19 MAYIS 1919 MUSTAFA KEMAL ANDOLU'DA - TÜRK TARİHİ KULVAR DEĞİŞTİRiYOR / Nuri Gürgür

19 MAYIS 1919 MUSTAFA KEMAL ANDOLU'DA - TÜRK TARİHİ KULVAR DEĞİŞTİRiYOR / Nuri Gürgür
20 Mayıs 2020 - 01:55 - Güncelleme: 19 Mayıs 2021 - 13:17

19 MAYIS 1919 MUSTAFA KEMAL ANDOLU’DA - TÜRK TARİHİ KULVAR DEĞİŞTİRiYOR

Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun üzerinden Anadolu’ya geçmesi, tarihin seyrini değiştiren, yıkılmakta olan imparatorluğun enkazı üzerinde milli devletimizin kurulmasının kapılarını açan tarihi bir dönüm noktasıdır.

Olayın her yönüyle doğru bir değerlendirmesini yapabilmek için dönemin şartlarını kısaca hatırlamakta yarar var.

Birkaç ay önce 1918 yılının sonbaharı başlarken, insanlık tarihinin o zamana kadar gördüğü, dört yıl süren büyük savaş, itilaf devletlerinin zaferiyle sonuçlandı. Müttefiklerimiz Almanya, Avusturya ve Bulgaristan ardı ardına ateşkes anlaşmaları yaparak teslim oldular. Osmanlı Devleti Ekim ayı içerisinde bir çok kanaldan girişimler yaptıktan sonra, ayın sonuna doğru galiplerin lideri konumundaki İngiltere tarafından görüşme masasına çağrıldı. Mondros limanına demirli Agamemnon zırhlısında yapılan görüşmeler 31 Ekim 1918’de tamamlandı; “Mondros Mütarekesi” diye anılan ateşkes anlaşması imzalandı.

Anlaşma hükümlerine göre, Türk ordusunun tamamına yakını tasfiye ediliyordu. Asayiş için gerekli görülen sayıdakilerin dışında askerler hemen terhis ediliyor, bütün silah ve mühimmat toplanıp İtilaf devletlerine verilmek üzere depolanıyor, donanmamıza, tersane ve limanlarımıza el koyuyorlar, Boğazlar, Toros tünelleri, demiryolları, madenler, gerekli gördükleri şehirler onların kontrolüne geçiyordu. Ayrıca güvenlik gerekçesiyle diledikleri yerleri haber bile vermeden işgal edebileceklerdi. Bu anlaşmanın onurlu ve adil bir barışın ilk adımı olmayıp, tam tersine devletin kayıtsız şartsız teslimi anlamına geldiği daha mürekkebi bile kurumadan yaşanan gelişmelerle ortaya çıktı.

Savaş sırasında İtilaf devletlerinin iki temel amacı vardı:

1) Almanya’ya diz çökertip küresel paylaşım ve hakimiyet kavgasında rekabet edemez hale getirmek,

2) Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmak, üzerinde etnik ve dini temelli devletler kurarak bölgenin siyasal ve toplumsal haritasını kökten değiştirmek .

Bu maksatla savaş sürerken aralarında Syks-Picaut gibi açık ve gizli bir çok anlaşma yapıp projeler hazırlamışlar. Ateşkes anlaşmalarının ardından bunları uygulamak üzere harekete geçtiler.

İngiltere ( Birleşik Devletler) Başbakanı Lloyd George için Osmanlı Devleti’nin parçalanması,Türk varlığının Anadolu’nun ortasında daracık bir alana sıkıştırılması, böylelikle toprakları üzerinde kurulacak Hıristiyan devletlerine bağımlı hale getirilmesi, sadece siyasi bir hedef değil bir medeniyet projesiydi. Çünkü barbar diye nitelendirip Batı medeniyetine düşman olarak gördükleri Türkler, zorbalıkla ele geçirdikleri bu topraklar üzerinden medeni Avrupa’ya bin yıldır sürekli tehdit oluşturmuşlardır; cezalandırmanın zamanı gelmiştir.

O’nun bu zihniyeti aslında 19. ncu yy ın son çeyreğinde dönemin başbakanı Gladston ‘ un başlattığı İngiliz politikasının temel felsefesini yansıtır.Hatıralarında görüşlerinin gerekçelerini şöyle anlatıyor: “ Yunanlılar Doğu Akdeniz ‘ de geleceğin milletidir.Velut ( üretken) ve enerji dolu olup Türk barbarlığı karşısında Hıristiyan medeniyetini temsil ederler. Büyük Yunanistan İngiliz İmparatorluğu için değer biçilmez bir kazanım olacaktır”.

Avam Kamarası’nda 8 Ağustos 1919’da yaptığı konuşmada “ Türkiye ile barış kadar İngiltere’nin yakından ilgilendiğiniz bir konu yoktur.Geleceğimiz Türkiye karşısında varılacak çözüme bağlıdır. İngiliz İmparatorluğu’nu sarsabilecek güçte bir Asya’lı ulusun varlığının hiçe indirilmesi gerekir” diyordu.

Barıştan ne anladığını da açıkça ilan ediyordu: “ Barış şartları açıklanınca zaten Türklerin deliliklerinden, kötülüklerinden, cinayetlerinden dolayı ne kadar ağır cezaya çarptırılacakları görülecektir. Cezaları onların en büyük düşmanlarını bile yeterli derecede tatmin edecek kadar acımasız olacaktır.”

Sultan Reşad’ın vefatı üzerine 8 Haziran 2918’de tahta çıkan Vahdettin için iki yol vardı;

ya Mütareke şartlarına aykırı işgaller başlayınca tepki gösterip direnip mücadele edecek ya da İngilizlere tavizler verme pahasına anlaşma yapıp saltanatı ve devletin hukuki varlığını korumaya çalışacaktı . O ve başta Hürriyet ve İtilaf partililer olmak üzere etrafındakiler ikincisini tercih ettiler. Boyun eğip teslim olmakla kalmadılar , Anadolu’ da başlayan Milli Mücadele’ ye karşı çıkarak engellemeye çalıştılar; işgalcilerle işbirliği yaptılar.

Bu dönemle ilgili araştırmalar yapan Von Bischorf şöyle yazıyor: “İngiltere neden Padişah ile anlaşma yapsın ki ? Hiç anlaşma yapmadan imparatorluk içersinde dilediği gibi e istediği müddetçe her türlü tasarruf imkanına fiilen sahipti Yakın Doğuda artık birbirine rakip devletler değil kararlarına kimsenin itiraz etmek niyeti de olmadığı bir tek İngiltere vardı”.

Mustafa Kemal 1918 eylül ayının başında tayin edildiği Yıldırım Orduları Grup Komutanlığından mütareke hükümleri gereğince diğer komutanlar gibi İstanbul’a çağrıldı.13 Kasım’da İtilaf devletleri donanması İstanbul Boğazı’na gelip demirlerken o da Payitaht’a döndü.Sonraki aylarda Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Fethi Okyar , Ali Fuat Paşa , Refet bey gibi silah arkadaşları ve dostlarıyla sürekli görüşüp istişareler yaptı. Devletin içine düştüğü vahim durum karşısında ne yapılması gerektiğini konuşup düşündüler. İşgalciler devletin her şeyine hakimdiler,hükümet kafesteki kuş gibi ellerindeydi; Payitaht’da onlara rağmen bir şey yapmak mümkün değildi . Zaten Padişah İngilizlerin isteğine uyarak Aralık ayında Mebusan Meclisi’ni fesh ederek tek itiraz kanalını da susturmuştu.Bu durumda ya gelişmelerin seyircisi olarak susup bekleyecekler veya Anadolu’ya geçip mücadele edeceklerdi. Ancak bunu yapmanın hiç de kolay olmayacağının farkındaydılar.

Yıllardır devam eden savaş milletimizi çok yormuş ve yıpratmıştı. Mütareke sonrasında 700 bin km.kareye düşen vatan topraklarında 9 milyon kadar Müslüman üç milyona yakın çeşitli kökenden Hıristiyan ahali yaşıyordu. Salgın hastalıklar ve savaş sırasındaki kayıplar çoğunluğu köyde yaşayan Türk halkını kırıp geçirmişti ; açlık ve yoksullukla mücadele etmekten zaman bulup olayları izleyip anlamaya zamanları yoktu. Topluma rehberlik etmesi gereken aydınlar ise , siyasi görüş olarak ittihatçı itilafçı şeklinde kutuplaşmışlar birbirleriyle boğuşuyorlardı.Şehirlerdeki eşrafın, esnaf ve zanaatların durumu da çok farklı değildi. Ekonomik sıkıntılar, vatanlaştırıp asırlarca yaşadıkları yerlerden her şeylerini bırakıp kaçmak zorunda kalan onbinlerce mülteci soydaşımızın hazin durumu toplum psikolojisini olumsuz etkiliyor , karamsarlık yaratıyordu. Din adamları arasında Padişaha, hilafet makamına bağlı olanlar kadar , işgalcilere tepki gösteren, milli mücadeleyi başından itibaren destekleyenler de vardı. Nitekim Şeyhülislam Dürrizade’nin fetvasına karşı Ankara Müftüsü Rıfat efendinin öncülüğünde hazırlanan karşı fetvayı elliye yakın müftü, imam ve müderris imzalayarak tepki göstermişlerdi .Denizli , Maraş gibi bir çok yerdeki direniş hareketlerinin ön saflarında mahalli din adamları ve müftüler bulunuyordu.

Bu kritik dönemde Türkiye’nin en büyük şansı Harbiye’de eğitilen, cephelerde büyük deneyim kazanan , çok nitelikli, vatansever, fedakar çoğu kurmay, her rütbeden nitelikli bir subay kadrosunun bulunmasıydı.9 Eylül 1922’ ye kadar süren Milli Mücadele’nin hem cephelerde hem de ülke genelinde en güciü dayanağı bu kesimdir. Subayların yanı sıra , Askeri Tıbbiye ve Mülkiye gibi mekteplerde okuyan, kurulduğu 1912’den itibaren Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi gibi fikir adamlarıyla bir “milli mektep” işlevi yapan Türk Ocağı çatısı altında buluşan milliyetçi gençlik zümresinin mücadeledeki rolünü belirtmek gerekir.

1919 yılının ilk aylarında olayların seyrini etkileyen iki önemli gelişme yaşandı.32 devletin katılımıyla nihai barış anlaşmasının şartlarını belirlemek üzere Paris Barış Konferansında bir araya geldi; ancak esas görüşmeler dört büyüklerin yani İngiltere , Fransa ve İtalya başbakanlarıyla ABD Başkanı Wilson arasında yapılıp kararlar alınıyordu. Yunanistan Başbakanı Venizelos’ un İtalya dışındaki üç devletin liderleri üzerinde büyük etkisi vardı Batı Anadolu konusunda İtalyanlarla şiddetli rekabet yaşasa da diğer üçünü Türkiye konusunda Venizelos yönlendiriyordu. Zirvedeki görüşmelerde İtalyanların itirazına rağmen İzmir ve çevresinin Yunanistan’ a verilme kararı çıktı .Acilen uygulanması için Nisan ayından itibaren Türkiye’nin duymamasına özen gösterilerek hazırlıklara başlandı.Nihayet 15 Mayıs’ta İngiliz savaş gemilerinin himayesinde Yunan askerleri İzmir’e çıktılar.

 

Bu aylarda İstanbul veKaradeniz bölgesi komutanlarını meşgul bir başka konu daha vardı; Doğu Karadeniz bölgesindeki asayiş sorunu.Burada sahil şeridinde Pontus Rum Devleti’nin kurulmasında kararlıydılar. Ancak nüfusun çoğunluğunu oluşturan Türklerin tepki göstermeye, başlamalarından rahatsızdılar. Her zaman yaptıkları gibi, Pontuscu çetelerin saldırılarını görmezlikten gelerek, Müslümanların Hıristiyan ahaliye baskı ve şiddet uyguladığı iddiasıyla Hükümete baskı yapmaya başladılar, Hatta daha ileri giderek en kısa zamanda asayiş sağlanmadığı takdirde mütareke hükümlerini uygulayıp bölgeyi işgal edeceklerine dair ültimatom verdiler.

Bu sırada Harbiye Nezareti’nde bazı birliklerin lağvedilmesi üzerine yeni şartla uygun bir düzenleme yapılıyor,görev bölgelerindeki birliklerin yönetim ve denetimini yapmak, asayiş sorunuyla da uğraşmak üzere üç ordu müfettişliği kurulmasına karar veriliyordu Bunlardan biri , hatta en önemlisi Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesini kapsayan geniş bir alanda yetkili olacak 9.ncu ( daha sonra 3.ncü) Ordu Komutanı ve Müfettişiydi. Burası için bir komutan aranırken Mustafa Kemal Paşa’nın adı öne çıktı.Durumu her bakımdan uygun görünüyordu.

Enver Paşa ile aralarının açık olduğu,Almanları sevmediği biliniyordu.Çanakkale’deki başarılarından dolayı kamu oyunda saygınlık kazanmıştı ; Anafartalar kahramanı olarak anılıyordu. Padişah Vahdettin’nin veliahtlığı sırasında 1917 ‘nin Aralık ayında iade-i ziyaret maksadıyla Almanya’ ya giden heyette “ Yaveri Hazreti Padişahi “ sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa da yer almıştı. Yani Padişah kendisini bizzat tanıyordu. Ayrıca Dahiliye Nazırı olan M. Ali bey akrabası Ali Fuat Paşa aracılığıyla O’nu destekliyordu.

Bütün bu faktörler bir araya gelince Damat Ferit hükümeti İngilizlerin onayını da alarak, işlemleri süratle tamamladı. 6 Mayıs’ ta “acele etmesi” kaydıyla karar kendisine tebliğ edildi.

Bu tayinden kısa bir süre önce ,15 Nisan’da Harbiye Nezareti ve Hükümet böigedeki durumu büyük ölçüde etkileyecek başka bir tayin daha yaptı; boşalmış olan 15.nci Kolordu Komutanlığına Kazım Karabekir Paşa’yı atadı. Erzurum merkezli bu Kolordu o dönemde devletin en büyük askeri gücüydü. Muhtemel bir Ermeni saldırısına karşı bölgede caydırıcı bir set oluşturuyordu. Mustafa Kemal Samsun’daki 3.ncü Kolordu Komutanlığına Alb. Refet Beyin tayinini de yaptırdı Ali Fuat Oaşa zaten Ankara’daki kolordunun balındaydı. Böylece kader ağlarını adeta örüyor ,önceden hesaplansa ancak bu kadar olabilecek milli direniş için kararlı, birbiriyle tam olarak anlaşan bir komuta heyeti Anadolu’ da sessiz sedasız bir araya geliyordu.

Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs’ta kargasıyla birlikte Bandırma vapuruyla İstanbul’dan ayrıldı.19 Mayıs’ta karaya çıktığı Samsun aslında Milli Mücadele’nin başlatılacağı güvenli bir yer değildi.Şehirdeki 300 kişilik İngiliz birliğinin yanı sıra, Pontoscu çeteler sürekli tehlike oluşturuyordu Zaten Mustafa Kemal de durumu bildiğinden burada fazla kalmadı 25 Mayıs ‘ta Havza’ya geçti.

Burada henüz yetkilerini kullanma imkanı varken stratejik bir hamle yaptı.Telgraf merkezlerine talimat vererek Anadolu ‘daki tek haberleşme kanalı olan telgraf hatlarının kullanılmasını Ordu Müfettişi sıfatıyla kontrolüne aldı.İstanbul’dan ayrılırken vatansever bir şahsiyet olan Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa bu hatların şifre anahtarını Mustafa Kemal’le teslim ederek tarihi bir hizmet yapmış,hatları kullanabilmesine imkan sağlamıştı.Böylece Mustafa Kemal iki ay sonra İstanbul ile ilişkilerinin kesildiği döneme Anadolu’daki haberleşmeleri kontrolüne aldı, Hükümet askeri ve idari makamlara talimat veremez hale geldi.

Ataması yapılırken yetki alanın hem mekan hem idari yapı olarak geniş tutulmasını istemişti.Hükümet talimatlarının vakit geçirilmeden yerine getirilmesi mülahazasıyla buna hazırdı. Çünkü aksi halde İngilizlerin emrivaki yaparak işgale kalkışanlarından korkuluyordu. Zaten Padişah ve Hükümet Mustafa Kemal’i milli bir direniş hareketi başlatması için değil, kısa sürede asayiş sorununu çözmesi, silah ve mühimmatı toplatması ,başladığı görülen millici örgütlenmeleri bastırması amacıyla gönderiyordu.Bu nedenle geniş yetkiler verildi. Vilayetlere gönderilen tamimde O’nun görevinin sadece askeri. değil mülki olduğu da belirtildi.Böylece Mustafa Kemal ilk ağızda hem kendi mıntıkasındaki hem de civar vilayetlerdeki vali ve mutasarrıflarla rahatça haberleşme, talimat. verme imkanı buldu. Hükümet ve İngilizler durumu farkedip ordudan ihracına dair kararı ilan ettikleri 8 Temmuz’a kadar tüm mülki makamlar ve kolordular milli hareketin başlatıldığı haberlerini aldılar. Bu tarihten itibaren bir tercih gapacaklardı;ya bu harekete katılacaklar yahut İstanbul Hükümetine. bağlı kalacaklardı Çoğu hükümetin zafiyetini ,özellikle İzmir ve çevresinin işgali karşısındaki çaresizliğini gördüklerinden Milli Mücadele’den yana oldu Konya ve Ankara valileri gibi tersini yapanlarsa fazla tutunamayıp İstanbul’a dönmeye mecbur kaldılar.

Mustafa Kemal 8 Temmuz’da ordudan tardedilme kararına kadar bütün yazışmalarında Ordu Müfettişi sıfatının yanında “Yaveri Hazreti Şehriyari “ünvanını da ısrarla kullandı.Böylelikle kendisi hakkında henüz yeterli bileğisi olmayan muhataplarını psikolojik bakımdan etkilediğini biliyordu.

İzmir’in ve ardından çevresinin işgali ülke genelinde büyük tepki toplamış, tehlikenin vehametini herkesin görmesini sağlamıştı.Bunun da etkisiyle telgraflarla ilettiği talimatlara uyulması kolaylaştı Çok iyi bir komutan ,üstün niteliklere sahip nitelikli bir kurmay subaydı .O ‘nun bütün riskleri üstlerek komutanlıklarını üstlendiği Sakarya Savaşı,nihai sonuca ulaştığımız Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan savaşı planlanmaları ve yönetilmeleri açısında askeri literatürlere geçecek kadar değerli birer başarı hikayesidir,

Üstün komutandık yeteneğinin yanında çok usta bir diplomattı.Hareketin saltanat ve hilafete başkaldırı olmadığını “vatanın bütünlüğünün ve milli bağımsızlığının, saltanat ve hilafet makamının korunması”. Hedeflerine yönelik olduğunu sürekli vurguladı ; Sakarya Zaferine kadar konuşma ve yazışmalarında Padişaha karşı daima çok saygılı ve bağlılık ifade eden bir üslup kullandı, bu makamlarla sorunu olmadığını göstermeye özen gösterdi. Buna mukabil hükümetleri şiddetle eleştidi,Damat Feride ağır şekilde suçladı Aynı ustalığı diş ilişkilerinde de sergiledi.Sovyetlerle yakın bir ilişki kurarak yardım alırken, Moskova’ nın ülkemize rejim ihraç etmeye yönelik girişimlerini ustaca manevralarla engelledi. Mücadele yoğun şekilde sürerken 1921 ortalarında İtalyanlarla ve Fransızlarla anlaşmalar yaparak çekilmelerini sağladı; karşısındaki cepheyi böylece bölüp İngiltere ve taşaronu Yunanistan’ı yalnız bıraktı.

Havza’dan sonraki Amasya’ya geçti. Burada arkadaşlarıyla yaptığı durum değerlendirmesinden sonra yayınlanan ve tehlikede olan milli varlığımızı ,vatanın bütünlüğünü “milletin azim ve kararlılığının kurtaracağını “belirten bildiri Milli Mücadele’nin başladığını gösteren bir işaret fişeğidir.İngilizler sürekli bastırıyor Hükümet’ten derhal İstabul’a dönmesini sağlamasını ve azletmesini istiyorlardı Bunu Hükümet de Padişah da çok istiyorlardı.Ama zorla getirecek güçleri yoktu ;askeri ve mülki makamlar üzerindeki otoritesini kaybetmişti Sivas Kongresi sırasında Elaziz valisi Ali Galip ve İngiliz subayı Bnb.Noel vasıtasıyla bunu yapmaya kalkıştılar.Ancak Mustafa Kemal’den yana olan kolordudan üzerine gönderilen askeri birliğe direnemeyip kaçması üzerine bir daha tekrarlamadılar.

Mustafa Kemal sonucun ne olacağını biliyor ve İstanbul’u sürekli oyalayarak bunu geciktirmeye, ünvanlarından olabildiğince yararlanmaya çalışıyordu.Fakat Kongre için geldiği Erzurum’da 8 Temmuz’ da ipler tamamen koptu. Damat Ferit hükümeti O ‘nu Ordu’dan ihraç ettiğini,sıfat ve ünvanlarının geri alındığına dair kararnameyi ilgili makamlara tebliğ etti.Mustafa Kemal’in karşı hamlesi hazırdı ; kararın tebliğini beklemeden askerlik mesleğinden istifa ettiğini, mücadelesini sine-i millette sivil bir yurttaş olarak sürdüreceğini belirten yazıyı Harbiye Nezaretine gönderdi ve kamu oyuna da duyurdu.

23 Temmuz 1919 ‘ da toplanıp 14 gün süren ve Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı Erzurum Kongresi aldığı kararlarla Milli Devlet’in kurulmasının yolunu açan tarihi bir hamledir.Mustafa Kemal’in liderliğinin sübut bulduğu yerdir . Devletin hudutlarının nereler olduğu Misakı Milli’nin ilanından önce bu toplantıda belirtildi Milli irade ve milli bağımsızlık gibi esaslar zikredildi ;bölgedeki cemiyetler “ Şarki Anadolu Müdafai Hukuk Cemiyeti” şemsiyesi altında toplandı. Bu kuruluş Sivas’ta “Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti” adını aldı, Milli Mücadele’nin sivil kanadı işlevini yaptı.

Mustafa Kemal ‘in Başkanlığında Kongre hükmi şahsiyetini temsil yetkisiyle Heyet-i Temsiliye’nın kurulması da fevkalade önemlidir Sivas’ta daha genişletilip güçlendirilen bu yapı , Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar mücadelenin hukuki ve meşru temsilciliğin ve sözcülüğü görevini hakkıyla yerine getirdi. Kongre sırasında ve sonrasında Rauf Orbay, Kazım Karabekir Ali Fuat ve Refet Paşaların Bekir Sami beyin Mustafa Kemal’in çevresinde kenetlenmeleri , O’nu liderliğini benimsemeleri Milli Mücadele’ nin toplumsal tabanını genişletip güçlendirdi.

Sivas’ta 4 Eylül’ de başlayan kongrenin en önemli özelliği hareketi bir bölgeyle sınırlı tutmayıp ülke geneline yaygınlaştırmasıdır. Erzurum Kongresi kararlarının aynen onaylandığı toplantıdan sonra Mustafa Kemal çok önemli bir çıkış yaptı; Heyet-i Temsiliye adına Padişaha telgraflar göndererek Damat Ferid hükümetinin teslimiyetçi tutumunu asla kabul etmediklerini, görevden alınmaması durumunda bu hükümeti tanımayıp tüm ilişkilerin kesileceğini ,dağıtılan Mebusan Meclisi’nin derhal toplanması gerektiğini kesin bir dille iletti. Sultan Vahdettin bir süre oylamaya çalıştıysa da , bunun mümkün olmadığını anladı. Damat Ferid’in yerine Milli Mücadeye karşı olmayan Ali Rıza paşayı sadrazam yaptı ve Meclisi Mebusan’ın toplanması için seçim yapılması kararlaştırıldı.

Böylece içerde ve dışarda varlığı kabul edilen , saygı duyulan ,meşruluğu tartışılmayan bir Milli hareket ve lideri Mustafa Kemal gerçeğinin bulunduğu açıkça ortaya çıkmış oldu .Gidilecek daha uzunca bir yol,aşılması gereken engeller ,büyük iç ve diş sorunlar ve bu hareketi boğmakta kararlı iç ve dış güçler olsa da artık “Türk tarihinin kulvarı değişmektedir “

Milli Mücadele çok şarlarda başarılmıştır. Bunda en büyük pay kuşkusuz Mustafa Kemal’indir. Mütareke ile beraber ortaya çıkan işgal tehlikesine karşı bazı yerlerde Müdafai Hukuk ve daha sonra Reddi İlhak cemiyetleri kurulmuş ,toplantılar düzenlenmiştir Ancak olaylara gerçekçi bakmak gerekir. Bu girişimlerin hiç birinin toplumda önemli bir desteği bulunmuyordu Kongrelere ve cemiyetlere katılımın sayısı toplamda 300’ü geçmemiştir. Etkisi ve sonuçları delege sayısıyla kıyaslanamayacak kadar büyük olan Erzrum’da 52 Sivas’ta 33 delege vardı. İzmir’in işgali üzerine yer yer direniş girişimleri başlamış, Kuva-yı Milliye grupları ortaya çıkmıştır Ancak bunların da işgalin genişletilmesini önleyecek gücü yoktu .Gerçi Ethem’in Kuvayı Seyyaresi ile Denizli’deki Demirci Mehmet grubu milli ordunun henüz yeterli olmadığı ilk dönemde, iç isyanların bastırılmasında önemli rol oynamışlardı. Fakat sadece kendi bildiklerini yapan, üst makam tanımayan, keyfine göre salma yapıp para toplayan,zorbalığı hak sayan eylemlerinden ötürü büyük tepki topladılar. Kurulan milli orduya katılmayıp çeteciliği sürdürecekleri anlaşılınca gereği yapıldı ve dağıtıldılar

Yunan ordusu İzmşr ve çevresini işgale başladığı sırada,direniş hareketleri başlatmak maksadıyla bölgeye gelen Alb . Bekir Sami bey hatıratında hüzün veren, yürek burkan tablolar yer alır . Bütün çabalarına rağmen Alaşehir ve Ödemiş dışında uğradığı her yerde insanların ümitsizlik ve endişe içinde teslime hazır beklediklerini, her tarafta Yunan bayraklarının asılı olduğunu, terzilerin yenilerini dikmeye çalıştığını görür . Ahali Rum komşularına yaltaklanmakta, direnme çabasındaki az sayıdaki subay ve memura tepki göstermektedir Askeri birlikler firarlar nedeniyle bitme noktasındadır Koskoca Ege’de sadece Yrb Ali bey ( Çetinkaya) sahile çıkan Yunan askerine , birliğinin başında ateş açmış ancak fazla direnemeyeceğini görünce içerlere çekilip mücadelesini sürdürmüştür.

Böylesine bir ortamda Mustafa Kemal olmasaydı ne olurdu? Kurulan cemiyetler ve yer yer oluşan.milis güçleriyle ordu faktörü olmadan nereye ve ne zamana kadar direnilebilirdi.?Merkezi bir yönetim ve komutanlık , para ve silah olmadan tam teçhizatlı ordulara karşı konulabilir miydi. Damat Ferid hükümetinin 28 Mayıs 1919 ‘da “ Yunan ordusunun üstün kuvvetleri karşısında direnmenin mümkün görülmediği”mi belirten açıklaması bütün bu soruların cevabı sayılabilir. İyi ki Mustafa Kemal gibi sevk idare kabiliyeti yüksek, şartları doğru okuyan,imkan ve kapasitesini en verimi şekilde kullanan bir lider ortaya çıktı; iyi ki ordumuzun bütün seçkin komutanları şahsi bir hesap içine girmeden çevresinde kenetlendiler ; iyi ki milli şuur sahibi aydınlarımız, eşraf ve din adamlarımız ,vatansever aşiret reislerimiz O’nun çevresinde birleştiler, iyi ki hep hep beraber yorgun ve karamsar halkımızı diriltip ayağa kaldırdılar. 26 Ağustos sabah saatlerinden itibaren ordu-millet olarak durdurulamaz bir milli sel halinde İzmir’e doğru akıp gittiler. Yalnız Yunan’ ı değil Lloyd George un başında olduğu dönemin en büyük emperyalist gücü İngiltere’yi de denize döktüler . Ve bizlere bağımsız ve özgür bir vatan bıraktılar.

Hepsini bir kere daha rahmetle. minnetle, şükrana selamlıyorum.Ruhları şad olsun!

Nuri Gürgür

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum