YÜKSEL YILMAZ:TÜRKİYE'YE YÖN VEREN ODAKLAR

Bizler film, maç, eğlence programı izlerken ya da şarkı, ilahi, şiir dinlerken yahut politika, sanat, din konuşurken birileri ajanlarını aramızda çalıştırır.

YÜKSEL YILMAZ:TÜRKİYE'YE YÖN VEREN ODAKLAR
02 Aralık 2013 - 19:17

TÜRKİYE'YE YÖN VEREN ODAKLAR

 

Bizler film, maç, eğlence programı izlerken ya da şarkı, ilahi, şiir dinlerken yahut politika, sanat, din konuşurken birileri ajanlarını aramızda çalıştırır. Ama bu saydıklarımı yapanlar avunan kesimdir ve onlar için önemsizdirler. Onlar için çöplükte yiyecek bir şeyler arayan kedi, köpek, sinek kadar önemlidirler. Sen bir yanda futbol maçından bahsederken masonlar sadakat yeminiyle meşguldürler… Sen pop dinlerken misyonerler kendilerine havası temiz yerlerde villalar ayarlamaktadırlar. Sen politik şahsi çıkarlar peşinde koşarken ajanlar ölümü göze alarak kendi ulusal çıkarları peşinde İstanbul’larda, Ankara’larda kâh beş yıldızlı otellerde kalmakta kâh dikkat çekmemek için mezbele bir yerde metruk bir ev kiralamaktadırlar. Herkes senin gibi vakit geçirmeye çalışmaz…

 

Bu işlerde her dönemde ve her zaman etkili bir tuzak olması hasebiyle kadın ajanlar cinsel çekiciliklerini kullanırlar. Ruslar kadın ajanlarının bu oyununa ‘Honey Trap’ yani ‘Bal Tuzağı’ derler. Kadın istihbaratçılar daha ziyade büro görevlerinde ve ‘HUMINT’ denilen insan kaynaklarına dayalı istihbarat toplamada başarılıdırlar. İkinci Dünya Savaşı’nda bugünkü CIA’nın babası durumundaki OSS istihbarat örgütü, bu tip bilgi toplama görevini kadın ajanlar aracılığıyla yönetmişti. O yıllarda OSS, İsviçre’den Allan Dulles tarafından yönetilirken ülkemiz de ABD için çok önemli bir istasyondu. Başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere müttefik güçler Türkiye’den gelecek olan istihbaratı çok önemsiyorlardı. 1942’de İsmet İnönü’nün bilgisi dâhilinde kod adı ‘Harem’ olan bir kişi bu gizli istihbarat ilişkisini yürütmüştü. Türkiye için de ‘yellow’ yani ‘sarı’ kod adı kullanılmaktaydı. Eğer Anna Chapman gerçekten de ‘kariyer ajanı’ olsaydı, ilişkilerini başka türlü kurar ve kesinlikle yakalanmazdı. Chapman, ‘Small World’ adıyla tanınan çok elit bir topluluğa üye yapılmış. Bu kendi içinde kapalı devre işleyen seçkinci bir kulüptür. Kurucusu bir konttur ve üyeleri arasında Avrupa’nın soyluları ve bilim adamları vardır. Son Osmanlı Hanedan Reisi merhum Osman Ertuğrul’un eşi Nilüfer Sultan da bu topluluğun üyesidir. Chapman bu topluluğun düzenlediği bir gezi nedeniyle İstanbul’a gelmiş. Türkiye’nin en iyi kadın ajanlarından henüz adı açıklanmayan ve çok iyi Yunanca bilen Ayşe S. Hanım, Yunan Büyükelçi ve müsteşarlarını çok iyi izlemişti. Adalet C. Hanım ise Fransız ajanlarının faaliyetlerini izledi. Belki de en ilginci ‘Nil’ takma adını kullanarak pavyon kadını pozunda dolaşan Egeli bir kadın ajandı. Özellikle solcu ve komünist geçinen sendikacı ve siyasetçileri elde etmişti. Emine Pee Hanım, İkinci Dünya Savaşı’nda yararlı hizmetlerde bulundu. Türkiye’de Rus kadın casus çok olmamış ama ABD’li, Yunanlı, Fransız ve İngiliz kadın casuslar çok olmuştur. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk 10 yılında Türkiye’de gizli faaliyetlerde bulunan kadın ajanlardan ABD’li Virginia Hall ve ilk sanayi casuslarından sayılan Romanyalı Vera Rosenberg unutulamaz. Hatta Hall, daha sonra İzmir’de ayağından vurulmuş ve sakat bile kalmıştı. Bizim kadınlarımız bu esnalarda okuma yazma bilmiyor ve bilgiç kocaları tarafından tarlalarda çalıştırılıyor olmalılar. Bu yıllar, cahil ama farkında olmayan erkeklerin cahil ama farkında olan kadınlarıyla evliliklerini yürüttükleri yıllardır.

Fakat Türk istihbaratı için çalışan Türk kadın ajanlar da vardı. Mesela Selanik'ten gelen tanınmış ailelerden birinin kızı olan ve birkaç yabancı dil bilen Harika T., İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk istihbaratı adına bir Alman casusuyla ilişki başlatmıştı. O dönemde bu kadın ajanın ‘Handler’ı Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in kardeşi ünlü istihbaratçı Suat Şakir Kabaağaçlı idi. Önemli bir Alman casusu olan Franz von Papen savaşın sonuna doğru Almanya'nın yenileceğini anlayıp ailesini alarak İstanbul'a getirtti. Papen savaştan sonra Roncalli sayesinde Vatikan'da görev alarak sıyrıldı. Dr. Wilhelm Hendricks ise 1943'te henüz 24 yaşında ipek tüccarı kimliğiyle Almanya'dan İstanbul'a gönderildi. Alman ajanı olarak bilgileri Almanya'ya sattı. Diğer bir görevi de çokça çevre edinmek için sadece para harcamaktı. O sırada Türkiye'deki istihbaratı yöneten Suat Şakir Kabaağaç ajan olduğundan kuşkulandı. Dr. Wilhelm'i deşifre etmek ve ajanlığını belgelemek için Harika T.’yi peşine takmış ve ajan kısa zamanda kadına âşık olmuştu. İzmir'den İstanbul'a gelmiş genç bir gazeteci olan ve Suat Şakir'in istihbarat ekibinde çalışan Türk gazeteci Turan Aziz Biler bile Harika'ya âşık olmuştu. Neyse, Wilhelm İngiliz ajanı olarak 1945'den sonra da kahraman olmuştu. Almandı ama İngilizler hesabına çalıştığı için Time'a kapak olmuştu. Sonra Avusturya Havayolları Genel Müdürü bile oldu.

 

Pangaltılı Kardinal Roncalli’nin 1939'dan itibaren Türkiye'de, sonra 1958'de Vatikan'a gidip Papa olması tarihe düşülmesi gereken önemli bir nottur. Angelo Roncalli Türkiye'de bulunduğu yıllarda (1935-45) çok iyi Türkçe öğrenmiş ve Türkiye'de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Bunlardan biri de 1930'lu yıllarda tanıştığı genç bir politikacı olan ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar'dı. O günlerde Türkiye'de Vatikan Büyükelçiliği yoktu; sadece temsilcilik vardı. İlk defa temsilcilik açma hakkını Celal Bayar bunlara sağlamıştı. Bu yüzden ona verdikleri değer haddinden fazlaydı. 1950'lerde Türkiye'nin en önemli iki casusundan biri olan Kardinal Roncalli, İstanbul Şişli'deki Ölçek Sokak'ta oturuyordu. Bugün Pangaltı'da Vatikan Temsilciliği'nin bulunduğu sokak. Sonra Papa 23. John oldu. Daha sonra Ölçek Sokağı'nın ismi bile Kardinal Roncalli Sokak olarak değiştirildi. Vatikan'a gidip Papa olduğunda tarih 1958 idi. Birkaç yıl sonra yakın dostu Celal Bayar Yassıada Mahkemesi tarafından idama mahkûm edildi (15 Eylül 1961). Papa Roncalli devreye girerek Türkiye'ye dört kardinal yollayıp, eğer Bayar'ı idam ederseler dünyayı karşılarına aldırtacağını söyleyerek tehdit etti. O yıllarda Bayar'ın asılabilmesi için yaş haddi kaldırıldı ve idamdan kurtuldu. Menderes’lerin arkasında ise böyle güçler yoktu. Sadece millet vardı ama o bile yetemedi. Hale bakınız ki sadece Kardinalin arkadaşı olsaydı yine de yetecekti. En ünlü siyasilerimizden Celal Bayar ve en ünlü sanatçılarımızdan Ajda Pekkan casusluk faaliyetlerinin farkında mıydılar acaba?

 

1940'lı yıllarda İstanbul'da Rus ve Romanyalı kadın casusları vardı. Bu kadınlar bilgi edinmek için cinsellikten uyuşturucuya kadar her şeyi denediler; hatta büyük partiler düzenlediler. 1978-80 arasında Sovyetler radara yakalanmadan uçabilen ve MİG-28 diye bilinen bir savaş uçağını geliştirince 1970'li yılların en büyük casusluk olayına sahne olundu. Bunların en gelişmiş modelleri MİG-29 ve MİG-31'di. Bunların varlığını Amerikan casus uyduları fark etmişlerdi ama haklarında hiçbir bilgileri yoktu. İlki 1978 yılında Vietnam üzerinde istihbarat uçuşu yaparken ortadan yok oldu. Rusya uçağı bulamadı. İki yıl sonra (31 Ekim 1980) bir başka MİG-31 de aynı şekilde havadayken yok oldu. Ne gariptir ki bir yıl sonra da Amerikalılar, MİG'lerin sırrını çözdüklerini ve onlardan daha iyi uçaklar yapabileceklerini açıkladılar. Bazı iddialara göre CIA, uçakların pilotlarını çok yüksek paralarla satın almış ve Saygon'daki üslerine indirmişti. Bir başka iddia ise bunların kötü hava şartları nedeniyle düşüp kaybolmalarıydı...

Tanınmış Sporel ailesine mensup bir genç olan Güney Sporel son derece yakışıklı ve Kore'de savaşmış bir delikanlıydı. Kendi adına kurduğu bir turizm şirketini yönetmiştir. Bu köklü aileden biri de Fenerbahçe'nin ilk başkanlarından biri olan Zeki Rıza Sporel’dir. Ayrıca Güney Sporel daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Kayacan'ın da yeğenidir. Güney'in İstanbul Moda'da, 'Stella' adında çok özel kişilerin devam ettiği bir pansiyonu vardı ve burada özel toplantılar yapılırdı. Aslında Sporel, MİTCIA- KGB üçlüsünün eline düşmüştü ve bir gün ölü olarak bulunmuştu. Güney Sporel'in arkadaşları arasında daha sonra adı Lockheed skandalına karışacak olan Nezih Dural ida vardı. Ajda Pekkan'ın en büyük aşkı ve 70’li yılların ünlü playboyu Cömert Baykent bunların en yakın dostlarıydı... Cömert Baykent, Türkiye'de istihbarat alanında hizmet etmiş önemli kişilerden biri olan Hayri İpar'ın da torunuydu. Uçaklardan birinin CIA ve MİT'in ortak operasyonu sonucu Türkiye'nin Sinop'taki gizli Amerikan üssüne kaçırıldığı ortaya çıkmış ama diğeri hala meçhuldü. 1970'li yılların hızlı çapkınları arasında yer alan Cömert Baykent, o dönemin ünlü ailelerinden armatör İparlar'ın mensubuydu. Şeker Kralı Hayri İpar'ın torunu ve işadamı Nebil Baykent'in oğlu olan Cömert, yurt dışında eğitim görmüş, İngilizce ve Fransızcayı ana dili gibi konuşan bir iş adamıydı. İlk evliliğini Sultan Reşat'ın torununun kızı olan Perizat ile yapmıştı. Gençlik yılları ise İstanbul gece hayatının ünlü playboylarından biri olarak geçmişti. Ajda Pekkan'ın sahnelerde fırtına gibi estiği o yıllarda, ünlü sanatçıyla birlikte olmuş, hatta evlilik yolunda bir adım atarak nişanlanmışlardı. Uzun bir süre Pekkan'ın menajerliğini de üstlenen Baykent, sanatçıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, yine o dönemin ünlü şarkıcılarından Gökben ile birlikte olmuştu. Yasemin Kozanoğlu'nun annesi Ahu Tuğbay ile de kısa bir evlilik yapan Baykent, daha sonra eğlence hayatından elini ayağını çekerek kürk ticaretiyle uğraşmıştı. Cömert Baykent, 2007 yılında 77 yaşında hayata veda etti.

Yılmaz Saraçoğlu babasının casus olduğu iddiasını reddetmektedir. Tarihçi İlber Ortaylı, da Saraçoğlu’nun bir ajan değil, görevli olduğunu söylemektedir. O dönem 'Almancı', 'İngilizci' diye yönler vardı ve bu da yöndü. CHP eski Genel Başkanı Gazeteci Yazar Altan Öymen de ajan olduğu hususunu reddediyordu. Ancak Fahrettin Kerim Gökay'dan İhsan Sabri Çağlayangil'e kadar pek çok Gül ve Haç Şövalyesi ve mason, Manevi Cihazlanma Derneği adlı örgütü kurup Türkiye'nin kaderinde rol oynamışlardı.

 

Avrupa Birliği misyonerlik, gnostik-okültik ve masonik bir yapılanmadır. Bugünkü Avrupa Birliği'ni kuran Almanya ve Fransa, II. Dünya Savaşı sonrasında düşman kardeşlerdi. Onları yan yana getiren, barıştıran ve AB'nin temellerini atan Moral Rear Mament (MRA) örgütüdür. Yani Manevi Cihazlanma Örgütü... Bu Türkçe isimle İstanbul'da da faaliyet göstermişlerdi... Kurucusu Amerikalı Lüteryan papazı Frank Bushman'dı. Örgüt 1929'da I. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere'de, 'Oxford Grubu' adıyla kurulmuştu. Daha sonra II. Dünya Savaşı yıllarında Almanya'da bazı Hitler karşıtı Nazilerle çok gizli ilişkiler kurdular. Bazı Nazi askerleri de MRA üyesiydiler. Bunlardan Von Tott, Hitler'e düzenlediği başarısız bir suikast sonunda idam edildi. Savaştan sonra Almanya ve Fransa'yı barıştırmak isteyen bu örgüte dönüştü. Örgütün ana felsefesi perde arkasında kalmaktı. 1950'li yıllarda örgütün İsviçre'nin Caux kentindeki şatosunda Avrupa Birliği'nin temelleri atıldı. Bu gizli toplantıya Almanya ve Fransa tarafından çok önemli devlet adamları da katıldılar. Bunların ikisinin bu iki ülkenin başbakanı olacakları daha önceden biliniyordu ve elbette onlar seçildiler. Yani genç François Mitterand ve sonradan Alman devlet başkanı olacak olan Konrad Adenauer. Fransız tarafına daha sonra Avrupa Birliği'nin manevi babası Robert Schuman ve AB'nin baş mimarı Jean Monnet başkanlık ediyordu. Nitekim Mitterand başbakan olduktan sonra AB ruhunu yaymaya da çok çalıştı.

Gerek Mitterand, gerek Adenauer ve fikir babası Robert Schuman Gül ve Haç bağlantılı Mason localarının üyeleriydiler. Aytunç Altındal’ın yerinde tespitiyle AB, Kilise Hıristiyanlığı birliğinden ziyade, Gnostik-Masonik Hıristiyanlığı Birliği idi. Robert Schuman o toplantıda, Fransa-Almanya kömür ve çelik ortaklığının kurulmasını önerince Ortak Pazar'ın da fikir babası oldu. Bu masonik-gnostik örgütün Türkiye ayağında derneğin kurucularından eski İstanbul Valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay çok emek vermiştir. Örgütün ismini bile aynen alarak organize oldular. “Manevi Cihazlanma.” Beyoğlu Asmalımescit Sokağı'nda bir apartmanın üst katında faaliyet gösteriyorlardı. Fahrettin Kerim de 33. dereceden masondu. Derneğin en gizli ve özel toplantıları onun Kadıköy, Göztepe'deki köşkünde yapılırdı. Derneğin tüm üyeleri masondu ve hepsi de aynı zamanda Circle d' Orient (Büyük Kulüp) üyeleriydiler. 1900'de Eskişehir'de doğan Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirmişti. Münih, Hamburg ve Viyana'da uzmanlık eğitimi görmüş, 1933'te profesör, 1942'de ise ordinaryus profesör olmuştu. 1949'da CHP iktidarınca İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığına getirilen Gökay bu görevini 1957'ye kadar, yani DP iktidarı döneminde de sürdürmüştü. Bern büyükelçiliği (1957-1960), YTP İstanbul milletvekilliği (1961- 1965), Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (1963) görevlerinde bulunmuştu. Gökay, İstanbul'a klakson yasağı da getirmişti. Beyoğlu'nda sarhoşları toplayarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatırmıştı. Bu yönüyle Gökay mizaha da bolca malzeme olmuştu. “Küçük rakı – Gökay” benzetmesi onun kısa boylu olmasından kaynaklanır ve halk tarafından çok sevilirdi.

 

Manevi Cihazlanma'nın baba isimleri arasında Türkiye tarihinde çok önemli rol oynayan ama adı az bilinen Prof. Hazım Atıf Kuyucak da vardı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a en yakın isimlerden biriydi ve masonların en etkili locası olan Nur Loca'sının Maşrık-ı Azamı'ydı. Türkiye'nin bütün petrol tasarımları ve anlaşmalarından sorumluydu. Aynı zamanda 1964 yılına kadar da Gül ve Haç kardeşliği örgütünün başkanlığını yürütmüştü. Ünlü Bilderberg toplantılarının, 1959'da İstanbul'da yapılan gizli oturumunda Türkiye'yi o temsil etmişti.

 

Bunlar 1960'daki 27 Mayıs askeri darbesinden önce Adnan Menderes hükümetine ilginç bir proje götürmüşlerdi. Projeye göre, İstanbul 'Dünya Dinler Başkenti' yapılacaktı. Fener Patrikhanesi'ni de, Vatikan gibi ayrı bir devlet yapmayı önermişlerdi. Kariye Camii, bir çeşit Hilafet merkezi haline getirilecek ve Ayasofya'da Ortodoks ibadetine açılacaktı. Menderes idam edildikten iki yıl kadar sonra 1963'den sonra örgüt, ‘Dünya dinler arası diyalog ve hoşgörü' toplantılarına resmen başladı. 'Üç din birliği' yani ‘İbrani dinler' denen proje ilk kez bu mason derneği tarafından ortaya atılmıştır. Örgütün toplantılarının bir kısmı Teşvikiye'deki Gül ve Haç binasında, yani İzmir Palas'ta yapılıyordu.

 

1964 yılında Gül ve Haç şövalyeliğine getirilen Cemal Birik’i, önce 17. dereceden hemen Tapınak Şövalyeliğine, oradan da 33. dereceye atlatıp Gül ve Haç şövalyesi tayin eden, Profesör Kuyucak’tır. Yanında ise Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil yer almıştır. Kendisi 33. derecedeki mason siyasetçilerden biriydi ve aynı zamanda istihbaratçıydı. 'Manevi Cihazlanma' teşkilatının Türkiye'deki en güçlü isimlerinden biriydi. Humeyni bir ara Türkiye'ye gelmiş ve Bursa'da zorunlu oturmaya tabii tutulmuştu. Ayetullah Humeyni ile ilgili gizli bilgilerin hepsi onda toplanmıştı.

Ziraat Bankası'nın kurucusu Mithat Paşa da büyük mason üstadıydı. Bankacılık para alışverişi demekti ve bu mason prensiplerine çok uygundu. Tarihte bankacılık dediğimiz zaman 11. yüzyıldan itibaren şövalye tarikatları tarafından keşfedilmiş bir para alış veriş yöntemi olduğunu müşahede ediyoruz. Mithat Paşa mason olduğu için o binanın üzerine yaptırdığı heykellere 'dul kadın kesesi' denmiştir. Bir mason öldüğünde karısı ve çocukları güç durumda kalmasınlar diye bütün masonlar para toplamak için bir kâseyi aralarında dolaştırırlar ve toplanan parayı kadına verirler. Buna 'dul kadın kesesi' derler. Mithat Paşa da bunun sembolü olan heykelleri, Ziraat Bankası'nın üzerine diktirmiş. Fakat Mithat Paşa, Gül ve Haç üyesi değil, sadece masondu.

 

Bu adamlar Kudüs'e hacca gidiyorlar atlar üzerinde, tabii yolda hırsızı uğursuzu vardı. Bu Kudüs yolcuları dönemin Tapınak Şövalyeleriydi. Hacca atlar üzerinde giderlerken yolda malum eşkıyalara rastladıklarında önce İtalya'da birine 500 altın veriyorlar ve 'ben bu parayı Kudüs'ten alayım' diyorlardı. Onlar da bir kâğıt veriyorlardı. İlk kredi kartı kullanımı işte buradan çıkmıştır. Yolda beş kuruş olmasa bile elindeki bu kâğıtla yolda her türlü alışverişini yapabilmiş ve yolculuk edebilmiştir. Bu kağıdı Kudüs'teki adama götürünce kaç para harcadıysa hesaptan düşülmüş ve kalan parasını almıştır.

Son yüzyılın Türkiye'sine damgasını vurmuş olan siyasilerin hep mason ve Gül ve Haç şövalyesi unvanlı kişiler olmaları dikkate şayandır. Prens Halim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, eski Yargıtay Başkanı Fuat Hulusi Demirelli, Dr. Mim Kemal Öke, Prof. Hazım Atıf Kuyucak, DP Milletvekili ve Manevi Cihazlanma Derneği Başkanı Dr. Ekrem Tok, Mukbil Gökdoğan, Prof. Sahir Erman, Dr. Enver Necdet Egeran, eski İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, eski Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, eski İstanbul Valisi Prof. Fahrettin Kerim Gökay, eski Meclis Başkanı Kazım Özalp, Celal Bayar, Ali Kemren, Şeyh Ataullah Efendi, Amiral Mehmet Ali Paşa, Servet Yesari, Başvekil Hasan Saka, eski Devlet Şurası Başkanı Mustafa Reşit Mimaroğlu, Muhip Nihat Kuran ve daha niceleri.

Türkiye’ye yön vermek üzere örgütlenenlerin yerli kuklaları olan Masonların başına bela olmuş en büyük iki isimden biri onların derneklerini bile kapattıran ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarak Türk tarihine damgasını vuran Mustafa Kemal Atatürk ile mason derneklerinin kapattırılması için araştırılmasını teklif ettiren ve hayatının sonuna kadar hep Siyonizmin tehlikelerine dikkat çeken Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dır.


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum