FLAŞ HABER

"Yunus Emre Uçsuz Bucaksız Bir Bahçe"

Araştırmacı yazar Yaman Arıkan, Bâbıâli Sohbetleri’nde yaptığı konuşmada, Yunus Emre’nin uçsuz bucaksız bir bahçe olduğunu belirterek, onun inanç ve kültür dünyamıza kazandırdıklarını anlattı.

"Yunus Emre Uçsuz Bucaksız Bir Bahçe"
22 Ağustos 2014 - 18:52

“Yunus Emre Uçsuz Bucaksız Bir Bahçe”

Araştırmacı yazar Yaman Arıkan, Bâbıâli Sohbetleri’nde yaptığı konuşmada, Yunus Emre’nin uçsuz bucaksız bir bahçe olduğunu belirterek, onun inanç ve kültür dünyamıza kazandırdıklarını anlattı.

Serdar Üstündağ (Sanatalemi.net)

         700 yıldan beri ilahileri dilden dile okunan mutasavvıf şair Yunus Emre Cağaloğlu Timaş Kitapkahve’de düzenlenen toplantı ile yâd edildi. Araştırmacı yazar Yaman Arıkan, Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’in düzenlediği “Bâbıâli Sohbetleri”nde Yunus Emre’nin hayatını, eserlerini, fikirlerini tesirlerini anlattı. Yazar Recep Seyhan’ın takdim ettiği toplantıya ilgi büyüktü. 

         Yazar Recep Seyhan programı açarken “Yunus Emre’nin bu toprakların yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden biridir. Yunus Emre’de yaklaşık 750-800 senedir iktidardadır. Siyasetçiler gelir, giderler ama sanat adamları hep iktidardadırlar. Bir Shakspeare’i bir Dostoyevski’yi düşünün; onların çağlarındaki siyasetçileri hiç hatırlamıyoruz ama onlar hep iktidardalar.” dedikten sonra sözü Yaman Arıkan’a bıraktı. 1937 yılında Manisa-Salihli’nin Gökeyüp köyünde doğan Yaman Arıkan, kısa otobiyografik bilgilerden sonra Yunus Emre hakkındaki çalışmalarını anlattı:

         “İçinde yüzlerce, binlerce çeşit güzel kokulu çiçeklerin olduğu uçsuz bucaksız bir bahçeyi düşünün. Size ‘Bu bahçeden bütün çiçekleri tek tek içinize çekip koklayacaksınız.’ deseler bu mümkün olur mu? Elbette olmaz. Belli başlı çiçekleri koklarsınız gerisi kalır. Tabii Yunus işte böyle uçsuz bucaksız bir bahçedir.”

         “İranlıların Firdevsi isminde bir şairi vardır. Şehname isimli meşhur bir eseri vardır. O eser için şöyle der. ‘Otuz yıl zahmet çektim ama fars dilini de dirilttim’ Nâçizane bizde diyoruz ki bu konuda ortaya çıkardığımız beş eser de benim toplam elli senemi aldı ama Yunus Emre’yi gün ışığına ancak böyle çıkartabildim. Ben 1940’ların çocuğu, 50’lerin genciyim. O zamanlar köylü köyünde, şehirli şehrinde olurdu. Büyük bir mecburiyet olmadıkça insanlar köyünden, şehrinden ayrılmazdı. Bilhassa kış geceleri akşam oturmaları, sıra geceleri olurdu. O yıllarda bütün Türkiye’de çok meşhurdu. Uzun kış gecelerinde, gündüzden birisine ‘akşam sizdeyiz’ diye sözleşilir ve o akşam toplanılırdı. Gürül gürül ocak yanardı, nasılsa odun boldu o zamanlar. En başköşeye sohbeti devam ettirecek aksakallı dedeler otururdu. Şimdi anlatırken âdeta o günleri tekrar yaşıyorum. O aksakallı dedeler bazen sohbete kendi istekleriyle başlarlar ama bazen de bir isteksizlik görülürdü. İşte o anlarda arkadan birisi kelimesi kelimesine aynen söylüyorum. ‘Eee hedi bakalım filan dede! Yunus’tan bir deyiş dede dinleyelim’ der. O anda sanki dilinin bağı çözülmüş gibi olan dede veya nine başlar Yunus’tan şiir okumaya… İşte ben de 4-5 yaşlarında Yunus ile böyle tanıştım. İşte millî kültürümüz şifahî olarak dilden dile, nesilden nesile aktarılıyor. Şimdi kitapları, eserleri var ama ben bugünkü neslin o zamankiler kadar Yunus’u tanıdıklarını zannetmiyorum.”

         “Zaman geçti, biz ilkokulu bitirdik İstanbul’a geldik; bitmedi, orta mektep lise yıllarımda da Yunus’a olan ilgim devam etti. İstanbul’a ayak basar basmaz günlük gazete okumaya başladım. Keşke bugünkü gençler de böyle yapsa… Bir sabah gazeteye bakarken bir haber gördüm. Türkiyat Kongresi yapılmış ve oradaki yabancı bir Türkiyatçı kelimesi kelimesine şu ifadeyi kullanmış. “Eğer Yunus’un Türkçesi günümüze kadar yaşatılabilseydi, bugün dünyada konuşulan dillerin en güzeli Türkçe olacaktı.” Bunu duyar duymaz hemen sahaflara koştum ama Yunus ile ilgili bir kitap bulamadım. Gerek küçüklüğümde dinlediğim Yunus şiirleri gerek bu yabancı Türkiyatçının sözleri beni yaydan çıkmış bir ok’a çevirdi. İşte Yunus ile tanışmam böyle oldu.” diyen Arıkan bu akşamki toplantıyı üç ana başlıkta ele alacağını söyleyerek konu başlıklarını şöyle sıraladı.

1)    Hayatı: “Tarihî, büyük şahsiyetlerin iki büyük hayatı vardır. Biri takvim hayatı, diğeri vazife hayatı.

a)     Takvim Hayatı: Yani ne zaman nerede doğru, nerede yaşadı, nerede vefat etti gibi kronolojik bilgiler. Bunları bilsek iyi olur ama bilmesek de çok şey kaybetmiş olmayız. Eğer önemli şahsiyetlerin takvim hayatını bilmezsek o zaman destanî, efsanevî hadiseler devreye girer.

b)    Vazife Hayatı: Büyük şahsiyetlerin vazife hayatını mutlaka bilmemiz gerekir. Aksi takdirde çok şey kaybetmiş oluruz. Ben Kuran’ı Kerim’de gördüm ki, Allah peygamberlerinin takvim hayatına değinmeden vazife hayatını bizlere anlatıyor. Yani nerede doğdular, nerede vefat ettiler bunları anlatmıyor, sadece Nuh (a.s.)’un 950 sene yaşadığını bildiriyor.

 2) Yunus’un hayat felsefesine yapılan ağır darbeler: Türk millî şiirinin yazım ölçüsü nazım birimi dörtlüktür ve hece vezniyle yazılır. Bunu bilmek için bir edebiyat profesörü olmaya gerek yok. Bugün Yunus’un şiirleri mesnevi tarzında yazılarak acemleştirilmeye çalışılıyor. Yani Yunus’un şiirleri Acemleştiriliyor. Bazı şiirlerine “Işk” derler, halbuki Yunus hep “aşk” demiştir; hiç “ışk” dememiştir. “Mânâ” yerine dikkat ederseniz “ma’ni” derler. Çünkü Acemler öyle söylerler. İngilizlerin Shakspeare’i, İtalyanların Dante’si var. Birisi Shakspeare’in eserlerini Alman telaffuzu ile verse bütün İngilizler ayağa kalkarlar. Fransızca verse yine ayağa kalkarlar. Benim ıstırabım şahsî değil millîdir.

3) Yunus’un mukaddes vazifesi: Yunus Emre’nin misyonu vardı demiyorum kutsal vazife diyorum. Bizim iki temel direğimiz vardır; biri dilimiz diğeri dinimizdir. İşte Yunus’un en temel vazifesi bizim dilimize ve dinimize sahip çıkmaktı. Bizim Türk milleti Allah’ın dinine gönüllü olarak sahip çıkmış bir millettir. Viyana önlerine, Arap çöllerine kadar neden gittik? Biz oraları sömürmek, tahakküm altına almak için gitmedik. Bunları hiç düşündük mü kardeşlerim? O halde dinimize ve dilimize sahip çıkmamız gerekir. Rusya’da bir söz vardır. “Bir Rus’u hamama götürsek ovalasak ovalasak altından bir Türk çıkar.”

                   Daha sonra şair Ayhan İnal ve şair İbrahim Özgün’ün Yunus Emre ile ilgili okuduğu şiirlerden sonra dinleyicilerin sorularına cevaplar verildi. Programın ilerleyen dakikalarında Hanende Selçukhan Yılmaz, Tanbur’da Nesim İsa Enver ve Ritim’de Enes Durceylan’dan oluşan sanatçılar, Yunus Emre’nin eserlerinden meydana gelen bir müzik programı sundular. Genç sanatçıların seslendirdiği Yunus Emre ilahileri, büyük bir beğeni ile takip edildi. Bazı dinleyicilerin okunan ilahilere eşlik ettiği görüldü. Ahmet Yüter’in manzum duaları ve hâtıra fotoğrafı çekiminden sonra program sona erdi. Toplantıya katılımın yüksek olması dikkat çekti. 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Günün Başlıkları
00:50