İletişim ve Toplumsal Yapı: Sözlü, Yazılı ve Görsel Kültür - Yazan: HALİL İBRAHİM KOÇ
“Nereye baksanız toplumsallaşmanın iletişim araçlarının gönderdiği mesajlarla ilgilenme düzeyiyle doğru orantılı bir şekilde ölçüldüğünü görürsünüz. İletişim araçları ve gönderdikleri mesajlarla ilgilenmeyenler gücül ya da gerçek düzeyde toplumsallaşmamış insanlar olarak kabul edilmektedir.”
[Jean Baudrillard – ‘Simülakrlar ve Simülasyon’]
İnsan, varoluşsal bağlamın dışında, empirik anlamda toplumsal bir varlıktır. Çünkü “düşünce (içsel iletişim)” dışında, “dışdünya” ve “dil ilişkileri (iletişim)” bağlamında insan toplumsal bir varlık olarak dünyaya gelir. Nitekim: “Kişioğlu önce ‘sen’ olur, sonra ‘ben’ olur, ardından da ‘biz’ olur.” [Dücane Cündioğlu] Toplumsal bir varlık olan bu insan, içinde bulunduğu toplumsal yapının öğeleri çerçevesinde hayatını anlamlı hale getirir ve bu öğeler ona bir anlam dünyası yaratma imkanı tanır. İnsanı ‘insan’ yapan toplumsal yapının temelini ise, sosyal ilişkiler, sosyal değerler ve sosyal normlar üçlüsü teşkil etmektedir. Bunu da diğer bir sosyal gerçeklik olan iletişim ile beraber anlamak gerekir -ki, birisi olmadan diğer ol(a)maz. Nitekim, yapısalcı açıdan bakacaksak eğer, insanın etkileşimde bulunabilmesi iletişmesiyle mümkündür.
Bu toplumsallaşma (/etkileşim), insanın düşünsel tasarımlarını dilde açığa vurma haline biçim vermektedir. Neticede insan, iletişim süreçlerinde aynı zamanda kültürel ve tarihsel bir varlık olma durumunu yansıtır. Bu sebepten ötürü kişi, ilk iş olarak içinde bulunduğu toplumsal yapı uyarınca bir anlam dünyası oluşturur ve bu yapının kodlarıyla bir değer yargısı mizanseni meydana getirir. Çünkü toplumsal yapı, değer yargılarının sistematik bir biçimde işlev gördüğü olgusunu ifade eder. Misalen; Neolitik dönem insanının ölülerini evlerinin altına gömmesi, Ortaçağ insanının kutsallarıyla arasında bir aracının bulunması, Aydınlanma dönemindeki sorgulayıcı ve yargılayıcı insan modeli ve son olarak postmodern dünya insanının “bireyselleşme” (= bencileşme) deviniminin maksimum seviyede olması vb. durumlar, birbirinden farklı toplumsal ilişkiler yapısının insan prototipi tekvin etmekteki etkisine örnektir. Bunun gibi iletişim biçimleri de toplumsal yapı içerisindeki insanın zihinsel ve fiziksel süreçlerini, genel olarak kültürünü etkileyebilmektedir. Zira kültür, sözün eseri olmakla beraber, resimden hiyeroglife, alfabeden televizyona kadar her iletişim aracıyla yeni baştan üretilmektedir. Dilin kendisi gibi, her araç (medium) da düşünceye, ifadeye ve duyarlılığa yeni bir yönelim kazandırarak birbirinden farklı söylem tarzları yaratabilmektedir.1 McLuhan’ın da dediği gibi “Medium is the message.” (Araç, mesajdır.) Yani: “Yani babacığım; Profesör McLuhan, insanların yarattığı ortamın artık onların rollerini belirleyen bir mecraya dönüştüğünü söylüyor. Matbaa harfinin keşfi, düşünceyi hareketten ayıran doğrusal düşünceyi yaratmıştı. Şimdi, TV ve halk şarkılarıyla, düşünce ve hareket birbirlerine çok daha yakın, sosyal katılım ise ileri boyutta. Hepimiz tekrar koca bir köyde yaşamaya başladık. Anladın mı?”2 Bu noktadan hareketle, bir toplumsal yapı öğesi olan iletişim ortamı, toplumsalı ve bireyseli belirli bir model kalıbı içerisine sokabilme işlevi görebilmektedir.
Bir toplumdaki egemen iletişim ortamını, -yani sözlü, yazılı ve görsel niteliği- ünlü edebiyat ve kültür filozofu Walter J. Ong üç farklı kavramsallaştırmayla ifade eder: “a) Birincil sözlü kültür, b) Yazılı kültür, c) İkincil sözlü kültür.”3 Ong, bu iletişim odaklı kültür türlerinin hakim olduğu toplumlarda, bu kültürel iletişim biçimlerinin psikodinamik etkisini ve tayin ettiği bilinç yapısını incelemiştir. Ong’a göre yazı ve matbaa kavramlarının ne olduğunu bilmeyen veya metinselliği içselleştirmemiş olan, sözlü sanat biçimlerinin (retorik ve hitabet) yaygın olduğu toplumlar birincil sözlü kültür dairesine girerken, bu durumun tam tersinin söz konusu olduğu toplumlar -yani yazıyla iletişimi (kelimeler, sözler vb.) somutlaştırmış toplumlar- yazılı kültür dairesi içerisinde kendisine yer bulur. Buna karşılık günümüz ileri teknolojisinin meydana getirdiği telefon, radyo, televizyon, bilgisayar vb. araçların hakim olduğu bir toplumda ise ikincil sözlü kültür söz konusudur.4
Birincil sözlü kültürde dil, yani söz, sadece düşünceyi aktarmaya yaramaz, aynı zamanda bir “eylem” niteliği taşır. Nitekim sözlü kültürün insanı, kelimeler tarafından bir gücün temsil edildiğini düşünür. İlkel toplumlardaki bir avcı, ölü bir bizona dokunabilir ya da onu tadabilir; fakat “bizon” adını duyduğunda dikkat kesilmesi gerekir ya da beklenmeyecek bir geribildirimde (feedback) bulunabilme ihtimali kaçınılmazdır. Bu kültürün bir diğer özelliği de “metin”den (text) yoksun olmasıdır. Yazıdan bihaber olan insanın kelimeleri meydana getirecek olan harflerden yoksun olması, onun düşünceyi işaret simgeleriyle örüntüleyip bir araya getirmesine de engeldir. Bu yüzden sözlü kültür, “anımsayabildiğini bilirsin” teoremini de beraberinde getirmiş olur. Verimli bir bilgi alışverişi için güçlü bir bellek öngörülür. Ayrıca düşünce için, daha çok grup iletişimi ortamında gerçekleşebilir de diyebiliriz. -toplantı, yemek, düello vb.5 Aynı şekilde bu kültürde metinden yoksun oluş, dışdünya ilişkilerinde olayları somutlaştıramama durumuna sebep olur. Birincil sözlü kültürün insanı, zaman ve mekan ilişkisi kurarak ya da bağlamı dikkate alarak çıkarımlarda bulunmak yerine daha çok içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurarak değerlendirme yapar ve olaylara karşı bu açıdan pozisyon alır. Örneğin: Yazılı kültürü içselleştirmemiş ve okuryazar olmayan bir köylüye “Ağaç nedir? Tanımlar mısınız?” diye sorduğunuzda, “Ne gereği var? Herkes ağacın ne olduğunu biliyor zaten” der. Çünkü sözlü kültürün insanına göre gerçek yaşam, tanımdan daha önemlidir. Bu anlamda sözlü kültürün dünyasını çürütmek mümkün değildir. Bu ancak yazılı kültürün hakim kılınmasıyla mümkün olabilir.6
Aynı şekilde bu kültürde düşünme biçimi de sözlü (sesli) iletişime paralel bir nitelik kazanmaktadır. Yani sözlü kültürün insanı, düşünsel tasarımlarını somutlaştıramadığı gibi olayları da somutlaştıramaz. Günümüz anlamında bir tarih yaratamaz. Belge gibi somut kaynaklar söz konusu değildir. Bu yüzden sözlü kültür edebiyatı da içinde bulunulan duruma göre özgün bir nitelik taşımaktadır. Örneğin: Halk ozanları, hem bellek gücü ve hatırlama değişkenlerine hem de o an hitap ettiği kitlenin duygu durumuna göre eseri değiştirebilir veya yeniden yaratabilir.
Neolitik dönemde hesaptaşı sisteminin kullanımını, yani kil taşlar üzerine yazı (sayı) yazılarak ticari işlemleri icra etmek, ticari ve matematiksel hesaplama kolaylığı dışında geniş bir etkiye sahip olmadığı için, bu olayı yazılı kültür çerçevesinde değerlendirmek yerinde değildir.7 Elbette her teknolojinin kendine özgü bir yönelimi ve işlevi vardır. Fakat bu, on beşinci yüzyılda yaygınlaşan ve yazılı kültürü içselleştirebilme gücüne sahip matbaanın, Papalığın Hristiyanlık dini hakkında kendine göre bir yorum getirmesine engel olabilmesi kadar etkili olduğu anlamına gelmez.8 Bu yüzden, Neil Postman’ın ifadesiyle, tipografi kafası yaratabilecek bir etkiye sahip olan yazılı kültürün içselleştirilmiş ve zihinsel bir evrim yaratabilmiş halini, yazının kullanımıyla ve metin (text) üretimiyle sınırlandırmamak ya da bunlara indirgememek gerekir. Zira yazılı kültür, retoriği alkışlamak yerine analitik düşünceyi önceler. Bu, bilginin analitik bir biçimde işlemesi anlamına gelir. Ağızdan çıkan kelimenin zengin bağlamından yazıda somutlaşan kelimenin özgül bağlamı, doğrusal düşünme kapasitesini artırarak bilginin analitik bir biçimde işlev görmesine yardımcı olur ve bilinç yükseltmeye yarar. Ayrıca sözlü anlatıya oranla yazı sürecinin çok daha yavaş olması ve yazarın sözlü anlatıcıya oranla çok daha yalnız kalmasıyla yazı, düşünmeyi davet eder ve bu da bilinçdışından bilincin gelişmesini destekler.9 Bu noktadan hareketle, yazılı kültür dairesine giren toplumlarda bütünlüklü bir anlam ve bağlam hakimiyetinden söz edebiliriz.
Yazılı kültürün ağırlıklı hakim olduğu dönemlerde, bilginin analitik işlemesi ve yazının insanı içsel bir eyleme götürmesiyle toplumsal yapının doğrudan evrime uğradığı savını, tarihi olaylarla desteklemek mümkündür. Mesela Ong, büyük dini geleneklerin doğuşunu yazının içselleştirilmesinde görür: “Yazı sayesinde, iç dünyaya dönük Budizm, Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi büyük dini gelenekler doğmuş ve her birinin bir kutsal kitabı yazılmıştır. Eski Yunanlılar ve Romalılar da yazı yazmasını biliyordu; özellikle Yunanlılar, felsefe ve bilimi geliştirmek için yazıdan yararlanmışlardır. Ancak Veda’lar, İncil ve Kuran benzeri bir kutsal metin yazmamışlardır. Dinleri yazının açtığı ruhun ücra köşelerine işleyememiş, Ovidius gibi yazarlara zarif arkaik edebiyat malzemesi sağlamanın ötesine gidememiş, acil ve kişisel bir anlam içermeyen törensel boyutunu aşamamıştır.”10 Yine matbaanın yaygınlaştığı dönemler için, entelektüalizm ve iktidar ilişkisinin farklı bir boyut kazandığı ve kitapların bilgiyi her sınıftan ve statüden insana ulaştırmayı başarabildiği ileri sürülebilir. Neticede bu durum, bilinç seviyesini yükseltip eleştirel düşünce yapısını geliştirerek toplumsal ögelerin sistematik ilişkiler düzgüsünde yeniliklere yol açmıştır. Sözgelimi Halil İnalcık, hermenötik bilim anlayışıyla ortaya çıkan eleştirel hümanizmin Skolastik Çağ’da doğrudan doğruya dinde reformu hazırladığını ileri sürer.11 Yine Ansiklopedistlerin “Encyclopedie”sinin Fransız Devrimi’ndeki ve Aydınlanma’daki etkisini unutmamak gerekir.
İkincil sözlü kültür ise -yani görsel kültür- elektronik teknolojinin bir sonucudur. Fakat birincil sözlü kültür ve yazılı kültüre göre, bu kültür “metafor” bir aracı (medium) temellidir. Televizyon, bilgisayar vb. Bu kültür, birincil sözlü kültüre benzer özellikleri taşımaktadır; fakat birincil olana oranla daha fazla kitleye ulaşabilmekte, hatta onları sarıp-sarmalayabilmektedir. McLuhan’ın “Global Köyü” de, bu kültürün tüm dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı ifade etmektedir. Bu hegemonyada mesajın teknolojikleşmiş hali, insan iletişimi olgusuna aykırı bir niteliğe bürünmekte ve gönderenin verdiği anlamı ya yok etmekte ya da nötralize (= anlam algılaması çeşitliliği) hale getirmektedir. Baudrillard bu kültürde bağlamın kaybolduğunu ve anlamın için-için kaynadığını öne sürmektedir: “Teknolojik özelliğe sahip bu araçların içerdiği herhangi bir anlam yoktur. Öyleyse iletişim araçları tarafından üretilen haberlerin anlamları başka alanlara özgü değer yargıları tarafından belirlenemez. Bu türden bir anlam genetik kod tarafından üretilen koda benzemektedir, bir başka deyişle aktarılan haberden ne anlıyorsanız anlam odur. Haberin sahip olduğu anlam böyle bir şeydir.”12
İkincil sözlü kültür insanının birincil sözlü kültür insanına oranla daha bilinçli ve ne yaptığını bilen bir hüviyet taşımasına rağmen, toplumsallık ve özgürlük/özerklik noktasında bir kaos ve “double mind”13 yaşadığını öne sürebiliriz. Toplumsallık anlamında bir kaos yaşamaktadır; çünkü bireyleri bir araya getiren şey sadece istatistiksel bir nitelik taşıyan kitleselliktir14 ve günümüzdeki toplumsallık anlayışı, kitlenin kendi içerisinde yarattığı bir “toplumsallık simülatifidir.”15 Neticede aracın işlevi, kitleler oluşturup türdeş bir insan ve zihniyet akışı oluşturmaktır.16 Özgürlük/özerklik noktasında bir “double mind” söz konusudur; çünkü araç (medium) bireyleri edilginleştirmekte ve hegemonyanın aynası olan sistem, kitlelere söz hakkı tanıyarak en üst düzeyde anlam üretiminden yana tavır koyuyormuş gibi kendisini kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu bir hiperuyumlama simülasyonudur. Bilinci ve bilinçaltı bulunmayan kitle17 de, sistemin istediğini yapmakta ve bunun mantığını tamamıyla özümseyerek, bu mantığı kendisine karşı direnmek amacıyla kullanıp, bir tür ayna görevi görerek, sistemin gönderdiği anlamı hiçbir şekilde etkilenmeden kendisine geri göndermektedir.18 Günümüzdeki sosyal medya olgusunda olduğu gibi. İletişim ve haberleşme özgürlüğünün, “mesaj” ve “eylem” orantısızlığını ortadan kaldırmak ve bireyi “tepki veremediğin (geribildirim) mesajdan muafsın” çıkmazında bırakmak için kullandığı en önemli ve yetkin araç durumundadır. Bu durum da Baudrillard’ın dediği gibi, “için-için anlam kaynaması” durumuna yol açmaktadır. “Toplumsal değer”in nötralize atmosferinin ve karmaşık bir toplumsal ilişkiler sorunsalının temeli, ikincil sözlü kültürün (görsel kültür) karşı konulamaz etkinliğinde düğümlenmektedir.
Hamiş: Bu özet makale temelli bir sonraki yazımızda, görsel kültürün (=TV ve internet iletişimi) “kendiliğinden ideolojikleşme” olgusu orjinli “Medya olanı mı, olmasını istediğini mi gösterir?” ana teması işlenecektir.
1- Neil Postman, Çev: Osman Akınhay, Televizyon Öldüren Eğlence / Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Ayrıntı Yayınları, 3. Basım, 2010, s. 19
2- Marshall McLuhan, Quentin Fiore, Çev: İlke Haydaroğlu, Medya Mesajı, Medya Masajıdır, MediaCat, 2012, s. 157
3- Walter J. Ong, Çev: Sema Postacıoğlu Banon, Sözlü ve Yazılı Kültür / Sözün Teknolojileşmesi, Metis Yayınları, 2007, 4. Basım, s. 23
4- a.g.e., s. 23, 24
5- a.g.e., s. 50
6- a.g.e., s. 71
7- Denise Schmandt Besserat, İletişim Tarihi (Teknoloji-Kültür-Toplum), Ed: David Crowley, Paul Heyer, Çev: Berkay Ersöz, Siyasal Kitabevi, 2. Basım, 2011, s. 43, 44
8- Neil Postman, Çev: Osman Akınhay, Televizyon Öldüren Eğlence / Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Ayrıntı Yayınları, 3. Basım, 2010, s. 99
9- Walter J. Ong, Çev: Sema Postacıoğlu Banon, Sözlü ve Yazılı Kültür / Sözün Teknolojileşmesi, Metis Yayınları, 2007, 4. Basım, s. 177
10- a.g.e., s. 127
11- Halil İnalcık, Doğu Batı, Oryantalizm, Sayı: 20
12- Jean Baudrillard, Çev: Oğuz Adanır, Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, 6. Basım, 2011, s. 118
13- “Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” durumu kastedilmektedir.
14- Jean Baudrillard, Çev: Oğuz Adanır, Sessiz Yığınların Gölgesinde / Toplumsalın Sonu, Doğu Batı Yayınları, 5. Basım, 2013, s. 25
15- a.g.e., s. 32
16- Jean Baudrillard, Çev: Oğuz Adanır, Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, 6. Basım, 2011, s. 102
17- Jean Baudrillard, Çev: Oğuz Adanır, Sessiz Yığınların Gölgesinde / Toplumsalın Sonu, Doğu Batı Yayınları, 5. Basım, 2013, s. 31
18- Jean Baudrillard, Çev: Oğuz Adanır, Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, 6. Basım, 2011, s. 126, 127
FACEBOOK YORUMLAR