Selim İleri:Bir kez daha Kemal Tahir (2)

Sezai Coşkun'un Esir Şehrin Hür İnsanı'nda çok önemli ve şimdiye kadar üzerinde pek durulmamış bir tespiti var:

Selim İleri:Bir kez daha Kemal Tahir (2)
22 Temmuz 2012 - 16:26

 

Sezai Coşkun'un Esir Şehrin Hür İnsanı'nda çok önemli ve şimdiye kadar üzerinde pek durulmamış bir tespiti var:

 

"Kemal Tahir, 1980'lerin başlarından 1990'ların sonlarına kadar yaklaşık yirmi yıl âdeta Türk aydınları tarafından unutulur. 1980'lerin başlarına kadar hakkında çokça yazı çıkan, değerlendirme yapılan isimlerden biri iken, bu yıllardan itibaren, bir nev'i 'gündemden düşer'."

Peki ama niye? Coşkun yanıtlıyor:

"Bu durumda, Türkiye'nin yaşadığı siyasal ve sosyal dönüşümün izlerinin etkisi muhakkaktır. Bu yıllarda Kemal Tahir'in 'gündemden düşmesi', sadece A.T.Ü.T. tartışmalarının gündemden düşmesiyle açıklanamaz. Bu duruma etki eden birinci husus, Türk aydınının Kemal Tahir'in çilesini çektiği fikirlerle 'uğraşma zahmetine katlanamaması'dır."

Ben bu yanıta çokça katılmak istemiyorum. Kemal Tahir, Sezai Coşkun'un belirttiği gibi, çok okunan, çok tartışılan bir romancıydı. Bu okunuşun başlangıç tarihiyse Devlet Ana sonrasıdır. Devlet Ana çevresinde sürüp giden olumlu olumsuz eleştiriler, Kemal Tahir'in önceki eserlerine de yeniden gündem oluşturmuştur.

O günlerin iyi kötü tanığıyım. Orta hallinin orta hallisi hayat şartlarındaki Kemal Tahir, Devlet Ana'dan sonra, onca yıllık yazı emeğinin bir miktar karşılığını görebilmişti. Meselâ Murat marka bir otomobil alınabilmiş, kardeşi Ratip Tahir'e sürücülük görevi düşmüş, üç dört gün süren memleket içi gezilere çıkılır olmuştu. Meselâ biz gençler, Naci Çelik, Hulki Aktunç, Taylan Altuğ ve ben o gün Kemal Tahir'in kitaplığını düzenlemeyle uğraşmışsak, akşam sofrasında pirzola, biftek, fırında patates. Kemal Ağbi'nin sesini yine işitir gibiyim: "Semiha gençleri iyi doyur, gençler aç kalmasın..."

Kemal Tahir'in eserine ilgi 1980 öncesinde, onun ölümünden sonra da sürüp gitmiştir. 1970'lerin iyice sonunda, -Bilgi Yayınevi'nin Genel Yayın Yönetmeni konumundaki- Attilâ İlhan bana şunu söylemişti: "Bilgi'nin kitapları arasında Ömer Seyfettin'le Kemal Tahir'inkiler dışında hiçbirimizin yazdıkları Van'a kadar ulaşmıyor. Bizim yazdıklarımıza büyük kentler dışında talep yok."

Sonra, hele Semiha Tahir'in ölümünden sonra, dar bakışlı bir yayımlama politikası Kemal Tahir'in eserini önce ikinci plana itti, derken gündem dışına sürükledi.

A.T.Ü.T.'e gelince, Kemal Tahir ölünceye kadar A.T.Ü.T.'le ilgilendi. Ama birlikte yola çıktığı bazı kişiler, git git, uzaklaştılar. Meraklı okur, Halit Refiğ'in o dönemleri anlatan yazılarına baş vurabilir.

Coşkun önsözde bir sıkıntısını dile getirmiş:

"Kemal Tahir, çok okuyan ve çok araştıran bir aydındır. Notlarının ölümünden sonra yayımlanması sebebiyle, yazar bu yayını gözden geçirememiştir. Bu sebeple notlarında fazla tekrar vardır. Fikirleri söz konusu edilirken her ne kadar tekrara düşmemeye çalıştıksa da yazarın bu okuma ve araştırma biçiminden kaynaklanan bazı tekrarların önüne geçemedik."

Kar Yağıyor Hayatıma'da yazmış olmalıyım, Kemal Tahir Devlet Ana'nın sonrasında yazacakları için büsbütün sorumluluk duymaya başlamıştı. Kurt Kanunu'nu bütünlerken Celâl Bayar'la görüşmeye gittiğini hatırlıyorum. Davet Celâl Bayar'dan gelmişti. Romancının yakınları bu görüşmeyi pek tasvip etmemişlerdi. Yine dünya görüşleri arasındaki farklılığın alttan alta denetimi söz konusuydu.

Kemal Tahir ise, Celâl Bayar'dan Kurt Kanunu'nun yılları çerçevesinde, o dönem için yeni bir şey öğrenirim düşüncesindeydi. Kemal Tahir'in yarım kalmış ya da son hali verilmemiş başka romanları vardı: Hep bir bekleyiş, son anda çakacak bir ışık, yeni bir söz, yeni bir yaklaşım, bakış açısı... Bu yüzden bekletiliyordu dizi dizi dosyalar.

Bunlardan -kendisi hayattayken- Bir Mülkiyet Kalesi'ni okuma imkânı bulmuştum. Eski ve yeni yazı, sayısız çıkmayla, eklentiyle dolup taşan sayfalar. Bir yandan da çoktan kıvamına erişmiş bu romanı yazarının ısrarla bekletmesine, yayımlamamasına şaşırmıştım.

Şuraya gelmek istiyorum: Böylesi titiz bir yazarın, yaşasaydı da, Coşkun'un andığı notları yayımlamasına olanak yoktu.

Bu notlar birkaç cilt halinde okurla buluşturulduğunda üzüldüğümü söylemek zorundayım. Epey zaman geçti, bugün daha serinkanlı tartışılabilir kanısındayım.

Bir yazardan geriye kalan her şey yayımlanmalı düşüncesine katılmıyor değilim. Ama sağduyulu bir 'tutum' içinde. Kemal Tahir'in notları bir dağınıklık olarak yayımlandı. Önemli, ciddi saptamalarla gelişigüzel tutulmuş notlar iç içe.

Buradaki durum Tanpınar'ın güncesindekine hiç mi hiç benzemiyor. Tanpınar'ın güncesinden yaşamdaki Ahmet Hamdi Tanpınar'ı bütün acısı, gizli öfkesi, hayal kırıklıklarıyla yakalıyoruz. Gelgelelim Kemal Tahir'in notları sadece kafa karıştırıyor.

Gündem dışına yol alışta bu soydan yayımların da rolü olduğu kanısındayım.

Kemal Tahir'in olumsuz yönde eleştirilmesi, tıpkı göklere çıkarılması gibi, geçen zaman içinde dindi. Oysa bu eleştirilerin bazıları onu epey düşündürtmüştü. Meselâ Bozkırdaki Çekirdek'e yöneltilmiş eleştiriler üzerine, "Kapalı iktisatla bir yere gidilir mi gidilmez miydi tartışacağımıza Alangu'nun Köy Enstitüleri'nden nasıl ayrıldığının dedikodusunu yapıyorlar" dediğini anımsıyorum.

Bozkırdaki Çekirdek hiçbir zaman Devlet Ana çapında ünlenmedi. Oysa Kemal Tahir romancılığına özgü paradoksal yaklaşım bu romanda bence daha güçlüdür. Bozkırdaki Çekirdek sadece Köy Enstitüleri'yle yakınlığı olan kişileri öfkeye savurdu.

Sezai Coşkun, "Yazar, enstitülerle ilgili herhangi bir tavrı esas alıp onunla ilgili kabul veya red cephesi inşa etmez. Meseleyi bütün boyutlarıyla ele alıp 'anlamaya' ve 'göstermeye' çalışır" diyor. Bununla birlikte Kemal Tahir Köy Enstitüleri'yle ilintili yerleşik, kökleşmiş fikirleri sarsmak ereğini de güdüyordu. Öyle sanıyorum ki, ülküselleştirilmiş bir kurumu -daha doğrusu, ülküyle kaynaştırılmış her şeyi- ille tartışmaya açmak isteğindeydi.

Onun bu isteği yazık ki çok yanlış anlaşıldı. Olumlu değerlendirişlere bakın, okuyun o değerlendirmeleri, Kemal Tahir'in mitleştirildiğini ayırt edersiniz. Olumsuz eleştirilerdeyse akıllara durgunluk verici horgörü alıp başını gider. Hatta eser değildir artık odak noktası, Kemal Tahir'in kendisidir.

Şüphesiz Kemal Tahir de zaman zaman serinkanlılığını yitiriyor, öfkenin kalemiyle yazdığı oluyordu.

Bugün aradan bunca yıl geçtikten sonra, neye yaradı bütün bunlar diye düşünüyorum. Karşılıklı suçlamalar dışında, beklenen tartışma hiçbir zaman gerçekleşmedi. Yine Bozkırdaki Çekirdek 'olay'ına döneyim. Vedat Günyol hocamızın Yeni Ufuklar dergisindeki hırpalayıcı ve Kemal Tahir enstitüler konusunda ne biliyorsa hepsini Tahir Alangu'dan öğrenmiş demeye getirdiği eleştirisinden sonra bütün bağlar koptu, kopartıldı. Daha düne kadar saygıda birbirine kusur etmemiş 'karşıt taraf'lar sanki bir anda ortaya çıktı.

Bir tarafta Sabahattin Eyuboğlu ve çevresindekiler, bir tarafta Kemal Tahir ve çevresindekiler. Yani, o günlerdeki alaycı adlandırışla, Eyubîler ve Tahirîler...

Gerisi, birbirini anlamakta diretmekten ibaretti.

Yaklaşık kırk yıl sonra bu büyük kopuşa bakarken, sadece ve sadece, çağdaş Türk düşüncesinin, sanatının, kültürünün bu büyük kopuştan derin yaralar almış olduğunu görebiliyorum. Ve o yaraların bugün de işlediğini.

Dile getirmek istediklerim henüz bitmedi. Gelecek yazıda devam edeceğim.

 

  

21 Temmuz 2012, Cumartesi

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları