde bir şehir… Bu günkü Gurhane mıntıkasında kurulu bir mancınıktan daha aşağıdaki şehir duvarlarının ötesinde kuşatma halindeki Mithridates kuvvetlerine atış yapan bir Manisa kenti savunması izlersiniz. Pausanias ise bu kuşatmadan 250 yıl sonra şehrin doğudan Çatal mevkiinden başlayan bir mimarisi olduğunu batı istikametine Niobe anıtına doğru yayılışını anlatır. Bu kanıtlara rağmen Manisa Tarihini yeniden icat etmek Tarih ilmine hakaret olmaz mı? Olmuştur da… Manisa’ nın antik çağdan beri kullanılan mevki, yer ve coğrafi adlandırmalarına bakın, analiz edin hepsinin Türkçe olduğunu göreceksiniz. Yıllardan beri tek tek kelimeleri ele alarak bu çalışmayı yapıyorum. Adları Türkçe olacak ama tarihi Yunan Tarihine teslim edeceksiniz bu yaklaşım kabul edilemez.

Çapa Çarık Türbesi - Manisa, Manisa
Çapa Çarık,2023.
        Bazen de bize Türkçe adlar veren çok sayıda yeri semantik incelemeye tabi tutmadığımız için anlamsız ve Tarihle bağı kopartılmış olarak bırakıyoruz. Kırtık mesela. Oradaki yatırın mevtasının adı olarak takdim edilmesi doğru değildir. Kırtık Türkçe ‘’dağ eteği’’ demektir. Büyük olasılık Kırtık Babası, Dedesi namıyla anılan bir ermiş zatın bu mevkideki varlığına istinaden adı unutulmuş olarak namıyla anılan bir türbe varlığı kayıtlarda kendini korumaktadır. Yine Maski’ nin de bir su deposunun bulunduğu Gürle köyünün girişinde yol üstünde bir yatır vardır. Adı ‘’Çapa Çarık Dede’’. Çarık anlaşılıyor da Çapa kelimesini çözmek gerekir. Çapat diye bir kavram var. Hatta Orta Amerika kıtası Türkçe lehçelerinden birinde de anlamı bulunabiliyor. Çapat bir tür ayakkabı demek. Çapat ve Çarık imalatı yapan  ermişlik makamındaki bir zattan bahsedebiliriz. Ölümünden sonra yine ismi unutularak ‘’Çapat Çarık Dede’’ namıyla Yatırı unutulmayıp belgelerde de anılarak korunmuştur. Türkçe bir tarih kanıtıdır. Üzerinde hassas bir çalışmayla ‘’Otman Baba Velayetnamesi’’ incelenirse bu Dedenin emareleri de orada var. Bölgenin antik dönemlerden beri Savaş halindeki Orduların Lojistik karargahlarının bulunduğu bir alan olduğu değerlendirilecek olursa ‘’Çapat- Çarık’’ imalatının ne kadar da önemli olduğu anlaşılır.
        Tarihçilikte bazı tartışmalı alanları bilinçli olarak muarızınıza terketme hali eskiden beri geçerli bir modadır. Roma Tarihçileri ve Devlet aklı Spartaküs ve Aristonikos ayaklanmalarını ( ayaklanma tabiri bile yanlış kavram olarak olayın gerçekliğine aykırı ) kendi tarihinin dışına atarak, olayların yakıcılığını yaşayan yerlerin ahalisine bile yer adlarından tutun da hatırlatıcı ne kadar unsur varsa hepsinin üstü örtülüp yok muamelesi yapılmak istenmiştir. Modern Tarihçilik dönemlerinde ise ideolojik nedenlerle bu iki vaka tüm girdi ve çıktılarıyla Sosyalist- materyalist tarihçiliğe terk edilerek adeta tam kirletilmesi arzu edilmiştir. Konuya değinecek her tarihçi önce Spartaküs ve Aristonikos’ a bir taş atarak başlar bilimsel çalışmasına. Ya da muarız Tarihçi ise Roma taşlanarak bir sınıf mücadelesi tarihi icad edilmek istenir. Gerçeklik ise henüz yazılmadı çünkü her iki olay da Türk Tarihini alakadar ediyor. Her iki kahramanın da gerçek adları unutulmuş, namları anılmaktadır. Spartaküs Yanbol ( Bulgaristanın bir kenti) dan bir Türk Boy Beyi olma ihtimali, yüksektir. Aristonikos ise Ege bölgesinin Bakırçay havzasının tüm Akdenizin belki de ötelerinin çok önemli bir denizci Türk komutanıdır. III Attalos sonrası bağımsızlığını ilan edip Roma’ nın muhtemel işgaline karşı savunmaya geçmiş fakat yıllar süren savaşta üç Roma konsülünün başını yedikten sonra yenilmiştir. Ama ölüp ölmediği, yakalanıp hapsedilip edilmediği hala ispatlanamamış bir meçhuldür. Ama Dünyanın değişik coğrafyalarından ona dair ilginç izler bugün bile devam etmektedir.
        Kıbrıs’ ta Trodos dağlarının zirvesinden doğan ve İskele ile Magosa arasında Salamis [1] körfezinde denize dökülen Pedion nehri Lefkosia ( Nicosia) kentinin içinden geçer. Bu nehrin adı Türkler arasında ‘’Kannı Dere’’ dir. Kannı Türkçe ‘Su Dolabı’ demektir. Bakırçay nehrinin suladığı Kırkağaç Ovasının adı ‘’İne-Pedion’’ dur. Seviyesi yüksek ova anlamındadır. Bakırçay nehrinin antik yazıtlardaki adı Casios’ dur. Latince ‘su kabı’ anlamındadır. Bakırçay ise Türkçe ‘’Bakra Çay’’ adının bir tezahürüdür. Bakra Su dolabının önceleri manda yada öküz gönünden imal edilip siyah zift ile izole edilerek geçirimsiz hale getirilen kova şeklindeki kap ve yine su dolabı mekanizması anlamındadır. Daha sonra metalürji çağında bu kaplar bakır ya da demirden yapılmaya başlanmış, evlerde kullanılan sıvı kaplarına da ‘’bakraç’’ denilmiştir. Kısaca yenilgi sonrası Aristonikos ve karargah bölgesinin isimleri aynı tarih döneminden itibaren Kıbrıs’ ta görülmeye başlanmıştır. Kıbrıs’ a aktarılmış birşeyler var.
        Türk olmayan milletler tarihte büyük iz bırakmış Türk Hükümdarları için ‘’Grand Türk’’ namını kullanmışlardır. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman için bu nam kullanılmıştır. Orta Amerika’ da Dominik adalarına komşu beş adadan oluşan bir özerk adalar topluluğu vardır. İsmi ‘’Grand Türk ve Caicos Adaları’’ dır. Caicos ile birlikte isimlendirilmesi bu adaların Aristonicos dönemi irtibatları ile ilgili olması büyük olasılıktır. Yani kısaca biz Aristonikos ve Spartaküs gibi Roma döneminin bu ünlü direniş kahramanlarına objektif ve reel bir pencere açmak zorundayız.


Şeyh Bedreddin Mezarı. İstanbul Türk Ocağı.
        Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa olayları için de aynı iddiada bulunacağım. Yıllardır bu konuda yapılmış bilimsel sempozyum ve yayınları takip ederim. İlk defa Nazım Hikmet’ in ‘’Şeyh Bedrettin Destanı’’  adlı eseri nedeniyle Sosyalist çevrelerin haberdar olduğu bu konu Devrim tarihi için geçmişten sunulabilecek elverişli bir sınıfsal örnek olarak görülüp ideolojik bir tarih konusu yapılmış bulunmaktadır. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal figürleri açısından da Manisa Tarihini ilgilendirmektedir. Birincisi Fetret devrinin önemli bir bölümünde Mısırda Kahire’ de bulunan Şeyh Bedrettin, bu seyahatinden dönüşü sırasında kısa bir süreliğine uğradığı Manisa çevresinde Tire dışında uğradığı pek fazla bir yer de yoktur. Bu kadar kısa süre bulunduğu bölgede büyük hazırlık gerektiren sınıf temelli bir isyan organize etmiş olması akla aykırıdır. Kendisinin ilmiye sınıfından, Yıldırım Beyazıt dönemi İznik kadılığı, Musa Çelebi’ nin devri iktidarında kazaskerliği gibi Devlet görevleri nedeniyle kişisel ilmi derecesi itibariyle de mümkün görünmemektedir. Ancak Musa Çelebi iktidarının sona ermesi sonrasında İktidar muhalifi bir yapılanma içinde yer alabilir, bu da liderlik sıfatıyla olması gerçeğe uygun değildir, liderlik saltanat ihtimali olan başka kişilerin uhdesinde olmak üzere bir muhalif harekete destek vermiş olabilir.
        Börklüce Mustafa kıyamına gelince; düşünün ki bir ordu toplanmış ve ciddi harekat kabiliyeti içerisinde Urla’ dan itibaren Karaburun Yarımadasında Çelebi Mehmet’ in Beyazıt Paşa komutasındaki Osmanlı ordusuna kök söktürecek bir çatışma yaşatıyor ve bu orduyu oluşturan unsurlar, baldırı çıplak alt tabaka sınıfsal unsurlardan müteşekkil olacak… Bu gerçeğe uygun değil, mantıki değil. Bu durum şöyle izah edilebilir. Fetret döneminde Timur tarafından  Manisa; Orhan Bey ve Hızırşah Beyler liderliğinde tekrar Saruhanoğulları hanedanına tevdi edilmiş idi. Bu organizasyonun eskiden olduğu gibi deniz- donanma askerliği ağırlıklı bir Ordu teşkil etmesi muhtemeldir. Çelebi Mehmet, Hızırşah Bey’ i ani bir baskınla ortadan kaldırarak Manisa yönetimini Timurtaşoğlu Ali Bey’ e tevdi edince eski Ordunun bir kısmı yeni bir liderlik arkasında ( bu İzmir beyi Cüneyt de olabilir başka bir lider adayı da, incelenmesi gerekir.) bu duruma muhalefet içerisinde tutum almış olmalıdır.
        Bu muhalefet hareketi manevi unsur olmadan halktan destek bulamazdı, manevi liderlik için de dönemin şartlarında en olası aday Şeyh Bedrettin değil, Otman Baba gibi durmaktadır. Börklüce Mustafa da, Torlak Kemal de Şeyh Bedrettin de Otman Babanın ya müridi ya da irtibat kurduğu kişilerdir. Otman Baba Velayetnamesinde bu kişilerin ve bölgedeki başka kişilerin isimleri vardır. Hatta bir yoruma göre İstanbul’ un fethinde önemli rolü olan Ulubatlı Hasan bile Otman Baba’ nın mürididir. Börklüce Mustafa, muhalefet ordusu yenilince idam edilirken Nazım Hikmet’ in destan şiirindeki ifadeyle ‘’İriş Dede Sultan’’ demiştir. Dede Sultan, müridleri nezdinde Otman Baba’ nın en bariz lakabıdır. Şeyh Bedrettin için böyle bir unvan kullanımına rastlanmaz. Dolayısyla Börklüce Mustafa idam sehpasında lideri şeyh Bedrettin için ‘’İriş Dede Sultan’’ dedi değerlendirmesi bilgiye dayanmayan temenni ve kurgu hikayenin bir unsuru olarak sonradan yapıştırılmış bir montajdır.
        Torlak Kemal için ise isminin ön eki nedeniyle hiç de Manisa’ da tarih boyunca rastlanmamış bir Yahudi klanı adı ile irtibat kurularak bir de bu muhalefet harekatına bölgedeki yoksul Yahudilerin de katıldığı tezi aynı çevreler tarafından işlenmektedir. Torlak Kemal değil olsa olsa Torakçı Kemal diye bir şahsiyetten bahsedebiliriz. O da Otman Babanın müridlerinden Velayetnamede geçen bir isimdir. Odun Kömürü imal edilirken kurulan meşe odunu kümbetinin toprakla kaplanması işinin adı Toraklamaktır. Bu işin ustalarına Torakçı denir. Çok yanlış olmayan tabirle ‘’Toprakçı’’ soy ismi kullanan aileler vardır çevremizde bu ailelerin dedelerinde mutlaka Odun kömürü imalat ustalığı vardır. Odun kömürü imalatı sözünü ettiğimiz dönemlerde antik çağlardan beri işletim sırları özenle korunarak bilgisi kuşaktan kuşağa hassasiyetle bir tarikat gizliliği içerisinde aktarılan bir meslek olarak sanıldığından yaygın ve etkin bir meslekti. Tüketicisine ulaşıncaya kadar eşek katarlarıyla nakli dahil olmak üzere önemli bir sektörün o dönem zanaat piri Otman Baba’ dan başkası değildi. Ünvanı da bu mesleğe işaret eder, en önemli meslek mekanları Yunt Dağında olmak üzere ( Yunt Dağı köylerinden birinin adı Otmanlar’ dır.) geniş bir coğrafyada, Balkanlarda Romanya’ ya kadar uzanan bir Otman Baba kültünün varlık temeli bu meslek icrasıdır. Torakçı Kemal aynı zamanda Dağdaki ağaç kesim rotasyonunun da takipçisi ve uzmanı olarak haklı bir nam yapmıştır. Muradiye CBÜ kampüsünün hemen Doğu tarafında Çullu ( İrde) Çiftliği arazisinin sınırında bir Ağaçlık bölge, bir pınar ve bir yatır bulunur. Bu yatır büyük olasılık Otman Baba müridi Torakçı Kemal yatırıdır. Bu yatırla ilgili anlatılan efsaneler hep ağaç dalının gereksiz kesilmesi halinde Kemal Dede’ nin ruhunun o kişiyi uyurken rahatsız edeceğine dairdir. Yakın dönemde de ağaç ve yatır bekçiliğine devam etmiş olan, Muradiye’ ye mübadele ile gelmiş olanlardan kendi halinde bir Allah Adamı ‘’Kemal Efe’’ adını eski Muradiye sakinleri çok iyi bilirler.
        Otman Baba bu muhalefet hareketinden sonra bir süre sükunet içinde kalır. II. Murat devrinden itibaren yeni yönetim ile uzlaşma içindedir. Vakıfnamelerden şahitlik tutanaklarından bunu anlayabiliyoruz. Velayetnameden çıkarabildiğimize göre II. Mehmet’ in ilk şehzadelik döneminde Edirne Buçuktepe Yeniçeri isyanında dahli olmuş olabilir, o da İlmiye sınıfındaki bazı kişilerle yaşadığı çatışma nedeniyledir. Daha sonra Fatih ile de uzlaşarak Devlete desteğinin devam ettiği görülür.
        Manisa Tarihi için Bedrettin ve Otman Baba tarihleri daha hassas incelenmeli ve tekrar yazılmalıdır. Otman Baba’ nın gerçek mezarı da Gürle’ nin ilerisinde Dede Dağ’ da olduğu Velayetnameye göre ve vasiyetine istinaden tahmin edilmektedir. Bölgemizin inanç Turizmi açısından yeniden anlamlandırılması gereken bu konular bakir inceleme hedefleridir, Manisa tarihçileri açısından.
        Yunus Emre ve Tapduk Emre konusunda mahcup bir sessizlik içindeki Manisa Tarihçilerimiz için bir inceleme başlığı da açalım burada. Tapduk: bu ermişimizin gerçek adı değildir. Tapduk Türkçe kelime olup müneccimlik mesleğini icra eden kişilere denir. ‘’Bilici’’ demektir. Uzak görüşlülük ve ilim sahibi olmayı gerektiren müneccimlik mesleğini 13. Yüzyılın ilk yarısından itibaren icra etmiş görünen ulu Tapduk Emre Emre köyünde  inzivaya çekilip Yunus Emre gibi müridlerine feyz devşirdiği döneme kadar hangi hükümet erbablarının müneccimbaşılığını yapmış ola ki… Bölgede bu dönemde Hazar ( Kuman ve Peçenek) kitlelerinin yoğun olduğu ve bunlardan bazılarının bazı liderler etrafında mevcut Doğu Roma iktidarına karşı bağımsızlık bayrağı açtıkları anlaşılmaktadır. Tapduk Emre bu hengamede hangi pozisyondaydı, gerçek adı neydi, kökenleri nedir, araştırılması gereken konular. Ya Yunus Emre sadece kendi halinde tek tabanca bir derviş midir? Türkçeyi döneminde bu kadar arı duru kullanabilme mecraını ve cüretini hangi Türklük gücünden almıştır? Araştırmamız ve ortaya koymamız gerekir.
        Dikkatimizi çeken önemli mihenk taşlarının hepsini arzedebildik mi, edemedik. Bir kısmı bizzat üstlendiğimiz bilimsel araştırma konuları olarak ele alınmaktadır. Bir kısmı bu yazıyı daha da genişletmemek adına sonraya bırakılmıştır. Bir kısmı da daha önceki yazılarımızda değindiğimiz konular olduğu için yer verilmemiştir. Burada açtığımız başlıklar cidden geniş kapsamlı, herbiri birden fazla alt başlıkla araştırma konusu yapılması gereken tarihi, arkeolojik, etnografik konular olup ilgi beklemektedir.
 

[1] Endonezya’ da Celebes adası vardır. Bu adanın tarihinde yerli halkının Orta Asyadan göç etmiş Moğol asıllı oldukları zannedilir. Dilleri de Türkçenin bir kolu olarak Moğolcaya benzer denilir. Bu yerel dile göre adanın adı geçmişte Saloe- Pas’ dır. Saloe ‘ada’ demektir, Pas ise ‘demir’ demektir. Demir Adası yani. Salomis’ i şöyle anlayabilirsiniz; Saloe+ Mis; Saloe ‘ ada ‘ demek Mis ise halen daha Türkiye hariç neredeyse bütün Türk Coğrafyasında ‘Bakır’ demektir. Salomis; Bakır Ada demektir. Bir de dikkatimi her iki adanın şekli çekti. Celebes ve Kıbrıs adaları şeklen sanki Grek alfabesindeki G işareti gibi tersine çevrik Türkçe L harfi gibi. Eskiden Türkler görünür şekillerine göre de adaların adlarını tasnif etmiş olabilirler mi?

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum