ERGÜN ALTAŞ YAZDI:CEPLERDEN NE HABER?

Aklıma esti mi yürürüm ben. Gideceğim yer uzak olmuş, yakın olmuş fark etmez.

ERGÜN ALTAŞ YAZDI:CEPLERDEN NE HABER?
30 Nisan 2012 - 22:52

 

CEPLERDEN NE HABER?

Aklıma esti mi yürürüm ben. Gideceğim yer uzak olmuş, yakın olmuş fark etmez.  Yeter ki aklıma essin. İşte esti, yürüyorum. Hava mis gibi, bahar almış yürümüş. Bugün yürümezsem ne zaman yürüyeceğim. Evden çarşıya gidiyorum. İki elim iki cebimde, ağzımda ıslık. Efkârım dağlardan yüce. “Uçun Kuşlar Uçun Burda Vefa Yok.”

Cebimde şıngır mıngır sesler. Cam bilyeler düşüyor aklıma, tornadan çıkmış gibi yusyuvarlak bir boy sapan taşları. Çocuk olmuş, ceplerimde oyuncaklarımı ararken buluyorum kendimi. Ceplerimdeki şıngırtıyı avuçluyorum. Bilye ya da sapan taşı; ne çıkarsa bahtıma. Bir avuç bozuk para çıkıyor. Bu hesapta yoktu işte. Gözlerimi açmış kapamış, büyümüşüm. Gazoz kapakları para olmuş. Dünden bugüne değişmiş ceplerimin yükü. Köprünün altından çok sular akmış. Bu akan sular, o bizim çimdiğimiz sular değilmiş.

Mezarlık boyu gidiyorum. Aklım karışık. Kuş sesleri şimdi o uzaklarda kalan iklime çağırıyor beni. Bu davete dünden razıyım. Ellerim ceplerimdeki bozuklukları evirip çeviriyor hâlâ. Bunlar değil aradıklarım, der gibi. Elime bir tespih geçince yitik oyuncağını bulan çocuklar gibi seviniyorum. Teselliyi, 33 lük tespihi “Sübhanallah!” diyerek 99’a tamamlamakta buluyorum.

Ceketimin ceplerine el atıyorum bu defa. Ne fındık fıstık var, ne güz ahlatları. Bir çakı bile yok. Olsa iyi olurdu. Şu camiin avlusundaki söğütten iyi bir düdük yapar, onu çalardım ıslık yerine. Gerçi düdüğün hası hayıttan olur ama, neyse idare edeceğiz artık. Biz bulduğuyla yetinmesini bilen çocuklardık. Belki bir dal keserdim at yapmak için. İki dakikada varırdım çarşıya. O da yok.  İki cepten birine bir kitap kurulmuş. Cebi kaplamış, el girmiyor içeri. Kitap böyledir. Gönül olmuş, cep olmuş fark etmez. Başkasını barındırmaz girdiği yerde.

Sıra ceketin iç ceplerine geldi. Bir küçük defter, kalemler, kalemler… İlk gençlik yıllarına ait bir aşk şiiri karalaması çıksaydı dünyalar benim olacaktı. Deftere baktım, bütün yekûnu havadan sudan şeyler. 

Ne hikmetse hiç şeker çıkmıyor ceplerimden. En çok buna şaşırıyorum. Şeker olmayan cebe, cep denir mi? Büyükler şeker yemez mi? Diyelim yemez. Hiç değilse küçük dostlarına ikram etmek için taşımazlar mı? Taşımazlar ya! Eski incelikler eskilerde kaldı. Biz büyüdük bozuldu büyü.

Pantolonumun arka ceplerinden birinde cüzdanıma rastlıyorum. İki üç banknot hepsi. Zulasını yokladım, kendi vesikalığım çıktı. Oysa ben ne ummuştum. Diğerinde bir ayna ile bir tarak olmalıydı. Bulamadım. Çoktan terk etmişler yerlerini.

Dedemin külotlu pantolonunun cep saati koymaya mahsus bir cebi vardı. Gözüm ondaydı. Bana da bu cepten dikin dedim. Büyüyünce dediler. Yelek cebine razı oldum. Ona da bir bahane buldular. Bir gün büyüyecek, dedemin ceplerinin aynı, kuyu gibi derin ceplerim olacaktı. Ceplerimde torunlarım için bozuk para ve şekerli çerez bulunduracaktım. En sevgili torunum için, en güzel şekeri kuşağımda saklayacaktım. Cep saatimi, tıpkı dedem gibi, gözlerimin hizasına kaldırıp şöyle bir bakacak, “Ajansa daha var.” diyecektim.

Olmadı. Ne cep kaldı, ne cep saati. El çantaları, bel çantaları çıktı. Cepler boşa çıktı. Şimdi ellerim boş ceplerimde, ağzımda kuru bir ıslık, yürüyorum. Çarşıya varır varmaz, bir çerçi bulacağım. Balon, düdük, çakı, tarak, ayna, bilye… Çocukluğumda kalan ne varsa alıp ceplerime dolduracağım. Çocuk neşemi kuşanıp çarşıyı bir baştan bir başa, alt üst edeceğim.

 

                                                                       Ergül ALTAŞ

 

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum