LAİKLİK VE TÜRKİYE'YE YÖNELİK TEHDİTLER

Cengiz Balcı Yazdı:LAİKLİK VE TÜRKİYE'YE YÖNELİK TEHDİTLER

LAİKLİK VE TÜRKİYE'YE YÖNELİK TEHDİTLER
05 Şubat 2020 - 10:20

                                    LAİKLİK VE TÜRKİYE'YE YÖNELİK TEHDİTLER

                                                                                 Cengiz BALCI

                                                                              

                  Kıymetli arkadaşlar, ülkemiz sürekli olarak dış güçlerin doğrudan veya destekledikleri iç mihrakların çalışmaları sonucu tehdit altında bulunmuş ve halen bulunmaktadır. Öncelikle bu tehditlerin sebeplerine bakarsak şunları görürüz.

                  Ülkelerin coğrafî bütünlüklerini güvenli sınırlar, ülke coğrafyasının yeterliliğini de coğrafî saha ve bu sahada bulunan stratejik kaynaklar belirlemektedir. Jeopolitik görüşe göre "saha kuvvettir". Rusya'yı hem Napolyon orduları önünde, hem de I. ve II. Dünya Savaşı'nda Alman orduları önünde yok olmaktan kurtaran sahanın genişliğidir. Rusya var olma gücünü sahadan almıştır. Türkiye coğrafyasının sağladığı saha genişliğinin İstiklâl Harbi sırasında Yunan kuvvetleri karşısında önemli bir güç olduğu şüphesizdir. Bugün de Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak ve İran karşısında bir baştan bir başa aşamayacakları ve bütünüyle hâkim olamayacakları bir güçtür. İsmet İnönü, İstiklâl Harbi'ni değerlendirirken, "Türkiye coğrafyası öyle yüz bin, iki yüz bin kişi ile bir baştan bir başa işgal edilecek karakterde değildir" demiştir.[1]

                 Yurdumuz, Karadeniz ile Akdenizi hem birbirinden ayırmakta, hem de dar bir deniz parçası ile ikisini birleştirmektedir. Gene, Türkiye,  Asya'yı Avrupa'ya bağlayan en yakın kara yollarını üzerinde taşımaktadır. Doğu batı arasında tam anlamıyla bir köprüdür.[2] Bunların dışında Türkiye, dünyada tarım ürünleri yönünden kendini besleyebilen az sayıda ülkeden biridir. Zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Ayrıca zengin petrol alanlarına yakın olması, dünya güç merkezleri arasındaki ulaşım yolları üzerinde bulunması ve bu yolları kontrol edebilen bir konumda olması sayesinde, dünya güç merkezlerinin ekonomik ilişkilerini etkileme imkânına sahiptir.[3]

                 Türkiye jeopolitik yönden kenar kuşak teorisine göre de, kara hâkimiyet teorisine göre de çok önemli bir coğrafî konumda bulunmaktadır. Dünya politikası ve bölge politikası seviyesinde Türkiye ilk önce dikkate alınması gereken ülkelerden birisidir. BU yüzden dünya meselelerinde ve bölgemizle ilgili olanlarda çıkarı olan bütün güçler, bu problemlerin çözümü ile yakından ilgili olan ülkemiz üzerinde etkili olmaya çalışmaktadırlar. Türkiye coğrafyasında, kendi amaçlarına uygun düşmeyen güçlü bir ülke yerine, Anadolu ve Boğazlar üzerinde etkisiz küçük devletler oluşmasını her zaman yeğlerler. Bu sorun ülkemiz için başlı başına ve önemli bir tehdit kaynağıdır.[4]

                  Komşularımızdan biri Ege denizine tamamen sahip olmaya çalışırken, ikisi doğu ve güney doğu Anadolu'yu bizden ayırmak istiyor. Bir başkası boğazlar üzerindeki emellerinden vaz geçmiş değil. Ortadoğu'daki dengeyi her zaman kendi çıkarları doğrultusunda kurmak isteyen büyük devletler ise, bu tür politikaları işlerine geldiği ölçüde desteklemektedirler.[5] Başta komşularımız olmak üzere, topraklarımıza göz dikenler, bizi bir kukla gibi ellerinde oynatmak isteyen güçler, kültürümüzü yok etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü onlar bizim savaşta kolay alt edilemeyeceğimizin, jeopolitik özelliği sebebiyle topraklarımızı almanın zorluğunun farkındadırlar. Bu sebeple emellerine ulaşmak için içten yıkmaya çalışmakta, bilhassa inançlarımız istismar etmektedirler.

                  İnsanlar, her zaman bilmediklerinin düşmanı olmuşlardır. Düşünmeden yaşayan insanlar, bilmediklerini öğrenmek yerine, kendilerinin adına düşünen başkalarının fikirleriyle yaşamaktadırlar. Onların doğru dediklerini doğru, yanlış dedikleri yanlış kabul etmektedirler. Hayatlarını başkalarının dediklerine göre yönlendirmektedirler. Ülkemizde başkaları gibi düşünme âdeti olduğu için, bunu bilen güçler, bazı doğru ve yanlışları tespit etmişler, düşünmeyen insanlarımız adına neyin sevileceğine, neye düşman olunacağına karar vermişlerdir. Laik- antilaik zıtlaşması da bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi, herkesin kendi gibi düşünen ve yaşayan insanlar oluşturmak istemeleridir.

                  Hâlbuki anayasamızın 24. maddesine göre, Türkiye'de herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyâsî ve hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramaz. Siyâsî veya kişisel çıkar yahut nüfûz sağlama amacıyla dinî duyguları ya da dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

                  Anayasamızın 14. maddesine göre de, Türkiye'de yaşayan herkesin temel hak ve hürriyetleri vardır. Fakat anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiç biri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler şeklinde kullanamaz.

                  Ancak, din adına ortaya çıkan kişiler, ezelden beri emellerine ulaşabilmek için insanları birbirlerine düşürerek parçalamayı hedeflemişlerdir. Oysaki İslâm dini bunun tam tersi bir anlayışa sahiptir. Kur'an- ı Kerîm' in amacı, kişileri olgun, merhametli, hoşgörülü, yardımcı, ahlâklı yapmak için gerekli olan ana ilkeleri bildirmektir. Öte yandan İslâm toplulukları, Hanefî, Şafiî Hanbelî, Malikî, İmamî, Zeydî, İbazî olmak üzere yedi ana mezhebe ayrılmıştır. Her mezhebin kendine has anlayışı ve kuralları vardır, ötekilerininkini kabul etmez. Bu yüzdendir ki bütün Müslümanların uyacağı ortak bir hukuk ve şeriat anlayışı yoktur.[6] Esas itibariyle İslâm dininde mezhepler, farklı coğrafyalarda yaşayan, farklı kültürleri olan, farklı giyinen insanların yaşama kolaylığı için çıkmış yorumlamadır. Zorlanmayı önlemek amacıyla çıkarılan kolaylıklardır. Ancak bu durum saptırılmış, her mezhepten ayrı bir parti, cemaat, topluluk oluşturulmuştur. Sonuçta Alevî Sunnî'yi, Sunnî Alevî'yi sevmez olmuştur.

                  Bazı hususlarda İslâmiyet'in emirleri ile gelenekler bütün oluşturmuştur. Bunlardan birisi de baş örtüsüdür. Ülkemizde baş örtüsü istismar edilmiştir. Ancak örtünme umumîyetle an'anevîdir. Anneden, nineden görüldüğü şekliyle süregelmektedir. Bu sebeple insanları kıyafetleriyle değerlendiremeyiz. Bu hususta hanımların kendi vicdanlarıyla baş başa olduğu, fakat, baş örtüsünün istismarına fırsat vermeyecek şekilde bilgilendirilmeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Çünkü Müslümanlık kimsenin tekelinde değildir.

                  Türkiye'de laiklik anlayışının benimsenmesinde dinin devlete karşı kullanılması, rejimi değiştirmek isteyen grupların halkı yönetime karşı kışkırtmak için dinî duyguları sömürmeleri etkili olmuştur. Bilhassa Şeyh Sait İsyanı, laik cumhuriyet yönetiminin benimsenmesinde mühim bir sebep olmuştur. Çünkü Türk devleti bu yolla güçsüz bırakılmak, parçalanmak istenmiştir. İlk defa 1937'de anayasaya devletin laik olduğunu belirten hüküm konmuştur.

                  Din, insanların vicdanı ile hayatlarına uyarladıkları, yaşadıkları bir sistemdir. Hiç bir kanun, hiç bir kural, insanın vicdanındaki güzellikleri değiştiremez. Sevdiğimiz, inandığımız doğruları hiç bir kuvvet vicdanımızdan atamaz. Bu vicdan özgürlüğüdür. İşte, vicdanın hürriyetini savunan, vicdana saygı duyan en güzel sistem laikliktir. Atatürk bir konuşmasında, "Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor; kaste ve fiile dayanan tassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz." demiştir.[7]

                  Laiklik, genel ve ortak amacıyla, dinî ve dünyevî otoritelerin birbirinden ayrılması, din işlerinin ferdî, hususî sayılarak, kişinin vicdanına terk edilmesi ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak, din hürriyetini sağlaması olarak anlaşılır.[8] Atatürk de bir konuşmasında şöyle demiştir: "Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.[9]

                  Atatürk'ün anlayışına göre, laiklik dine akılcı yoldan yaklaşır. İnsan aklının soracağı sorulara, yine insan aklının bulacağı cevapları benimser. İnsan aklının cevap veremeyeceği sorulara insan ile Allah'ı birbirine bağlayan dinde cevaplar bulunacağını kabul eder.[10]

                  Laiklik konusunda doğru ve gerçek bir yargıya varmak için, dinin amacını, ana ilkelerini iyi bilmek, geniş kültüre sahip olmak ve bağnazlıktan kurtulmuş olmak gerekir. Halk bu yönde eğitilmez, okuma alışkanlığına sahip kılınmazsa onlar, her şeyi dinden sayar, böyle olunca da din ve dünya işinin ayrı düşünülmesi imkân dışı kalır.[11]

           

Cengiz BALCI

Uzman Tarihçi

Tlf: 536 5621114

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

1. Atatürkçülük III, İstanbul 1984, Millî Eğitim Basımevi, Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlanmıştır.

2. ÇAĞATAY, Neşet; "Şeriat Yönetimi ile Laik Yönetimin Karşılaştırılması", XI. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri, Ankara 1990.

3. ÇAĞATAY, Neşet; "Türkiye'de Din Sömürüsü ve Laiklik", Makaleler (Atatürkçülük ve Devrimler), Atatürk Üniversitesi’nin Kuruluşunun XX. yıl Armağanı, Ankara 1978.

4. ÇAĞATAY, Neşet-KAYA, Muhsin; Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Ankara 1999.

5. İLHAN, Suat; Jeopolitik Duyarlılık, Ankara 1989.

6. KOCATÜRK, Utkan; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1969.

7. PALAZOĞLU, Ahmet Bekir-BİRCAN, Osman; Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Ankara 1994.

8. SU, Mükerrem K.-MUMCU, Ahmet; Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul 1988.

 

[1] Suat İLHAN, Jeopolitik Duyarlılık, Ankara 1989, s.71-72.

[2] Mükerrem K. SU- Ahmet MUMCU, Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul 1988, s.306.

[3] Neşet ÇAĞATAY- Muhsin KAYA, Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Ankara 1999, s.183-184.

[4] S. İLHAN a.g.e., s.61.

[5] M. K. SU- A. MUMCU, a.g.e., s.306-307.

[6] N. ÇAĞATAY, "Şeriat Yönetimi ile Laik Yönetimin Karşılaştırılması", XI. Türk Tarih Kongresi Bildiri Özetleri,

  Ankara 1990, s.153,

[7] Utkan KOCATÜRK, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1969, s.162.

[8] Hamza EROĞLU, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s.423-424.

[9] Ahmet Bekir PALAZOĞLU- Osman BİRCAN, Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Ankara 1994,

  s.177.

[10] Atatürkçülük III, İstanbul 1984, s.48, Millî Eğitim Basımevi, Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlanmıştır.

[11] Neşet ÇAĞATAY, "Türkiye'de Din Sömürüsü ve Laiklik", Makaleler (Atatürkçülük ve Devrimler), Atatürk

    Üniversitesi'nin Kuruluşunun XX. yıl Armağanı, Ankara 1978, s.161.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum