ÇİN VE RUSYA'NIN İSLAM KARŞITI ÇALIŞMALARI

Çarlik Rusya’nin Türk Halklarini İslam Dininden Uzaklaştirma Politikasi ve Bu Bağlamda Uygulamaya Koyduğu Yaptirimlar

ÇİN VE RUSYA'NIN İSLAM KARŞITI ÇALIŞMALARI
29 Mart 2013 - 11:13

ÖZET
Çarlık Rusya’nın Orta Asya’da yürüttüğü işgal siyaseti, işgallerin sebepleri ile işgal sonrası ( XI
X. yy.) kurduğu yeni düzende Türk halklarının durumuna değinilerek, Çar Hükümetinin işgâl sonrası başlattığı dini sömürü siyaseti ele alınmıştır. Bu bağlamda Çar Hükümetinin, İslam Dinine yönelik yaptırımlarına da ayrıntılı değinilmiştir. Ayrıca, Burhanist hareket konusuyla ilgili çıkarımlarda da bulunulmuştur.

ABSTRACT

The distraction politics of Russian Czardom on Middle Asia, the reasons of the distractions and the status of Turkish Publics in the new arrangement after the distraction. (XIX Century) and the politics of religious exploitation, after distraction, by Russian Government are discussed. From this point of view, the details of Russian Government’s sanctions on Islamism are explained. In addition, the inferences which are related the issue of Burhanist movement are also mentioned.

1.GİRİŞ

Türkistan’ın tamamen Rus istilası altına girmesiyle birlikte Çarlık idare sisteminin Orta Asya Türklüğüne uyguladığı idare ve eğitim sistemi Türk topluluklarını ruhani yönden birbirinden uzaklaştırmakla kalmadı aynı zamanda aralarına derin uçurumlar da koydu. Zaten, Türkistan’da uygulanan Rus kültür politikasının asıl amacı, yerli halkın düşüncesini, şuurunu ve hayat biçimini Ruslara yaklaştırmak ve Türkistan halkını parçalayarak onları ayrı ayrı milletler haline getirmekti.

Zamanımızda Çarlık Rusya’nın Türkistan’ı işgali ve bu bölgede uyguladığı sosyal, ekonomik ve siyasi politikaların ilmi açıdan araştırılması ve tutarlı birtakım sonuçlara ulaşılmasının gerekliliği günümüzde önemini büyük ölçüde korumaktadır.

İşte bu küçük çaplı araştırma, yukarıda sözü edilen amaç doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Konuya yaklaşım biçiminin gereği olarak önce Çarlık Rusya’nın Orta Asya politikası tartışılacak, daha sonra Çarlık Rusya’nın Altay Türklerine yönelik uyguladığı politika bu bağlamda değerlendirilecektir.

2. ÇARLIK RUSYA’NIN ORTA ASYA POLİTİKASI

XVIII. asrın ilk çeyreğinde Rusya; Baltık Denizi ve Karadeniz vasıtasıyla Avrupa’ya açılıp, Sibirya’yı işgal ederek, Doğu devletleriyle ticaret yapma yollarını araştırmaktaydı. Tabii ki, amacına ulaşabilmesi için öncelikle Kazak steplerinde kontrolünü sağlaması gerekiyordu. Kazak sahrasını Asya’nın anahtarı olarak gören I. Petro, Kazak yurdu için “Kazak Ordaları bütün Asya memleketlerinin anahtarı ve kapısıdır. Bu yüzden, bu ordaları kendimize bağımlı hâle getirmeliyiz”(Ataov, 1999: 27) diyor ve Rusya’nın gelecekteki politikasını da bu sözleriyle belirlemiş oluyordu.

Rus idarecileri, Kazak topraklarının Rusya’nın eline geçmesinden elde edilecek olan kazançlarını şöyle sıralıyordu: “1. Rusya imparatorluğu (bir damla kan dökmeden) birkaç yüz bin nüfusu kendine katacak; 2. Kazakların teslim olmaları güney-doğu ülkelerinin güvenliğini sağlayacak; 3. Bu dönemde Cungarlar hâlâ kuvvetli idiler ve Büyük Petro da en çok onlardan çekiniyordu. Kazakların itaati sağlandıktan sonra, Kazakları kullanarak Cungarlar’a karşı harekete geçmek ve onların kuvvetlerini zayıflatmak mümkün olacak; 4. Kazakların, devamlı isyan ederek hükümeti rahatsız eden Başkurtlara, Karakalpaklara ve Büyük Petro zamanında Rusya’ya büyük tehlike yaratan Hive Hanlığı’na karşı kullanılabilecekti” (Levşin, 1832: 70) Tabii böylelikle de onları durdurmak mümkün olacaktı.

Kazak cüzleri bu dönemde, Rus ve Çin imparatorlukları arasında sıkışmış bir vaziyet arz etmekteydi.1722 yılında Çar I. Petro, Kırgız (Kazak) Cüzleri Rus himayesi altına alınmalı ki; bunlar vasıtasıyla diğer bütün Asya memleketleriyle irtibat kurulabilsin ve Rusya için faydalı ve uygun tedbirler alınabilsin (Hayit, 1995: 45 - 46) diyerek bölgenin önemini de dile getirmişti.

Kazak toprakları üzerinde kale inşaatı, İvan Krilov idaresinde yürütülüyordu. Çar’ın, Krilov’a buyruğu: “Başkurtlara ve Kırgızlara (Kazaklara) güvenmeyiniz. Bu milletlerden biri Rusya’ya karşı ayaklandığı takdirde diğerini ona karşı kışkırtınız. Fakat bunun için taraflardan hiç birine silah vermeyiniz. Rusya’ya komşu olan diğer bütün devletler hakkında bilgi toplayınız. Cungarlar’ın hareketlerini gözetleyiniz ve Hive Hanlığı’yla savaşta Küçük Cüze yardım ediniz.” (Yelagin, 1991: 92) olmuştur.

Böylece Türk toplulukları ve Kazak Cüzleri arasına fitneler sokan Ruslar, bu anlaşmazlıklardan yararlanarak elverişli bölgelere Rus Kazaklarını yerleştirmiş ve 1821 yılına doğru, bölgedeki Hanlıkların çoğunu istila etmişti. Rusların güneye inmeleri de fazla uzun zaman almadı ve XIX. asrın sonlarına kadar işgaller tamamlandı.

Çarlık Rusya, Kazak topraklarında başlattığı sömürü politikasının ilk yıllarında yerel halkın “dinine özgürlük” tanıma siyasetini başarıyla gerçekleştirdi. Böylece yerel grupların güvenini kazanarak sömürü siyasetini daha da derinleştirdi. Dolayısıyla Çar Hükümeti, Kazak bozkırlarında mescit, medreseler yapıp, İslam dinine karşı gelmeyeceğini, tam tersine ona destek vereceğini göstermeye çalıştı.

Bu durumu, Kazak topraklarında İslam dininin genel durumuyla özel olarak ilgilenen memurların idari kurumlarına verdiği raporlardan anlamak mümkündür. İşte bu bahsi geçen raporların birinde Çarlık Rusya, izlemiş oldukları politikanın amacına yönelik “Han ve sultanlar ile bozkırlardaki etkili insanları kendi tarafımıza çekebilmekti” şeklinde açıklama yapar. Bunun için Çar Hükümeti, bozkırlardaki hâkimiyetlerinin ilk dönemlerinde siyasi menfaatlerine uygun olarak “Kırgızlara ve tüm Orta Asyalı halka, onların dinine karışılmayacağı yönünde güven verdi. İslam’a karşı sadece sabırlı olmakla kalmadı, İslam dinini koruma görevini de üstlendi.” (Jolseyitova, 2004: 8 – 10) şeklinde konu ifade edilmiştir.

Elbette, Çar Hükümeti’nin İslam dinine karşı yürütmüş olduğu bu koruyucu siyaset fazla uzun sürmedi. Türkistan’ın ilk genel valisi Fon Kaufmann “Bozkırda, İslam misyonerlerinin faaliyetlerine karşı çıkmıştır” (Yakovlev, Panarin, 1911: 115). Kaufmann’ın 6 Şubat 1876 tarihinde eğitim bakanı D.A.Tolstoy’a gönderdiği mektubunda; “Bana güvenilerek verilen genel valiliğin sınırlarında, Kazan Tatarlarının çeşitli Müslüman dinî eserleri satarak ticaret yaptıklarına dair bilgiler elime ulaşmaktadır. Bu türden dinî yayımlar, ucuz olması dolayısıyla sadece bölgedeki zenginlere değil, tüm göçebelere ulaşabilmektedir. Müslüman propagandasının dinî yayımlar aracılığıyla yapılıyor olması Orta Asya’daki Rus menfaatine, aynı zamanda eğitim bakanlığının taşra bölgelerindeki vazifelerine zararlı olduğu kanısındayım. Yıl geçtikçe İslam dini, Kırgızlar arasında Kazan Tatarlarının Müslüman dinî eserleri satması nedeniyle pekişmektedir. Sizden ricam: İç işleri bakanlığıyla irtibata geçmeniz ve Müslüman eserlerin yayımlanmasına sınırlama getirme konusunda gereken önlemleri almanızdır” (Jolseyitova, 2004: 10) diyerek konuyla ilgili olarak endişelerini açıklamıştır.

Kazak âlimi aynı zamanda eğitimci ve seyyah olan Şokan Valihanov kendisinin “Bozkırdaki Müslümanlık Hakkında” adlı eserinde: “Müslümanlık şimdilik bizim kemiğimize ve kanımıza sinmedi (...) Tatar mollalarının, Orta Asyalı işanların propagandası, halkımızın arasında gün geçtikçe Müslümanlığın yayılımını hızlandırmaktadır” (Velihanov, 1985: 560) sözü Türkistan’ın ilk genel valisi Fon Kaufmann’ın endişelerinde haklılığını tasdik eder niteliktedir.

Çar Hükümeti’nin, eğitim alanında izlediği Ruslaştırma siyasetinde en yakın destekçisi Ortodoks Kilisesi ve onun misyonerleri olduğu bilinmektedir. Doğu halklarını vaftiz etme, Ruslaştırmaya ilişkin 1842 yılında Kazan Şehri’nde açılan dinî akademi, hükümetin en güvenilir kurumu durumundaydı. 1854 yılında Kazan Dinî Akademisine bağlı olarak özel misyoner bölümü açıldı. Onun başkanı olarak Kazan şehrinin Başpiskoposu Grigorii (Postnikov), üyeleri olarak da Kazan Üniversitesi’nin Profesörü A.Kazembek ve dinî akademinin öğretim üyeleri G.Sablukkov ve Nikolay İlminskiy tayin edildi. Onlar, Arap, Fars ve Türk dillerini bilen iyi yetişmiş misyonerlerdi (Omarov, 1997: 16 – 17).

O günleri yaşamış olan Kazak âlimlerinden Ibıray Altınsarin, bahsi geçen Kazan dinî akademisiyle ilgili “2 Haziran 1847 tarihinde Çar Hükümeti’nin izniyle Kazan dinî akademisine bağlı olarak (Tercümanlar komitesi) kuruldu. Onun başına Nikolay İlminskiy geçirildi. Tercümanlar komitesinde E. Malov, Nikolay Petroviç Ostroumov, N. Zolotnitskiy, V.Trofimov, İ.Yakovlev, N. Bobrovnikov, V.Katarinskiy gibi Müslüman halklarının dilini, dinini, örf - âdetlerini, yaşam tarzı ve koşullarını iyi bilen kişiler görev aldı. Tercümanlar komitesinin esas amacı; Ortodoks Kilisesinin dinî kitaplarını doğu halklarının diline aktararak onları vaftiz etme, Hıristiyan dinine geçirmekti. Bu amaçla doğrultusunda çalışan görevliler üç yüz yedi kitabı Rus olmayan halkların diline çevirip yayımladı. Çevirisi yapılarak yayımlanan (307) kitabın iki yüz seksen sekizi dinî içerikli kitaplardı” (Komisyon, 1991: 107) demektedir.

Çarlık Rusya’nın egemenliği altında bulundurduğu halklar için dinî kitapların çevirimine büyük önem vermesinin bir sebebi Tatar Türklerinin etkisini bu coğrafyada kırmak ise, diğer sebebi XIX asrın ortalarındaki Kazak toplumunda Özbek, Tatar gibi Türk halklarına kıyasla İslam dininin henüz tam olarak benimsenmiş olmamasıydı. Kazak Türklerinin arasında Şamanist inanç, örf ve geleneklere bağlılık söz konusuydu. Kazak halkının dinî inancındaki bu özelliği hisseden Çar Hükümeti’nin misyoner âlimleri de elbette ki kendi amaçlarınca yararlanmak istedi (Ulfet Jurnalı, 1906). Örneğin, 1860’lı yıllarda N.İ.İlminskiy: “Kazaklar, Müslüman değil Şamandır. Dolayısıyla onları Ortodoks Hıristiyan dinine geçirmek kolay olacaktır” diyerek hükümeti inandırmaya çalışmıştır (Ulfet Jurnalı, 1906). Türkistan bölgesinde özellikle eğitim konusunda yaptığı faaliyetleriyle tanınan N.P.Ostroumov (Ortodoks Misyonerler Birliğinin) yirminci yıl arifesinde: “ Göçebe halklar Hıristiyan dini ve kültürünü kabul etmekte istekli mi?” konulu panelde, misyonerlerin asıl dikkatini Kazak bozkırları ve Türkistan Bölgesine çekmiş ve “Rusya’ya bağlı Asyalı göçebelerin, insani ve kültürel açıdan gelişmesi ve Ortodoks Hıristiyan Rus halkıyla birleşebilmesi için Hıristiyanlığı kabul etmekten başka yolu yoktur. Eğer Asyalı göçebeler, Hıristiyanlığı kabul etmezlerse, gelişemeyip Müslümanlığı kabul edecekler ve devletimizin doğal gelişmesini yavaşlatıp, siyasi bütünlüğünü ve üstünlüğünü de tehlikeye atacaktır” (Ostroumov, 1886: 15 – 17) demiştir.

N.İ.İlminskiy ve N.P.Ostroumov gibi misyonerlerin gayretleriyle Kazaklara ve Orta Asya Türklüğüne karşı misyonerlerin şiddetle üzerinde durdukları konu, Türk halklarının kullandığı alfabenin değiştirilmesi gerekliliğiydi. N.İ.İlminskiy ve N.P.Ostroumov’un düşüncelerine göre: “…Alfabe her zaman din ile birlikte kabul edilmiştir. Örnek olarak, Batı Avrupa, Latin Alfabesini Latin Kilisesi; Ruslar, Kril Alfabesini Slavyan Kilisesi aracılığıyla kabullendi. Tatarlar, Kazaklar ve diğer Türk halkları da Müslüman ülkeler gibi Arapçayı Müslümanlıkla birlikte kabul etmişlerdir. Arapça, Türk halklarını Müslümanlığa yaklaştıran oldukça önemli bir faktördür. Bundan dolayı, Türk halklarının yazısını yürürlükten kaldırır ve yerine Kril Alfabesini koyarsak hem Hıristiyanlığa geçişleri sağlanır hem de Müslümanlıktan uzaklaşmış olurlar. Böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş olur” (Jolseyitova, 2004: 11) diyerek görüş bildirmişlerdi. O zamanlarda böyle bir şey yapılmadı belki ama bu fikirlerin unutulmadığı çok geçmeden belli oldu. İ. Stalin zamanında1930–1937 yılları arasında yaşanan katliam ve sürgünlerden sonra, diğer bir deyişle halk aydınlarının büyük kısmının ortadan kaldırılışıyla Latin Alfabesinin yerine Kril Alfabesi yürürlüğe konuldu (Mekemtas, 1993: 110 – 111).

Çarlık Rusya’da okul ve medrese açmak için izin, ancak açılacak olan okul veya medresede Rus dili öğretmenleri mevcutsa verilirdi. Türkiye’de, Buhara’da ve diğer doğu ülkelerinde eğitim alanların imparatorluktaki okul ve medreselerde öğretmenlik yapması yasaktı. Müslüman okullarında çocuklarının eğitim almalarını isteyen velilerin ise okul müdüriyetinden izin aldığına dair elinde belge olmalıydı. Çocuklarının Müslüman okullarında okumaları için belge almayı kabul etmeyip, çocuklarını okul ve medreselere göndermeye kalkan veliler hakkında kanuni işlem yapılırdı. Çarlık Hükümeti’nin emirlerine karşı gelen velilere ilk seferde para cezası, aynı suçun ikinci kez tekrarlanması halinde hapis cezası verilirdi. Eğer veli, kurallara uymamakta ısrar ederse, çocuğun Müslüman okullarında eğitim almasına kesin olarak yasak getirilirdi (Jolseyitova, 2004: 14).

1875 yılında hükümet; Türkistan Bölgesindeki tüm Müslüman okullarının bölge okul idaresinin denetimine verilmesine ilişkin genelge yayınladı. Eğitim bakanlığı da 1879 yılında halk okulları müfettişlerine yerel okulları nasıl teftiş etmeleri gerektiği konusunda birtakım talimatlar verdi. Ancak o sıralarda Türkistan genel- valisi olan Kaufmann bu konuda yönetimden biraz daha farklı düşünmekteydi. Kaufmann’a göre, Müslüman okullarına müdahale gereksizdi. Çünkü hükümetin maddi yardımı olmadan bu okulların ayakta kalabilmesi mümkün değildi. Bu nedenle okul ve medrese konularına Rus memurların karışmasını uygun bulmuyordu. Kaufmann, hizmete girmiş olan Rus okulları sayesinde bölgede Müslümanlığın âdeta direği haline gelen okul ve medreseleri, günlük hayattan barış yoluyla çıkarmaya büyük önem verdi (Jolseyitova, 2004: 14).

1884 yılında Türkistan Bölgesi’nin genel valiliğine tayin edilen Rozenbah’ın daha görevine başlar başlamaz verdiği ilk talimat “Göçebeler arasında Müslüman propagandasını denetleyecek bir komisyonun kurulması” olmuştur. Bu komisyona, Sırderya Eyaleti’nin askeri valisi Grodekov önderlik yapacaktı. Komisyon, kısa zaman içerisinde gerekli araştırmalarını tamamlayarak sonucu genel valiye bildirecekti. Komisyon, göçebeler arasındaki Müslümanlığa engel koyma faaliyetlerini düzenlemekten daha çok Müslümanlık geleneğinin koruyucuları olan okul ve medreselere önem verilmesini ve kesinlikle Müslüman okullarının Rus devletinin kontrolü altına girmesi gerektiğini savundu (Jolseyitova, 2004: 14).

Çarlık Rusya’da, imparatorlukta yaşayan millet ve halkların Çar Hükümeti’nin siyasetine itirazını dizginlemek amacıyla da çeşitli faaliyetler yürütülmüştür. Özellikle Kırgızları (Kazak), Tatarların manevi etkisinden uzaklaştırmaya, Kırgızların Tatar halkıyla kaynaşmasının önüne geçilmesine yönelik faaliyetleri, Çarlığın asimilasyon politikasında sonuç veren başarılı girişimlerindendir. “Müslüman çocukların beraberce aynı okulda eğitim almasına karşı çıkan Çarlık Rusya, Tatar okullarında eğitim almakta olan Kırgız (Kazak) çocukları okuldan çıkartmakta bir an bile tereddüt etmemiştir” (Arşiv belgesi).

Türkistan Bölgesi’nin genel valisi olan Rozenbah ile İslam Dini’ne yönelik mücadelenin değişen seyri, Türkistan Bölgesi genel valisi Duhovskiy’in yönetime gelmesiyle beraber çok daha farklı bir boyut kazandı. Duhovskiy, Türkistan Bölgesi genel- valiliği görevinde kaldığı sürece, İslam dinine karşı daha kalıcı ve sonuç verici tedbirlere ağırlık verdi. Duhovskiy, İslam dini ve Çarlık yönetiminin egemenliği altında yaşayan halkları Ruslaştırma konusundaki görüşlerini 1899 yılında Çar Hükümeti’ne gönderdiği “Türkistan’daki İslam” adlı raporunda açıklamıştır. Raporda üzerinde durulan meseleler ise, sert çözüm yollarından kaçınılıp halkın iç dünyasını, şuurunu ele geçirmeye yönelik faaliyetlerin üzerinde durulmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Ayrıca, özellikle tıbbi hizmetleri genişletip diğer halkları kendilerine bağlamak, karışık nikâhları (Rus ve diğer halklar arasındaki) desteklemek, tercümanların rolünü zayıflatmak, resmi evrakların tamamını Rus diline geçirmek gibi önemli uyarı ve önerilerde (Jolseyitova, 2004: 16) bulunmuştur.

Türkistan genel valisi Duhovskiy 1898 yılında Askeri Bakan’a bölgedeki tüm Müslüman okullarının kaydının yapılması gerektiğine ilişkin teklifte bulunmuştur. Bu şekilde Müslüman okullarını, bölgesel idarenin emrine vermek mümkün olacaktı. Amaç, yerel halka Rus kimliğinin benimsetilebilmesidir. Genel vali, Rus devletinin kuvvet ve kudretinin sembolü olarak okul ve medreselerde imparator portresinin asılmasına yönelik denetimlerin üzerinde de hassasiyetle durmuş ve görevin icra edilmesinde tüm sorumluluğu halk okullarının müfettişlerine vermiştir. (Jolseyitova, 2004: 16 – 17). Ne var ki, imparatorun portresinin okullarda asılmasını yerel halk pek desteklememiştir. Müslüman halkları bu durumu, dinlerine karışmak olarak algılamıştır. Sonuç olarak 1898 yılında Andican ’da ortaya dinî nitelikte ve Rus yönetimini hedef alan isyan çıkmıştır. İsyanı bastıran Çar Hükümeti konunun üzerine büyük bir kararlılıkla gitmiş, okul ve medreselerin hizmetlerine yönelik denetimleri arttırmıştır (Jolseyitova, 2004: 17).

Çar Hükümetinin Orta Asya Türk halklarına, eğitim alanında uygulamış olduğu bu siyasetin esas amacını Çarlık Rusya’nın eğitim bakanı Tolstoy 1870 yılında “ Ülkemizdeki Rus olmayan diğer tüm unsurları eğitmemizdeki asıl amacın onları Ruslaştırma ve Ruslarla kaynaşmasını sağlamak olduğundan hiçbir zaman şüphe edilmemelidir.” (Omarov, 1997: 16) sözleriyle izah etmiştir. Sadece Çarlık Rusya’da olmayıp tüm emperyalist devletlerde eğitim-öğretimin üzerine neden bu kadar düşüldüğü de sanırım anlaşılabilmektedir.

3. ÇARLIK RUSYA’NIN ALTAY TÜRKLERİNE YÖNELİK UYGULADIĞI POLİTİKA

Altay’da da Çarlık Rusya’nın baskısı hissedilebiliyordu ve Orta Asya’daki Rus siyaseti bu coğrafyada da yürürlüğe konmuştu. Konuyla ilgili olarak D.V. Katsyuba, “1828 yılında kabul edilen Altay Ruhani Misyonu, 100 yıldır Teleut, Şors, Altay ve Doğu Sibirya’nın diğer Türk halklarına, Ortodoks Hıristiyanlığını öğretmeye çalıştı. Misyonerlerin yaptıkları bunlarla da sınırlı kalmadı. Misyonerler, kilisede söylenen ve diğer okunan edebî eserleri Altay diline çevirip, diğer yandan da yerlilerin içinden papaz yetiştirme çabasında oldular. 1858 yılında misyoner V.İ.Verbitskiy, Altay misyonerlerinin parasıyla ağaçtan bir kilise ve yabancılar için de küçük bir okul kurdu. Bu okulun adı “Biylerin Akait Lisesi” ve “Kazan Ruhban Mektebi”dir. Bu okullarda misyoner ve din adamları yetiştirildi. İsimlerini verdiğimiz misyoner okullarına Altay’ın en başarılı öğrencileri gönderilmiştir” (Katsyuba, 1993: 95 - 96) diyerek, Rusya’nın asimile etme çabalarını da gözler önüne sermiştir.

Çarlık Rusya’nın sömürü politikası sadece bununla bitmedi. Özellikle Rus göçmenlerin Altay’ın verimli topraklarına yerleştirilmesi sonucu Altay halkı sefalete terk edildi. Böylece Çarlık düzenin yöneticilerine tüccar ve ruhanilerine bağımlı olan ve doğa olaylarına karşı sigortalanmamış, ekonominin ilkel usulleriyle yaşamaya çalışan Altay halkı, Ruslar tarafından ücra yerlerde yaşamaya mecbur edildi. Modern dünya ile aralarında tarifi mümkün olmayan uçurumlar ortaya çıktı. Altay halkı buğday ekip, ekmek yapacak hatta ve hatta ekmek pişirecek ocağı dâhi olmayan, hayvancılıkla geçimlerini sağlayan yarı yabani kabilelere benzedi. Bunun sonucunda da onlar, şiddetli tabiatla baş başa kaldılar ve kendilerinin küçük ve korkunç tanrılarını (Şamanizm inancındaki tanrılar) sayıp onlara inandılar (Pavloviç, 1994: 41).

Şamanlar ise, zaten kötü olan Altay halkının ekonomisini daha da kötüleştirdi. Konuyla ilgili olarak L.P. Potapov’ın değerlendirmesi şöyledir: “…Şamanizm, dar gelirli insanlardan, hayvan kurban etmesini isteyerek, onları zor duruma düşürmekteydi. Hatta onları iflas ettirmekteydi. Ayrıca; şaman, kurban edilen hayvanın etinden aslan payını almasının yanında, kazancı bununla bitmemekte ve yaptığı âyin için de para alarak servetine servet katmaktaydı” (Potopov, 1953:309 - 310) demektedir.

Bu baskı, şiddet ve beraberinde gelen yoksulluk nedeniyle XX. yy.’ın hemen başlarında Altaylar’ da tarihe, etnografyaya ve edebiyata Burhanizm adıyla giren hareket ortaya çıktı. Bu harekete katılanlar ilk başta Altay’da şaman (kam) ve kurban törenlerini kabul etmedi (Maydurova, 1995: 101 – 103). Burhanizm, Şamanizm’e, tutumluluğuyla ve daha iyi hayat sürmeye olan çağrısıyla karşı çıktı (Yaş ormanı kesmeyin, genç hayvanı öldürmeyin vs.). Bundan dolayı Burhanizm, Altaylıların ekonomisine ve ilgisine son derece uygundu (Pavloviç, 1994: 42 – 44). Fakat halkın öfkesi sadece Şamanizm’e ve Şamanlara değil bütün sömürücülere karşı olduğundan Burhanist hareket kısa zamanda anti – Rus bir görünüşe büründü ve Hıristiyanlığa, ruhani misyonerlere karşı da tavır aldı (Pavloviç, 1994: 42 – 44).

Koydukları kurallarını korumakta son derece katı bir tutum sergileyen Çarlık Rusya, Burhanistler olarak nitelendirdiği bu ayaklanmacıların ekonomik ve siyasi özgürlüklerine kavuşmak uğruna mücadele eden bir gurup vatansever olduğu gerçeğini gizleyerek, Burhanistler olarak addedilen grubun üyelerini yeni bir dinin temsilcileri olarak lanse edip, Altay halkının onlara destek vermesine engel oldu. Bu ayaklanmanın bir benzeri Çarlık Rusya’dan hemen sonra yönetimi ele geçiren Sovyetler Birliği zamanında da görülmüştür.
Olayın çıkışı kısaca 1917 Ekim devrimine ve devrimle birlikte gelen görüşlere dayanıyordu. Rusya Halklarının Hakları Bildirisinde, “Rus Çarlığı, hâkimiyeti altında yaşayan halklara eşitlik, muhtariyet, hatta bağımsız memleketler teşekkülüne kadar varan haklar verecektir” (Tursunov, 1962:158) şeklindeki açıklamalar söz konusuydu. Fakat bırakın söylediklerini yapmalarını beklemeyi, Sovyetler Birliğinin kurduğu sömürü düzeni Çarlık rejimini arattı.

Orta Asya Türklüğü 16-21 Nisan 1917 tarihleri arasında (Muhtariyet) fikrini tartışıyordu. Kongre “Şura-yı İslamiye ” tarafından organize edilmişti. Bu kongrede Mustafa Şokay, Rusya’nın vereceği ziyanı önceden fark etmiş olmalı ki, “muhtariyeti ilan etmek Rusya’ya savaş ilan etmekle aynı anlama gelir” (Komisyon, 1998: 125) şeklinde görüş bildirmişti. Mustafa Şokay’a göre: “Acele etmek durumumuzu daha da ağırlaştırır. Bizde yetişmiş adam yok, tecrübe yok, imkân yok, ordu yok! Bağımsızlığımızı ilan etmek kolay, bizim içinde bulunduğumuz şartlarda bağımsızlığımızı muhafaza etmek zordur. Gelecek hakkında düşünüyor musunuz?” (Çokayeva, 2000: 76) sözleriyle halkına endişelerini aktarmıştır. Mustafa Şokay gibi düşünenler eğitim ve kültür alanında muhtariyet almak taraftarıydı. Çoğunluk maalesef Şokay gibi düşünmedi ve 27 Kasım 1917 gecesi IV. Türkistan Müslümanları Kongresi’nde toprak muhtariyetini ilan etti (Kara, 2002: 128). Türkistan Muhtariyeti tarihte Hokand Muhtariyeti olarak da anılır.

19 Şubat 1918 yılında Hokand Devrim Savaş Komitesi, özerk hükümetin kendi kendisini fes etmesini istedi. Hükümet başkanı Mustafa Şokay bu ültimatomu reddetti. Kızıl Müfreze ve Ermeni Daşnaksutyan Birlikleri 20 Şubat 1918’de saldırı düzenledi. Saldırı sonucu özerk hükümet dağıtılarak 9 gün boyunca yağmalandı (Hayit, 1997:33-34). Kurtulabilenler Fergana Dağları’na kaçarak 1928 yılına kadar Sovyetlerin Basmacı olarak nitelendirdiği gerilla savaşını devam ettirdiler. (Çokayeva, 2000: 64).

Halk, Basmacıları Sovyetlerin sömürü, katliam ve aşağılayıcı tutumlarına karşı durabilecek tek güç olarak görüyordu. Bundan dolayı Basmacılar, çok geçmeden geniş halk kitlelerinin desteğini aldı (Kongratbayev, 1994: 82). Sovyet tarihçilerinden A.İ.Zevelev, “Halk, bu savaşın ümmet-i İslam’ın hür yaşaması için yapıldığını din adamlarının gayretleri sonucu anlamıştı” (Zevelev, 1956: 103) sözleriyle Basmacılara verilen halk desteği izaha çalışmıştır. Fakat Napolyon Bonapart’ın: “Feodaliteyi top öldürdü, modern dünyayı da mürekkep öldürecek” (Uçar, 1996: 276) sözünü kendilerine düstur edinmiş olan Sovyetler, Basmacılara karşı hem askeri güç kullanarak hem de basından yaptığı çok yönlü bir karalama politikasıyla “Türkistan Türklerinin Özgürlük Mücadelesini” baltalamıştır.

Çarlık Rusya ise, Burhanistlerle mücadelesini abartarak, Burhanistlerin geniş halk kitlelerinin desteğini almasının önüne geçmiştir. Konuyla ilgili olarak A. G. Danilin; Altay halkının, Çarlık Rusya’nın sömürü siyasetine karşı başlattığı ayaklanmanın (1904 yılında meydana gelmiştir) bastırılmasında o gün için elde bulunan bilgilerin sınırlı olması, Çet Çelpanov’un rolünün abartılmasına yol açtığını söylemekte ve konuya devamla 1931 yılında Burhanizm’in sosyal – ekonomik tanımlanmasının gerçeği yansıtmadığını ve araştırmacıların Burhanizm hareketinin yorumunu “Milli Kurtuluş Hareketi” olarak açıklarken ileri gittiklerini ve Burhanist hareketi, dinî hareket olarak betimlediklerini (Danilin, 1993: 35) söylemiştir.

Yukarıda vermiş olduğum bilgilerden de anlaşılacağı üzere Burhanist hareket ve Basmacı hareketi özünde aynıdır. Her iki hareket de, sömürü düzenine karşı ezilen halkın yönetime karşı tutumunu sergilemektedir. Çarlık Rusya ve Sovyetler, her iki ayaklanmayı da aynı şekilde, aynı yöntemlerle bastırmıştır. Fakat Burhan hareketini gerçekleştiren kesimin yeni bir dini kabul etmiş olabileceği ihtimali de yok değildir. Burhanist olarak adlandırılan ayaklanmacıların hangi dine mensup oldukları konusu şu an için aydınlığa kavuşmamış olmakla birlikte, kaynaklarda bu konularda sınırlı da olsa bazı bilgiler bulunmaktadır. Şimdi bu bilgilere kısaca değinelim:

Altay’a ticaret için Tatarların geldiğine ilişkin rapor dolayısıyla İlminskiy, Tomsk piskoposu Makri’ye gönderdiği mektubunda: “Tatarlar, ne zamandan beri, kimin izniyle ve hangi nedenle sizin Altay’a geliyor? Eyalet valisi aracılığıyla Müslümanların ve Budistlerin Altay’a ve hatta sınır şehirlerine bile girmesini yasaklayacak bir sistem oluşturamaz mısınız? (...) Ben, Tatarlarla ilgili konuyu yukarıya açmak istiyorum ve onların Altay’dan tamamen çıkarılması yönünde girişimde bulunmalarını rica edeceğim” (Danilin, 1993: 35) demiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere N. İ. İlminskiy’in Altay’a İslam dininin girmesi konusunda endişeleri vardı.

www.tasam.org/

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum