Hüzün ve Sevinç

Hüzün ve Sevinç
04 Şubat 2023 - 14:10

Hüzün ve Sevinç

Hikâyeyi yazan Burcu Bolakan


Sabah kalktığında gözlerinde bir şişkinlik hissetti. Kaç kez başına gelmişti. Her ağladığında ve ağlarken uyuyakaldığında böyle uyanıyordu. Sabah göz kapakları şişiyor, açmakta oldukça zorlanıyordu. Üstelik görüş alanı kısıtlanmıştı. Gözlerim ağlamayacak artık, diye düşündü. Peki ya kalbin ağlamasını nasıl durduracaktı?
Sebebini bilmiyorum, diye söylemişti arkadaşı. İçimde bir hüzün var. Durup dururken ağlıyorum. Ve, diye ilâve etmişti. Ağlayınca da rahatlayamıyorum.  Oysaki biliyorduk. Hepimiz aynı durumdaydık. İçimizde büyüyen hüznün karşısında çaresiz kalıyorduk. Ağlasak da rahatlayamıyorduk. Keder gittikçe büyüyordu.
Ali Bey’in Bir Günü….
Elif’i çalıştığı dershaneye bıraktım, kendim de mağaza müdürü olarak çalıştığım plazaya doğru harekete geçtim. Yollar ıpıssızdı, alacakaranlığın henüz çözülemediği vakitler. Biraz sonra sessiz kaldırımlar ayaklar altında çiğnenecek. Günün aydınlığına kendini bırakacak. Sokaklar; insan nefesleri, kederleri, mutlulukları, düşünceleri ile dolacak. En fazla bir yarım saat sonra caddeler sessizliğini kalabalıkta bozacak. Seviyorum alacakaranlık vakitlerini. Sessizliği seviyorum, karışmayı ona, usul usul sokulmayı seviyorum.
Otoparkın açılan bariyerinden ileriye doğru yavaşça arabamı sürdüm. Her zamanki yere park etmek istesem de başka bir arabanın her zaman park ettiğim alanı doldurması keyfimi kaçırmıştı. ‘‘Sanki babamın tapulu malı mı?’’ diye kendi kendimi tenkit ettim sonra. İlerledim. Boş olan başka bir alana park ettim. Arabanın kapısını henüz kilitlemiştim ki Elif aradı. Asansöre binmeden açmalı mıyım? diye düşündüm. Daha yeni ayrılmıştık. On dakika kadar önce çalıştığı dershaneye bırakmıştım onu. Kesin unuttuğu bir şey vardı. Bu seferki unuttuğu neydi acaba? Telefonu mu… Hayır telefon olsa beni arayamaz… Hay aptal kafam… Defter, kitap, kalem, oje… Aman neyse ne! Açmayacağım, diye söylendim. Asansörün düğmesine bastım. Yukarıya çıktım. Henüz hiç kimse yok. Mağazanın kepenklerini açan görevli, bir de ben varım.
- Günaydın Müdürüm.
- Günaydın Hamza. Sen görevinin başına geçebilirsin.
- Tamam müdürüm.
Hamza mağaza kapısına gidedursun, ben de mağazanın mutfağına geçtim, kahve makinesini çalıştırdım. Sabahları kahvaltı edemem. Elif tıka basa ağzını doldururken, midesine buzdolabındaki soğuk tatlıları dahi indiriyorken ben sadece onu izlerim. Ah Elif! Nesi cazip geldi de evlendim onunla, diye düşünmeden edemiyorum. Kaç yıl oldu? On bir mi yoksa on iki mi? Çocuk istiyorum, diye söylemişti geçen gün. Artık benim de anne olmaya hakkım var. Sen istemesen de ben o çocuğu doğuracağım. Duygusuzsun, diye de ilave etmişti.
Baba olmak istemediğimi söyledim ona. Onu sevmediğimi de. İstersen ayrılabiliriz, dedim. İstersen birlikte yaşamaya devam edebiliriz. Bin bir zorlukla aldığımız, ödemesini yeni bitirdiğimiz bir artı bir evi, arabayı sana veririm. Birkaç çamaşırımı alır, giderim. Ayrılalım mı?
Ah Elif! Niye kabul etmezsin. Hâlâ anlayamadın değil mi? İçimde büyüyen bir hüzün var. Kahvemi mutfakta içerken birer ikişer kızlar gelmeye başladı. Bazısı hemen mutfağa geliyor.
- Günaydın Ali Bey.
- Günaydın Fatma.
- Günaydın, günaydın… devam ediyor. Mutfaktan çıktım. Mağaza içinde dolaşmaya başladım. Stantlara baktım, boş kalan yerleri ve mankenlerin üzerindeki kıyafetleri kontrol ediyorum. Satış elemanı olarak çalışan kızlar, erkekler yavaş yavaş dökülüyor. Herkes önce kıyafetlerini değişmek üzere personel odalarına yöneliyor. Beni fark edenler.
- Günaydın Müdür Bey… diye selam veriyor.
Rutin bir gün daha başladı, diyorum. Çalışalım bakalım…Öğlene kadar birkaç müşteri geldi, alışverişlerini yaptılar. Hafta içi sabahları genelde sessizdir mağazalar, pek müşteri görünmez. Görünse de pek sevindirici değildir gezişleri, çünkü sadece bakarlar. Gerçi bizi pek ilgilendirmiyor. Ben, büyük bir mağaza zincirinin sadece küçük şubesinde görevli bir müdürüm. Mağaza zinciri sahiplerinin ise günlük rutin telaşlarla ilgilendiğini düşünmüyorum.
Öğleden sonra AVM üzerindeki kafelerden birinde tost yiyerek açlığımı geçiştirdim. Öğle yemeği için aldığım fişleri daima Elif’e veririm. O da evin temizlik malzemelerini alır marketten. Kendim de çoğu zaman hiç yemek yemeyerek günlerimi geçiririm ya da bugün olduğu gibi tost yerim. Yemeğim bitince mağazaya indim. Durgun bir öğleden sonra işte yine başlıyor. Stant aralarında dolaştım. Asılı olan kıyafetlerin bir kısmını beğenmedim. Bunları depoya kaldırın, buraya yeni gelen kreasyonlardan koyalım, dedim. Ben de çalışan kızlara yardım etmek maksatlı, asılı kıyafetlerin bazılarını elime alıp depoya götürmek için gömleğimin kollarını yukarıya doğru çektim. O sırada mağazaya giren uzun boylu bir erkek gördüm. Oldukça bakımlı olması, bir hanım gibi hoş kokması, gözlerinin sürmesi dikkatimi çekti. Beyefendi beğendiği ürünleri koluna asarak giyinme odalarına doğru yürüdü. Ben de elimdeki kıyafetleri depoya bırakmak üzere harekete geçtim.
On dakika kadar sonra kapıda öten alarmla başım o yöne doğru çevrildi. Güvenlik görevlisi Hamza’nın;
- Beyefendi çantanıza bakabilir miyim? dediğini duydum.
- Ne münasebet.
- Belki aldığınız bir ürünün üzerinde alarmı kalmıştır. Oluyor bazen. Kasadaki arkadaş çıkarmayı unutmuş olabilir.
- Alışveriş yapmadım ben.
- Ama ötüyorsunuz.
- Hayır ötmedim.
- Öttünüz.
- Hayır ötmedim.
Yanlarına gittim. Görevliye bana bırakın dedim.
- Beyefendi tekrar geçmek ister misiniz?
- Hayır. İstemiyorum.
- Ama öttüğünüz için çantanıza bakmam gerekiyor.
- Hayır gerekmiyor.
- Lütfen içeri girin. Alışveriş merkezinden bu şekilde çıkamazsınız. İçeriye giren adam yanıma geldi çantasını açtı. Çantadan bir peluş mont çıktı.
- Beyefendi parasını ödediniz mi bu ürünün?
- Hayır ödemedim.
- Sizin yaptığınız hırsızlık. Lütfen ya ödeyin ya da polise bildirmek zorundayım.
- Lütfen polise bildirmeyin. Ben oyunculuk yapıyorum rezil olurum sonra. Gerçi belki de rezil olmam. Sonuçta reklam olabilir. Ara! Ara! Polisi ara!
- Allah Allah çattık. Beyefendi ödeyecek misiniz?
- Hayır ödemeyeceğim.
- Bak kardeşim ben seni bir güzel polise teslim ederdim velakin seninle uğraşmayacağım. Ver peluşu buraya. Çek, git şimdi.
Tamam kara yağız diyen sürmeli gözlü adam mağaza kapısına doğru ilerledi. Kapıdan çıkarken yine öttü. Güvenlikçi sesleniyor.
- Müdürüm yine ötüyor!
- Al içeri şunu.
- Geç içeri! Güvenlikçi kolundan çekeleyip sürmeli gözü yanıma getirdi.
- Ay! Durun yapmayın ayol! Durun…
Adama sert bir şekilde baktım.
- Ne senin adın?
- Adımı şimdi mi sormak aklına geldi kara yağız?
- Fesuphanallah!
- Aman. Tamam. Tamam. Abbas. Abbas ismim.
- Abbas. Dinliyor musun beni?
- Dinliyorum.
- Ne çaldıysan ver şimdi bana. Bak polisi arayacağım.
Güvenlikçi sinirleniyor.
- Müdürüm hiç uğraşma. Baksana her yanı oynuyor Abbas’ın. Çağıralım polisleri. Bırakalım biraz da polislerin karşısında oynasın…
- Bak Abbas ne diyor güvenlikçi.
- Ne diyormuş kara yağız?
- Polise verelim diyor.
- Verebilirsiniz.
- Hapse atarlar seni.
- Yaaa!
- Saf mısın sen? Hırsızlık ettiğinde hapse girebileceğini tahmin edemiyor musun?
- Müdür Bey tamam vereceğim. Yalnız bir sorun var.
- Sorun nedir?
- İçimde.
- Ne içinde?
- İçimde büyüyen bir hüzün var.
- Ne diyorsun oğlum sen?
- Diyorum ki Müdür Bey içimde büyüyen bir hüzün var. Ve bir de başka bir şey daha…
- Nedir?
- Mağazadan aldığım iç çamaşırları. Kıyafetlerimin altında.
- Füsun! Berk!
- Buyurun Müdür Bey.
- Alın bunu. Götürün giyinme kabinine. Soyunsun. İçine ne giydiyse size versin.
Kabine doğru giden sürmeli göz kıyafetin altına giydiği iç çamaşırlarını çıkardı. Getirip bana teslim etti. Giderken yine aynı sözü tekrarladı…
- Müdürüm!
- Yine ne var?
- Üzülme müdürüm. Bugün içinde hüzün büyür, yarın sevinç büyür. Beyoğlu’nun bir arka sokağında Abbasın Yeri’ni bul. Güzel fal açarım. Beni polise vermediğin için teşekkür ederim.
SON



 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum