Cengiz YEZİZ: SPİL DAĞI VE MAĞNERALAR

Spil’in doruklarından dökülen dere, düzlüğe ulaşmadan evvelki rampada kurulu değirmenin havzasında birikir.. içinde sıra-sıra dizili koca çınar ağaçlarıyla birlikte uzar gider Gediz’e dökülürdü.

Cengiz YEZİZ: SPİL DAĞI VE MAĞNERALAR
29 Kasım 2014 - 22:11

SPİL DAĞI VE MAĞNERALAR

 

Spil’in doruklarından dökülen dere, düzlüğe ulaşmadan evvelki rampada kurulu değirmenin havzasında birikir.. içinde sıra-sıra dizili koca çınar ağaçlarıyla birlikte uzar gider Gediz’e dökülürdü.

Mayıs ayına girmiştik. Baharın ilk günleri. Hava kapalı. Manisa çise-çise yağmur altında. Çaybaşı deresi bir coşmuş’ki sorma. Koca çınar ağaçları heybetli ve dingin, dizilmişler dere yatağına. Çoğu yapraklarını yeni tamamlamış yeşil-yeşil. Yoğun çise altında koyu yeşile dönüşmüşler.

Çocukluğum buralarda geçti. O zamanları daha bir coşkulu akardı dere. Eski değirmenin altında çok su birikirdi. Göl gibi olurdu. Önünde doğal set oluşmuştu. Bütün gün orda yüzerdik. Ve koca yazı buralarda geçirirdik. Bizim için bir eğlenceydi. Ta’ki yüzmekten helak olur, karnımız acıkır, aklımız döner, evi o zaman hatırlardık. Kendimizi eve zor atardık. İşte o yaşlardaydık. Mağarayı keşfettik. Üç dört arkadaş, Resul ve ben. Biz iki kafadardık. Hemen önünde kümeleştik. Deli bir merak başladı. ilk lafımız:

“Bu mağara nereye kadar gidiyor acaba”

Bu gerçek mağara’mı? Gerçek mağara buralarda olmaz”

Gelin biraz içerilere gidelim”

Konuşmalar böyle devam eder giderdi, cesaret edemezdik içeri girmeye. O gün bu kadarıyla yetindik.( Yıllar sonra buranın efsanesini şapkalı adamdan dinlediğimde; şimdiki şaşkınlığımın pek ciddiye almaması gerektiğini idrak edemediğimi fark ettim.)

Tarihte bazı bölgelerin efsanelerle süslendiğini, yoğrulduğunu biliriz. Bilakis bunu batılı kaynaklar çok iyi yapıyor. İster yazılı kaynaklar olsun, ister kalıntılar olsun Mitoloji ile ilgili binlerce doküman mevcuttur. En bariz örneği Meksika’da bulunan tabletler. Yine yazılı kaynaklara göre; Manisa binlerce yıl önce kurulmuş ve ilk olimpiyatların yapıldığı kent olarak bilinir. Ve Yerleşik düzene geçilen ilk bölge olarak ta kayıtlara geçmiştir. Bünyesinde barındırdığı mitolojik değerlere, efsanelere ışık tutan, vakalarıyla dünyada kendini kabul ettiren, ender çoğrafi bölgelerinden biridir. Evet; bunlar yetmez mi? Yetmez mi? Manisa’nın gizemli tarihini anlatmaya. Ve yine yetmez mi?  Mağnera’ların helakıyla oluşan  küllerin nasılda eriyip madene dönüştükleri anlatmaya. Yetmez mi?

Bir gün haberlerde şunu duyabilirdiniz. Spil dağının Kat-kat  altında Mağnera adında küçüç-küçük yaratıkların yaşadıklarının kanıtı bulundu…. Atlantis’ten Kalma son canlılar neden  yok oldu? Tantalos ve Niobe  Zeus’un tufanlardan korunmak için spilin dehlizlerinde’mi saklandılar. Evet bu kadar sebep ve döküman varken es geçmek olmaz. Taşları gediğine koymak gerekirdi.

Evet; efsaneye geri dönecek olursak. Mağnera’lar küçük-küçük yaratıklardı. Spil dağının altında yaşarlardı. İnsanlarla ilişkileri gayet iyiydi. Tabi onları anlamak; üstün veraset, öngörü ve bilgelik gerektiriyordu. Sadece o kişiler anlayabiliyor, iletişim kurabiliyor ve onların yeteneklerinden yararlanabiliyordu. Mağnera’lar toprakla beslenirlerdi. Bu yüzden o bölgedeki toprağın büyük bölümünü yok olmuştu. Tek gıdaları topraktı. Yaptıkları dışkılarla açılan boşlukları doldursalar da bu yeterli olmuyordu. Ve zamanla spil dağının altı boşalabilir, spil çöke bilirdi. Tabi bu böyle uzun sürmedi, onlarında nesilleri tükendi. Mağnera’ların bıraktığı dışkılar yıllar içerisinde reaksiyona uğrayıp maden dönüştü. O madeni hale bilen yok. Henüz keşf edilmemiş. Sipilin altında yüzlerce yıl süren yaşamları; büyük İskenderin ziyaretiyle son bulmuştu ve bu büyük iskenderin’de sonu olmuştu.

Büyük İskender kırk katır yükü altınla Manisa’ya yola çıktığında; tekrar geri dönemeyeceğini asla tahmin edememişti. Kırk katırıyla, askerleriyle büyük kapıdan sipil dağının içine girdiğinde; zamanda ne bir gariplik, ne de tarihin kayıtlara geçecek kadar ehemniyeti vardı. Laletdain sıradan bir gündü. Günlüğü ilim tutuyordu.

Sen de üç ay, ben diyeyim beş ay büyük İskender dışarı çıkmadı. Bir gün zamansız bir gece yarısı Çıktığında Katırları yoktu ve askerlerinin yarısı telef olmuştu. Bu bir savaş sonrası yıkım değildi, aşırı yorgunluk ve bezginlik durumuydu. Ve gerisin geriye yola koyuldular. Büyük İskender o kadar halsiz kalmıştı’ki bir sivrisinek sokmasıyla sıtma hastalığına yakalamış, yolda ölmüştü. Belki de içerde’ki  madenin etkisiyle mecalleri kalmıştı.

Bu bir efsaneydi. Diğer efsaneler gibi. Efsanelerin kaynakları ve çıkış zamanları önemliydi. Çünkü spilin altı dehlizlerle doluydu. O dönemin bilgeleri buna mantıklı bir açıklama getirmek zorundaydılar. Efsanelere sığınmak en kolay yöntemdi. Sorun bir anda çözülürdü. Ve artık başları dik, bilgeliklerine helal gelmemiş olurdu. Her dönemin kendine özgü değerleri, kavrama anlayışı ve algı kabiliyeti vardı. Efsaneler buna göre şekil alır yatağını bulurdu. Aktarılmaya değer görülen efsaneler otoriterin öngörmesi ve onayı ile hayata geçirilirdi. Bu günün akademik anlayışının birebir aynı modeliydi. Eğer heyetteki 10 doktor bir kişiye delidir raporu düzenlerse, o adam deli ilan edilir; ve heyetin tekrar yeni bir onayı olmadan o adam delilikten kurtulamazdı. Şimdi ne alaka diye düşünmeyin. İşte bir efsanenin kabul görüp destanlaşması o işin Akedemisyenleri onayından geçmesiyle olurdu. En absür bir efsane bile o camianın fetvasıyla kabul göre bilirdi-görmeyebilirdi. İşte efsanelerin ardında yatan gerçekler bunlar. Tabi her efsanenin bu yöntemle şekillendiğini söylersek haksızlık etmiş oluruz. Otoriterlerin gücünün yetmediği efsanelerde vardır. Yorum sizlere ait.

İnsan şuur ve idrakinden uzak; Doğruluğu kanıtlanmamış ve ispat edilmemiş olaylar ve hadiseler; hangi çıkara hizmet amacıyla efsaneler adı altında tarih sayfalarına sokulmak isteniyorsa. Yıllar sonrasına hizmet etmesi için hazırlanan bir bobi tuzağına benzetmek mümkündür. Tabi niyet ve amel doğruysa hak olur. Engellenemez.

Sargılarımla –Cengiz Yeziz-

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum