Türkistan kavramı Üzerine

Türkistan kavramı Üzerine
07 Nisan 2024 - 09:57

Osmanlılar açısından Türkistan kavramı

Prof. Dr. Mehmet Akif Erdoğru

Osmanlı resmi yazışmalarında, 16. Yüzyılın başlarından itibaren, Farsça ‘Türklerin ülkesi’ anlamındaki ‘Türkistan’ sözcüğünün kullanıldığı belgelenebiliyor. Osmanlı devlet yazışmalarında, Türkistan beyi, -Hanı, -elçisi, -sefiri, -hacıları, -hâkimi, -memaliki, -sefiri, -Bankası (İstanbul’da), -fırkateyni, -gazetesi, - meselesi, -umum valisi, -Müslümanları, -Cemiyeti (Londra’da), -uleması, -vapuru, -feleketzadeganı, -ianesi, -muhaciri, -eşrafı, -yiğitleri gibi farklı tarih deyim terimlere rastlanır. Osmanlılar açısından bu sözcük hem coğrafi hem de siyasi anlam içerir. 1513 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde Burunduk Han’ın, Türkistan beyi olduğu ifade edilir ki, bu han, bilindiği gibi, Giray’ın oğlu olan Kazak Hanı’dır (1480-1511). 1566 tarihli başka bir yazışmada, Osmanlılara ait Basra eyaletindeki gediklerin Yerli ve Arap taifesinden alınarak, ‘yarar Türkistan ve Kürdistan yiğitlerine’ verilmesi emredilir. Bu durumda, Osmanlı ordusunda, Basra coğrafyasında, Kanuni devrinde, Türkistanlı askerlerin istihdam edildiği gibi bir sonuç ortaya çıkar. On sekizinci yüzyılda Osmanlı idaresinin Kazak Hanlarının idare ettiği bölgeye Türkistan demeye devam ettiği anlaşılıyor. 1714 tarihli bir belgede, Kazak Hanı Gaib Muhammed Han, Türkistan Hanı olarak zikrediliyor. Onun İstanbul ve Edirne’ye gönderdiği elçiler de ‘Türkistan elçisi’ olarak tanımlanıyor. Aslında, Türkistan sözcüğü, İstanbul’da daha çok Hoca Ahmed Yesevi’den dolayı biliniyor. Onun Türkistan’daki (Yesi) külliyesine ve Yesevi’nin neslinden gelenlere itibar ediliyor. 1848 tarihli bir belgede, ‘Türkistan mütemekkinlerinden Yesevi’nin sülalesinden Hacı Paşa Hoca bin Abdullah’a, İstanbul’dan Hicaz’a hacca azimetinde yardım edilmesi gerektiğinden’ söz edilir. Burada kastedilen Türkistan, Yesevi’nin mezarının bulunduğu Yesi şehridir. Osmanlı bürokrasisi, Türkistan ile bağlantılı birçok tarih deyim ve terimi üretmiştir. Bu terimlerin bir kısmı, başlangıçta, Arap ve Fars coğrafyacıların eserlerinden alınmadır. Bir kısmı da Avrupa devletleri (İngilizler ve Fransızlar) ile temasın bir sonucu olarak, çeviri yoluyla, Türkçeye girmiştir. Bir kısmı da Orta Asya ile temasın bir sonucu olarak Türkçe’ye girmiştir. Örneğin, 1914’te Taşkent’te yayımlanmakta olan Sada-yı Türkistan gazetesinden Osmanlı âlim ve idarecilerinin haberdar olduklarını belirtelim. Türkistan bölgesinden İstanbul’a, Astarhan-Kırım yoluyla, çok sayıda Müslüman hacı gelmekteydi. ‘Türkistan hacıları’, Osmanlı memurlarının iyi bildiği ve yazışmalarda sıkça kullandığı bir kavramdı.

Ünlü Türkolog Barthold, Rus bakış açısıyla, bu kavrama şu anlamları yüklüyor: Bunlardan biri, Türkistan’ın, ‘İran ve Afganistan’ın kuzeyinde kalan Orta Asya topraklarını tanımlayan bir isim’ olduğunu belirtir. Kabaca Maveraünnehir bölgesine denildiğini, İran ile Maveraünnehir sınırının siyasi şartlara göre değiştiğini belirtir. Bu sözcüğün, Ruslar tarafından değil, 19. Yüzyılda Afgan ve İranlıların kullanımını benimseyen İngilizlerin tarafından bilimsel terminolojiye sokulduğunu söyler. Gerçekten de 19. Yüzyıl İngiliz resmi raporlarında ‘Turkestan’ kullanımı çok yaygındır. Edebiyat ve seyahat kitaplarında ise, Rus Türkistanı, Afgan Türkistanı ve Çin Türkistanı kavramları kullanılmıştır. Barthold’a göre, bu sözcük, Ruslar açısından sadece idari bir anlam ifade eder. Ruslar, 1867’de, merkezi Taşkent olan, Türkistan Genel Valiliğini (guberniya) kurdular. Batı ve Doğu Türkistan ayırımları da yapıldı. 1886-1877 yılları arasında, Ruslar, bu terimle oynadılar ve daha çok coğrafi bir anlam yüklemeye çalıştılar (Barthold). 1917’de Ceditçiler tarafından ‘Türkistan Otonom Hükümeti’ (Kokan Otonomiyası) adıyla bir devlet kurulunca, bu kavram, siyasi bir anlam kazandı. Sovyetler, 30 Nisan 1918’de bu hükümeti yıktılar. 1924’te Stalin, Türkistan terimini, Sovyet basınında sadece Yesi şehrinin ismi olarak kullanılmasına izin verdi. Barthold, ikinci olarak, Türkistan sözcüğünün, Kuzey Afganistan’ın Türklerle meskûn olan yerin ismi’ olduğunu belirtir. Belh ve Mezar-ı Şerif bölgelerinin 18. Yüzyılda Özbek ve Türkmenler tarafından Türkleştiğini ifade eder.

Osmanlı bürokratları, 20. Yüzyılın başlarında, Çin Türkistanı ‘Türkistan-ı Çini’ kavramını, resmi yazışmalarda kullandılar. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu kullanım devam etti. Afgan Türkistan’ın kullanımın çok yaygın olmadığı anlaşılıyor. Osmanlı idaresinin Doğu (Şarki) Türkistan kavramını kullandığı ama Batı (Garbi) Türkistan kavramını kullanmadığı anlaşılıyor. Osmanlı idaresinin Türkistan yerine, Orta Asya, Asya-yı Osmani, İç Asya, Merkezi Asya ve Asya-yı Vusta gibi kavramları kullanması, Osmanlı devletinin diğer devletlerle olan uluslararası ilişkilerine bağlı olarak değişmiştir. Her egemen güç, kendi terminolojisini üretmiştir.


 


 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum