Bugünkü aşklar ucuz, çünkü fazla yakın yaşanıyor

Yazdığı romanlarla okuyucularını tarihin koridorlarında gezdiren İskender Pala, son romanı Od'da Yunus Emre'yi ve 13. yüzyıl Anadolusu'nu anlatıyor. Günümüzde aşkın yaşanmadığını söyleyen Pala: "Materyalizm size imkan sunarken, mananızdan bir şeyler çalar," diyor MÜJGAN HALİS-SABAH GAZ.

Bugünkü aşklar ucuz, çünkü fazla yakın yaşanıyor
23 Ekim 2011 - 23:02

Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk 'la, Katre-i Matem'le, Şah&Sultan'la bizi, tarihin hiç tanımadığımız koridorlarında aşkla, merakla ve insani bütün duygularla dolaştıran bir edebiyat adamı İskender Pala. Eski bir asker, her zaman divan edebiyatçı, ama en çok tarihteki bazı adamların arkadaşı olduğuna inanan bir gönül insanı. Onun romanlarıyla Osmanlı'nın Lale Devri'ni bir başka gözle, kainatın en ezeli düşmanlarından Yavuz ile Şah İsmail'i bir başka niyetle okuduk. Şimdiyse Od adını verdiği romanıyla, her birimizin, en az bir mısrasını ezbere bildiğimiz, bizden birini 'Bizim Yunus'u anlatmak için oturmuş yazı masasının başına. İskender Pala, Yunus adında bir garibin öyküsünü anlatırken, arkasından doğacak bir büyük şiirin ve insanlık fikrinin da hikayesini nakşediyor. "Ben gelmedim kavga için," diyen şairin mısralarında hayat bulan büyük insanlı düşünü elbette. Yunus'un hamlıktan saflığa geçişinin menakıpnamesi olan, bir bakıma tenlerin öldüğünün ama canların hap sağ kaldığının da kanıtı.
- Od'un hikayesinden başlayalım?

 


- Od, ateş demek. Türkçemizin, en arkaik ve Orta Asya'dan getirdiğimiz kelimelerinden biri. Ateşimizi de beraber getirmişiz. Odun, oda, otağ kelimeleri de oddan gelir. Ateş, ocak demektir ve ocak varlığı harmanlayan bir kavramdır. Dolayısıyla ocak, ev demektir, her şey o kıvılcımda başlar. Onun için kitabın adını Od koydum, gönül ateşi manasına gelir. Çünkü Yunus Emre bozkırda, bozkırın en kötü, en tehlikeli ve en ucuz şeyin insan hayatı olduğu zamanlarında, gönüllerde bir sevgi ateşini tutuşturmak için çırpınmış bir büyük mürşittir, erendir.
- Neden Yunus'un hafızalarımızdan silindiğini düşündünüz?
- Mevlana ile Yunus'u kıyasladığınızda, ne biri ağırdır ne diğeri. Fakat son yıllarda Hz. Mevlana ile ilgili pek çok yayın yapıldı, 11 Eylül'den sonra dünyanın pek çok kesimleri Mevlana'yı 'İslamiyet'in gülümseyen yüzü' olarak algıladı. Ama aynı şeyleri anlatan, aynı kıratta bir cevher olan Yunus'u o arada ihmal ettik. Üstelik Mevlana ile bizim aramızda dil sorunu, mütercimlerin art niyetleri, hataları var. Yani Mevlana ile aramızda bir perde var, ama Yunus'la aramızda hiçbir perde yok.
- Ne tür reçeteleri var Yunus'un?
- Bugünkü savaşları, insanların birbirleriyle mücadelelerinin şiddetini, art niyetleri ve kaş çatmaları durdurabilecek reçeteler bunlar. Yunus mutlaka okunmalıdır. Türk milleti olarak, İngilizlerin Shakespeare için, Almanların Goethe için, İspanyolların Cervantes için yaptığını biz de Yunus için yapmalıyız.
- Çünkü Yunus bizim diyorsunuz. Peki, Od'da ne kadar kurgu var?
- Evet, 'Bizim Yunus,' diyoruz. Düşünsenize, sanki her evin çocuğu gibi. Yunus'la ilgili bugüne ulaşan gerçek bilgiler, bir A4 sayfasının yarısını ancak dolduruyor. Hakkındaki menkıbeleri alt alta yazdığınızda ise, 15-20 sayfa ediyor. O yarım sayfanın içinde bir satırlık bir bilgi vardı, o da İsmail isminde bir oğlu olduğuydu. Ve ona Karaman tarafında, Yerce namında bir köy satın aldığı, o köyü dervişlik hizmetleri için kullandığı belirtiliyordu. Ben İsmail'e tutundum. Bunun için de malzemem Yunus'un şiirleri oldu. Od, bir modern zaman menakıpnamesidir.
- Ne kadar yararlandınız şiirlerden?
- O şiirlerin anlattığı her şeyi romanımda kullandım. Zaten bazı şiirler, romanın içerisinde nesir olarak akıyor. Şiirleri Yunus'un hayatının içerisinde erittim.

OKUYUCUMLA ARAM DA UNVANLAR YOK
- Od'da aşk çok önemli bir kavram. O zamanki aşk kavramını ve bu çağın insanı olarak bizlerin aşka duyduğumuz ihtiyacı nasıl tarif edersiniz?
- Eflatun'un ifadesiyle 'Aşk yalnızca bir türlüdür, görüntüleri binlerce türlüdür.' Yani ırmak bir baştan, binlerce kola ayrılır, her yere akar, her akış mutlaka aynı yere çıkar. 13. yüzyıIda da insanlar birbirini seviyor. Bugün birbirine âşık olduğunu söyleyen iki genç, iki gün görüşmese üçüncü gün görüşüyor. Ama Anadolu sizi savurduğunda bir yıl, iki yıl, beş yıl her şey uzaklaşıyor. Görmek, televizyondan izlemek, fotoğrafını cebinizde taşıma imkanınız yok. Sadece gözünüzden kalbinize inmiş bir görüntü, bir çift söz, birkaç hatırası olan cümle var, aşk diye buna tutunuluyor. Bu derinlikli bir şeydir. Bugünkü aşkların ucuz olmasının sebebi, fazla görüntülü, fazla konuşkan ve fazla yakınlaşmalı olmasındandır. Aşk dediğin, biraz gizlilik, biraz hasrettir.
- Bir de bunun ilahi aşk boyutu var tabii...
- Tasavvuf bir kadının aşkından sonra ilahi aşka yürüyüşün daha kolay olduğunu söylüyor. Sevilen kaybedilince, hayatın anlamı başlıyor, aşkınız ikiye katlanıyor.

 

GENÇLER GEÇMİŞLERİNİ BİLSİN İSTİYORUM
- Sizin Yunus şiirleri içerisinde en sevdiğiniz şiir hangisi?
- Her şeyden önce kitabı yazmama neden olan dörtlük, kitabın başında epigraf olarak yer alıyor: 'Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin.' O gariplik bana Yunus romanını yazdırmayı ilham etti. İkincisi de, 'Hak bir gönül verdi bana/ Ha demeden hayran olur/ Bir dem gelir şadan olur/ Bir dem gelir giryan olur/ İsa gibi göğe çıkar/ Musa gibi Tur'a iner.'
- Sizi kimler okuyor daha çok? Herhalde sadece dindar insanlar değil...
- Allah bana romanlarımın çok okunmasını kısmet etti. Ben okuyucularımı üç aşağı beş yukarı ölçebiliyorum. Kapı Yayınları benim adıma kuruldu. O zamanlar Gösteri ve E dergilerine, divan edebiyatı ile ilgili yazılar yazıyordum. Ve bu dergilerin okuyucuları bana hiç durmadan mektuplar gönderiyordu. Demek ki divan şiirine bu ülke çocuklarının, hangi fikre, fraksiyona sahip olursa olsun, hepsinin ihtiyacı varmış. Divan şiirinin algısı şöyleydi eskiden: Tarihin içinde kalmış, tepelenmesi gereken, irtiaci şeyler anlatan, 'failatun mefailün' gibi şeyler işte. Ben Türk solunun divan edebiyatını ıskalamaktan dolayı çok şey kaybettiğini düşünüyorum. Çünkü vaktiyle o şairlerin pek çoğu öyle devrimci hareketler yapmış, öyle şiirler söylemiştir ki... Divan şairlerinin anlattıkları, bugünkü Türk solunun kullanacağı pek çok argümanı içerirken; bizimkiler tarihte kalan ve tarihe ait her şeye uzak durduklarından çok şey kaybetti.
- Toptan bir reddediş mi yaptı sol?
- Evet. Nitekim benim kitaplarım aracılığıyla gençler, şimdi sağ-sol ayrımı yapmadan kendi geçmişlerindeki güzellikleri okuyor. Çünkü hiç ideolojik bir keskinlik içinde hiç yaşamadım. Herkesle ılımlı, olumlu ve geçimliyimdir. Ben tarihe ne aklayıcı ne karalayıcı gözle bakmam. Yıllarca böyle baktığımız için hep kavga ettik. Kimi, tarihteki adamları göklere çıkardı; kimi sırf, tepki olsun diye yerin dibine batırdı. Tarih koridorlarında çok dolaştım, izbe noktalarını da biliyorum, ışıltılı noktalarını da. İyiler ve kötüler hep var, değişen sadece kıyafetler. İyilikler adına ibre yükseldiğinde devlet yükseliyor, azaldığında da devlet kötüleşiyor, hepsi bu. Tarih bundan ibaret.

SIRA DA ŞEYH GALİ P VE FUZULİ VAR
- Sizce bu çağdan Yunuslar çıkar mı?
- Çıkar, biz onların torunlarıyız. Genlerimizde hâlâ onlar var, hâlâ o potansiyel, o istidat içimizde. Fakat zemin yok. Yunus'un bir mısraı vardır, der ki 'Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı'. Bu dünyada ne kadar kalacağız ki? O varlık düşüncesi gönlümüzü öyle daraltıyor ki, o kalp boğulduktan sonra sen istediğin kadar çabala. Sonra ömürler sürüyoruz, yaşayamadan gidiyoruz.
- Bundan sonra sizin kaleminizden hangi tarihsel değerimizi okuyacağız?
- Birkaç tane projem var. Şimdilik o projeleri öteliyorum. Sebebi şu: Od'un ruhuna uygun işler yapabilmek istiyorum. Bir Şeyh Galip, Hüsn-ü Aşk yazmak istiyorum, fantastik bir roman olacak. Şu anda bir kısmı yazılmış durumda. Mumdan gemilerle ateş denizlerin geçen bir âşığın hikayesi olacak. İkinci olarak da Fuzuli yazmak istiyorum. Muhtemelen onu âşık olduğu hocasının kızıyla bildirmem lazım insanlara. Üçüncüsü Uşak'taki Karun hazineleri kaçırılışını bir arkeoloji romanı ve Indiana Jones macerası şeklinde yazmayı çok arzu ediyorum.

MAYAMIZ AŞKLA YOĞRULDU
- Sizce neden herkes aşkı arıyor? Olmasa olmaz mı?

- Çünkü aşk şöyle bir şeydir: Allah hepimizin kalbine kalubelada kendi güzelliğinden bir güzellik koydu. Daha dünya yok iken, bütün ruhlarımızı bir araya topladı, kendi güzelliğinden bir miktarını bize gösterdi. Biz bu ışığı görünce bütün ruhlar kendimizden geçtik. Dedi ki: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' Biz de dedik ki: 'Kalubela.' O gün, o güzellik hepimizin kalbine işledi. Bugün o güzelliği hatırladığımız için, bir güzel kadının, bir güzel müziğin, bir güzel manzaranın, bir güzel kitabın, bir güzel satırın peşinde koşuyoruz. Çünkü mayamız aşkla, o güzellikle yoğruldu. Bu aşkı katman katman yükseltebilirsiniz. Bugün çok sığlaşan o katman hâlâ potansiyel olarak, bugünün gençlerinde mevcut. Ama ne kadarını kullandığımıza bakın. Aşk potansiyeli hepimizde var. Biz o aşk istidadı içimizde bir cevher olarak mevcut olduğu halde onu geliştirebilecek zeminden yoksunuz.
- Çok varsıl olduğumuz için mi?
- Elbette varsıllık. Madde çoğaldıkça mananızdan bir şeyler çalar. Size imkanlar sunarken materyalizm, mutlaka karşılığını alır. Madde olarak sunar, mana olarak alır, düşünceleriniz sığlaşır, duygularınız körelmeye başlar, anlayışlarınız kıtlaşır, köşeli düşünceler ve dayatmalar içinde hayatınızı sürdürürsünüz. Mesela evinizin tavanları basık, kapı kollarınız alüminyum, pencereleriniz pimapen olur. Halbuki yüksek tabanlı, ahşap kapılı bir ve pencereleri kündekarili, cumbalı bir evde oturmak daha güzel olurdu değil mi? Materyalizm, evinizde her türlü ankastre olacak diyor ama sizi hayattan o kadar soyutluyor ki, siz bunu banka kredisi olarak ödediğinizi sanırken; aslında mananızdan, gönlünüzden, beyninizden, ruhunuzdan ödüyorsunuz.
- Nâzım'ın bir dizesi var: Her aşk, gerçekleşmeye başladığında, aynı zamanda bitmeye de başlar diye. Böyle bir şey mi?
- Evet, çok doğru. Çünkü tüketilen bir şeye dönüşüyor, ulaştıkça tüketirsiniz. Aşk hasrettir, firkattir, ayrılıktır. Bu çağda aşkın olmamasının tek sebebi, bunların olmamasıdır. 

 

 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum