Bir kez daha Kemal Tahir (1)

İstanbul dışında olduğum için yayınevine epeydir gidememiştim. Perşembe günü gittim; Yusuf Çopur'la buluşacak, Ölünceye Kadar Seninim'i konuşacaktık.

Bir kez daha Kemal Tahir (1)
22 Temmuz 2012 - 16:24

 

İstanbul dışında olduğum için yayınevine epeydir gidememiştim. Perşembe günü gittim; Yusuf Çopur'la buluşacak, Ölünceye Kadar Seninim'i konuşacaktık.

 

Sevgili Aylin bana gönderilmiş kitapları saklamış, bir dolu kitap getirdi. Yusuf, "Tozlu Aşk Romanları" bugüne bir gönderme mi diye soruyor, beklemediğim bir soru, hem yanıtlamaya çalışıyorum, hem kitapları gözden geçiriyorum. Hafif esintili bir temmuz günü. Sırma Köksal'ın koltuğunda oturuyorum; genel yayın yönetmenimiz bugün Buket Uzuner'le buluşacakmış; odası bize kalmış...

Dergâh Yayınları'nın büyük boy kitapları arasında Esir Şehrin Hür İnsanı Kemal Tahir / İnsan, Eser, Fikir işte o sırada karşıma çıktı. Yazarı Sezai Coşkun. Sezai Coşkun adıyla ilk kez karşılaşıyorum. Ama, kitabın editörü Ezel Erverdi yarım yüzyıllık dostum, gençlik arkadaşım, mahalle arkadaşım. Kitaba dalıp gitmemek elimde değil: Kemal Tahir yaşamımda çok önemli yeri olan bir yazar.

Eve döner dönmez Esir Şehrin Hür İnsanı'nı anılar esintisinde okumaya başladım.

Sezai Coşkun "halen Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyesi"ymiş. "İlk kitabı Bir Mutlak Avcısı A. Turan Oflazoğlu"; okumak isterim. Bu ikinci eserinde Kemal Tahir, çok geniş bir perspektiften irdeleniyor. Esir Şehrin Hür İnsanı, diyebilirim ki, Kemal Tahir odaklı çalışmaların en geniş kapsamlısı, büyük emek ürünü bir verim. Ezel de sunuş yazısında vurguluyor:

"Kimi sanatçı genç yaşlarda büyük eserler verir. Kimi de olgunlaşıp geliştikçe büyük eserler verir. Kemal Tahir ikinci gruba daha yakındır. Tarihin derinliklerine intikal eden, bu çok yönlü edebiyatçı ve düşünürü, geniş bir çerçeve ile inceleyen, genç akademisyen Sezai Coşkun, doktora çalışmasını geliştirerek elinizdeki kitabı hazırladı. Yayın dünyamıza kazandırdığımız için mutluyuz."

Hafiften içim sızladı: Bugünün yalapşap kitaplar furyasında Esir Şehrin Hür İnsanı, Dergâh'ın kahramanca girişimleri olmasa, belkin gün ışığına kavuşamayacaktı. Eser, Marmara Üniversitesi öğretim üyelerinden Profesör Emel Kefeli'nin danışmanlığında hazırlanmış; edebiyatımızı koruyanlardan Emel Kefeli olmasaydı, Esir Şehrin Hür İnsanı'na acaba yol açılabilir miydi?...

Bir yandan da yıllar öncesine dönmüştüm: Kemal Tahir'in Göztepe'deki evi; 'sağ'dan oldukları ileri sürülen bir gençler topluluğu o günün ünlü romancısını ziyarete gelmişler. 'Solcu' Kemal Tahir hepsiyle tek tek tanışıyor. Aralarında Ezel de olmalı. Mustafa Kutlu'yu yine görür gibiyim. İsmail Kara da var mıydı? Semiha Yenge, Kemal Tahir'in eşi, gençler gittikten sonra "İyi çocuklarmış. Terbiyeli çocuklar" diyecek. O akşamüzeri, 1969 falan, 1960'lar Türkiye'sinde kendinden menkul sağın ve solun ilk buluşmalarından biri olmalı. Türkiye hızla 12 Mart karanlığına sürüklenirken. Hatırlayınca, bu kez, içim daha derinden sızladı.

Sezai Coşkun, öyle sanıyorum ki, Esir Şehrin Hür İnsanı adını seçerken, Kemal Tahir'in böylesi sıra dışı tutumlarından da esinlenmiştir. Solun solda, sağın sağda iletişimsiz kalmaya mahkûm edildiği bir dönemdi ve 'marksist' Kemal Tahir, komünist olmaktan yargılanmış, yıllarca -gençliğinin en güzel yılları- cezaevinde yatmış Kemal Tahir kısırdöngüyü âdeta tek başına yok sayıp, kendisiyle temas kurmak isteyen herkesle görüşmeyi, tartışmayı göze alıyordu...

Kemal Tahir üzerine epey yazdım. Coşkun, Kar Yağıyor Hayatıma'daki Kemal Tahir bölümüne yer yer baş vurmuş. Kemal Tahir'in eserinden söz açtığım yazılar da söz konusu. Fakat Esir Şehrin Hür İnsanı'nı okurken hissettim ki, Kemal Ağbi için yazılacaklar henüz bitmemiş.

Aslında, haziran ortası, Mehmet Tekin'in hazırladığı Peyami Safa ile Söyleşiler'i (Çizgi Kitabevi, 2003) okurken de bir kez daha Kemal Tahir için yazmayı gereksinmiştim. Tekin'in derlediği Peyami Safa söyleşilerinden birini 1936'da Kemal Tahir gerçekleştirmiş, yolun başındaki sert, sözünü esirgemez Kemal Tahir. Nâzım Hikmet'le arası açık Peyami Safa'yı epey hırpalıyor. Bu konuda yazmak istemiştim.

Esir Şehrin Hür İnsanı'ndaki Peyami Safa bölümüne ayrıca değineceğim.

Sezai Coşkun'un değerli çalışması beni daha çok, demin söylediğim gibi, anılara çekti. Bu anıların çoğu şimdi büsbütün acı veriyor.

İşte "Önsöz"den bir saptama: "Türkçe'deki aydın kavramının sınırlarını zorlayan Kemal Tahir, dostu Cemil Meriç'in yakındığı tecessüs eksikliğini gideren ve Türk düşüncesinde celâdeti temsil eden tavrıyla öne çıkar."

"... dostu Cemil Meriç"; Coşkun bu nitelendirmesini eseri boyunca sürdürmüş. Cemil Meriç'le Kemal Tahir dost muydular? Bugün, gündeliğin hayhuyundan kurtulmuş genç bir yazar, Sezai Coşkun, onları dost görmek istiyor, iyi ki de öyle görüyor. Ne var ki, günün, gündeliğin yersiz, anlamsız yaptırımlarında, Kemal Tahir'le Cemil Meriç tam dost olabilecekken, birbirine sadece saygıyla yaklaşan iki kişi olarak kalmışlardı. Cemil Meriç'in etrafındaki "sükût suikasti"ni yazık ki Kemal Tahir de görememişti.

1970'ler, '80'ler karanlığına sürüklenen Türki-ye'de -çok acı ama, bugün olduğunca, bugün de sürüp gittiğince- kimse kimsenin kolay kolay dostu olamıyordu. Düşünüşten kaynaklanan 'yol ayrımları' git git uzaklaşmalara, kopmalara sebep olabiliyordu. Nitekim Cemil Meriç'in Jurnal'i bu konuda pek çok yakınmayı içerir.

Kemal Tahir'in yine Göztepe'deki evinde Cemil Meriç'i hatırlıyorum. Onun coşkun övgülerine Kemal Tahir'in hem utangaç hem de mesafeli teşekkürünü.

Kemal Tahir bir kaygı adamıydı. Yeni Dergi'de yazdığım Yol Ayrımı tanıtma yazısını keşke bulup yeniden okuyabilsem. Bu yazı yüzünden işittiğim okkalı azarı hatırlıyorum. Kemal Tahir'in geçmişe, mâziye, bir anlamda tarihimize Abdülhak Şinasi Hisar'dan çok farklı yaklaştığını yazmıştım. Aslında çok sevdiğim, bana çok daha yakın Abdülhak Şinasi'yi bir bakıma gözden çıkarıyordum. Kemal Ağbi hop oturup hop kalkmıştı.

Dediğim gibi bir kaygı adamıydı: Yaklaşan yıkımları büsbütün seziyor, edebiyata düşen görevleri sınırsızca genişletiyor, mâzi cennetinden ötesine göremediğini düşündüğü Abdülhak Şinasi'yle yan yana anılmaya bile tahammül edemiyordu. Hayır, kendi adına değil! Bütün kaygısı, toplum adına, memleket adına bir şeyleri, o kadar ürkütücü birtakım gelişmeleri bir an önce durdurmaktı.

O zamanlar hayli kırıldığım azar olayı şimdi gözlerimi bambaşka yaşartıyor. Yitirilmiş nice yılları, dönemleri hatırladıkça, Kemal Tahir'in endişesini anlayabiliyorum.

Kar Yağıyor Hayatıma'da yazdığım ve Sezai Coşkun'un da incelik gösterip kitabına alıntıladığı gibi, Kemal Tahir son döneminde tepeden tırnağa kaygı kesilmişti. Bu kaygıya git git kırgınlık, uzaklaşma, uzak duruş eşlik edecekti.

Oysa onu tanıdığımda, hepi topu üç dört yıl önce, Şaşkınbakkal'daki evde, Yorgun Savaşçı'nın hemen sonrasında bir umut adamıydı. Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya cezaevlerinde haksız yere on iki yıl yatmış bir kişi diyemezdiniz Kemal Tahir'e. Cezaevi yaşamasının yıpratıcı koşulları yüzünde, bedeninde, o erken yaşlanmışlıkta çok belirgindi ama, geleceğe yönelik tasarılarında, beklentilerinde hep umut ve ülkü doluydu.

İyice orta halli bir yaşamayı bile isteye tercih etmiş, çalışmalarına kapılıp gitmişti. Sonra, o günlerdeki edebiyatımız da, okuryazar ortamı da 'meselesi olan bir romancı'yı göz ardı etmeyecek kadar ağırbaşlıydı henüz.

Onun uçsuz bucaksız 'yazmak' arzusu da elbette acı, çok acı anılar arasında...

 

  
14 Temmuz 2012, Cumartesi

 

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları